Cockeye's Song | Taekook

By suicidalones

335K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... More

11.07.2020
12.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
01.10.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
07.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
06.12.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
21.12.2020
23.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
21.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
03.11.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
26.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

08.02.2022

3.4K 414 580
By suicidalones

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseorang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832

08.02.2022

Jeon Jungkook

Jungkook,

Bugün, şimdiye dek yazdığım en acı verici mektuplardan birini kaleme alacağım. Kelimenin tam anlamıyla her şeyin bittiği günden bahsedeceğim. Kırılma noktamıza döneceğim.

Babamla olan telefon konuşmamızdan sonra günümü normal bir şekilde geçirmeye çalıştım.

Zordu çünkü öğleden sonra grup dersim vardı ve çok dalgın olduğum için öğrencilerin ufak tefek hatalarını gözden kaçırıp durdum, bu da akışı bozdu. Kendime olan sinirimi onlara yansıtmamak için elimden geleni yaptım, aynı hareketi defalarca, defalarca kez, hepsi kusursuz yapana dek gösterdim. Ders bittikten sonra uzunca bir duş aldım, kendimi toparlamak için inanılmaz bir çaba gösterdim.

Bu kısmı detaylı anlatmayacağım ama ertesi gün Eunbi beni aradı, ailesiyle konuştuğunu ve pek memnun olmasalar bile durumu kabullendiklerini söyledi. Beni de kabul ettikleri anlamına geliyordu bu elbette.

Beş gün sonra Incheon'a, eve gittim.

Babam yıllar sonra ilk kez o gün sarıldı bana, annemse kapıda beni görünce ağlamaya başladı. En çok ona kırgındım ama yansıtmamaya çalıştım.

Başta çok tuhaftı, tek kelime bile edemiyordum yüzlerine karşı. Yine de bir şekilde alıştım, sonuçta çocukluğumu geçirdiğim yerdi orası. Ebeveynlerime karşı ne kadar yabancılık çekebilirdim ki zaten en fazla?

İki gün kaldım Incheon'da. Annem Eunbi'nin annesiyle telefonda konuştu, bana 'düğün'le ilgili sorular sordu. En sevdiğim yemekleri yaptı, hepsi boğazıma dizildi yerken.

Aramızdaki buzları erittikten sonra hem akademiyi hem de Eunbi'yi bahane ederek Seul'e geri döndüm, artık Yoongi ve Jimin'le konuşmam gerekiyordu. Son bir hafta -hatta sekiz dokuz gün- boyunca onu hep geçiştirmiştim. Konuşmaları kısa kesmeye çalışıyordum, Incheon'dayken de hiç konuşmamıştık. Fakat artık vakti gelmişti, Haziran'daydık. Daha fazla kaçmamın bir anlamı yoktu.

Bu yüzden eve döner dönmez Yoongi'yi aradım, Jimin'i de alıp gelmesini söyledim. Neden bile demedi, yarım saat sonra kapıdalardı.

"Taehyung?" dedi Jimin, içeri girerken. "İyi misin? Hiçbir şey söylemeden bizi çağırınca endişelendim."

"İyiyim," dedim, gerginliğimin suratımdan okunduğuna emindim. "Geçsenize, anlatacağım."

Dediğimi yapıp koltuğa geçtiler, ben de karşılarına, tekli koltuğa oturdum.

Nasıl lafa gireceğimi bilmiyordum, öncelikle söyleyeceğim yalanı kurmuştum kafamda. Eunbi dört aylık hamile olduğu için kalkıp ayrılır ayrılmaz onunla birlikte olduğumu söyleyemezdim, çocuk beş ay sonra doğacaktı sonuçta. Yalan olduğu anlaşılırdı. Bu yüzden kötüyü oynamak zorundaydım, seninle aramızın git gide açıldığı zamanlarda, sen eve neredeyse hiç gelmiyorken kendimi çok kötü hissettiğim için içmeye çıktığımı, sarhoş olup Eunbi'yle birlikte olduğumu söyleyecektim. Bunun üzerine çok düşünmüştüm ama gerçeği tek bir kişiyle bile paylaşma şansım yoktu. Hele senin de en yakının olan insanlarla paylaşmam, imkansızdı. Çünkü bu senin de doğruyu öğrenecek, muhtemelen evlenmemizi engellemeye çalışacak olduğun anlamına geliyordu. Ya da daha kötüsü, yalan olduğu duyulabilirdi. Eunbi'nin tüm hayatı kayardı, benim de henüz düzelttiğim aile ilişkilerim öncekinden bile kötü hale gelirdi.

"Dünya'dan Taehyung'a, konuşmayı düşünüyor musun yoksa sabaha kadar böyle oturacak mıyız?" Yoongi'nin sorusuyla düşüncelerimden sıyrıldım, yüzlerine baktım.

"Size önemli bir şey söyleyeceğim."

"Bunu fark ettik," dedi Jimin. "Gerginliğin beş yüz metre öteden bile hissediliyor. Beni endişelendiriyorsun."

"Ben..." Derin bir nefes aldım. "Jungkook'un eve hiç gelmediği zamanlar, aramız kötüyken bir gece içmeye çıkmıştım yine." Gerçekten yapıyordum bunu, hiçbir geri dönüşü yoktu.

"Evet?"

"Çok sarhoştum, hatırlamıyorum bile doğru düzgün. Hatırladığım tek şey Eunbi'yle karşılaştığımız."

Jimin'in kaşları hafifçe çatıldı, bir şey söylemeden dinlemeye devam etti. "Ve sabaha karşı yanında uyandığım."

"Taehyung, saçmalama." Yoongi'nin sesi sertleşti, Jimin'in bir elini şaşkınlıkla aralanan dudaklarının üzerine kapadığını gördüm göz ucuyla.

"Çok kötü, farkındayım. Biliyorum. Sarhoş olmamın geçerli bir sebep olmadığının da farkındayım ama yaşandı işte..." Yutkundum, konuşmalarına fırsat vermeden devam ettim: "Eunbi hamile. Hafta olarak da tam tutuyor, yalan söylemediğine eminim yani. Çocuğu artık aldıramaz, ailesi de durumu öylece kabullenmez. Onunla... evleneceğim o yüzden."

Jimin ayaklandı, Yoongi de oturduğu yerde doğruldu.

"Sen ne dediğinin farkında mısın?" Başımı kaldırıp Jimin'e bakamadım. Sesindeki hayal kırıklığını, öfkeyi duymam bile yetti.

Bana doğru bir adım attığında Yoongi onun bileğini tuttu. "Dur, Jimin."

"Ne dur? Söylediklerini duydun mu sen?" diye bağırdı Jimin.

"Sen git, Jungkook'la daha ayrılmadan önce onu aldat, bir de ayrıldığınızda..." Güldü, şaşırdığım için refleks olarak ona baktım. Yoongi'nin elinden kurtardı bileğini, yüzünü ellerine kapatıp kahkahalarla güldü.

"Kaç haftadır neredeyse her gün iyi misin diye arayıp soruyorum, ayrıldığınızda tüm gün hastanede başında bekledim, sana sürekli teselli verdim ama sen... Sen bunların hepsini, bin beterini hak ediyorsun aslında."

"Jimin..." dedim, kendimi buna hazırlamıştım. Jimin'den gelecek bir patlamaya yani, ama ne kadar hazır olduğumu düşünürsem düşüneyim, kırılmama engel değildi bu.

"Ne sandın ki?" dedi, alay eder gibi. "İyi ki Jungkook aranızdaki ilişkiyi bitirmiş, Eunbi hamile kalmasaydı onunla hiçbir şey olmamış gibi devam mı edecektin? Hiç söylemeden?" Güldü. "Günlerdir senin için endişelenen kafamı sikeyim."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yoongi de ayağa kalktı. "Yine mi, Taehyung?" diye sordu. "Birilerini aldatmadan ilişki yürütemiyorsan hiç girişme bu işe daha iyi. Bir uçkuruna sahip çıkamıyorsun."

Birini aldatma hatasını hayatımda sadece bir kere yapmıştım, ve hiç tanımadığım bir adamın çocuğuna hamile olan eski sevgilimle evlenmek üzere olmamın dolaylı yoldan da olsa en büyük sebebi bu hataydı. Bir daha asla yapmazdım, onlar bunu bilemezdi tabii.

"Haklısınız," diyebildim sonunda, başımı kaldırıp onlara bakarken. "Ne söyleseniz haklısınız ama ben..." Jimin lafımı bitirmeme izin vermedi.

"Ama duymak istemiyorum," dedi. "Bunun bir ama'sı yok. Konuşma daha fazla."

Hiçbir şey söylemeden kapıya doğru adımladığında çabucak ayaklandım. "Dur, Jimin," dedim. "Jungkook'a kendim söylemek istiyorum. Sadece acil olduğunu ve eve uğraması gerektiğini iletirsen..."

"Ona böyle rezil bir şeyi ben söylemem zaten," dedi, tükürür gibi. "Sen ne halt yersen ye. Öğrenmek hakkı olduğu için seninle konuşmasını söylerim, o kadar. Başka bir şey bekleme benden."

"Teşekkürler," dedim yutkunurken. Çok sevdiğim bir arkadaşlığa orada veda ediyordum, farkındaydım bunun.

"Teşekkür etme. Senin için yapmıyorum." dedi, ardından arkasına bile bakmadan kapıyı çarparak evden çıktı. Birkaç adım yanımda dikilen Yoongi'ye döndüm.

"Artık bambaşka biri olduğunu düşünüyordum." Gözlerindeki acıma duygusu bakışlarımı kaçırmama sebep oldu. "Ama yanılıyormuşum demek ki. Beni korkunç bir hayal kırıklığına uğrattın, ama sana bağırıp çağırmayacağım bile. Zaten çok pişman olacaksın."

"Biliyorum," dedim. "Belki bir gün nedenini, beni anlarsın, Yoongi."

"Hiç sanmıyorum ama umarım," diye yanıtladı. Davranışlarındaki soğukluğu hissetmemek imkansızdı.

O da başka hiçbir şey söylemedi, vedalaşmadık bile. Aynı Jimin gibi çıktı evden, birkaç saniye sonra arabalarının çalışma sesini duydum. Gittiler.

O gece uyuyamadım, neredeyse iki paket sigara bitirdim, sabaha kadar karın ağrısı çektim. Kendimi kaybolmuş hissediyordum, en doğru tabir buydu. Sürekli, hiç durmadan, sonu olmayan bir yerde koşuyor gibiydim. Yorgundum, bir yere varamıyordum, geri dönemiyordum ve duramıyordum. Birinin beni durdurup bana yol göstermesine ihtiyacım vardı ve bunu yapabilecek tek kişi benimle son kez görüşmeyi reddetmişti. Evlenmeden önce seninle konuşabilecek miydim, onu bile bilmiyordum.

Ertesi gün Eunbi'yle buluştuk, beni arabayla evin önünden aldı.Suratımın, gözaltlarımın halini görünce derin bir iç çekti.

"Deli gibi sigara kokuyorsun."

"Üzgünüm," dedim, emniyet kemerini takarken. "Üzerimi değiştirdim ama kokusu kalmış olmalı."

"İyi misin?" diye sordu, arabayı çalıştırmadı. "Jungkook'la konuşabildin mi?"

"Hayır, henüz değil."

"Daha konuşmadan bu haldeysen..." Devamını getirmedi. O da mutsuz görünüyordu.

"Annenler nasıl?" Konuyu değiştirdim. "Daha iyi misiniz?"

Birkaç gündür araları epey git gelliydi bildiğim kadarıyla. Hâlâ Eunbi'nin benimle evlenecek olduğu gerçeğinden çok memnun değillerdi.

"Evet, çok daha iyi," dedi. "Alışıyorlar işte. Her şeye alışılıyor, biliyorsun."

Başımla onayladım, o da üzerine tek kelime etmedi. Arabayı çalıştırdı, 'düğünümüz' için tarih almaya gittik.

Güne o gün, orada, en yakın ve boş tarihte olacak şekilde karar verdik. 11 Temmuz 2015.

Sonrasında Eunbi'nin ısrarı üzerine birlikte bir şeyler yedik, hiç iştahım yoktu. Eunbi de bunun farkında gibi görünüyordu, yemek yerken ara sıra, "Düzenli beslenmelisin, Taehyung. Dansçısın sen." gibi şeyler söyledi. Pek etkili olmasa da en azından onunla birlikteyken biraz yemek yiyebildim, konuşarak kafamı dağıtıyordu çünkü. Hamileliğin ne kadar tuhaf bir şey olduğunu anlatıyordu genel olarak. Sabah bulantılarından, tatlı, tuzlu, ekşi ve acıyı bir arada yemek istediğinden, ne kadar çok susadığından bahsediyordu. İlginç ve yabancısı olduğum bir konu olduğu için dinleyip aralarda soru soruyordum ben de.

Yemekten sonra beni yeniden eve bıraktı, normal bir şekilde vedalaştık. Akşamüstü üç öğrencim geldi.

Ertesi gün de çalıştım, ve sonraki gün de. Jimin'e seninle görüşmem gerektiğini söylememin ardından geçen beş gün, birbirinin aynısıydı. Bekledim. Her gün, her gece içimde o korkunç huzursuzlukla gelmeni bekledim.

Beşinci günün gecesi, saat iki buçukta anahtar sesini duydum.

Yatakta uzanıyordum ama uyumamıştım, günlerdir anca sabaha karşı uyuyordum zaten. Sesi duyar duymaz sıçradım, nefesim kesildi. Her ne kadar bunu bekliyor olsam bile kendimi tamamen hazırlayamamıştım ve bir anda, hiçbir mesaj atmadan, kapıyı çalmadan öylece gelmen -hele ki artık gelmeyeceğini düşündüğüm bir noktadayken- neye uğradığımı şaşırmama sebep olmuştu.

Yatakta doğruldum, uyuyor olsaydım uyanıp karşımda seni bulduğumda yaşayacağım şoku düşündüm. Uyanık olduğum için aklımı, söyleyeceklerimi toplamam daha kolay olur diye umuyordum.

O kadar gergindim ki ellerim anında buz kesti, seni daha görmemiştim bile üstelik. İçimden kendime sakin olmam gerektiğini hatırlatıp durdum, yapmam gereken bir rol vardı, yapacaktım da.

Odanın kapısı açıldı, içeri girerken ışığı açtın.

Göz göze geldik. O anı nasıl anlatabilirim bilmiyorum, gerçekten yaşadığımız en kırıcı bakışmalardan biriydi. Bakışlarında neredeyse hiçbir şey göremedim, donuktun. Bu beni mahvetti çünkü benim bakışlarımın tam tersi bir durumda olduğuna emindim, gözlerim dolmasın diye ekstra bir çaba harcıyordum oturduğum yerden.

"Uyandırdım mı?" diye sordun.

Yorgun görünüyordun, Jungkook. Gözaltların mordu, saçların yağlıydı, üstten toplamıştın. Üzerinde sana bol gelen siyah bir sweatshirt ve eskimiş bir kot pantolon vardı. Dudakların çatlaklarla doluydu.

"Hayır." Sesimin ne kadar çatallı olduğunu fark edince boğazımı temizledim. "Uyanıktım."

Anladığını belirtircesine başınla onayladın. Gözüm istemsizce eline kaydı, yüzüğü hâlâ takıp takmadığını görmek istedim. Ben çıkarmamıştım çünkü.

Oradaydı.

Sen de çıkarmamıştın. Bilerek olup olmadığından emin değildim ama, varlığını unutmuş bile olabilirdin.

"Benimle konuşmak istemişsin," dedin. "Jimin çok ısrar etti."

"Evet, her ne kadar son kez konuşmak istediğimde reddetmiş olsan da... Bunu yüz yüze söylemem gerekiyordu."

Kaşların hafifçe çatıldı, yatağın kenarına, yanıma oturdun. Bu kadar yakınımda durmayalı kaç hafta oluyordu?

Sırtımı güç almak istercesine iyice yasladım yatak başlığına. Konuşmam gerekiyordu, konuya girmeliydim ama sen istesem yerimden bile kalkmadan sıkıca sarılabileceğim, öpebileceğim veya elini tutabileceğim bir mesafede oturuyorken sana -her ne kadar tamamen ayrı olsak ve bana bakışlarında eski Jungkook'a dair hiçbir şey görmesem de- evleneceğimi söylemek çok zordu. Nefes alamıyor gibi hissettim kendimi.

"Dinliyorum," dedin. Öncesinde sormak istediğim birkaç soru vardı, hiçbir şeyi değiştirmeyecekti, evet, ama yine de içimde kalsın istemiyordum. Yanağımın içini ısırdım.

"Beni hâlâ seviyor musun?" diye sordum, hiç düşünmeden döküldü dudaklarımdan. Sorumla birlikte gözlerini sıkıca kapattın.

"Taehyung..."

"Evet ya da hayır. Açıklama istemiyorum."

Gözlerini açtın, zaman geçmek bilmiyordu sanki.

Küçük görünüyordun, Jungkook. Oturuşun hafifçe kamburdu, omuzların öne düşüktü. Karşımdaki on yedi yaşındaki Jungkook'muş gibi hissettim.

"Evet," dedin en sonunda. "Evet, elbette seviyorum. Ben seni ne zaman sevmedim ki?" Bir şey hatırlamışsın gibi gülümsedin, saniyelik bir gülümsemeydi. "Kendimi bildim bileli seni seviyorum hatta. Seni sevmemenin ne olduğunu bile hatırlamıyorum."

Gözlerimin dolmasına engel olamadım, söylediğin doğruydu. Henüz liseye gidiyordun bana aşık olduğunda. O kadar uzun süredir beraber değildik evet ama dile kolay, yedi senedir ben vardım aklında, kalbinde. Benden önce yaşadığın hayatın yarısı kadardı bu neredeyse.

Ben konuşmadan devam ettin: "Ama bazen sevgi her şeye yetmiyor, zamanla şekli de değişebiliyor. Biliyorsun bunu."

"Neden?" diye sordum. "Yetebilirdi. Beni eskisi gibi sevmiyorsan bile, biraz olsun sevdiğin müddetçe bir çaresine bakabilirdik. Biz..." Yutkundum. Her şey için çok geçti gerçi. "Her neyse. Bir anlamı yok artık, değil mi?"

"Her gün bir öncekinden kötü," dedin, sorumu cevaplamak yerine. "Ne zamandır böyle hissettiğimi bilmiyorum bile. Her gece sabahı görmeden ölmeyi diliyorum, her sabah da geceyi görmeden. Uyuşturucu..." derken duraksadın. "Uyuşturucu bile etkisini kaybediyor artık. Kullansam da aynı, kullanmasam da aynı. Gruptakilerle aram açık. Hiçbir şey yazamıyorum, yurtta gerekmedikçe odamdan, yatağımdan çıkmıyorum bile. Psikiyatriste yalan söylüyorum. Yemek yiyemiyorum. Etrafımda bulunan tüm kesici aletleri zorla topladılar, çünkü menajer gördü. Anlıyor musun? Çaresine bakamazdık. Ben kendi başımın çaresine bile bakamıyorum daha, ne yapacaktık? Sürekli kavga edip duracak, bana bakıcılık yapmanı mı bekleyecektim? Ne zaman birine yük olduğumu gördün sen benim?"

Hiçbir zaman. Hiçbir zaman görmemiştim.

Seni tanıdığım günden beri başkalarına yük olmaktan ne kadar nefret ettiğini biliyordum, bunun için neler yaptığını da en iyi ben biliyordum ama bunu çoktan aşmış olmamız gerekiyordu, Jungkook. Onca senelik sevgilindim, sen benim için bir dünya şey yapmışken hâlâ kendini yük olarak görüyorduysan, elimden ne gelirdi ki?

Her bir cümlen kalbimi biraz daha kırdı, dolan gözlerimi kırptım. Seni böyle görmeye dayanamıyordum, kelimenin tam anlamıyla göğsüm sancıyordu.

"Beş senelik kontratı doldurmadan olmazdı, seni beş sene sonu ne olacağı belli olmayan bir ilişki için de bekletmezdim. Bekletemezdim. O yüzden, Taehyung, çaresine bakamazdık. Ben düşüncelerimin, duygularımın önüne geçemiyorken, ayda yılda bir anca görüşüyorken imkansızdı."

"Yanında olmama izin verseydin-.."

"Bu öyle bir şey değil." Başını iki yana salladın. "Yanımda olduğun için iyileşebileceğim bir konumda değilim." Sesin fısıltıya döndü. "Keşke bana olan sevginle ya da ilişkimizle düzelebilecek bir durum olsaydı, öyle olması için her şeyimi verirdim. Yemin ederim."

Başını hafifçe öne eğdin. "Son zamanlarda ben... Senin yanındayken bile boğuluyormuş gibi hissediyor, kaçacak delik arıyordum. Seninle hiçbir ilgisi yok bunun. Yalnızca..." Konuşmakta zorlanıyordun. "Kafanın içinde bir ses düşün, sana sürekli aslında sevilmeyi, mutluluğu hak etmediğini, ne kadar iğrenç bir insan olduğunu, çevrendeki insanların aslında seni gerçekten sevmediğini, dünya üzerinde en sevdiğin insanı sürekli ne kadar üzüp hayal kırıklığına uğrattığını, her konuda yetersiz olduğunu, her şeyi bitirir, kendini öldürürsen tüm bunlara kolaylıkla son verebileceğini söyleyen bir ses. Böyle bir şey. Sana gerçekleri söyleyen tek ses buymuş gibi hissediyorsun, başka kimseye inanmıyorsun. Ve bu seni o kadar.. agresifleştiriyor ki. Bazen kendimi tanıyamıyorum bile. Şu anda böyle konuşabilmemin de tek sebebi sabah aldığım sakinleştirici zaten."

Ağladığımı sen susunca fark ettim, gözyaşlarımı silmedim.

"Çok üzgünüm, Jungkook," diyebildim. Konuşursam kendimi tutamazdım. "Gerçekten. Keşke... elimden bir şey gelseydi."

O an, o sessizlikte sana sarılmayı çok istedim, hatta tam her şeyi siktir edip sarılacaktım ki konuşmaya karar verdin. Eğer bunun sana 'karşılıklı olarak' son kez sarılmak için son fırsatım olduğunu bilseydim, hiç düşünmeden yapardım. Ama daha hareket bile edemeden konuyu açtın:

"Bana ne söyleyecektin?"

Nefes alış verişlerim anında hızlandı, yarabandı çeker gibi, hızlıca söylemeliydim. Yoksa yapamayacaktım.

"Jungkook, ben..." Ne kadar gerildiğimi görünce sırtını dikleştirdin. "Sen ne?"

"Ben evleniyorum."

O kadar hızlı bir şekilde söylemiştim ki anlayıp anlamadığından bile emin olamadım başta, ta ki yüzündeki ifadenin tamamen değiştiğini görene kadar.

"Ne?" dedin.

Şaşkınlığı gördüm, o şaşkınlık yerini yavaşça korkuya, üzüntüye ve öfkeye bıraktı.

"Ne dediğinin farkında mısın?" diye sordun, sesin yükselmeye başlamıştı bile.

"Evet," dedim. O kadar gergindim ki başım dönüyordu. "Farkındayım." Devam etmem gerekiyordu.

"Taehyung konuşsana!" diye bağırdın. "Ne sikim bekliyorsun? Anlat!"

"Eunbi," diyebildim. Kusacaktım sanırım. "Eunbi'yle evleniyorum."

Gözlerin kocaman açıldı, anında yataktan kalktın, bir iki adım geriledin. Ben de ayaklandım, karşına geçtim. Aramızda santimler vardı.

"Eunbi'yle evleniyorsun?" Gözlerin doldu, saklama gereği bile duymadın.

Başımla onayladım, en ufak hücreme kadar titriyordum.

"Bu saçmalığın sebebi ne peki?" diye sordun, kendini zor tutuyor gibi görünüyordun. "Ne yaptın?"

"Eunbi hamile." Öğürmemek için kendimi sıkıyordum.

"Senden?" Yüzünde neredeyse gülecekmişsin gibi bir ifade vardı, bir elini saçlarından geçirdin.

"Eunbi senden hamile. Öyle mi? Daha ayrılalı bir ay bile olmamışken?" Her bir kelimende sesin biraz daha yükseldi, yüzündeki o ifade yerini saf öfkeye bıraktı.

"Ayrılmadan... önce oldu." Parmaklarım uyuştuğu için yumruğumu sıktım. "Aramız kötüyken, eve uğramadığın zamanlar. İçmeye çıkmıştım. Çok sarhoştum, hatırlamıyorum bile."

"Beni aldattın," dedin, daha çok kendine söylüyormuşsun gibiydi. "Ve Eunbi'nin hamile olduğu ortaya çıkmasaydı asla öğrenemeyecektim yani?"

Çok korkutucu görünüyordun.

Boynundaki, alnındaki damarlar belirginleşmişti. Aramızdaki mesafeyi kapattın, tişörtümün yakasını yumruğunun içine hapsettin. Bana vuracağını düşündüğüm için gözlerimi kapadım, karşı bile çıkmadım.

Fakat beklediğim gibi olmadı, bunun yerine yakamı sertçe bırakıp beni ittin. Zaten bacaklarım tutmadığı için yere, dizlerimin üzerine düştüm.

Sanki kilometrelerce koşmuşsun gibi hızla inip kalkıyordu göğsün, etrafına bakındın. Ellerinin ne kadar titrediğini görebiliyordum, birkaç saniye hiçbir şey olmadı.

Duyduklarına inanmakta ne kadar zorlandığını, ne kadar canını yaktığını tahmin edemiyordum.

Odayı incelerken birden ağlamaya başladın, beklediğim gibi bir ağlama değildi, uzaktan yakından alakası yoktu.

Birisi bir uzvunu koparıyormuş, canından can alıyormuş gibi bir ağlamaydı.

Bağırıyordun, hatta öyle bağırıyordun ki istemsizce sıçramama neden oldu bu. Eğer bir apartmanda oturuyor olsaydık herkesin duyabileceği, muhtemelen birinin öldürüldüğünü düşünecekleri bir bağırmaydı.

Vücudumdaki bütün tüyler diken diken oldu.

Yanaklarından süzülen yaşları görüyordum. Ne kadar içli ağladığının farkındaydım.

Komodinin üzerindeki çerçeveyi aldın, Paris'te birlikte çekildiğimiz fotoğraftı bu. Louvre'da. Seni ikna edene kadar canım çıkmıştı, sadece benim fotoğraflarımı çekmek istiyordun çünkü. Çenemi omzuna yaslamıştım, ikimiz de gülümsüyorduk.

Çerçeve hemen arkamdaki duvarı boyladı, büyük bir gürültüyle parçalandı. Ellerimi kulaklarıma kapadım.

Durmadın, komodinin üzerinde ne varsa elinin tersiyle devirdin. Bize ait ne varsa tek tek fırlattın, paramparça ettin. Bunu yaparken hüngür hüngür ağlamayı bir an olsun bırakmadın.

Senin ağlayışın beni de aynı şekilde ağlatıyordu ama yerden kalkmadım, çünkü etrafına bile bakmıyordun elindekileri fırlatırken.

Odayı savaş alanına çevirdin.

Dolaplarda, çekmecelerde ne varsa döktün. Seni hayatımda ilk kez böyle görüyordum, karşımdaki sen değildin sanki.

Dağınıklığı inceliyordum, her yer her yerdeydi. Kulaklarım uğulduyor, midem bulanıyordu. Tepki bile veremiyordum.

O sırada az öncekilerden çok daha güçlü bir kırılma sesi duydum, hiç düşünmeden ayağa kalktım. Görmeden anlamıştım neyin kırıldığını. Boy aynasının önündeydin çünkü.

"Jungkook!" dedim, sonunda sana doğru atılırken. Ellerimi koltuk altlarından geçirip seni geri çektim, paramparça olmuş aynada yansımamızı gördüm. Elin de, ayna da kan içindeydi. Elinin üzerindeki cam parçaları vardı, felaket kanıyordu. Elin yumruk olmasına rağmen parmaklarının arasından kan damlıyordu.

"Dokunma!" diye bağırdın, sesinde aynı acıyla. Ağlayışın biraz olsun hafiflememişti.

Kendini benden çabucak kurtarıp uzaklaştın. "Dokunma bana!"

"Jungkook..." Adını tekrarladım yalvarırcasına. Ben de ağlamaktan konuşamıyordum, ne diyecektim ki zaten?

Gözyaşlarını, akan burnunu elinin tersiyle sildin. Kan bütün yüzüne bulaştı.

"Elin, Jungkook."

"Kes sesini!" Sesimi duymaya tahammülün yoktu. "Sus!"

Bunun sadece sinirli olmandan kaynaklanmadığını o an anladım. Öyle olsaydı, "Çok sikinde sanki!" gibi yorumlarda bulunur, benimle tartışmak için bana bağırırdın ama durum çok daha farklıydı. Gerçekten kendini çok zor tutuyordun ve ne sesime, ne de dokunuşuma tahammülün vardı. Krizdi bu.

"Sus," diye yineledin, bağırmayı bırakırken. Sesin şimdiden kısılmaya başlamış gibiydi. "Sus artık. Sus."

Konuşmuyordum.

Yavaşça yere çöktün, ellerini halıya yasladın. Kan halıya yayılmaya başladı, inlemelerin hıçkırıklara döndü. Omuzların sarsılıyordu ağlarken.

İyice eğilip alnını da halıya dayadın.

Çocuk gibi ağladın sonra.

Az öncekinden daha kötü etkiledi bu beni, şoktan arınmaya başlıyordum çünkü yavaş yavaş.

Yanına, o dağınıklığın, cam kırıklarının arasına oturdum, seni omuzlarından tutup kaldırdım. Kendime çekip sarıldım ama karşılık vermedin. İtmedin de. Hiçbir tepki göstermedin içini çekerek ağlamaya devam etmek dışında.

Bir yabancıya, daha doğrusu bir çocuğa sarılıyor gibi hissettim.

O an küçük bir çocuktun zaten.

Hiçbir farkın yoktu.

Sevgiler, Taehyung.

*****

Selam, nasılsınız?

Saat gece dört, kontrol etmeden yüklüyorum. Benim için yazması en zor olan bölümlerden biriydi, Jungkook beni çok zorladı.

Psikolojik olarak nasıl bir durumda olduğunu daha iyi görmüşsünüzdür diye umuyorum. Ne kadar hareketlerine hakim olamadığını da... Özellikle son kısmı çok iyi okumanızı rica ediyorum.

Önceki bölümde birkaç kişi neden Jungkook'a gerçeği söylemiyor diye sormuş, söyleyemez çünkü Jungkook evliliklerine engel olmaya çalışır ve Taehyung Eunbi'ye bir söz verdi. Çocuğun kendisinden değil de başka bir adamdan olduğu duyulursa hem kendi ailesi, hem Eunbi'nin ailesi korkunç tepkiler verir. Olay Eunbi'nin ya kendini öldürmesiyle, ya da tamamen rezil olması, Taehyung'un ona olan sözünü tutamaması, bunun sonucunda kızın babası ve abisi tarafından şiddet görüp reddedilmesiyle sonuçlanırdı. Yaşamasına izin bile vermeyebilirlerdi hatta Eunbi'nin de dediği gibi. Taehyung buraya kadar gelmiş, Jimin'le Yoongi'ye bile aynısını söylemişken onunla barışmayı düşünmediğini belli eden Jungkook'a gerçeği söyleyemezdi. Ona da aynı yalanı söyleyip her şeyi kesin sınırlarla bitirmeli, kendinden uzaklaştırmalıydı yani. Ki zaten bitmiş bir ilişkiden söz ediyoruz. Jungkook'un sondaki krizi boyunca en çok düşündüğü şey 'aldatıldım,' değildi. 'Beni seçmeyeceğini biliyordum,' ve 'hiçbir zaman yeterli olamadım.'dı. Aradaki fark umarım anlaşılıyordur şimdi.

Sizi seviyor, iyi geceler ve iyi okumalar diliyorum!! <3

Continue Reading

You'll Also Like

3.8K 562 18
ve bizler biliyorduk ki asla satın alamazdık devrimi
342K 31.7K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
239K 22.3K 27
010 ***: hamileyim jungkook: sen kimsin
1.9M 141K 55
"Bırak beni, bunu yapamam Rizgar! Sana bu kötülüğü yapamam, sevmediğin biriyle evlenmene göz yumamam!" Genç adam öfkeyle duvara vurdu. "Başka çaremi...