Cockeye's Song | Taekook

Par suicidalones

335K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... Plus

11.07.2020
12.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
07.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
06.12.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
21.12.2020
23.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
21.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
03.11.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
26.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
08.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

01.10.2020

4.9K 670 879
Par suicidalones

Jeon Jungkook

Seul Merkez Hapishanesi

Uiwang, Gyeonggi Province

Güney Kore

01.10.2020

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832

Taehyung,

Bugün neyi anlatacağımı bildiğini düşünüyorum, hepsini hatırlamıyorsun muhtemelen, ama biliyorsun. Hem de çok iyi bir şekilde.

Ama işlerin benim açımdan nasıl değiştiğini, hayatımın en büyük dönüm noktalarından birine nasıl geldiğimizi bir de benim gözümden dinle istedim.

Eve geldiğimizde sessizce kapıyı açıp içeri girdin, seni takip ettim. Kendimi o kadar tuhaf ve rahatsız hissediyordum ki, bir an önce iyileşip gitmek istiyordum buradan.

Salonun ortasında, koltuğa çökmüş ve stabil bir ifadeyle duvarı izleyen Yoongi'yi gördüğümüzde anahtarı masanın üzerine bıraktın. "Hoşbulduk, Yoongi."

Bir metre kadar uzağında duruyor, sessizce etrafı inceliyordum. Bana emir vermeni bekliyordum sanki. Yabancı birinin yanındaymışım gibiydi.

Yoongi hiç oralı olmadı. O sırada elindeki televizyon kumandasını fark ettim. Sıkıca tutmuştu kumandayı.

"Yoongi." diye tekrarladın, zaten keyifsiz olduğun her halinden belliydi. Sesine de yansımıştı bu elbette. "Kiminle konuşuyorum?"

Yoongi bize dönmeden, "Seokjin." dedi. Gözlerimi sıkıca yumdum. Bu bir şaka mıydı?

"Ne olmuş Seokjin'e?" Çantamı yere, koltuğun kenarına bıraktıktan sonra Yoongi'nin önüne geçip ellerini gözlerinde salladın. "Kötü bir şey mi oldu? Konuşsana."

Yoongi cevap vermeyince ben girdim araya. "Uyuşturucu baronuymuş. Hapse atmışlar. Haberlerde gördüm ben de."

Bir bana bir Yoongi'ye bakarken koltuğa çöktün. "Ne?"

"Dalga mı geçiyorsun? Bir hata olmalı, Jin hyung asla-..."

"Doğru." dedi Yoongi sonunda bakışlarını televizyondan ayırırken. Sana döndü. "Öyleymiş. Kara borsada da çok parmağı varmış. Yıllarca çıkmaz diyorlar, Taehyung. İmkansız diyorlar."

O kadar şaşkındım ki. Nasıl olmuştu bu? Siz onu nereden tanıyordunuz, ve ne kadar yakındınız ki yıkılmıştınız böylesine?

Ellerini saçlarından geçirip dirseklerini dizlerine yasladın, yüzünü ovdun. "Bir bu eksikti."

"Onu hiç tanımıyormuşum." dedi Yoongi, boş bir sesle. "En yakın arkadaşım dediğim adamı biraz olsun tanımıyormuşum ben."

Dudaklarım istemsizce o şeklini aldı. Yoongi'yi ömrümde taş çatlasın beş kez ağlarken gördüm, ilki de o akşamdı zaten. Ağlamaya başladığında onu tutup kendine çektin, başını omzuna yaslamasını sağladıktan sonra sıkıca sarıldın.

Orada olmam doğruymuş gibi gelmediği için sessizce çıktım salondan. Merdivenleri tırmanıp son basamağa çıktım, oraya oturdum.

Yoongi o şekilde saatlerce ağladı. Sen de onu teselli ettin. Her bağırıp çağırışında, kendine sinirlenişinde sakinleştirdin.

Saat biri geçtiğinde oturmaktan belim ağrıdığı için ayaklandım. Sigara içmek istiyordum ama evi tam olarak bilmiyordum, tek bildiğim senin odandaki balkondu. Bir tane içip geri dönecektim.

Odana girdim. O sabah uyandığımda zaten tüm gece orada olduğum için alamamıştım ama odanın her yeri senin gibi kokuyordu. Güven verici, sıcak, tatlı bir kokuydu bu.

Odanı pek incelemedim, zaten daha önce bakmıştım. Ayrıca bir an önce balkonunu kullanıp çıkmalıydım.

Dışarısı bu akşam rüzgarlıydı. Evinin manzarasını da seviyordum. Ağaçlık bir park bölgesine bakıyordu. Ay o gün dolunaydı, tüm ihtişamıyla parlıyordu.

Pantolonumun arka cebinden çakmakla paketi çıkardıktan sonra içinden bir dal aldım, dalı dudaklarımın arasına yerleştirmemle birlikte balkonun kapısı açıldı.

Bir anlığına ürksem de bunu belli etmedim. Bir gözlerime, bir de dudaklarımın arasındaki sigaraya baktın.

"Dansa başlayınca bıraktığını söylemiştin." dedin, kapıyı kapatırken.

Başımı çevirdim. Öyleydi zaten. Bırakmıştım, aklıma gelmedikçe içmiyordum bile ama şu sıra elimde değildi işte.

"Sen de hiç kullanmadığını." dedim karşılık olarak, sigara dudaklarımın arasında olduğu için sesim bir tuhaf çıkmıştı. Ben kendi sigaramı rüzgar yüzünden zar zor yakarken hafifçe güldün.

"İkimiz de yalancıymışız demek. Ödeştik." derken sen de arka cebinden kendi paketini çıkarttın, üç saat kadar önce marketten aldığın.

Çakmağımı isteyeceğini düşündüm ama bunun yerine bana yanaştın, ne istediğini hemen anladım. Dudaklarının arasındaki dalın ucunu benimkine değdirip içine çektiğinde burunlarımız neredeyse birbirine değecekti.

Sigaranı yaktıktan sonra bir adım geri çekildin. "Arada." dedin. "Canımı sıkan bir şey oldukça sadece."

Anladığımı belirtircesine başımla onayladım. Bunu söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama hayatımda ilk kez sigarayı birinin dudaklarına yakıştırmıştım. Ve hatta, ne yalan söyleyeyim, dudaklarının arasındaki o zehri kıskanmıştım bile.

"Bu hafta aştım kendimi ama." dedin dumanı üflerken. "Senin yüzünden."

Birkaç güne yollarımız ayrılacağı için içinden geleni olduğu gibi söylediğinin farkındaydım. Yutkundum.

"Çok garip, Jungkook." Göz göze geldik. "Öyle garip ki."

Tek kaşımı kaldırdım, neydi garip olan?

"Sen," dedin. "çok garipsin. Böyle hissetmem çok garip. Bulunduğumuz durum garip. Biz garibiz."

"Değil mi?" Diyerek alaylı bir şekilde güldüm. "Birbirimizin bir şeyi bile değiliz aslında. Arkadaşı bile. Sana bunun için izin vermedim çünkü."

Bu, bir nevi kendime bir hatırlatmaydı.

Son cümlemin seni kırdığını anında fark ettim. Dudaklarını birbirine bastırdın. "Evet." diyerek cümlemi tekrarladın. "Hiç izin vermedin. Arkadaşın olmama bile."

"Arkadaşın bile olmayan birini hayatından çıkartırken bu kadar üzülme." dedim, ardından devam ettim. Ne kaybedebilirdim ki?

"Az önce açıldı gözlerim. Yoongi'nin senin omzunda nasıl ağladığını, 'ben onu hiç tanımıyormuşum' diyişini gördüğümde. Sana izin verseydim eğer çıkılması imkansız bir çukura düşecektik, ve sen de bir başkasının omzunda benim için aynı şeyleri söyleyecektin belki de. Gerçi hayatında o kadar önemli bir yerim olur muydu bilmiyorum ama, bir ihtimal işte."

"Olurdu." dedin hiç tereddütsüz. "Seni şu anda bile hayatımın neresine koyduğumu kestiremiyorum ki ben. Başta şefkat duyduğum, yardıma muhtaç bir çocuk gibiydin. Şimdiyse ben bile bilmiyorum ne olduğunu. Tek bildiğim çocuk falan olmadığın. Yaşının çok ötesinde olduğun."

"Hep böyleydim." dedim. Doğruydu da. Hiç çocuk gibi olmamıştım zaten.

"Görebiliyorum bunu."

Birkaç saniye aramıza sessizlik girdi. Onu bozan sen oldun.

"Biliyor musun sen o gece yaralandığında eve kimi çağırdığımızı?"

Başımı iki yana salladım.

"Jin hyungu." dedin. "Hemen onu aradık, geldi. Seni görünce ilginç bir şekilde çok şaşırdı. Çok kötü yaralanmış, dedi. Tek hatırladığım şey ona defalarca kez senin güçlü olduğunu söylediğimdi. Tam olarak ne olduğunu bilmesem de zor şeyler yaşadığını biliyordum, gözlerinden bile anlıyordum. Bunu da atlatırdın. Kendimi hep buna inandırdım, ki yanıltmadın beni. Ertesi sabah uyandın. Hatta o kadar iyi uyandın ki evden bile kaçtın."

İstemeden güldüm. "Sürünüyor olsam da yapardım."

Aslında söylediklerine cevap vermek istemiştim ama ne diyeceğimi bulamamıştım. Kaçmıştım bu yüzden.

"Biliyorum." derken benim aksime ciddiydin. "İstemediğin bir yerde kimse tutamaz seni."

Konuşmama izin vermeden devam ettin. "Birini tanımanın yaşadıklarını bilmekle ölçüştüğü düşüncesine anlam veremiyorum bir türlü. Bence ben seni tanıyorum. Evet, hayatını bilmiyor olabilirim, ya da belki de bana onlarca yalan söylemiş olabilirsin, bunu bilemem ama mesela canın acıdığında ve bunu belli etmemeye çalıştığında burnunu nasıl kırıştırdığını, bir yerde rahatsız hissettiğinde nasıl etrafı her ayrıntısıyla incelediğini, yemek yerken sürekli sağ yanağını doldurduğunu, istisnasız her mutlu olduğunda gözlerinin nasıl dolduğunu; aslında söylenen her şeyden ne kadar etkilendiğini, ne kadar duygusal olduğunu... bunları biliyor olmama rağmen, ki bu sadece çok ufak bir kısmı, seni gerçekten tanımıyor muyum diye düşünüyorum sadece."

Dudaklarım titriyordu ve beni ağlatacaksın diye ödüm kopuyordu. Bu haksızlıktı, Taehyung. Bu tamamen haksızlıktı. Gitmeyeyim diye tüm kartlarını oynuyordun, ve bunların işe yaradığını bilmek nefesimi daraltıyordu.

"Yapma." diyebildim. "Lütfen."

"Hiçbir şey yapmıyorum." dedin gözlerini benimkilere kenetleyerek. "Sen yapıyorsun. Beni bırakmak isteyen sensin."

Derdin neydi o kadar merak ediyordum ki... Bir insanın 'arkadaşı' olarak gördüğü birine bu kadar bağlanması mantıklı mıydı?

İzmariti söndürüp aşağı attım.

"İyi geceler, Taehyung." dedim kendimi zar zor balkondan atarken. Odadan çıkana kadar sırtımda hissettim bakışlarını.

Aşağı indiğimde Yoongi salonda değildi. Kendimi üçlü koltuğa bıraktım, bu, günlerdir uzandığım en yumuşak zemindi ve o kadar yorgundum ki, bok gibi hissediyor olmama, kafamın düşüncelerle dolup taşmasına rağmen dakikalar içerisinde uyuyakaldım.
Ertesi gün tuhaftı. Sabah yalnız uyandım. Ne sen evdeydin ne de Yoongi, ama kahvaltı masasını bana bırakmıştınız. Üzerime örttüğün ince örtüyü kaldırıp hızlıca bir şeyler atıştırdıktan sonra masayı topladım, dışarı attım kendimi. Evde durmak bana iyi gelmiyordu. Jimin'le görüşecektim. Ayrıca Jisung'la konuşmalıydım, elbettte senin hakkında değildi, bana bir tedarikçi bulmasıyla ilgiliydi.

Jimin'le favori kafemizde buluştuk. Milkshakeini yudumlarken öfkeli gözlerle bana bakıyordu.

"Bir mesaj atabilirdin. Taehyung arayıp seni bulduğunu söylemese dün gece, bu sabah polise gidecektim."

"Aradı mı?" diye sordum umursamaz bir tavırla.

"Elbette aradı. Senin aksine. Hayır anlamıyorum yani. Biz en yakın arkadaşlar değil miyiz? Böyle bir şeyi nasıl benden saklarsın sen?"

"Üzülürsün diye."

"Sana ne benim üzülmemden?"

Ona dalga mı geçiyorsun dercesine baktığımda ofladı. "Daha iyisin değil mi? Yaran nasıl?"

"Bir şeyim yok, gerçekten. İyiyim." Sesim bana bile o kadar bıkkın geliyordu ki Jimin'in yerinde olsam kalkar giderdim.

"Neyin var senin? Meselenin yara olmadığı aşikar."

Ona anlatmak istiyordum ama bir ton azar yemekten korkuyordum aynı zamanda. Ayrıca neden, ne saklıyorsun ki Taehyung'tan, gibi sorulara da cevap veresim hiç yoktu.

Yine de içimde bu kadar büyümesinden iyiydi. Bu yüzden beni bulduğun akşamdan itibaren başlayıp her şeyi anlatmaya karar verdim. Sadece sen kısmını tabii. Hiç sesini çıkarmadan, yeri geldi kocaman açılan gözleriyle, yeri geldi az daha masaya yapışacak kadar açılan çenesiyle beni dinledi.

En sonunda, "Dur, dur, dur." dedi. "Bu kadarı çok fazla. Nasıl sindireceğimi düşünüyorum şu anda."

"Tamam." dedim. Tam anlamıyla olmasa da anlatmak yüreğimi hafifletmişti. Yalan değildi bu.

"Siz şimdi bildiğimiz... öpüştünüz. Öptün onu. Öyle mi?"

"Oraya mı takıldın gerçekten?"

Masanın üzerindeki elime vurdu. "Başka nereye takılacağım? Sen kafayı mı yedin? Hayatının aşkı olduğunu iddia ettiğin kişiyi öpmüşsün resmen! Hayır, dahası, o da seni geri öpmüş. İnanamıyorum."

"Geç bunu. İstemeden olduğunu söyledi. Zaten ondan hoşlanmadığımı söyleyince nasıl rahatladığını da anlattım."

"Biliyor musun Jungkook, aynı anda nasıl hem bu kadar duygusal, hem de bu kadar odun bir insan olduğunu anlayamıyorum. İnsanları hiç anlayamıyorsun. Söz konusu kendi ilişkilerine gelince insan okuma yeteneğin sıfır."

Kaşlarım çatıldı. "Ne demek istiyorsun?"

"Anlattıklarını bir düşünür müsün? Sana mantıklı geliyor mu Taehyung'un hareketleri, hali, tavrı... Objektif cevap ver."

"Bilmiyorum. Anlamlandırabilsem kendim yapardım zaten bunu."

Gözlerini devirip derin bir nefes aldı. "Olay tam da bu. Kafasını karıştırıyorsun, Jungkook. Kendi ağzıyla söylemiş. Hayatında seni nereye koyacağını bilmiyor çünkü bir arkadaş değilsin, kabul etmek istemese bile daha başka bir yerdesin onun için."

Bunun düşüncesi bile kalbimi tekletti, ama kendimi buna inandırırsam düşüşüm çok sert olurdu.

"Saçmalama." dedim. "Nişanlısı var. Çok seviyor onu."

"Bu aklını karıştırmana engel mi?"

Ona baktım. Ya haklıydıysa? Ya kafanı karıştırıyorduysam?

Bununla elime hiçbir şey geçmezdi. Hatta, tam aksine, bulunduğumuz durumu benim açımdan çok daha zor bir hale getirirdi bu. Çünkü senin bana karşı ufacık da olsa bir şeyler hissettiğini bilip de nişanlını tercih ettiğini bilmek apayrıydı, bana karşı hiçbir şey hissetmemen apayrı.

"Engel." dedim bu yüzden sertçe. "Zaten dediğim gibi. Ayıracağız yollarımızı."

"Eminim ayırırsınız." Dedi geçiştirircesine. "Bir ay veriyorum en fazla."

"Bu öncekiler gibi değil. Ben kaçmayacağım. O kovalamayacak. Tamamen çıkacağız birbirimizin hayatından." diye direttim.

"Yapamazsınız." dedi, açık açık. "Körsünüz ikiniz de."

"Jimin, saçmalamayı kes." diye yükseldim istemsizce. "Aramızda bir şey yok. Olmadı. Olmayacak. Herifin mutlu olduğu bir ilişkisi var. Kafasını karıştırdıysam bile, ki karıştırmadığıma çok eminim, hayatından çıktığıma şükredecek sonra. Bu yüzden kes şunu. Ben kararımdan eminim."

Kızdığımı görünce teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı. "Tamam, öyle olsun." dedi. "Ben söyleyeceğimi söyledim."

Onun üzerine onlarca şey konuşmamıza rağmen akşam üstü eve dönerken aklımda sadece seninle ilgili söyledikleri vardı. Doğru olma olasılığı yoktu, değil mi?

Evin önüne geldiğimde arabayı gördüm. Tahmin ettiğimden erken gelmiştin.

Kapıyı çaldım, ve hiç beklemediğim bir yüz karşıladı beni.

Eunbi, kıpkırmızı olmuş gözleri ve ıslak yanaklarıyla kapıyı açtığında kaşlarım anında havalandı. Sanırım çok yanlış bir zamanda gelmiştim.

Gözyaşlarını sildikten sonra, "Gel, Jungkook." dedi. "Hoşgeldin."

"Sanırım yanlış bir zamanda geldim. Daha sonra-..." Cümlemi içeriden gelen sesin böldü.

"Saçmalama da içeri gir." Sinirliydin. Bu yüzden dediğini ikiletmeden eve girdim.

Salonun ortasında, ayakta dikiliyordun. Sen de en az Eunbi kadar ağlamıştın. Suratına bakmaya katlanamadığım için doğruca merdivenlere yönelip hızlıca çıktım. Kendimi lavaboya atıp kapıyı kilitledim.

Sizin yerinize neden bu kadar gerildiğimi bile bilmiyordum. Sadece... korkunç hissettirmişti sizi öyle görmek.

On beş dakika kadar klozet kapağında oturdum. Sonra kapı çalındı.

"Jungkook," dedin. "Eunbi gitti. Çıkabilirsin. Yemek hazır, ben aç değilim. Uyuyacağım biraz. Sen ye."

Kapıyı açtım ama çoktan odana dönmüş, kapıyı kapatmıştın bile. Sizi bu hale getiren şeyin ne olduğunu öylesine merak ediyordum ki.

Şimdi burada biraz zaman atlayacağım, sonraki üç gün biz seninle hiç görüşmedik. Evet, aynı evdeydik ama sen sabah çıkıyor, gece yarısı dönüyordun. Konuşmuyordun. Aynı masaya oturmuyor, yiyip içmiyorduk. Üstelik Yoongi de aynıydı. Gerçi o Seokjin'in hapse girişinden beri eve uğramıyordu ama sen, sende bir haller vardı ve ben bunu bir türlü çözemiyordum.

Yüzünü göremiyordum çünkü.

Ben uyurken geliyor, ben uyurken çıkıyordun. Hayalet gibiydin. İşin komik kısmı, ev bana kalmış sayılırdı. Ve bu beni boğuyordu.

Dördüncü gün ben de dışarıdaydım, Jisung'la birlikte. O yüzden gece geç döndüm, saat biri geçiyordu. Yine saksının altındaki anahtarı alacaktım ki seninle karşılaştık. İlginç bir şekilde iyi görünüyordun. Ben Eunbi'yle sorununuz büyüdüğü için eve uğramıyorsun sanıyordum ama hiç de öyle durmuyordun. Ve sana yemin ederim, beni görünce suratın düştü. Sanki orada olmam seni rahatsız etmiş gibiydi.

"Yeni mi geliyorsun?" Diye sordun soğuk bir sesle.

"Evet." dedim, şaşırmıştım. Benimle ilk kez böyle konuşuyordun.

Kendi anahtarını çıkartıp eve girdin. "İyi. İyi geceler."

Şokla birkaç saniye dikildim orada. Ardından ben de girdim eve.

Kalbim kırılmıştı, ama buna hakkım yoktu. Sonuçta şunun şurasında muhtemelen yarın akşam, hadi taş çatlasın ondan sonraki sabah ayıracaktık yollarımızı. Seni hayatında istemeyen bendim. Duygusal bir vedalaşma olmaması ikimiz için de en iyisiydi zaten. Sen de muhtemelen aslında nasıl biri olduğumu fark ediyor, benden git gide uzaklaşıyordun. Olması gerektiği gibiydi her şey.

Bunun canımı bu kadar yakacağını kestirememiştim.

Doğruca salona geçtim, üzerimi bile değiştirmeden bıraktım kendimi koltuğa. Zorla uyudum.
Ertesi sabah ilginç bir şekilde senin sesine uyandım. Telefonda konuşuyor, bir çocuk gibi kıkırdıyordun. Portmantodaki ceketini alışını izledim yarı açık gözlerimle.

"Tamam tamam, geliyorum. Hallederiz son belgeleri de hemen. Çıkıyorum ben şimdi. Görüşürüz birazdan. Seni seviyorum. Ben de."

Konuştuklarını idrak etmek için fazla uyku sersemiydim, zaten birkaç saniye sonra da kapının sesini duydum.

Yastığın altındaki telefonumu bulup saate baktım. Sabahın sekiziydi. Bu yüzden geri uyudum.

İkinci uyanışımda saat on ikiyi geçiyordu. Doğruldum, üzerimdeki örtüyü katlayıp kaldırdım. Yine bir şeyler atıştırdım.

Bugün buradaki son günümdü. İş çıkışı eve dönmeni bekleyecek, sana teşekkür ettikten sonra defolup gidecektim.

Bunun getirdiği ağırlık vardı içimde. Saçmaydı aslında. Zaten günlerdir bana hiç yokmuşum gibi davranıyordun. Bir kez bile sormamıştın nasıl olduğumu mesela. Doktora kendim gitmiş, bandajımı kendim değiştirtmiştim. Hızlıca iyileşiyordum zaten. Motelde kalsam da aynı hesaba gelecekti bir nevi.

Her şeye rağmen bir teşekkürü, hem de büyüğünden, hak ediyordun.

İnanır mısın bilmiyorum ama o gün, tüm günü evde geçirdim. Dışarı çıkmadım. Eşyalarımı topladım, çantamı kapının yakınına bıraktım ve seni bekledim. Saatlerce. Ciddi anlamda hem de. Çok uzun saatlerce.

Çünkü normal iş çıkışı saatinde dönmedin. Akşam da dönmedin. Geceyarısı da.

Saat gece ikiydi anahtar sesini duyduğumda. Tüm gündür oturduğum koltukta dirseklerimi dizlerime yaslamış saati izliyordum. Işıklar kapalıydı.

Anında kapıya döndüm. Anahtar sesi vardı ama kapı bir türlü açılmıyordu. Sesli bir şekilde küfrettiğini duydum sonra.

Sarhoş muydun?

Kapıya yanaştım, elimi kulba koyup bekledim birkaç saniye. Ardından kapıyı açtım.

Tüm yükünü kapıya verdiğin için üzerime doğru sendeledin, seni hızlıca tuttum. Buram buram içki kokuyordun, ilk kez böyle görüyordum seni.

"Siktir," dedin doğrulmaya çalışırken. Yardım ettim sana.

Göz göze geldiğimizde yutkundun. "Uyanık olduğunu bilmiyordum. Uyandırdım mı?" Kelimeleri yayıyor, biraz da uzatıyordun ama anlaşılamayacak kadar zil zurna sarhoş değildin.

"Uyanıktım." dedim. Bir elim hâlâ kolundaydı dengeni kaybetmemen için. Arkandan kapıyı itip kapadım.

"Seni odana çıkartayım." dedim sadece. Kapının yanındaki çantama baktıktan sonra kolunu elimden kurtardın.

"Gidiyor musun?" Sesin titremişti. Işıklar kapalı olduğu için yüzünü göremiyordum ama sesinden anladığım kadarıyla bu seni pek mutlu etmemişti.

"Evet." dedim, bu sefer soğukkanlı taraf bendim. "Gidiyorum. Veda etmek için dönmeni bekliyordum saatlerdir."

"Işığı aç." Bunu istemeni beklemiyordum ama dediğini yaptım. Sarhoştun sonuçta, en basit şeye bile sinirlenebilirdin.

Işığı açtım.

Dağılmış görünüyordun. Saçların birbirine girmiş, neden giyindiğini bile bilmediğim gömleğin kırışmıştı. Tişört ve eşofman tercih ederdin genelde sen. Ciddi bir yerden dönüyor olmalıydın.

Yüzüme baktın. Sadece birkaç adım ötemde, az önce oturduğum koltuğun yanında duruyordun.

Bana neden baktığını anlamadığım için ben de sana baktım. Bakışlarımı kaçırmadım.

Sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Başta yanlış gördüğümü düşündüm, çünkü ortada bir şey yoktu. Sadece yüzüme bakarak ağlamaya başlaman için yani.

Başta birkaç damla süzüldü gözlerinden, bunu burnunu çekmen takip etti. Ne yapacağımı bilemediğim için yeniden tuttum kolunu. Boğazım düğümlenmişti. "Odana çıkalım, sarhoşsun."

Cevap vermedin. Yalpalaya yalpalaya merdivenlerden çıkardım seni, ayakta durmakta bile zorlanıyordun. Odana girdiğimizde seni yatağına uzandıracaktım ki tişörtümün yakasını tutup beni kendinle yatağa çektin.

Ağlamaya devam ediyordun. Hatta ağlayışın daha da şiddetlenmiş, iç çekmeli bir hal almıştı. Sikeyim ki soramıyordum neden ağlıyorsun diye, alacağım cevabın benimle ilgili olduğunun farkındaydım çünkü.

"Neden sormuyorsun?" diye fısıldadın yalvarır gibi. Bakışların kayıktı. Üzerinde neredeyse şınav çeker bir pozisyonda uzanıyordum. "Neden bana niye ağladığımı sormuyorsun?"

Derin bir nefes aldım. Ellerim yastığının iki tarafına sabitliydi, kendimi senden yukarıda tutuyordum. Dizim da yatağa yaslıydı, bacaklarının arasında bir şekilde. Ve o anda değil cevap vermek, aklımı bile toplayamıyordum.

"Korkuyorum çünkü." deyiverdim ben de sessizce. Burnunu çektin.

"Güzel."  dedin. Ellerin hâlâ tişörtümün yakasındaydı. "Nasıl hissettiğimi anlıyor musun şimdi? Nasıl köpekler gibi korktuğumu?"

"Neyden?" Bu kez soran bendim. Engel olamamıştım kendime.

Güldün. "Neyden biliyor musun?" Düşünür gibi yaptın. "Dur bakayım. Hangi birini saymamı istersin? Sana hislerim olabileceği korkusundan mı başlamalıyım? Yoksa bu korkunun getirdiği onlarca sonucun korkusundan mı? Hangisini duymak istersin?"

Konuşurken bakışlarını bir saniye bile benimkilerden ayırmamıştın. İdrak edemiyordum duyduklarımı, bunun imkanı yoktu çünkü.

"Ben..."

"Neden seni aklımdan çıkartamıyorum?" diye sordun birden, daha şiddetli ağlamaya başlayarak. Ellerin yakalarımı bıraktı ama ben üstünden kalkmadım. "Neden sürekli seni düşünüyorum? Neden bana karşı hiçbir şey hissetmediğini söylediğinde bu kadar üzüldüm? Neden yakınında olmak, sana dokunmak için fırsat kolluyorum? Neden canın her yandığında benimki daha çok yanıyor? Neden sensiz yapamıyorum? Sen kimsin ki? Sen... sen kimsin de beni böyle yerle bir ediyorsun?" Omzuma vurdun, bir daha, bir daha ve bir daha. Seni durdurmadım çünkü bir nevi şoktaydım. Rüya görüyor olduğumu falan düşünüyordum.

Ben seni durdurmayınca kendin durdun. Gözlerini benimkilere diktin, yaşlarla parıldayan kahvelerin öyle yoğun bakıyordu ki ellerime biraz daha abanmak zorunda kaldım üzerine düşmemek için.

"Neden seni bu kadar çok öpmek istiyorum?" Diye sordun, bu soru, benim için bardağı taşıran damla oldu.

Kalbim göğüs kafesimi delip geçecek bir hızla atarken hızlıca dudaklarımızın arasındaki mesafeyi kapattım. Düşünmüyordum, ama bu sefer farklıydı. O akşamki gibi yavaş, duygulu bir öpücük değildi bu.

Ellerin anında yanaklarımı buldu. Seni sertçe öpüyordum ve sen de aynı sertlikle karşılık veriyordun. Baş parmağının yanağımı okşadığını hissettim. Midem alt üst olmuştu bir anda.

Öpücük git gide derinleşirken dudaklarını araladın, böylece dilime, ve tabii bana da işleri bir seviye ileri taşıma izni sundun.

Yanaklarımdaki ellerinden biri enseme kaydı, saç diplerimi sertçe çekiştirdiğinde istemsizce inledim.

Bacaklarını belime sardın, yaralı olmam biraz bile umrumda değildi o anda. Zaten kafam da yerinde değildi.

Birden yer değiştirdik, kendimi yatakta, seni de kucağımda buldum. Bu bir savaştı, ciddi bir savaş hem de. Doğrulup oturur poziyona geçtiğimizde titreyen ellerim gömleğinin yakasına çıktı, düğmelerden birini çözdüm. Dudaklarım seninkilerden keskin bir sesle ayrıldı, önce yanağına, oradan kulağına, sonra da boynuna geçtim.

Kendini sırt üstü bıraktın yeniden, bacaklarının arasında yerimi aldım böylece. Ben boynuna muhtemelen bir süre kalacak olan izler bırakırken ellerini saçlarımdan geçirip inledin. Öldüğümü düşündüm.

Bir düğmeni daha açtığımda elin tişörtümden içeri girmişti. Sabırsız bir hareketle yüzümü tutup beni yukarı, kendi hizana çektin ve yeniden öptün.

Dakikalarca öptüm seni, kollarını boynuma, bacaklarını belime dolamıştın. Sonra bir anda, "Jungkook." dedin, inlercesine. Bu beni kendime getirdi. Dudaklarımızı ayırdım.

"Sarhoşsun." dedim nefes nefese doğrulurken. Tişörtümü düzelttim. Şok içindeydim, sen de dirseklerinin üzerinde doğrulup bana baktın. O anı unutabileceğimi sanmıyorum, hayatımda gördüğüm en seksi insandın çünkü. Öpülmekten kızarmış dudakların, dağılmış saçların, kaymış gömleğin ve baygın bakışlarınla beni ölesiye zorluyordun. Bunu yaratmış kişinin ben olduğumu bilmekse apayrı bir haz vermişti bana.

Yüzünü ovup kendini yatağa geri bıraktın. Öylece tepende dikiliyor, nefes nefese sana bakıyordum. Ne yaşadığımız o an kafama dank etmişti.

"Jungkook." diye tekrarladın ismimi, bu kez daha sakindin. Yeniden doğrulup ayağa kalkmaya çalıştın, sendelediğinde seni yakaladım. Tenin ateş gibiydi.

"Ne istiyorsun?" diye sordum etrafa bakındığını gördüğümde. "Sigara." dedin.

Kendi cebimdekini çıkarıp uzattım sana. Balkona çıkmak istersin sandım ama dalı dudaklarının arasına yerleştirip yakmamı bekledin. Bana o an istediğin her şeyi yaptırabileceğini bildiğimden hiç ikiletmeden çakmağımı çıkardım.

"Öyle değil." dedin bayık bir şekilde gülümserken. Anında ne istediğini anladım.

Bir dal da kendime alıp sigaramı yaktıktan sonra ucunu seninkine değdirdim. Bunu yaparken gözlerini benimkilerden bir an olsun ayırmadın.

Bir sorunun vardı, biliyordum. Hissediyordum zaten. Ama bunu anlatacak durumda mıydın emin değildim.

Yatağın kenarına çöktün. Ben de neden bilmiyorum ama hemen önüne, dizlerimin üzerine çöktüm. Bacaklarını ayırıp bana yer açtın. Düşünmeden yanaştım sana.

Sigara olmayan elin saçlarıma girdi, az öncekinin aksine nazikçe okşadın.

Yarın muhtemelen dünyanın en pişman insanı ben olacaktım ama mühim değildi. Dediğim gibi, hiç düşünmüyordum o an.

"Jungkook," diye yineledin adımı. "Geçen gün geldiğinde Eunbi'yle beni ağlarken gördün ya hani..."

Yutkunup başımla onayladım. Eunbi'nin adının geçmesi bile karnıma bir sancı girmesine sebep olmuştu. Dudaklarının arasındaki dumanı üfledin ve külü yere silkeledin. Onu bile umursamadım.

"Eunbi bende bir şeyler olduğunu fark etti." dedin, üzgün görünüyordun. "Eskisi gibi değilsin, diyip duruyordu bana. Beni öptüğün o akşamdan beri iyice koptuk. Ondan önce de... son iki üç aydır kafam karışıktı zaten. Olan oldu. Çekinmeden konuşacağım o yüzden. İlgimi çektiğinin farkındaydım, kaçıyordum sadece. Hem de delicesine."

Hâlâ mantıklı gelmiyordu, ve her söylediğinde kalbim çarpmaya devam edecekti.

"İşler değişti. Ortadan kaybolduğundan beri kendimde değildim. Yemeden içmeden kesildim, Eunbi de bunu fark etti. Bana seni sordu. Sen kimdin ki? Sen kimdin de beni böyle yerle bir edebiliyordun? Cevap veremedim sorularına. Kavga ettik, seni bulduktan sonra kendime gelir gibi oldum ama bir şeyi değiştirmedi bu." Güldün, kafanı toplamaya çalışıyordun.

"Beni istemediğini söyledin." Sesin kısıldı. "Hayatından çıkmamı istedin benden." Benim de kaçacak yerim yoktu, konuşmasını bitirmesini bekliyordum. Ona olan hislerimi söyleyecektim, kaybedecek hiçbir şeyim kalmamıştı artık.

"O an öyle kötü hissettim ki, Jungkook. Neydi bu his? Neden boğuluyormuşum gibi hissettirmişti? Bilmiyordum. Sonunda kaçıp durduğum sorularla yüzleşmeye karar verdim. Ve bu karar bitirdi beni. Ben... Eunbi'yi seviyorum. Çok seviyorum hem de, ama sana karşı bir şeyler hissetmediğimi söylemek yalan olur. İmkanı yok bunun."

Gözlerim doldu. Duymak istediğim bir şeyi, hiç duymak istemediğim bir cümleye sıkıştırmıştın.

"Senin bizi gördüğün gün. Eunbi bana bir teklifle geldi."

İşte geliyordu.

Başını tavana çevirip derin bir iç çektin. Daha çok ağlamana engel olmaya çalışıyordun.

"B-bana dedi ki..." Konuşmakta zorlanıyordun. Gözlerini kapatıp birkaç saniye bekledin, sakince yüzüne bakıyordum. Bir dizim yerde, diğeri kendime çekili bir şekilde oturduğum için kendime çektiğim dizime çenemi yasladım.

"Eunbi'nin amcası da dans hocası. Amcasının öğrencisiydim ben. Biz onunla amcasının derslerinden birinde tanıştık. Çok ünlü bir akademisi var Gangnam'da. Oldukça tanınan biri kendisi. Çok para kazanıyor, çok ünlü, çok başarılı..." Bu sıfatları sayarken buruk bir şekilde güldün. Olmak istediğin her şeydi bunlar senin.

"Ben ona bunu yapmak istemediğim için ara vermeyi teklif edecektim, biraz kendimi toparlamalıydım. Haksızlıktı çünkü. Hak etmiyordu. Fakat ben o konuyu açtığım anda o amcasının yeni bir akademi açtığını ve beni de orada eğitmen olarak görmek istediğini söyledi. Bir senelik stajımı karşılayacağını da."

Kaşlarım havalandı. Kendini zorlayarak bana döndün, göz göze geldiğimizde yeniden gözlerin doldu.

"Sonra ben... ben ara vermek konusunda inatlaşınca ağlamaya başladı. Sebebini sordu, söyleyemedim tabii. Başka bir kadın mı var dedi, sana o şekilde bakmayacağımdan o kadar emindi. Erkeklerin ilgimi çekmeyeceğinden de tabii." Alaycı bir gülümseme oturdu yüzüne.

"Hayır dedim, yalvardı bana. İlişkimizi düzenleriz, kendimizi toplarız dedi. Düşündüm. Sen zaten beni hayatından çıkartmak istiyordun, hatta bunda kesin kararlıydın. Senin üstüne bir de Eunbi'den uzak kalmaya dayanamazdım, sen kendi hayatına devam edecektin, Jungkook. Ben niye benimkini mahvedeyim ki diye düşündüm. Hatta sırf sana inat, sana inat olsun diye kabul ettim teklifi. Sonra da sen yapmadan ben seni hayatımdan çıkartayım dedim. Daha az üzüleyim diye. Seni görmezden geldim, senden kaçtım... Sana kötü bile davrandım. Ama bugüne kadar sürdü. Çünkü... işlemler halloldu. Tüm başvurularımızı yaptık. Akşamında da hep beraber bir kutlama yemeğine gittik. Benim içim yanıyordu, seni düşünüp duruyordum. İçtikçe içtim, eve gelince karşımda seni bulunca da hakim olamadım kendime işte. Biliyordum son olduğunu. Kaybedecek hiçbir şeyim, hatta hiçbir şeyimiz kalmadı. İkimiz de bombok bir haldeyiz."

İçimde korkunç bir his vardı. Tarif edemiyordum ama göğsüm sıkışıyordu, konuşman çok... veda konuşması gibiydi çünkü.

"Akademi," dedim sakince, bacaklarının arasından ayrılarak. Bitmiş sigarımı senin yaptığın gibi yere attım ben de. Ayağa kalktım. Başını kaldırıp baktın bana.

"Akademi nerede, Taehyung?"

Bunu sormamdan korkuyormuş gibi sıkıca yumdun gözlerini. Bununla beraber dolu gözlerinden bir yaş yanağına damladı, yeniden.

"Jungkook, bak..." dedin. Adım rahatsız edici geldi o an kulağıma.

"Akademi nerede dedim, Taehyung?" Sesim yükselmişti korkuyla, bağırır gibiydim.

"Amerika'da." Sesin öyle çaresiz, öyle kısık çıkmıştı ki bağıramadım bile sana. Dudaklarımı araladığımla kaldım. Gülercesine bir 'hah'lama çıkarabildim sadece.

"Amerika?" dedim, dümdüzdü sesim. Hiçbir duygu yoktu. Bomboştum. Midem bulanıyor, başım hafiften dönüyordu. Amerika.

O gece yaşadığım kaçıncı duygu değişimiydi bilmiyordum. Az önce senin gözlerine oturan yaşlar bu kez beni buldu.

"Amerika." dedim, sesli bir şekilde söylersem daha inandırıcı olurmuş gibi geliyordu. "Amerika. Amerika."

Ayağa kalktın, biraz daha ayıktın şimdi. "Jungkook, yalvarırım..."

Elimi tutmaya çalıştığında kendimi anında geri çektim. Veda edecektim, evet, ama aynı ülkede, hatta şehirde olacaktık. Bir şekilde senden haber alabilecektim.

Ama gidiyordun. Dünya'nın öbür ucuna. Seni asla göremeyeceğim, sana ulaşamayacağım bir yere.

Toz oluyordun, Taehyung. Temelli çıkıyordun hayatımdan.

"Umarım çok mutlu olursunuz." diye fısıldadım dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra. Bana doğru bir adım attın, karşılıklı ağlıyorduk. Sen yanaşınca yeniden geri çekildim.

"İyi yolculuklar, Taehyung." dedim. "Mutluluklar, ve başarılar."

Ardından koşarak çıktım odandan, üçer üçer indim merdivenleri ve kapının kenarından çantamı kaptığım gibi evden çıktım. O halimle, dikişlerime bir şey olur mu diye bir saniye bile düşünmeden koştum. Nefesim tıkanana, kendimi tanımadığım bir mahallede, bir çocuk parkının çimlerine bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlayana kadar koştum.

Sevgiler, Jungkook.

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

193K 8K 37
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
2.6K 279 5
beni bekliyor şiirimin son satırında, hissediyorum
2.9K 422 15
Kim Taehyung yazardı. Son zamanlarda hiç ilham gelmemesi üzerine bir kitapçıya gidip bir manga almıştı. O mangayı okur okumaz rüyalarına girmeye başl...
2.1K 268 5
[tamamlandı] "Seni atlatabilirim sanmıştım. Yanılmışım. Tek bir an bile hiç çıkmadın aklımdan. Merak ediyordum da, bir şans daha verebilir miyiz bir...