Cockeye's Song | Taekook

Bởi suicidalones

335K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... Xem Thêm

11.07.2020
12.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
01.10.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
07.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
21.12.2020
23.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
21.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
03.11.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
26.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
08.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

06.12.2020

4.3K 632 913
Bởi suicidalones

Jeon Jungkook

Seul Merkez Hapishanesi

Uiwang, Gyeonggi Province

Güney Kore

06.12.2020

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832

Taehyung,

Bugün görüş vardı.

Haftalardır kimse gelmediği için yine aynısı olur diye düşünüyordum, benim de adım okunduğunda şaşırdım bu yüzden.

Gelen Jimin'di.

Onu her zamankinden daha iyi gördüm bugün. Çok mutluydu ve bunu cezaevine gelip beni görmüş olması bile etkilememişti. Yerinde duramıyordu, gülümsemesini bastırmak için inanılmaz bir çaba sarf ettiğini anında anladım. 

Biliyorsun, onun gülümsemesi bulaşıcıdır. Karşısına otururken ben de gülümsedim ister istemez.

"Hayırdır?" Diye sordum, o masanın üzerinden uzanıp bana kısaca sarılırken. Sarılışına karşılık verdim. "Çok mutlu gördüm seni."

"Film bitti." dedi, dudaklarını birbirine bastırarak. "Çok ünlü bir yönetmene izlettik. Çok beğendi, Jungkook. Hatta bayıldı. Beraber çalışmayı teklif etti bana."

"Ciddi misin?" Ağzım kulaklarıma varacak kadar açıldı. "Siktir, ciddi misin Jimin?"

Hızlıca başını aşağı yukarı salladı. "Rekor kıracağından emin olduğunu söyledi. Üç haftaya vizyona girecek. O kadar heyecanlıyım ki Jungkook, Tanrım, uyku uyuyamıyorum resmen."

O an kalbim kırıldı. Yani, evet biliyorum... Muhtemelen bencil olduğumu düşüneceksin ama elimde değildi ki. Jimin için herkesten, her şeyden çok sevinmiştim. Çok mutluydum hak ettiğini alacağı için. 

Ama bu ikimizin hayaliydi, üniversiteye başladığımız günden beri öyle olmuştu... Şimdi bunu yalnız başına gerçekleştiriyor sonuçta.

Gurur duyuyordum onunla. 

"Gurur duyuyorum seninle." Diye içimden geçeni dile getirdim. Jimin'in gülümsemesi yavaşça söndü, yerini daha hüzünlü bir ifade aldı.

"Keşke yanımda olabilsen, Jungkook." dedi. 

"Yapma Jimin, başlama yine." Diyerek böldüm anında lafını, bu konuda ağlanıp sızlanmaktan yoruldum çünkü, Taehyung. Otuzuma geleceğim yakında, halâ bu konuyu her açtığında gözlerim doluyor.

"Çok mutluyum, evet," dedi bu sefer. "Ama sen aklıma gelinceye dek sürüyor bu. Bizim hayalimizi tek başıma gerçekleştiriyorum. Senin yazman gereken senaryoyu bir başkası yazdı."

Ofladım. "Kendi canını sıkmaya o kadar meraklısın ki... Boşversene beni. Hiç üniversite okumamışım gibi düşün."

"Aptal aptal konuşma." Jimin hep aynı, her zamanki gibi. İşine gelmeyen bir şey söylediğim an azarlıyor beni.

"Gala yapacak mısınız?" Diye sordum yarım bir gülümsemeyle. Bayılıyor böyle ihtişamlı şeylere.

"Tabii ki!" Dedi, eski heyecanını kazanması sadece birkaç saniye sürdü. "Davetiyeleri gönderdim bile herkese."

Dudağımı ısırdım. O anda aklımda tek bir isim vardı tabii.

"O hariç." Dedi, aklımdakini okumuş gibi. 

"Anladım. "

Hiç sorgulamadım. Zaten kimse evinin adresini bilmiyor, hayatından benim dışımda seninle olduğumuz dönem boyunca bizimle anıları olan herkesi çıkarttığın için yani... Haklı olarak çekinmiştir Jimin ve Yoongi de.

"Namjoon nerede?" Diye sordu birden konuyu değiştirerek. Tabii, elbette onu soracaktı.. 

Anlamayacağımı düşünmesi gerçekten komik, Taehyung. Gayet sıradan bir soru sorarmış gibi sormaya çalışması her seferinde güldürüyor beni.

"Söyleriz çağırırlar şimdi." Dedim gülerek. "Hiç çaktırmadığına inanmana hayranım."

"Neyi çaktırmıyormuşum?" Diye yükseldi anında. "Senin gibi arkadaşım o da, merak ediyorum işte."

"Eminim öyledir." 

Yaklaşık iki dakika daha beni o tarz bir şey olmadığına ikna etmeye çalıştıktan sonra Namjoon hyungu çağırdık. Kısaca sarıldılar, Namjoon hyung yanıma oturdu. Gözleri parlıyordu Jimin'e bakarken.

"Ben dönsem iyi olacak." Dedim, nedense -aralarında hiçbir şey yoksa bile- onlar yan yana geldiğinde üçüncü teker gibi hissediyorum kendimi. Jimin sağolsun, yüzüme bile bakmıyor çünkü.

"Tamam. Görüşürüz." Dedi bana el sallarken, ben de ona el salladım.  Çok sık sarılmamaya çalışıyorduk genelde. "Görüşürüz. Tekrar tebrik ederim." 

Namjoon hyungun arkamdan, "Ne tebriği?" Diye sorduğunu duydum.

Koğuşa döndüğümde kendimi yatağa bıraktım. Günün geri kalanında değişik bir şey olmadı. Akşam oldu, kendimi yine burada buldum.

İlginç bir şekilde heyecanlı hissediyorum, karnıma ağrılar giriyor. Sanırım anlatacaklarımdan kaynaklı. Aynı şeyleri yeniden yaşıyormuş gibi hissediyorum kendimi.

Taksiden indiğimde Sejun'un stüdyosuna baktım birkaç saniye, gözümü bile kırpmadan.

Öfkeliydim, tam olarak sebebini bile bilmiyordum üstelik. Mutlu olduğunun tescillenmesi miydi? Alkol mü? Dönüyor olduğun gerçeği mi? Yoksa hepsi mi?

Bu öfke tek başına değildi. Annem meselesinin yarattığı koca duygu dağının üzerine konan ufak bir tüydü fakat bardağı taşıran damla olmuştu.

Düşündükçe kulaklarıma kadar alev aldığımı hissediyordum. Bildiğim tek şey bunun adil olmadığıydı, ikimizin arasında geçen hiçbir şey eşit olarak dağılmamıştı çünkü. Bu tartının baskın tarafı bendim. Her şeyin çoğu bendeydi, sen hep çekinir gibi, korkakça bir tavırla kalanlarla yetinmiştin. Aşkın fazlası da bendeydi, acının fazlası da.

En çok da buna kızgındım işte.

Basamakları hızlıca çıktım, stüdyoda olup olmadığını bile bilmiyordum aslında. Şansımı deneyecektim sadece.

Kapıyı yumrukladım, başta ses gelmedi. Bir kez daha vurdum.

"Geliyorum!" Buradan bile anlamıştım sesinin uykulu olduğunu. 

Kapı açıldı, kapıyla birlikte ışığı da açtı.

Sejun gerçekten uykulu görünüyordu. Saçları dağılmış, tişörtü kırışmıştı. Ayrıca gözleri de şişti.

"Jungkook?" Dedikten sonra saate baktı, gözlerini ışığa alıştırmaya çalışıyordu. "Ne işin var burada bu saatte? Bir şey mi oldu?"

Verecek bir cevap aradım. Öylece durup yüzüne bakıyordum, tek kaşını kaldırdı. "İyi misin sen?"

Çok hızlı gelişti. Yüzünü avuçlarımın arasına alıp dudaklarımı onunkilere kapadım. Karşılık vermez, beni iter diye düşünmüştüm aslında... Özellikle son yaşanılanlardan sonra. Fakat bunun yerine bana karşılık verdi. İçeri doğru adımladım, arkamdan kapıyı kapadı.

Herhangi bir şey hissetmiyordum, nefesim daralmamış, dizlerim boşalmamıştı ama iyiydi, Taehyung. Beni kendime getirecek kadar iyi hem de.

Duymak istemiyor olabilirsin, ama her şeyi olduğu gibi, tüm çıplaklığıyla ve detaylıca anlattığım için bunu öylesine es geçmeyeceğim. Yaşanılanlar bunlar çünkü. Her şeyi benim gözümden, en başından okuyorsun sen. Rahatsız olduğun, olacağın çok şey olduğuna eminim. Bunu bilerek ve kabul ederek başladım yazmaya.

Adımlarıma ayak uydurdu. Geri geri yürüdük, girişin ışığını açtığı için oradan yansıyan ışık vardı sadece, stüdyonun asıl ışığı, dövme koltuğunun yakınındaki yanmıyordu. İçerisi loştu.

Dövme koltuğuna oturdum, bacaklarını aralayıp kucağıma çıktı.

Hareketlerim sertti çünkü sinirliydim, ve o da bunun farkındaydı. Gerçi Sejun genel olarak hissettiğim her şeyi fark ederdi.

Dudaklarımızı ayırdığımızda tişörtünü çıkardı, ben de aynını yaptım. Sonra beni yeniden öptü.

Önce çenesine, oradan da boynuna indiğim sırada ensemdeki saçlarımı tuttu. "Ne bu gerginliğin?" Diye sordu nefes nefese.

"Önemsiz." Dedim sadece.

Çok fazla sevişmedik, çünkü buna sabrım yoktu. O da böyle şeyleri pek uzatmayı sevmiyordu, anlamıştım bunu. Doğrudan pantolonunun düğmesini çözdüm bu yüzden.

Aslında gergin sayılırdım çünkü bildiğin üzere ilk defa böyle bir şey yaşıyordum. Kendimi rezil edebilirdim istemeden.

Pantolonunu çıkarmasına yardımcı oldum, kendiminkinden de kurtuldum.

Birden yüzümü tuttu. "Sakin ol."

"Sakinim."

"Değilsin, Jungkook." Elini göğsüme yerleştirdi. "Kalbin deli gibi çarpıyor ama bunun..." diğer elini çamaşırıma attığında ürperdim. "Bununla hiçbir alakası olmadığına eminim. Çok sinirlisin."

O ana kadar kalbimin kulaklarımda gümbürdediğini fark etmemiştim bile. "Konuşmasak olur mu?" Dedim, yalvarırcasına. "Lütfen?"

Derin bir nefes aldıktan sonra başıyla onayladı. "O zaman..." dedi. "Bırak seni rahatlatayım, tamam mı?"

Canıma minnetti. Başımla onaylayıp onu yeniden öptüm.

 Birkaç saniye içerisinde üzerimdeki tek kumaş parçası da yeri boyladı. Sejun'un eli soğuktu, fakat bu soğukluk kısa sürdü. Yerini dudakları aldığında nefesim kesildi.

Elimi kırmızı saçlarına attım, Sejun'un bu konuda tecrübeli olduğunu anlamamak imkansızdı.

Kasıldığımı hissettiğimde onu durdurdum, nefes alışverişim hızlanmıştı. Yer değiştirdik, koltuktaki oydu bu sefer.

"Kayganlaştırıcı burada yok," dedi fısıltıyla. "Vazelin kullanabilirsin."

Başımla onaylayıp dövme malzemelerini koyduğu tezgahın üstündeki vazelini aldım. Beklediğimden daha ilginç bir deneyimdi bu.

Tahmin ettiğim kadar kolay olmadı, ayrıca ensemde tırnak izleri bıraktı. Suratının buruştuğunu gördüğümde onu öptüm.

Yani, açık konuşmam gerekirse eğer iyi bir seks olduğunun farkındaydım. Ama ten uyumuydu sadece, duygusal hiçbir şey yoktu. 

Yine de tüm sinirimi almıştı.

Her şey bittiğinde hızlıca temizlenip giyindim, kan ter içinde kalmıştım. Onun da benden bir farkı yoktu.

"Gidecek misin?" Diye sordu. Bu haksızlık olurdu, onu tamamen kullanmışım gibi görünmek istemiyordum. İğrenç bir şeydi çünkü.

"Nerede kaldığına bağlı." Diyerek güldüm bu yüzden. "Evin yakınlardaysa eğer, hayır."

Doğruldu. "Bir üst katta."

Bunu beklemiyordum.

"Gidelim." dedim, o kıyafetlerini toplarken. Benim aksime giyinmedi, altına çamaşırını geçirdi sadece.

Stüdyodan çıkıp merdivenleri tırmandık. Merdivenin karşısındaki daireydi, kapıyı açtı. 

Küçük bir evdi. Bir yatak odası, bir mutfak, bir banyo ve ufak bir salon. Ayrıca dağınıktı. Sejun'un dağınık olduğunu en başında anlamıştım zaten. 

Çok belirgin ve keskin renkler hakimdi genel olarak. Kırmızı, siyah, beyaz ve koyu yeşil gibi. Biraz bunaltıcıydı.

"Duş alacak mısın?" Diye sordu, başımla onayladım. "Sen önden gir, ben senden sonra alırım." Dedim.

"Benimle gelebilirsin istersen." Derken güldü, rahatsız edici bir gevşeklikte söylememişti bunu. Şaka olduğunu anlayabiliyordum.

"İkinci bir tur için enerjim yok." Dedim ben de gülerken, onu omzundan ittim.

"Sen bilirsin. Teklif var, ısrar yok." Diyerek banyoya girdi. "Kendi evin gibi takıl."

Mutfağa geçip bir bardak su aldıktan sonra camı açtım. Pantolonumun arka cebinden sigara paketimle telefonumu çıkardım. Jimin aramıştı birkaç kez.

Dudaklarımın arasına yerleştirdiğim sigarayı ocakta yakmaya çalışırken telefonu omzuma sabitledim. İlk çalışta açtı.

"Neredesin sen? Neden açmıyorsun telefonunu?" Endişeli ve öfkeli sesini duyunca kendime kızdım. Gerçekten meraklanmış olmalıydı.

"İyiyim, bir saniye dur." Ağzımdaki sigara yüzünden dediğimi tam anlayamamıştı. İçime derin bir nefes çektikten sonra cama eğildim, dalı elime aldım. "Sejun'laydım." 

"Sejun mu?" Şaşırdı. "Ne alaka Sejun? Hani eve gelecektin? Annene yalan uydurana kadar kıçım çıktı, Jungkook."

"Spontene oldu." Dedim. "Meşguldük, duymamışım."

"Meşguldük derken?" Ne olduğunu anlayınca sesli bir şaşkınlık nidası yükseldi. "Iyy! Jungkook, ciddi misin ya?"

"Evet, sen dememiş miydin hayatına devam etmek zorundasın diye? Ediyorum işte."

"B rozetini kaybettin yani? Yemin et."

"Yemin ederim, Jimin." Gözlerimi devirdim. "Öyle işte. Oldu bitti."

"Nasıl? Yürüyebiliyor musun?" Dedikten sonra içtiği şey her neyse ondan bir yudum aldığını duydum.

"Bu soruyu ona sorman lazım." 

Birden öksürüğe boğulduğunda istemsiz bir kahkaha patlattım. Birkaç saniye öksürüklerinin dinmesini bekledim.

"Sakin olur musun?"

"Boğuluyordum be!" Diye bağırdı, sonra bağırdığını fark edip sesini alçalttı. "Nasıl mümkün olabilir bu? Dibine kadar emindim onun üstte olacağına."

Omuz silktim. "Bilmem ki. Belki bana fırsat tanımıştır, ya da iki türlüsüne de tamam diyen biridir."

"Bana bak," dedi. "Öğren bunu tamam mı? Çatlarım meraktan."

"Jimin, sırası mı bunu merak etmenin?"

"Pardon, kusuruma bakma. En yakın arkadaşım takıntılı olduğu kişiyi aşmaya başlıyor ve b rozetini kaybediyor, heyecanlanmışım. Benim hatam." 

"Dramatiklik yapma."

"Yapmıyorum!"

"Jungkook, çıktım ben." Sejun'un sesini duyunca: "Gitmem lazım." dedim.

"Eve gelecek misin?"

"Bu gece hayır." duraksadım. "Sabah erkenden gelirim ama. Anahtarı her zamanki yere bırak. Sizi uyandırmam."

"Tamam." Birkaç saniye bekledi. "İyi geceler, kıçına dikkat et."

"Jimin!"

"Görüşürüz." Sondaki ü'yü uzata uzata vedalaştıktan sonra telefonu kapadı. Ben de sigaramı bitirip aşağı attım.

"Jungkook?" Sejun, omzundaki havluyla saçlarını kuruturken mutfağa girdi. Eşofman tişört giyinmişti.

"Ah, sigara mı içiyordun? Geçebilirsin diyecektim."

"Bitti zaten." dedim. Buzdolabını açtı.

"Aç mısın? Sen duştayken bir şeyler hazırlarım."

Cevap vermeme kalmadan midem guruldadı, güldük. "Anlaşılan öylesin. Git duşunu al, kıyafet ve havlu bıraktım oraya."

Çok samimi görünüyordu, o anda kendimi iyi hissettim. Evet, doğru kelime buydu. Sıcak bir histi bu.

"Sejun." dedim birden, ağzımdan kaçtı daha doğrusu.

"Hm?" Dolaptan bir şeyler çıkarırken cevapladı. Ona kocaman bir teşekkür borçluydum. Bana hiçbir şey sormamıştı, üstüme gelmemişti ve o da yetmiyormuş gibi benimle ilgileniyordu.

Keşke aşık olabileceğimiz kişiyi seçebilseydik, diye düşündüm o anda. Sejun'a aşık olmak güzel olurdu çünkü.

Kolundan tuttum, bana döndü. Şaşırmış görünüyordu. "Bir şey mi-..."

Cümlesini ona sarılarak böldüm. Bunu beklemediği her halinden belliydi ama duraksamadı, aynı şekilde sarılmama karşılık verdi. Çenemi omzuna yasladım.

"Teşekkür ederim." Dedim. "Her şey için."

Buradaki 'her şey'den kastımı anladığını düşünüyordum. Benimle yattığı ya da -Jimin'e göre- üstte olmama izin verdiği için değildi. Bana güven verdiği, sorgulamadığı, doğru düzgün tanımadığı halde çok iyi davrandığı içindi. Dertlerimin beni boğmasına izin vermediği içindi.

Sırtımı sıvazlarken gülümsediğini hissettim. "Sen iyi bir çocuksun, Jungkook." dedi. "Ve ben bunu görmen için elimden gelen her şeyi yapacağım." Geri çekildi, kollarım hala etrafına sarılıydı ama yüz yüzeydik şimdi. "Hak ettiğin bu değil. Bundan daha fazlası. Eğer bana izin verirsen..."

Nefesim ağırlaştı. Böyle bir şey duyacağım aklımın ucundan bile geçmemişti.

"Seni sevebilirim." dedi. "Sen hiç sevilmemişsin, en azından sevdiğin kişi tarafından. Bunun nasıl bir duygu olduğunu tatmanı istiyorum."

Haklıydı. Haklı olması zaten ağlamaya yer aradığım için gözlerimin dolmasına sebep olmuş, tüm dengemi altüst etmişti. 

Seni sevebilirim.

"Bana acımanı istemiyorum." Dedim, sesim fısıltıya dönmüştü. Gerçekten küçük bir çocuk gibi hissediyordum o an kendimi, sırtındaki elimle tişörtüyle oynayıp duruyordum.

Güldü. "Sana acımıyorum, Jungkook. Sence ben sırf birisine acıdığı için onunla birlikte olabilecek kadar alçakgönüllü bir insan mıyım?"

Değildi ama söz konusu kendime geldiğinde kimsenin beni sevmek isteyeceğine inanamıyordum işte.

"Senden çok etkilendiğimi daha ilk karşılaşmamızda anladığına eminim," diye devam etti. "Sadece görmek istemiyorsun bunu."

Doğruydu, farkındaydım zaten ama etkilenmek başka, sevmek çok başkaydı.

Söylediğine cevap vermem gerektiğini fark edince gözlerimi kapatıp bekledim birkaç saniye.

"Sana umut vermek istemiyorum." Dedim sonunda. "Kendime bile söz geçiremiyorum ki. Onu unutmam ne kadar zaman alacak bilmiyorum, unutabilecek miyim onu bile bilmiyorum." 

"Kendine bir şans ver, Jungkook. Denemekten zarar gelmez." diye yanıtladı, göz kontağını hiç bozmuyordu. "Kaçarsan asla cevabını alamazsın. Sana bunun farkında olarak böyle bir teklifte bulunuyorum zaten, bir anda hayatının aşkı olmayı beklemiyorum. Ayrıca," benden tamamen ayrılıp yemek masasının önündeki sandalyelerden birini çekti, ben de yanına oturdum.

"Belki bir daha aşık olamayacaksın." dedi, bu cümle beni beynimden vurulmuşa çevirdi. "Ama birini sevmek çok daha başkadır, Jungkook. Aşk bir gün bitebilir ama sevgi asla."

Elimle yüzümü ovdum. "Bilmiyorum, Sejun. Biraz düşünebilir miyim bunun hakkında?"

Masanın üzerindeki elimi tuttu. "Sana çıkma teklif etmiyorum." dedi. "Birbirimizi daha iyi tanımak için bir fırsat istiyorum sadece. Daha sık görüşmek gibi mesela."

Ona baktım. Çok samimiydi, Taehyung. Çok iyiydi. Yakışıklıydı. Anlayışlıydı. Neden olmasındı ki?

"Tamam." dedim birden. "Tamam, kabul ediyorum."

"Cidden mi?" dedi, şaşkınlığına güldüm. "Zoru oynarsın sanıyordum, biraz kolay olmadı mı sanki?"

"Benim de arada istisnalarım oluyor." Elimdeki elini sıktıktan sonra ayaklandım. "Duş almaya gidiyorum ben."

"Tamam." Başıyla onayladı, halâ inanamıyormuş gibiydi. "Tamam, sen git. Ben de bir şeyler hazırlarım."

Az önce yaptığım şey benim için öyle büyük bir adımdı ki, ben de Sejun'dan farksızdım. Suratımda aptal bir gülümseme vardı. 

Seni atlatıyordum, Taehyung.

O gece başka hiçbir aksiyon yaşanmadı. Sakince yemeğimizi yedik, saçma sapan şeylerden konuşup gülüştük. Sejun asla bunun ilkim olduğuna inanmadığını ve onu inandırmak istiyorsam bir kez daha birlikte olmamız gerektiğini söyledi. Ben de laf arasında Jimin'in merak ettiği şeyi sordum. Moduna göre değiştiğini öğrenmiş oldum böylece.

Ardından uyuduk. Sınırlarını çok iyi biliyordu Sejun. Nelerden rahatsız olup olmayacağımı kolayca anlamıştı. Mesela aynı yatakta yattığımız için biraz gergindim, bana sarılırsa tuhaf hissedecektim çünkü. Böyle bir girişimde bulunmadı. İyi geceler dedikten sonra sırtını dönüp uyudu. Ben de aynını yaptım. Gerçekten ben onu sevene kadar istemediğim hiçbir şeyi yapmayacağını o anda anladım.

Sonraki iki hafta çok normal geçti. Okula gittim, annemin yaraları daha iyi bir hal aldı, Sejun'la üç kez görüştük. Birinde dövmemdeki soyulmayı göstermeye gittim, oradan da beraber yemek yemeye gittik, o yüzden tam olarak bir randevu sayılmazdı ama diğer ikisini planlamıştık.

Sık sık mesajlaşıyorduk, alışmıştım bile her sabah günaydın, her gece iyi geceler yazdığım birinin olmasına. 

O gün de öyleydi. Sıradan bir gündü yani. Yeni uyanmış, Sejun'a mesaj atıyordum.

Kime: Sejun

Günaydın. Siktiğimin sabah dersleri yüzünden uyandığım saate bak... gözümü bile açamıyorum.

Anında cevap geldi.

Kimden: Sejun

Sana da günaydın, uykucu. Bakıyorum yine çok pozitifsin?

Jimin'in dediğine göre aptal bir liseliye dönmüştüm, çünkü ne zaman mesajlaşsak suratımda o saçma 'hehe, hoşlandığım biri var' gülümsemesi oluyormuş. O anda da yine öyleydim.

Kime: Sejun

Öyleyim. Sen niye ayaktasın bu saatte?

Koltuktan kalkıp banyoya girdim. Anneme kendi odamı verdiğim için salonda yatıyordum artık. 

Jimin'i uyandırdıktan sonra elimi yüzümü yıkadım, mısır gevreği yedim, dişlerimi fırçaladım, parmak uçlarımda odama girdim. Annem halâ uyuyordu. Dolaptan elime gelen ne varsa aldım. Siyah bir kot, bir acdc tişörtü ve siyah kot ceketimdi bunlar. Her zamanki gibi yani.

Komodinin üzerindeki kolyeyi ve kenardaki çantamı da aldıktan sonra odadan çıktım. Çabucak giyindim.

Telefonumu, sigaramı, sırt çantamı ve gitar çantamı aldıktan sonra halâ odasından çıkmamış olan en yakın arkadaşımın kapısına vurdum.

"Hadisene ya! Geç kalıyoruz."

Sanki arabayı kullanan benmişim gibi onu sıkıştırdığım zaman sırf bana kızmak için bile hızlanırdı Jimin, beni daha çok azarlamaya vakti olsun diye yani. Ben de bundan yararlanıyordum işte. 

"Bana baksana sen..." Kapıyı açtığında onu gülümseyerek karşıladım. Kafama vurdu. "Salak herif!"

"Yürü hadi." 

Ayakkabılarımızı giyinip evden çıktık. O sırada telefonum titreyip durduğu için Jimin gözlerini devirdi.

"Meraktan öldü sevgilin."

"Sevgilim değil o benim." Dedim, bu hassas bir çizgiydi benim için. 

"Her neyse... flörtün işte."

Arabaya bindik, telefonumu cebimden çıkartıp Sejun'un neden erken uyandığını açıklayan mesajına cevap verdim.

Yolculuk boyunca pek konuşmadık, müzik dinledik bunun yerine. Okula vardığımızda fakülteye en yakın yere park etti Jimin.

"Eğer o moruktan senin yüzünden laf yersem elimde kalırsın." Dedim hem gitar çantamı hem sırt çantamı almaya çalışırken. Jimin sırt çantamı aldı.

"Benim değil senin şu meretin yüzünden geç kalacağız!"

İtişe kakışa dersliğe geldik, şansımıza hoca henüz yoktu. Boş bulduğumuz herhangi bir yere oturduk.

Ders blok olduğu için ara vermeden oturduk üç saat boyunca, sonunda bittiğinde derin bir oh çektim.

"Bu okul bana bir omurga borçlu." diye söylendi Jimin kitaplarını toplarken. Gerinip kollarımı esnettim ben de.

Toparlandıktan sonra derslikten çıktık. "Ben kulübe gidiyorum." dedim. "Öğle arasında prova yapacağız." Okulda olduğumuz her gün prova yapıyorduk o dönem. Az kalmıştı yarışmaya.

"Bir şeyler yemeyecek misin?" Diye sordu Jimin. 

"Sabah yedim ben, sana eşlik etmemi istersen kalabilirim ama."

"Saçmalama." dedi. "Sen provana git. Ben Woobin'le yerim." 

"Tamam, görüşürüz o zaman." Diyerek el salladım ona. Kulüp binasına ilerledim.

İlginç bir kalabalık vardı o gün binada. Özellikle kız doluydu etraf. 

Kulüp odasının kapısını açtığımda bizimkileri gördüm. "Hayırdır?" Diye sordum kapıyı arkamdan kaparken. 

Chaeyoung bir iç çekti. "Hem de ne hayır..." dedi hülyalı hülyalı. Gitar çantamı kenara bıraktım.

"Neler oluyor?"

"Yeni bir dans hocası gelmiş dans kulübüne." diye yanıtladı Yoonbin, bu ay saçı yeşildi. En sevdiği olduğunu söylemişti, her saç renginde olduğu gibi.

"Ve?" dedim, önceki hocadan kimse memnun değildi. Yeni birinin gelmesini normal karşılamıştım bu yüzden.

"Dans hocası-..." Mina, siyah küt saçlarının önüne düşen tutamını kulağının arkasına atıp konuşmaya girdiği esnada Chaeyoung onun sözünü böldü. "Dünyanın en, en, en yakışıklı insanı."

Bıkkın bir tavırla iç çektim. "Bir bu eksikti. Onun için mi bu kalabalık?"

Sağımda kalan cam bölmeden hemen karşı koridordaki dans kulübünün kapısına baktım. On on beş kişi önündeydi, cam bölmeyi kapattıkları için içeriyi göremiyordum. Normalde tam karşı karşıya olduğumuz için birbirimizi görebiliyorduk.

"Görsen böyle konuşmazsın." Dedi Chaeyoung. 

"Oyalanma da yerine geç Chae." dedim, oflayarak kalktı yerinden.

Abisiyle 'görüştüğümü' halâ bilmiyordu, öğrenirse ne yapacağını da kestiremiyordum. Hiç konusunu bile açmamıştım bu yüzden, Sejun'a da söylemiştim, o da açmayacaktı.

Provaya başladık. Yazmamız gereken şarkının sözleri çok eksikti, ama melodisi tamamdı. Söz yazımı işi bendeydi, zorlanıyordum epey.

Fakat daha on beş dakika bile geçmeden altıncı kez baştan almıştık bile. 

Sebebi belliydi. Lanet dans kulübü ve önündeki kalabalık o kadar ses yapıyordu ki beşimizin de dikkati dağılıp duruyordu.

"Jungkook," dedi Dongwook elindeki bagetleri bırakırken. "Olmuyor böyle. Gidip konuşamaz mısın?"

İçimizden bunu yapabilecek tek kişi bendim, farkındaydım bunun. Sinirlenmiştim de zaten.

Bu yüzden boynuma astığım gitarı çıkarıp kenara koydum. "Tamam." dedim. "Gidip konuşacağım."

Chaeyoung bir şey söyleyecekmiş gibi oldu, ki 'ben de gelebilir miyim' diye soracağına emindim ama bakışlarımı görünce vazgeçti.

Kulüpten çıktım. Koridorun karşısına geçtikten sonra dans kulübünün önünde durup içeriyi izleyen kalabalığı aştım ve kapıyı çalmadan içeri girdim.

Zaman durdu.

Bunu abartı olarak söylemiyorum, Taehyung. Zaman hakikaten durdu, her şey ağır çekimdeydi o anda.

Oradaydın. Karşındaki duvarı boydan boya kaplayan aynaya dönmüş, yanındaki on, on beş küsür öğrencine ısınma hareketleri yaptırıyordun. 

Değişmiştin.

Saçların, bana kaderin düzenlediği bir oyunmuş gibi kırmızıydı. Alnına dökülmesinler diye taktığın bandanan, üzerindeki eşofman takımı ve dahası... Gözlerin.

Her baktığımda canımdan can alan o bakışların...

Bunca zaman sonra o bakışların yeniden hedefi olmak, benim için tarifi mümkün olmayan bir histi. Dizlerim saniyesinde boşalmış, vücudumdaki tüm kan çekilmişti. Fakat yalnız değildim, Taehyung.

Sen de çok afallamıştın.

Hatta öylesine afallamıştın ki, az daha dengeni kaybedip düşüyordun. Çabucak toparladın kendini. O anda, beni incelerken ne düşündüğünü o kadar merak ediyordum ki...

Şok içindeydim. Halâ ne olduğunu anlayamamıştım, saçma sapan bir rüya gibi geliyordu sadece. Bulutların üzerindeydim, uyanınca kendime küfredecektim yine seni rüyamda gördüğüm için. Olması gereken buydu çünkü. 

"Buyrun?" Dedin, kendini toparlayarak. Etraftaki herkes bize bakıyordu. 

Şu hayatta iyi olduğum tek şey kriz yönetimi olabilir. O anda da bunu kullandım, kapı koluna tutunuyor olmasam düşüp bayılacak olduğum gerçeğini görmezden geldim. Beni tanımazlıktan geldiğini de, tabii.

"Bay Kim," dedim, midem ağzımdaydı. Konuşmamla birlikte omzunu çaktırmadan aynaya yasladın. Bitiktik, Taehyung. Bitirmiştik birbirimizi. 

"Ben müzik kulübündenim." diye devam ettim zorlukla. "Sesi biraz azaltabilir misiniz? Çalışamıyoruz da."

"Ah, tabii." dedin, hayatımda duyduğum en soğuk ses tonuydu bu. "Arkadaşlarına iletirsin, kusura bakmasınlar, bilmiyordum."

Başımla onayladım sadece, çünkü midem hakikaten ağzımdaydı. Son bir kez göz göze geldik, ben olanları yavaş yavaş idrak edebilmeye başladığım için gözlerim de dolmuştu haliyle.

Hiçbir şey söylemeden çıktım kulüpten, merdivenleri koşarak çıktım. Bizim kulüplerimiz giriş kattaydı, tuvaletlerse bir üst katta.

Boş kabinlerden birine girip klozetin kapağını açmamla midemde ne varsa boşaltmam eş zamanlı oldu. 

Ağlamaya başladım, ki buna şaşırmıyordum bile artık. Üzülüyordum sadece kendime. Sifonu çekip kapağı kapadım, sırtımı kabinin duvarına verip hüngür hüngür ağlarken Jimin'i aradım.

Telefonu açtı, aynı anda konuştuk.

"Jimin." "Jungkook."

Benim sesim çaresizlikten kırılıyorken onunki endişe doluydu. Bana fırsat vermedi.

"Jungkook, neredesin? Sizin kulübe geliyordum şimdi. Duydun mu bilmiyorum-..."

Sözünü hıçkırığım böldü. "Jimin." diye adını tekrarladım.

Seni gördüğümü anladı. "Ah, Jungkook." dedi, tüm üzüntüsü yansıdı sesine. "Jungkook'um benim, neredesin sen? Söyle, geleyim yanına."

"Tuvalet." dedim sadece. "Tamam," dedi. "Kulüp binasındayım zaten. Geliyorum hemen."

Birkaç saniye bile geçmeden kapının açıldığını duydum, ayak sesleri yaklaştı. Yerde oturduğum için alttan görmüş olmalıydı beni.

"Yine mi kustun?" Diye sordu ağlayacak gibi bir tavırla.

"Elimde değil." Derken gözyaşlarımı sildim. Gerçekten böyle olmak zorunda mıydı, Taehyung? Tam her şeyi düzeltiyorum derken gelip tüm düzenimi sikip atmak zorunda mıydın?

"Aç kapıyı, hadi." 

Kilidi çevirip kenara kaydım. Jimin içeri girip kapıyı kapattı. Halime baktıktan sonra bir iç çekip yere, yanıma oturdu sessizce.

"Nefret ediyorum bu heriften." derken beni kendine çekip sarıldı, daha da güçlü bir şekilde ağlamaya başladım.

"Saçlarını kırmızıya boyamış." dedim ağlamaya devam ederken, Jimin istemeden güldü. 

"Sinirlerim bozuluyor bu haline, herifin teki saçını kırmızıya boyadı diye ağlıyorsun." dedi, olayın bu olmadığını çok ama çok iyi biliyordu fakat Jimin, Jimin'di işte. Şakaya vuruyordu.

Sejun'a kendimi açmaya çalıştığım o günlerde, senin tam da onunkinin tonunda kırmızı bir saçla yeniden hayatıma girmiş olman her şeyi açıklıyordu çünkü.

Kaçamıyordum. Yine aynı yere, başladığımız noktaya dönmüştük. 

Eskisinden de korkunç bir şekilde hem de.

Çünkü bu sefer, birbirimizi tanıyorduk. Bir kez daha tanışmak zorunda kalmak sadece kurduğumuz yalanlar dağına bir yenisini, hatta en kötüsünü eklemek olacaktı.

Kendimizi kandırdığımız yetmiyormuş gibi, bir de birbirimizi kandırmaya başlayacaktık. 


Sevgiler, Jungkook. 




Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

8.9K 1.1K 12
ben park jimin. ve o da benim kanatlarım, kim namjoon.
25.4K 1.6K 30
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...
628 67 5
Mezarda bile var çiçek, beni neden sevmedin?
10.9K 1K 5
Please God, you must believe me.