Cockeye's Song | Taekook

By suicidalones

335K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... More

11.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
01.10.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
07.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
06.12.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
21.12.2020
23.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
21.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
03.11.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
26.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
08.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

12.07.2020

10.3K 990 483
By suicidalones

Jeon Jungkook

Seul Merkez Hapishanesi

Uiwang, Gyeonggi Province

Güney Kore

12.07.2020

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832


Taehyung,

Az önce ellerim titreye titreye teslim ettim mektubu gardiyanlardan birine, ne zaman eline ulaşır hiçbir fikrim yok. Şimdiyse bunu düşünmemek için yazmaya devam ediyorum, bu mektubu ne zaman bitirirsem, tarihini de o zaman atacağım.

Hikayemize başlamadan önce şunu söylemek istiyorum. Ben seni, senin beni tanıdığından daha uzun bir süredir tanıyorum.

Tam olarak bu noktadan başlayacağım anlatmaya, hatırlayabildiğim kadarıyla. Gerçi hiçbir şeyi unutamıyorum konu sen olunca...

2008 yılının sonbaharında tanıştık biz seninle, Ekim'de, fakat benim seni ilk görüşüm, Ocak ayına dayanıyordu.

16 Ocak.

Biricik babamdan tarif edilemez bir dayak yediğim için geceyi sokakta geçirdiğim günlerden biriydi, her zamanki babamdı işte. İçki parası çıkmadığı için beni dövmüştü, kendinde bile değildi. Kaşım dudağım patlamış, sol gözüm mosmor olmuş bir şekilde yürüyordum etrafta. Ayağımın dibindeki taşı da kendimle beraber sürüklüyordum ellerim ceplerimde bir şekilde. Yalnızlığıma ortak etmiştim onu da.

Her seferinde okula geç kalan ben, o gece bir bankta sabahlamak yerine yürümeye kadar verdiğim için, sabah altıda kendimi okul kapısının önünde bulmuştum.

Dersler sabah dokuzda başlıyordu, boş boş oturacak üç saatim vardı elimde. Gökyüzü henüz aydınlanmamış, gün doğmamıştı bile. Kışın ortasında olduğumuz için karanlık, soğuk ve keskindi hava. Bense üzerimde incecik ceketim, soğuktan ötürü hissedemediğim kızarmış ellerimle güvenliğe yakalanmamak için duvardan atlayarak kantin kapısından okula girdim. Sıcak değildi, ama dışarıdaki kadar soğuk hiç değildi.

Basamakları ağır ağır tırmanıp sınıfıma çıktım, okulda bir tek benim adım seslerim, bir de tüm okulca çok sevdiğimiz Mırmır'ın uyurken çıkarttığı minik hırıltılar vardı. Onun için bile başlamamıştı gün.

Sınıfa geçip sırama oturdum, üçüncü sırada, cam kenarındaydım.

Gün içerisinde dersi dinleyemeyecek gibi olduğum zamanlarda hep dışarıyı izlerdim zaten.

Yine aynısını yaparken caddenin karşısındaki üç katlı, ve orta katı tamamen camekan olan dans akademisinin ışıkları açıldı.

Gün içerisinde onları izlediğimiz için perdelerin çektirildiği olurdu bazen, ama insanın elinde olan bir şey değildi ki. Dans büyüleyici bir şeydi. Vücut diliyle duyguları böylesine aktarabilmek inanılmaz geliyordu bana.

Fakat hiç bu kadar erken saatte açıldığını görmemiştim, genelde saat dokuzda, biz derse girdiğimizde orta yaşlı, oldukça dinamik görünümlü olan sahibi -Bay Lee'ydi sanırım- gelir açardı akademiyi. Sonra da bir grup öğrencisiyle prova yaparlardı.

Bu yüzden istemsizce yayıldığım sıramdan uzaklaşıp dikleştim, izlemeye başladım.

Başta arkan dönüktü, müziği ayarlıyordun. İnce bir silüetin, üzerine iki beden büyük bol bir tişörtün, rengi solmuş geniş bir eşofmanın vardı.

Sonra önünü döndün.

O an, Taehyung. O anı unutamıyorum. İstemsizce sırtım dikleşmiş, tüm tüylerim diken diken olmuştu. Hayatımda gördüğüm en güzel, en ilahi yüzdü sanki seninkisi. Bir heykeltraşın elinden çıkmışçasına keskin ve düzgün yüz hatların vardı. Ancak en etkileyicisi gözlerindi.

Bakışlarında aklına gelebilecek her şeyi gördüm.

Acıyı, hüznü, mutsuzluğu, sevinci, mutluluğu, ihaneti, şaşkınlığı, heyecanı, tutkuyu... aklına gelebilecek tüm duyguları.

Aynı zamanda bir o kadar da narin görünüyordun, sanki dokunmaya kalksam binlerce parçaya ayrılacakmış gibi...

Ki bunu doğruladın da, ben, sen beni görme diye perdenin kenarına saklanıp seni o şekilde izlemeye devam ederken -çünkü yakın sayılırdık- kolunu kaldırdın, birkaç saniye oldukça dramatik bir tavırla havada kaldı kolun.

Sonra sanki senden çok önemli bir şeyini almak istiyorlarmış gibi kendine çektin, sımsıkı sarıldın koluna. Kabuğuna çekilir gibi dizlerinin üzerine çöküp kapandın içine.

Şok içindeydim, Taehyung.

Hayatımda ilk kez, acının ve hüznün bu kadar güzel yansıtıldığını görüyordum. Çalan parçayı duymamama rağmen gözlerim dolmuştu, on yedi yaşındaydım belki sadece, ama benim yaşıtlarımın çok daha önünde olduğumu hep söylerdin zaten.

O anda da durum buydu. Hissediyordum. Seni. Senin hislerini.

Stüdyonun öbür ucuna koştun, etrafında döndün. Yüz ifadelerin bile öylesine dramatikti ki... saçlarını savuruyor, ani çöküşler yapıyordun.

Sonra bir noktada, umut dolmuş gibi açıldın. Yüz ifaden de öyleydi. Gün yeniden doğuyor, doğmaya devam edecek diyordun sanki.

Bu birkaç saniye sürdü sadece. Yeniden o acılı, hüzünlü kısım geldi ardından.

Çalan şarkının birkaç saniyeliğine ritminin değiştiğini tahmin etmek zor olmamıştı, beni en çok etkileyen şey, tam her şey güzelleşti derken yeniden, hatta bu kez daha sert bir düşüş yaşaman olmuştu.

Çünkü korkunçtu. O zaman bile, bunu kendi hayatımla çok hızlı bir şekilde bağdaştırmıştım. Ben acıya, hüzne doğmuş bir çocuktum. Hayatımda hiç baba sevgisi görmemiş, sürekli şiddete, daha da kötüsü canından çok sevdiği annesinin şiddet görmesine maruz kalmış bir çocuk... Öfkeyle büyümüştüm ben Taehyung. Bunu en iyi sen bilirsin gerçi. İçimde dinmek bilmeyen bir öfke yatıyor olmasına rağmen, bir o kadar da duygusal bir çocuk yatıyordu. Bunu da en iyi sen bilirsin.

Dansındaki o umut verici kısım, benim hayatımda alkol, ara sıra bulabilirsem uyuşturucu ve kaçak sigaraydı. Bunlardan biriyle olduğum zaman her şey düzelecekmiş gibi hissediyor, etkilerinden kurtulduğumdaysa beni tekrar kendi cehennemime, daha beter bir halde bırakıyorlardı.

Seninle olan ilişkim de buna benziyordu aslında. Senden önce kötüydüm, evet, seninle olduğum dönemse hayatımın en güzel, en unutulmaz dönemiydi. En mutlu olduğum, fakat aynı zamanda fark etmeden en korkuncuna zemin kazdığım yıllar, seninle geçirdiklerimdi. Zaten sonrası belli. Şu anda on yedi yaşımdaki halimden bin beter bir durumdayım.

Her neyse... geri dönüyorum.

Koreografinden öyle etkilenmiştim ki, bunu dudağımdaki yarayı sızlatan tuzlu gözyaşımı hissedince anladım. Sen kimdin, ve bana nasıl yapmıştın bunu?

Günün geri kalanını çok allak bullak bir şekilde hatırlıyorum. Sekize kadar kendi kendine çalışmanı, hatalar yaptığında kendine surat buruşturmanı izledim. Zaten sekizi on geçe eşyalarını toplayıp çıktın akademiden. O an karar vermiştim, bundan sonra her sabah altıda seni izleyecektim.

Sonrası her zamanki gibiydi. Jimin gelmiş, yüzümün halini görünce biraz ağlamış, babamın yedi sülalesine söverken yüzümdeki kan izlerini temizlemişti. Onun dışında kimse yorum yapmamıştı bu konuda. Ne sınıf arkadaşlarım, ne de öğretmenlerim. Ya alışık olduklarından, ya da umurlarında olmadığımdan...

İki türlüsü de çok üzücüydü ama mühim değildi.

Bu şekilde günler geçti, sabah beş buçukta gizlice evden çıkıyor, kantin kapısından içeri sızıp seni izliyordum. Yeni bir koreografi üzerinde çalışıyordun o zamanlar.

Daha önce hiç sevgilim olmamıştı, Taehyung. Erkeklerden hoşlanabileceğim aklımın ucundan bile geçmezdi, çünkü bunun üzerine düşünmek, hayatıma eklenecek koskoca, yepyeni bir dert demekti. Zaten yeterince sorunum vardı, bir de böylesine büyük bir sorumluluğu üstlenemezdim. Bu yüzden içimde uyandırdığın tüm bu duyguların nedenini seni izlerken kendime sorduğumda 'sanat' yanıtını veriyordum. Sanat, dans, duygu aktarımı ve senin bunda çok başarılı olmandan kaynaklanan hislerin uyanması.

Fakat bir yerlerde, durumun bundan daha fazlası olduğunu biliyordum.

Bu şekilde haftalar geçirdim, Nisan ayının sonuna geldiğimizdeyse... yakalandım.

Senin tarafından değil, elbette. Jimin tarafından.

Yine oldukça odaklı bir şekilde çalışmanı izlediğim günlerden biriydi, ismimin seslenilmesiyle olduğum yerde sıçramış, başımı duvara vurmuştum.

"Jungkook?" Jimin, çantasını yanıma bırakırken kaşları kalkık bir şekilde bana bakıyordu. "Ne yapıyorsun bu saatte okulda?"

"Asıl sen ne yapıyorsun?" Diye sordum perdeyi çekerken, sesim sert çıkmıştı. Saat sekize yirmi vardı, seni yarım saat izleyemeyecektim şimdi. Sinirlenmiştim istemsizce.

"Uyku tutmadı bu gece, sabahı zor ettim." Dedi Jimin montunu da çıkarırken. "Bu yüzden erken geldim okula fakat sen? Baban yüzünden mi yine?" Bunu sorarken yüzümü tutmuş, sağa sola çevirip incelemişti.

"Evet." Diyiverdim, seni ona söyleyemezdim çünkü.

"İnandırıcı gelmiyor nedense, ben gelince niye sıçradın? Ne izliyordun öyle dikkatli dikkatli?" O perdeyi açmaya yeltenince elimle engel oldum.

"Boşver, bir şeyi izlemiyordum. Sokağa bakıyordum, dalmışım."

"O zaman çekil de perdeyi açayım, içerisi zaten karanlık." Beni dinlemeden perdeyi açtığında seni gördü. O bir bana, bir sana bakarken ben sırtımı cama dönmüş ellerimi izliyordum. Nedense çok utanmıştım.

"Jungkook?" Jimin yeniden adımı nüksettiğinde gözlerimi ona çevirdim. Yanımdaki sandalyeye oturdu.

"Bu adam da kim?" Sesini tarif etmek zordu. Meraklı, sakin, fakat aynı zamanda biraz korkmuş gibiydi.

"Bilmiyorum." Diye geveledim ağzımın içinde. Jimin benim en yakın arkadaşımdı, hatta, tek arkadaşımdı. Ondan bir şeyler saklamak çok zordu.

"Tanrım, bu tavır da neyin nesi? Onu izlemeye falan mı geliyorsun yoksa her sabah?"

Yavaşça perdeyi çektikten sonra sanki bunu sormasını bekliyormuş gibi, seni gördüğüm ilk günü, kendimi ne kadar tuhaf hissettiğimi ve ondan beridir her sabah gelip seni izlediğimi anlattım ona. Şaşkınlıkla dinledi, surat ifadesi sürekli değişiyordu.

"Seni ilk kez böyle görüyorum." Dedi ben konuşmayı bitirince. "Gerçekten dilim tutuldu."

"Manyakça göründüğünü biliyorum, ama kötü bir niyetim yok. Sadece dansı çok hoşuma gidiyor ve..." sesim kısılmıştı devamını söylerken. "Benim bile varlığından haberimin olmadığı noktalara dokunuyor içimde, Jimin. Anlayamıyorum."

"Manyakça falan değil." Derken omzumu sıvazladı Jimin. "Sadece... olayın bir tek dans etmesi olduğunu sanmıyorum, hepsi bu."

"Saçmalıyorsun." Kalp atışlarım hızlanırken omzumdaki elini ittim. "Başka ne olabilir ki?"

"Jungkook, bak bana," çenemi tutup beni kendine bakmaya zorladığında dolu gözlerimi saklayamamıştım ondan. "Başka bir sürü şey olabilir. İlgi, merak, belki de hoşlantı. Bunca zamandır her gün derste akademiye gelen bir sürü kişiyi izliyoruz, bunlar içinde dünyalar güzeli kızlar da oluyor," konuşmanın nereye gittiğini fark edince derin bir nefes aldım sadece. "ama daha önce hiç birini böyle izlediğini, böyle anlattığını görmemiştim. Çok farklı, Jungkook. Fakat yanlış değil."

"Öyle bir şey değil." Tıpkı omzumdaki elini ittiğim gibi ittim yine onu. "Hayranlık duyuyorum sadece. Karıştırma başka şeyleri. Kızlardan hoşlanıyorum ben."

Derin bir nefes alıp geriye yaslandıktan sonra kırgın bir sesle, "Bu kadar nefret dolu olmanı anlamıyorum." dedi.

Nefret dolu değildim, sadece çok korkuyordum. Zaten benim gibilere toplumda yer yoktu, bir de başıma bu çıkarsa, hiç istenmemekten, daha da hırçınlaşmaktan ve bu yüzden zarar görmekten korkuyordum işte.

"Her neyse." diyerek kapattım konuyu.

Fakat Jimin'in söyledikleri, hiç aklımdan çıkmadı, Taehyung.

Sonraki hafta birkaç sabah benimle birlikte geldi okula, seni izlemek için. Ben hayran hayran seni izlerken, "Etkileyici gerçekten." dedi. "Ama daha iyilerini görmüştüm, seni bu kadar çok etkileyen şeyin ne olduğunu anlayamıyorum."

Ben de bilmiyordum aslında, sanırım fazla hisli bir çocuktum. Duygusal bir bağdı benimkisi. Senden bana ulaşan bir şey vardı, güvende hissettiriyordun. -Bunu sana defalarca kez söyledim zaten, sen benim gerçek evimdin. Ev kelimesi bana hep seni çağrıştırdı tanıştığımız günden itibaren.- O geçici ufak tefek bağımlılıklarım gibiydin, içki, sigara ya da nadiren kullanabildiğim uyuşturucu gibi. Tek farkı, seni her sabah, bedavaya görebiliyor; vicdan azabı çekmeden izleyebiliyordum. Sonrasında beni terletmiyor, kusturmuyor, başımı ağrıtmıyordun. Aksine tüm gün daha iyi bir ruh halinde olmamı sağlıyordun. Bu, yukarıdaki üç maddeden çok daha tehlikeliydi aslında, çok daha bağımlılık yapıcıydı. Ama bunu seninle beraberken hiç anlayamadım.

Aylar bu şekilde geçip gitti, yaz tatili dediğimiz dönem benim için cehennem gibiydi. Yine sabahları erkenden kalkıyor, seni izlemeye geliyordum. Okulun tüm kapıları kilitli olduğu için duvarın üzerine çıkıp büyük çınar ağacının arkasına saklanarak yapıyordum bunu, çoğu zaman bileklerimin ağrısından uyuyamıyordum geceleri.

O yaz, aynı zamanda kendi çapımda bir düşman edindiğim yaz oldu.

Seni almaya gelen bir araba vardı, içerisinde de oldukça güzel bir kadın.

Yaz mevsiminde olduğumuz için camlarını hep açardı, uzun, kahverengi saçları; iri gözleri, minik bir burnu ve dolgun dudakları vardı. Giyinmeyi biliyordu, fiziği de çok güzeldi.

Seni akademiden çıkıp onun arabasına binerken her gördüğümde kalbime bir acı saplanırdı, sonra kendime kızardım bu acı yüzünden. Bana neydi ki? İstediğin herkesle görüşebilir, çıkabilirdin. Neden böyle sinirlenip tüm gün surat asıyordum, kimseyle konuşmak istemiyordum? Neden bir keresinde onu selamlarken dudağından öptüğünde ağlamış, duvardan atlayıp koşarak uzaklaşmıştım? Bir sevgilinin olması beni neden gecelerce ağlatmıştı, yemeden içmeden kesilmeme sebep olmuştu?

Bu sorularımın cevabını da bana yine Jimin verdi.

Okulların açılmasına iki hafta kadar vardı. Civardaki kafelerden birinde oturuyor, bir şeyler içiyorduk. Ben akşamdan kalma olduğum için sert bir kahve almıştım, Jimin'se çikolatalı milkshakeini yudumluyordu.

"Bok gibi görünüyorsun." dedi bana aniden.

"Biliyorum." derken omuz silktim. "Öyle hissediyorum."

O dönemler kendimle bir münakaşa içindeydim. Seni bir daha hiç görmeye gelmeyeceğime dair, fakat her sabah kendimi yine beş buçukta evden çıkarken buluyordum. Önceki gece içmemin sebebi de buydu, kendimi anlayamıyordum.

"Neden içtin yine?" Diye sordu biraz sinirli bir tavırla.

"Konuşmak istemiyorum." dedim, kaçtığım gerçeklerin suratıma vurulmasına, hele de en yakın arkadaşım tarafından vurulmasına hiç ihtiyacım yoktu.

Jimin'i bilirsin, hep doğruları söyleyen, acıtsa da gerçeklerden hiç kaçınmayan biri olmuştur. O benim için hep bir limandı. Koca bir denizde kaybolup yorgun düştükten, onlarca dalgayla boğuştuktan sonra vardığım, demir attığım ve dinlendiğim bir liman.

O yüzden onun sözleri beni etkilerdi. Hep bir gün beni sevmekten vazgeçerse korkusu olurdu içimde, ama hiç belli etmezdim ona. Dobra olduğu kadar duygusaldı da çünkü.

"Ama ben konuşmak istiyorum, ve burada ayık olan ben olduğuma göre konuşacağız."

İtiraz kabul etmezdi. Sessizce başımla onaylamakla yetindim o yüzden.

"Şimdi bana sorunun ne olduğunu söyle."

"Taehyung." Adını ilk kez o an sesli bir şekilde zikrettim. Dilimde acı ama güzel bir tat bırakmıştı, ağırdı.

Zaten önceki sabah duymuştum adını. O kadın seni almaya biraz gecikmişti, onu bekliyordun, bense beni görmemen için iyice saklanmıştım. Gözün dalmıştı, sana yanaşan arabayı fark etmedin. Kadın, camdan kafasını hafifçe eğerek, "Taehyung-ah!" diye seslendi sana. Sesi bile güzeldi, ona dair güzel olmayan hiçbir şey yoktu zaten.

Sesiyle birlikte silkelendin, gülümseyerek arabaya yanaştın. Kadının camdan uzanmış yüzüne eğildin. Sonrasını görmemek için duvardan atladım, koşarak uzaklaştım.

"Taehyung mu?" Diye sordu Jimin, kaşlarını hafifçe kaldırarak. Ben cevap vermeyince devam etti. "Şu.. dansçı mı? Adını nereden öğrendin?"

"Sevgilisi seslendi. Öyle duydum."

Bunu söylemem yeterli olmuştu sanırım Jimin için, oturduğu yerde doğrulup oynadığı kamışı bıraktı.

"Sevgilisi var demek..."

"Evet."

"Jungkook, bana kızacaksın biliyorum ama bunun dümdüz bir hayranlık olmadığını anlaman gerek artık." Dediğinde, aslında ne kadar haklı olduğunu gayet iyi biliyordum.

"Seni bu hale getirebilen bir duygunun sadece hayranlık olması mümkün mü sence?"

"Öyle olmasını istiyorum." Çaresizdim, gerçekten.

"Ama değil. Aç gözlerini. Kabullenirsen atlatması kolaylaşır, ama kabullenmezsen, ve sana bir zararı olmayan bir hayranlık olduğunu düşünmeye devam edersen kopamazsın ondan. Üstelik onu tanımıyorsun bile."

"Tanımam gerekmiyor zaten." Jimin'e bakmıyordum. Kafamı solumda kalan cama çevirmiş, sokaktan gelip geçen insanları izliyordum.

"Tanımadığın birine böyle güçlü duygular hissetmen korkunç, Jungkook. Ve zararlı. En çok da sana. Herifin varlığından haberi bile yok."

Bunları zaten içten içe gayet iyi biliyordum, tekrardan hatırlatması sadece canımı yakıyordu.

"Sana tek bir şey soracağım." Dedi sonra. İşte o soru, Taehyung. Senden, bir erkekten hoşlandığımı anlamama sebep olan o soruydu.

"Önce yüzüme bak." Dediğini yaptım, baktım ona.

"Bir şekilde tanışsanız, Taehyung hayallerindeki gibi biri çıksa ve sevgilisinden ayrılsa, sana bir şans verse, çıkar mıydın onunla? Biriyle sevgili olmanın beraberinde ne gibi sorumluluklar getirdiğini, hepsini düşün. Onu öpmek, sarılmak, tensel temasta, cinsel bir ilişkide bulunmak... bunların hepsini göz önüne alarak cevapla. Rahat rahat çıktığınızı hiçbir yerde söyleyemeyecek, saklamak zorunda olacak olmak... Babanın her an ensende olması... Her şeyi düşün, ve bana tek bir cevap ver. Evet mi, hayır mı? Ama'lar olmadan."

Daha öncesinde sana dair hiç böyle şeyler düşünmemiştim, izin vermemiştim kendime. Fakat o an bıraktım zihnimdeki kayışları. Sana sarılmanın, seni öpmenin, tenine değmenin nasıl hissettireceğini düşündüm ve bu düşünce, bacaklarımı uyuşturdu; nefesimi kesti, kalbimi tekletti. İstiyordum. Aslında tüm bunları yaşamayı çok istiyordum, ama, bir ama vardı, korkuyordum.

"Evet." dedim, daha doğrusu ağzımdan kaçtı. Kendim bile şaşırmıştım bu kadar hızlı cevaplamama.

"Daha fazla tartışmamızın bir manası yok o zaman." Diyerek noktaladı konuyu Jimin, toplanırken. "Gitmem gerek, annemler dışarı çıkacak. Geç kaldım."

Sonra beni o şaşkınlık, korkmuşluk ve karışıklıkla baş başa bıraktı. Ve ben, hava kararana dek saatlerce tek başıma o masada oturdum. Seni, kendimi, ve kabullenmeye başladığım gerçekleri tekrar tekrar düşünerek. İlk kez kendime özgürce hayal kurma izni vererek...

Bir sonraki mektubum, bu olaydan haftalar sonrasından başlayacak. Ekim ayından. Hikayemize senin de girdiğin, her şeyin başlangıcı olan güne gideceğiz.

Dünyanın en mutlu insanı olduğum zamanlara.


Sevgiler, Jungkook

******

Biraz hızlı oldu ikinci mektup ama her gün bölüm atacağım ve Jungkook'un da her gün durmadan yazacağı anlamına gelmiyor tabii bu... aralıklar oynayabilir ama en azından haftada bir kez güncellerim diye düşünüyorummmm seviyorum siziii

Continue Reading

You'll Also Like

346K 32K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
2.6K 279 5
beni bekliyor şiirimin son satırında, hissediyorum
193K 8K 37
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
2.9K 422 15
Kim Taehyung yazardı. Son zamanlarda hiç ilham gelmemesi üzerine bir kitapçıya gidip bir manga almıştı. O mangayı okur okumaz rüyalarına girmeye başl...