KAYIP RUHLAR LİSESİ

By Erkanaksuyzr

2.5M 167K 141K

#2 +18 şiddet içerir Karanlık hüküm sürer ruhunu kaybetmiş bedenlerde. Bakanlar onları güçlü sanırlar. Hasta... More

Uyarı
Krl - 1-Elfida 1.bölüm
Krl-1-Elfida 2.bölüm
Krl-1-Elfida 3.bölüm
Krl-1-Elfida 4 bölüm
Krl-1-Elfida - 5. Bölüm
Krl-1-Elfida -6. Bölüm
Krl-1-Elfida -7. Bölüm
Krl-1-Elfida - 8. Bölüm
Krl-1-Elfida - 9. Bölüm
Krl-1-Elfida - 10. Bölüm
Krl-1-Elfida -11. Bölüm
Krl-1-Elfida - 12. Bölüm
KRL - 13
KRL - 14
KRL_15
KRL - 16
KRL - 17
KRL - 18
KRL - 19
KRL - 20
Anket
KRL-21
Grubunuzu Seçin
KRL-22
Bir YAZAR Okuyucularının Düşüncesi Kadardır.
KRL - 23
KRL-24
KRL - 25
KRL - 26
KRL 27
KRL 28
KRL 30
Anketül Hause
KRL 31
KRL 32
KRL 33
KRL
KRL 34
KRL 35
KRL 36
KRL 37
KRL 38
KRL 39
KRL 40
KRL 41
KRL 42
Kitap Oldu Ve Satışta
KRL 43
Nick Name
KRL 44
KRL 45
KRL 46
KRL 47
KRL 48
KRL 49
KRL 50
KRL 51
Yarışma Sonucu (Kazananlar)
KRL 52
KRL 53
KRL 54
KRL 55
KRL 56
KRL 57
KRL 58
KRL 59
KRL 60
KRL 61
KRL 62
KRL 63
Youtube Kanalım
😐😐😐😐😐😑😑😑😑
KRL 64
Anket2
KRL 65
KRL 66
KRL 67
.
KRL 68
KRL 69
Anket Şeysi
FİNAL -1
Okumaya Doyamayacağınız KİTAPLARIM
Krl LUCİFER
Müjde

KRL 29

27.7K 1.9K 1.9K
By Erkanaksuyzr

Aşkıma inanmayarak dünyamı yıktın. Dünyada yedi milyar insan yok ki! Dünyada bir insan var, o da sensin. Senin olmadığın bir dünya da benim için bir anlam ifade etmiyor. Bu mektubu okuduğunda sakın üzülme. Asla kendini suçlama.

Sana teşekkür ederim, ömrüm olduğun için.

Teşekkür ederim, nefesim olduğun için.

Teşekkür ederim, berbat dünyamı güzelleştirdiğin için.

Elveda, varlığında hayat bulduğum, yokluğunda kaybolduğum.

Elveda, varlığıyla anlam bulduğum, yokluğuyla anlamsızlaştığım.

Seni seviyorum...

BÖLÜM 29

 

Son cümleyi de okuduktan sonra elinde sımsıkı tuttuğu mektubuyla yüzünü yastığa gömerek ağlamaya devam etti. “Ne güzel sevmişsin lan beni. Layık değilmişim senin aşkına. Allah beni kahretsin. Ben ne yapmışım sana? İnsan değilim, değilim ben. Bu nasıl bir sevda, nasıl bir aşk? Benim kalbimi de mühürledin. Allah’ım, sen affet beni. Masum bir aşkı katlettim ben.” diye söylenerek ağlıyordu. Ağlaya ağlaya uykuya daldı.

Rüyasında Fatih’i görüyordu. Gece 02.00 sularında yastığının altındaki telefon çalmaya başladı. Elfida gördüğü rüyanın etkisiyle kimin aradığına bakmadan direkt, “Fatih” diyerek açtı telefonu.  Karşı taraftan ses yoktu.

Elfida, “Alo, Fatih, sen misin?” diye sordu. Uyku ve uyanıklık arası bir haldeydi. Hiçbir cevap gelmiyordu. Elfida gözlerini ovalayarak kimin aradığını görmek için telefonun ekranına baktı. Kimin aradığı görünmüyordu. Sadece “Gizli Numara” yazıyordu. Uyku sersemliğini üzerinden attı, “Aloo, konuşsana lan, kimsin sen?” diye sordu.

Cevap gelmiyordu.

“Madem konuşmayacaksın neden arıyorsun? Gecenin köründe sesimi dinlemek için aramadın, öyle değil mi?”

Cevap gelmiyordu.

“Peki, sen konuşmak istemiyorsan ben de konuşmayacağım. Kapatıyorum.” dediği sırada karşı taraftan bir müzik çalmaya başladı. Elfida hiçbir şey söylemeden şarkıyı dinledi. Şarkı bitince arayan kişi de telefonu kapattı. Elfida öylece telefona baktı bir süre. Arayan kişinin kim olduğunu anlamaya çalıştı. Uykulu bir kafayla düşünemeyeceğini anlayınca kendini yastığına bıraktı. “Nasıl olsa uyandığımda telefonu laptopa bağlar, hangi numaradan aradığını, nereden aradığını iki dakikada öğrenirim.” dedi kendi kendine ve göz kapaklarını ağır ağır kapatarak uykuya daldı.

***

İki gün sonra, saat 15.00

Gözlerini yavaşça açmaya başladığında vücudunun her yerinde ağrılar hissetti. Neredeyse ağrımayan bir yeri yoktu. Uzandığı yerden doğrulup sırtını duvara yaslayarak etrafını kontrol etmeye başladı. Yerde kırık tuğla parçaları, boya kovaları; tinercilerin, balicilerin artık poşetleri vardı. Duvarları süsleyen rengarenk yazılar, camsız pencerelere ve yarısı yanmış bir kapıya tezat bir görüntü oluşturuyordu. Kafasını sol yanına çevirdiğinde bir not kağıdı çarptı gözüne. Kağıdı alarak okumaya başladı.

Komiser, olanları unutup hayatını sürdürmen ve görevini yapman için sana bir defaya mahsus yaşama şansı verildi. Bu şansı iyi değerlendir. Peşine düştüklerin her zaman senden bir adım öndeler, bunu unutma.

Yağız, sinirlenerek not kağıdını paramparça etti. Ayağa kalkmaya çalıştığında bacaklarındaki ağrılardan dolayı zorlandı. “Ulan ne ara dövdüler beni? Hiçbir şey hatırlamıyorum. Şu an neredeyim acaba?” diye söylenerek bulunduğu harabeden çıkmaya çalıştı. Dışarı çıktığında etrafındaki araçların plakalarına baktı hemen. Plakaların genelinin 34 ile başladığını görünce İstanbul’da olduğunu anladı. Ceplerini kontrol etti, cüzdanı ve telefonu yerinde duruyordu. Telefonu çıkarıp yardımcısı Sinan’ı aradı.

“Sinan, sana konum atacağım yere ivedilikle gel. Bak koçum, bekletme beni.”

“Komiserim, hemen geliyorum.”

Yağız, Sinan ile konuştuktan sonra başka bir numara daha çevirdi. Biraz bekledikten sonra telefon açıldı. Yağız, “Abi müsait misin?” diye sordu.

“Sana her zaman müsaitim yavvv.”

“Abi, acilen görüşebilir miyiz?”

“Hayırdır huruza, bir sorun mu var?”

“Var abi, hem de önemli bir sorun.”

“Hallederiz huruza. Hele bi gel bakalım, merak ettik yavvv.”

“Tamam, abi. Bir saat, bilemedin iki saate mekanındayım.”

“Gel, huruza gel. Aç mısın, hazırlatayım mı bir şeyler?”

“Bir buçuk dürümünü yerim.”

“Tamam, huruza ayarlarız.”

             “Tamam, görüşürüz abi.” diyerek telefonu kapattıktan sonra, “Kırmızı Eldiven ha? Ulan, hepiniz göreceksiniz gününüzü. Uzun Yılmaz, namıdiğer Habeş, hepinizi dize getirir. Bunu siz istediniz. Madem devletin gücü size yetmiyor, ben de size sizin silahınızla saldırırım.” dedi kendi kendine. 

Elindeki telefonu cebine koyacağı sırada kayıtlı olmayan bir numaradan çağrı geldi. “Kim ulan bu şimdi?” diyerek telefonu açtığı sırada Sinan da arabayla köşeyi dönmüş, geliyordu.

Yağız, “Efendim?” diyerek cevapladı telefonu. Karşı taraftan gelen ses mekanikti, robot gibi geliyordu. Belli ki cihazla değiştirilmişti.

             “Komiser, beni iyi dinle. Peşine düştüğün insanlar hakkında sana önemli bir bilgi vereceğim.”

“Siz kimsiniz, neden size güveneyim ki?

“Bana güvenmen gerekmiyor. Bir ihbarda bulunacağım, değerlendirip değerlendirmemek size kalmış.”

“Neyi ihbar edeceksin?”

“Sana Kırmızı Eldiven hakkında yavaş yavaş bilgiler vereceğim. Her ipucunu bulduğunda, yeni ipuçları vereceğim.”

“Kırmızı Eldiven mi dedin sen? Bu konuda ne biliyorsan söyle.”

“Sözümü kesme, dinle.”

Yağız, Sinan’ı arabadan indirerek kendisi bindi. Telefondaki gizemli kişiye, “Biraz bekler misin?” dedikten sonra eliyle telefonun ses alma hoparlörünü kapatarak, “Sinan, sen bir araç bulup merkeze git. Bu araba bana lazım.” dedi, kapıyı kapatıp gaza bastı. Telefonu kulağına götürüp, “Seni dinliyorum. Vereceğin bilgi nedir?” diye sordu.

“Fatih Güneş ismini bir yere not et. Karaca Mezarlığı, 14.ada 42.parseldeki 143 numaralı mezara git. Fatih Güneş burada gömülü. Tabii bu bir oyun değilse.”

“Fatih Güneş kim, ne alakası var Kırmızı Eldiven ile?”

Mekanik ses, “Onu da sen bulacaksın. Sana iki gün mühlet. Eğer Fatih Güneş vakasını çözersen sana yeni ipucunu vereceğim.” dedikten sonra aramayı sonlandırdı.

“Aloo! Hay Allah, kapattı telefonu. Ulan bu kimdi? Fatih Güneş ne alaka? Neyse, Uzun Yılmaz ile görüştükten sonra araştırma yaparım.” diye kendi kendine konuştuktan sonra aracı hızla sürmeye devam etti.

İki saat sonra resmi aracı park edip yürümeye başladı. Hala zorlanıyordu. On beş dakika kadar dar sokaklarda yürüdü. Hava kararmaya başlamıştı. Terkedilmiş sanayi bölgesine varınca iki kişi önünü kesti. İçlerinden biri kolunu tutarak, “Ne arıyorsun burada?” diye sordu. Yağız, rahat hareketlerle, “Yılmaz abi beni bekliyor. Ben Komiser Yağız.” dedi. Soruyu soran adam, “Komiser, hoş geldin. Beni takip et.” diyerek yürümeye başladı. Yağız, arkasından takip ediyordu. İki blok geçtikten sonra büyük bir sanayi dükkanının önünde durup kapıyı açarak, “Abi içeride.” deyip eliyle içeriyi işaret etti.

Yağız kapının aralığından dükkana girdi. İçeride on ya da on beş koruma vardı. Biraz ileride caraskal ile baş aşağı asılmış, yarı çıplak bir adam vardı. Uzun Yılmaz bu adamın karın boşluğunu yumrukluyordu. Adamın vücudundan akan kanlar, yüzünden süzülerek yere damlıyordu. Uzun Yılmaz, Yağız’ı görünce adamının elindeki havluyu aldı. Ellerini ve yüzünü sildikten sonra, “Vay, benim huruzam gelmiş!” diyerek kollarını açtı.

Yağız, “Abim, nasılsın?” diyerek elini öptü. Habeş, eliyle Yağız’ın çenesini tutarak kafasını sağa sola çevirdi. Öfkeyle, “Huruzam, kim yaptı lan sana bunu?” diye sordu. Elindeki havluyu ıslatıp baş aşağı asılı olan adama vurmaya başladı sinirli bir şekilde. “Lan, benim huruzama el kaldıranın elini kırarım. Göz dikenin gözünü çıkarırım. Laf diyenin dilini keserim. Sana bunu yapanların ismini söyle, getirsin bizim çocuklar.” diyerek askıdaki adama vurmaya devam etti.

Yağız, “Abi, işini bitir, özel konuşalım. Bunlar öyle ha deyince getirilecek kişiler değiller.” dediğinde, Habeş belinden silahı çıkarıp asılı adamın üzerine tüm şarjörü boşalttı. “İşim bitti, huruza. Odama geçelim. Siz de huruzama yiyecek içecek bir şeyler getirin lan.” diyerek komiserin kolundan tuttu. Odasına kadar kol kola yürüdüler, karşılıklı koltuklara oturdular.

“Anlat bakalım, huruza. Kimmiş ha deyince getirilemeyecek bu adamlar?”

“Abi, bu örgütün çapı çok büyük. Hakkında pek bir şey bilen yok. Ellerine düşen sağ kurtulamaz. Beni de neden öldürmediler hala anlamış değilim.”

“Yerim lan onların çapını. Kim oğlum bunlar? İsim ver hele.”

“Habeş abi, Kırmızı Eldiven ismini duydun mu hiç?”

“Ne! Ne dedin sen?”

“Kırmızı Eldiven, abi. Bir şey mi oldu?”

“...”

“Abi konuşsana, duydun mu hiç?”

“Huruzam, duydum. Çok iyi duydum. O şerefsizleri yıllardır arıyorum.”

“Abi, kim bunlar? Niye yıllardır arıyorsun?”

             Habeş bu soru karşısında bir süre sessiz kaldı. Geçmişe daldı bir an. “Bundan yirmi yıl önceydi, sen daha beş yaşındaydın. Anne ve babamız bize hiç iyi davranmıyordu. Sürekli içip sarhoş oluyorlardı. Sana ve bana olmadık eziyetler ediyorlardı. Bir gün biri geldi, gözümüzün önünde anne ve babamızı bıçakla doğradı. Ölene kadar işkence yaptı. Anne ve babamızın çığlıkları hala kulaklarımda çınlar. Sen küçüktün, pek bir şey hissetmiyordun ama ben her şeye şahit oldum. O adam işkenceleri yaparken üzüldüm desem yalan olur. Annem ve babam bize o kadar çok zarar veriyorlardı ki adamın yaptıklarına seviniyordum. Sonra ikimizi yetimhaneye koydular. Seni kısa sürede bir aile alıp sahiplendi. Ben uzun bir süre o yetimhanenin soğuk odalarında sensiz, anne ve babasız kaldım. Orada anne ve babamızı çok özledim. Keşke yaşasalardı da dayak yemeye devam etseydik, dedim. Ben on dört yaşına gelince beni yetimhaneden alıp başka bir yere götürdüler. Yirmi yaşıma kadar eğitim verdiler. Beni ekiplerinden biri yapmak istiyorlardı. Beni bilirsin, ben kuralları sevmem. Onların kurallarına da hiç uyamadım. Benim en büyük kuralım kuralsızlığımdır. En güzel düzenim de düzensizliğimdir. Ne kadar çabalasalar da beni istedikleri kurallara uyduramadılar. Yapılan son sınavda bilerek başarısız oldum. Başarısız olanları yurt dışında basit görevlerle tecrübe sahibi yapmaya çalışıyorlardı. İlk yurt dışı görevimde kaçarak izimi kaybettirdim. Yıllarca yurt dışında yaşadım. Sonra ülkeme döndüm, seni arayıp buldum. Anne ve babamızı öldüren, seninle ayrı büyümemize sebep olan o şerefsizin kim olduğunu buldum. Yaptığım araştırmalara göre yıllardır kayıpmış. Demek şimdi de sana bulaştılar. Sen merak etme, ben bunların her şeyini biliyorum. Eline ulaşan bilgileri benimle paylaş.” diyerek şaşkınlıkla bakan Yağız’ın omzunu okşadı.

Yağız duydukları karşısında şok olmuştu adeta. Ailesi de Kırmızı Eldiven kurbanıydı. Artık bu iş, dönüşü olmayan bir yola girmişti. Habeş’in gözlerine intikam dolu bakışlar atarak, “Abi, ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar bitireceğiz bunları. Sana söz veriyorum.” dedi.

***

İstanbul, Maskeli’nin malikanesi

Sıla, yanındaki doktorlara Aziz hakkında bilgi veriyordu. Doktorlar tüm dikkatlerini toplamış, Sıla’yı dinliyorlardı. Sıla, “Bakın arkadaşlar, sizden istediğim on yedi yıl önce kaybolmuş hafızayı geri getirmeniz. Bakın, rica etmiyorum, emrediyorum. O kaybolmuş hafızada çok önemli bilgiler var. Elinizdeki bütün imkanları zorlayın. Hadi, iş başına.” diyerek Aziz’in yanına gitti. Aziz, “Geçmişimi merak ediyorum ama bu doktor olayını sevmiyorum. Beni bayıltacaklar, elim kolum bağlanacak falan.” dedi canı sıkılmış bir vaziyette.

Sıla, “Lan yoksa iğneden korkuyor musun?” dedi kahkaha atarak.

Aziz sinirlenerek, “Ne iğnesi, manyak karı! Kızdırma bak, vazgeçerim.” dedi.

Sıla yanaklarından sıkıp, “Oy, korkma benim minik katilim. Azıcık acıyacak.” diyerek alay ediyordu. Aziz, Sıla’nın ellerinden tutarak, “Lan, o ellerini alır… Akıllı ol, istemiyorum lan tedavi medavi. Ben Mezarcı olmaya alıştım. Çöpçü Aziz öldü, yaşasın Mezarcı!” dedi, kötü bir gülüş attı.

Sıla kaşlarını çattı. “Hadi, seni bekliyorlar. Benim ufak bir işim var, ben de birazdan gelirim yanına.” diyerek Aziz’i laboratuvarın kapısından içeri itekledi. Aziz içeri girdiğinde dört tane profesör onu bekliyordu. Bir tanesi yaklaştı. “Efendim, hoş geldiniz.” diyerek üzerindekileri çıkarıp dişçi koltuğuna benzer koltuğa oturmasını istedi. Aziz belden yukarısını çıkararak koltuğa oturdu. Kolları ve ayakları koltuğa sabitlenerek kelepçelendi. Kafasına şapkaya benzer, kablolar bağlı yuvarlak bir cihaz geçirerek sabitlediler. Profesörlerden biri, “Efendim, ilk etapta şoklar yapılacağı için biraz acıyabilir. Bu sebeple rahat olmanız gerekiyor.” diyerek boynuna bir iğne sapladı.

Continue Reading

You'll Also Like

3.4K 620 10
Yaşadığı depresyondan kurtulmak isteyen Jeongin, hayatını düzene sokmak için yemin eder. Peşindeki iki kişi ise ondan çok daha farklı bir alemdedir...
741 240 9
Bir meleğin yaptığı günah ve ona verilecek ceza. Ceza en fazla ne ola bilirdi ki?! Laneti yapacak kişi düşünüyordu. Ona nasıl ceza verecekti? Aklınd...
288 167 6
"Aşk, şiirin bahanesidir." der. Kelebeğin Rüyası filminde... Bu sözü şöyle değiştirmek isterim: "Duygular, edebiyatın bahanesidir." "Duygular, edebiy...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

76.4K 2.7K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"