Ayşe Hoca elini uzatıp telefonu aldığı sırada telefon çalmaya başladı. Hazal arıyordu. Elfida, “Hocam, yalvarırım bakmama izin verin. Sonra ne istiyorsanız yapın. Ne olur, verin şu telefonu.” diyerek ağlıyordu.
Müdür Bey, “Verin, konuşsun.” deyince Elfida hemen alıp açtı telefonu.
“Hazal, durumu nasıl?”
Hazal bir süre konuşamadı. “Elfida, Fatih...”
BÖLÜM 12
“Konuşsana kızım! Ne oldu Fatih’e?”
“Üzgünüm...”
“Ne? Ne demek oluyor bu?”
“Fatih öldü...”
Elfida’nın duyduğu bu iki kelime, kulaklarında çınlamaya devam ediyordu. Telefon ellerinin arasından kayıp yere düştüğünde Elfida’nın bedeni kaskatı kesilmişti. Hiçbir sese tepki vermiyordu. Öldü. Bu kelime beyninde sancılara sebep oluyordu. Gözleri kararmaya başladı, midesi bulandı. Uzunca bir süre öğürdükten sonra istifra edip bağırmaya başladı. “Hayıııııırr, hayııııııırrrrr! Ölemezsin, hayııııııırrrrr!” diye bağırırken elleriyle ayakları titremeye başladı ve bir anda yere yığıldı.
***
Yatağında uzanmış müzik dinlerken koğuşa Fatih girdi. Elfida şaşkınlık içinde ona bakarken Fatih kapıya yaslanmış, tatlı gülüşü ile sırıtarak onu seyrediyordu. Elfida, Fatih’in kapıda durduğunu görünce neşeyle ayağa kalkarak yanına gidip boynuna sarıldı. “Çok özür dilerim, sana karşılık vermediğim için, seni sevdiğim halde sevmiyorum dediğim için özür dilerim. Aşkını saçma bulmuyordum, benden soğuman için söylemiştim.” diyerek özür diledi.
Fatih, Elfida’nın yanaklarını avucunun içine alarak, “Asi meleğim, yaban çiçeğim, üzülme sen. Ben sana aşık olmayı sevdim. Ben seni uzaktan sevmeyi sevdim. Özür dileme, sana kızamam, sana gönül koyamam.” dedi ve alnından öptü.
Elfida sıkıca sarıldı. “Bundan sonra aşkın karşılıksız kalmayacak. Zayıf düşmekten korkmuyorum. Varsın sana olan aşkım beni zayıf düşürsün. Varsın zayıf noktam sen ol. En hassas parçam sen ol. Yeter ki yanımda ol. Bundan sonra ayrılmak yok. Sen de bu okulda olacaksın.”
Fatih tebessüm ediyor, Elfida’yı seyrediyordu. Elfida koluna girerek, “Gel, otur da sana okuldaki saçmalıklardan bahsedeyim biraz.” dedi.
***
Altı saat sonra Kayıp Ruhlar Lisesinde her zamankinden farklı bir telaş vardı. Bütün öğrenci, öğretmen ve çalışanlar yemekhanede toplanmış, perdeler çekilerek yemekhane kapısı kilitlenmişti. Okul içinde Müdür Bey, Çınar Hoca, silah derslerine giren Ayaz Hoca ve işkence metodları dersine giren Asya Hoca dışında kimse yoktu. Onlar da en güzel kıyafetlerini giyerek okulun dış kapısında sıraya girmiş, bekliyorlardı.
Siyah zırhlı araçlar uzun yolda gözükmeye başlamıştı. Araçların yanlarında korumalar koşuşturuyordu. Yirmi kadar zırhlı araç çevreye yayılarak dış korumayı aldıktan sonra, yedi zırhlı araç konvoyunun ortasındaki Jeep kapıya yanaşarak durdu. Ön tarafta oturan koruma hızla arabadan çıkarak, arka kapıyı açıp ellerini ceketinin önünde bağladı. Jeep’ten inen kadın, ceketi omzunda yavaş adımlarla müdüre doğru yaklaştı.
Müdür ve öğretmenler, saygıyla karşısında bekliyorlardı. Sert bir bakış atarak ciddi bir ses tonuyla, “Yolu göster.” dedi. Müdür Bey, “Efendim, hoş geldiniz. Bu taraftan, lütfen.” diyerek geri geri yürüdü. Arkasını dönerek saygısızlık yapmak istemiyordu. Koruma ordusuyla beraber okula girdiklerinde, Aynur korumaları uyararak okul etrafında önlem almaları için yönlendirdi. Aynur, “Asya Hocam, sizin dışınızda kimse gelmesin. Hanımefendiyi rahatsız etmesinler, yeterince gergin.” diyerek Asya Hoca hariç herkesi okul dışında bıraktı.
“Asya Hanım, Elfida’nın durumu nasıl?”
“Haberi duyduğunda krize girdi. Bağırıp çağırdı, sonra da bayıldı. Sağlık kontrollerinde herhangi bir sıkıntı yok. Şoka girmiş olabileceğini düşünüyoruz.” diyerek açıklama yaptı. Asya Hoca, Elfida’nın dinlendiği odanın yanına gelince, kapıyı açıp dışarıda bekledi. Hanımefendi ve Aynur içeri girdiler.
***
Elfida, Fatih’e okuldan bahsediyordu ama Fatih hiç tepki vermiyordu. Sadece yüzüne bakıyordu. Fatih oturduğu yatağın üzerinden kalkarak, “Gitme vaktim geldi. Beni sakın unutma, asi meleğim.” dedi.
Elfida gitmesini istemiyordu. Kolundan tutarak, “Hayır, gidemezsin. Bundan sonra beraberiz, seni bırakmam.” dediği sırada elinde bir ıslaklık hissetti. Kolunu bırakıp eline baktığında kan olduğunu gördü. Korkuyla Fatih’in kollarına baktı. Kollarından akan kan, parmaklarının arasından süzülerek yere akıyordu. Çılgına dönerek, “Kolların... Kollarında kan var!” diye bağırdı. Fatih Elfida’ya gülümseyerek ağır adımlarla duvarın içinden geçip kayboldu.
Elfida, “Gitme! Hayır, gitme!” diye bağırarak, yatağından fırlayıp kabus dolu uykusundan uyandı. Karşısında annesi ve Aynur vardı. Annesi saçını okşayarak, “Sakin ol, kızım. Sadece bir rüya gördün.” dedi merhametli davranmaya çalışarak. Elfida ürkek ve acılı gözlerle hem annesine hem de Aynur’a bakıyordu. Annesine kızarak kalkıp Aynur’a sarıldı. Gözyaşlarına hakim olamadı. “Abla, öldü. Benim yüzümden öldü. Ben sebep oldum.” diyerek hıçkırıklarla ağlamaya devam etti. Aynur, “Kuzum, senin yüzünden değil, sen suçlu değilsin.” dedi.
Hanımefendi, Aynur’a çıkmasını işaret etti. Aynur tamam anlamında kafasını salladı. “Benim çıkmam gerekiyor, annen seninle konuşmak istiyor.” diyerek kapıya yöneldi. Elfida, “Gitme, kal lütfen.” dediyse de Aynur çıkmak zorunda olduğu için Elfida’yı dinlemedi. Aynur odadan çıkıp kapıyı kapattıktan sonra Elfida öfkeli, üzgün ve şuursuz bir şekilde yatağın köşesinde oturdu.
Annesi, “Bana bak, sen Elfida Arslan’sın, topla kendini. Bu zayıflık belirtilerini görmek istemiyorum. Şu haline bakar mısın, yıkılmışsın resmen.” dedi sinirlenerek.
Elfida’nın gözü kararmıştı ve annesiyle yıllardır etmediği kavgayı etmeye hazırdı. İçinde biriktirdiği her şeyi dökmenin zamanı gelmişti. Bağırarak, “Özür dilerim, sana layık bir kız olamadım. Keşke senin kızın olmasaydım. Belki o zaman Fatih yaşardı. Senin katı kuralların yüzünden sevdiğim insana karşılık veremedim. Senin beni güçlü biri yapma isteğin yüzünden sevdiğim insan yanımda değil. Toprağın altına girecek. Anla artık, ben güçlü olmak istemiyorum. Yeter! Beni istediğin kalıba sokmaktan vazgeç. Ben genç bir kızım, katil değilim! Ben normal bir insan olmak istiyorum.” dedi.
“Elfida, sınırları zorluyorsun. Üzgün olduğun için bir şey demek istemiyorum ama kendine gel artık.”
“Hayır, kendime gelmeyeceğim. Bitti artık. Elfida senin esirin değil.”
“Elfida!”
“Neee, ne var!”
“Artık sus ve bir an önce toparlan. Onca işin gücün arasında buraya senden fırça yemeye gelmedim. Hayatta daha acımasız olaylarla karşılaşabilirsin, güçlü olmalısın.”
“Neden ya neden? Güçlü olmak için çocukluğumu yaşayamadım. Güçlü olmak için sevdiğime ‘Seni seviyorum’ diyemedim. Güçlü olmak için hayatımı yaşayamadım. Ben güçlü olmayacağım bundan sonra, anladın mı beni?”
“Sus artık, terbiyesiz!”
“Bazen ne diyorum biliyor musun, keşke babam öleceğine sen ölseydin.”
Bu sözün üzerine kendini kaybeden Hanımefendi, Elfida’ya sert bir tokat attı. Elfida tokadın şiddetiyle yatağın üzerine düştü. Yatağa kapanarak ağlamaya başladı. Annesi sinirlenip dışarı çıkarak Aynur’u içeri gönderdi. Aynur hemen Elfida’nın yanına koştu. “Kuzum, ağlama ne olur. Bak, ben senin ağlamana hiç şahit olmadım. İlk defa görüyorum seni bu halde ve bu beni kahrediyor.” diyerek Elfida’yı göğsüne bastı. Elfida hıçkırıklara boğulmuştu.
“Abla, annem niye bu kadar kötü? Annem yaşayacağına babam yaşasaydı keşke.”
“Öyle deme kuzum, o sadece senin güçlü olmanı istiyor. Hayatla kendi başına mücadele edebilmeni istiyor.”
“Neden ya, neden güçlü olmalıyım?”
“Bak, kuzum. Annenin yaşadığını yaşama diye, benim yaşadığımı yaşama diye güçlü olmalısın.”
“Siz ne yaşadınız ki?"