Cockeye's Song | Taekook

By suicidalones

335K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... More

11.07.2020
12.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
01.10.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
07.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
06.12.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
21.12.2020
23.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
21.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
03.11.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
08.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

26.11.2021

4.1K 496 1.1K
By suicidalones

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832

Jeon Jungkook

Jungkook,

Kendimi hâlâ toparlayabilmiş değilim.

Günlerdir ruh gibiyim. Bırak çalışmayı, yiyip içemiyorum, duşa bile giremiyorum. Yatıyorum, kalkıyorum, tekrar yatıyorum. Günde on sekiz saatten fazla uyumama rağmen -uyanık olduğumda da hiçbir şey yapamıyorum tavanı izlemek dışında- yorgunluğumdan bir türlü kurtulamıyorum. Şu anda bu mektubu nasıl kaleme alıyor olduğuma dair hiçbir fikrim yok.

Her geçen gün öldüğün gerçeği yüzüme daha fazla çarpıyor, bir tokat gibi. Fakat sanırım, en çok 21'inde çarptı, sana geçen mektubu yazdığım gün yani. O günden beri de bir türlü düzeltemiyorum kendimi ve hayır, nedeni mektubu yazmam değil.

Sana yazdığım mektubu bitirdikten bir saat kadar sonra, ki hâlâ sabahın körüydü, kapı çaldı.

Kim olduğuna bile bakmadan açtım, her kimse bir süre akademinin kapalı olduğunu söyleyecektim fakat karşımda gördüğüm yüz donakalmama sebep oldu.

Jimin'di gelen. 

Onu görmek, beklediğim en son şey bile değildi Jungkook. Hele son olanlardan sonra, kendinde bile değildir diye düşünüyordum ama buradaydı işte. Tam karşımda, benden çok daha güçlü ve dimdik duruyordu.

Yüzüne baktım, benimkinin yansıması bir dağınıklık aradım aslında fakat çok farklıydı ikimizin kederi. Gözleri kıpkırmızıydı ama benimki kadar şiş değildi, kaşları hafifçe çatıktı, dudakları da benimkilerin aksine sürekli titremiyordu. Neden bilmiyorum ama ben baygınlık geçireceğini, ağlamaktan hastanelik olacağını düşünmüştüm hep. Şaşırdım o yüzden onu öyle görünce.

"Jimin?" Adı dudaklarımdan döküldüğünde onun  da beni incelediğini fark ettim.

"Hapishaneye gitmişsin." dedi doğrudan. "Dün."

Başımla onayladım sadece.

"Cenaze." dedi, kısa, hiçbir duygu tonu bulundurmayan cümlelerle konuşuyordu. Göründüğünden çok daha kötü bir durumda olduğunun en büyük göstergesiydi bu. Saklamayı biliyordu hislerini. 

"Gelebilir miyim bilmiyorum." dedim ben de, karnıma bir ağrı girdi anında. "Gelmesem... daha iyi olur."

"Onun için bu kadarını yap bari." Başını hafifçe iki yana salladı. "Zaten bir tek ben, Yoongi, Namjoon, Seokjin hyung ve Sejun olacağız. Başka kimseye haber vermedim, gelen de olmazdı gerçi."

Beş kişi.

Vücudumdaki tüm tüyler diken diken oldu, Jungkook. Hayatın boyunca sürekli etrafın kalabalıktı, özellikle de hikayemizin yazmasını bana bıraktığın düşüş kısmında, herkes sana bayılıyordu. Bir dünya insan vardı çevrende.

Nasıl bu kadar kimsesiz kalmıştın?

Gözlerim yeniden doldu, derin bir nefes aldım. "Sejun ne zaman öğrendi? Yurtdışında sanıyordum."

Yani, en son seneler önce hakkında konuştuğumuzda temelli olarak babasının yanına döndüğünü söylemiştin sadece. Unutmamıştım.

"Öyleydi, bir süre önce döndüğünde Jungkook'la görüşmek istedi. Birkaç kez görüştüler, onun o halini görünce dönemedi. O da biliyordu yakın bir zamanda öleceğini, farkındaydı. Gidemedi o yüzden."

Tamamen istemsizce tırnaklarımı avuçlarıma batırdım, seni affetmiyordum, Jungkook. Hâlâ etmiyorum. Öyle bir planım olmadı hiç fakat son zamanlarında yanında Sejun'un olduğunu bilmek nedense beni darmadağın etti. Hiç bahsetmemiştin bana bundan mektuplarında. Keşke en başından tekrar karşılaşmasaydık ve onunla hayatına devam etseydin diye düşündüm hatta.

"Tamam." dedim birden. "Geliyorum, ne zaman?"

"Şimdi." Eliyle bahçenin dışındaki arabayı işaret etti. "Yoongi bekliyor arabada."

"Üzerimi.."

"Değiştirip gelirsin." Sanki zaman kaybetmeye hiç tahammülü yok gibiydi, başka hiçbir şey söylemeden çıktı bahçeden. 

Kapıyı kapatıp ellerimle yüzümü ovdum. Sejun'u görmek istemiyordum, cenazene de gitmek istemiyordum Jungkook. Elimde olsa yine, her sıkıştığımda yaptığım gibi şehir değiştirmek, kendime yepyeni bir sayfa açmak isterdim ama böyle bir şansım yoktu artık. Çünkü peşimdeki somut bir varlık değildi, ölümünle baş edemememin verdiği soyut duygulardı.

Soyut olmasına soyutlar, evet ama fiziksel olarak da canımı o kadar yakıyorlar ki unutuyorum bazen gerçek birer yara olmadıklarını.

Her neyse, kendimden beklemediğim bir hızla değiştirdim kıyafetlerimi. Siyah bir pantolonla yine siyah bir kazak giydim. Elime ilk gelen siyah kıyafetlerim bunlardı çünkü. Montumu da üzerime geçirip evden çıktım.

Yoongi'yi de görmeyeli seneler oluyordu.

Ben sen ve seninle ilgili her şeyi, herkesi hayatımdan o kadar keskin sınırlarla çıkartmıştım ki Jungkook, en yakın arkadaşım bile bana seni hatırlatıyordu bu noktada. Çünkü o zamanlar Jimin'le birlikteydi, peki Jimin kimdi? Senin en yakın arkadaşın.

Yine de o kadar kötü hissediyordum ki Yoongi'yle karşılaşacak olmak bile içimde hiçbir his uyandırmıyordu, bahçe kapısını arkamdan kapatıp önümdeki beyaz arabanın kapısını açtım, arka koltuğa geçtim.

Sürücü koltuğundaki Yoongi'yle göz göze geldik.

"Beklediğimden daha kötü durumdasın." dedi, selam bile vermeden. Bir selam beklemiyordum zaten. "Bu kadar üzüleceğini düşünmezdim."

Cevaplamadım.

Yoongi yaşlanmıştı, doğal olarak. Muhtemelen o da benim için aynısını düşünmüştür, otuzlarımızın sonlarındayız artık.

Ben konuşmayınca o da başka bir şey söylemedi, o eski havasından eser yoktu. Onu en son Seokjin hyung'un uyuşturucudan ötürü içeri girdiği gece böyle çökmüş görmüştüm. Sana değer verdiğini biliyordum.

Arabayı çalıştırdı, mezarlığa kadar üçümüz de tek kelime etmedik. 

Dünyanın en uzun yolculuğu gibi hissettirdi. Yirmi dakika falan sürdü ama bana bir ömür gibi geldi, mezarlığa girdiğimizde ve araba durduğunda tek isteğim eve dönmekti. Yapamayacak gibi hissettim kendimi.

Yine de indim arabadan.

Dünya ayaklarımın altından kayıyordu sanki, yürümeden önce birkaç saniye bekleyip etrafıma bakındım. Neredeyse kimse yoktu bizim dışımızda, saat çok erkendi zaten. 

"Bu taraftan." diyerek önden yürümeye başladı Yoongi, o uzun, arnavut kaldırımlı yolda attığım her bir adım nefesimi daralttı. Etraftaki mezarlıklara, mezar taşlarına bakmamaya çalıştım.

En sonunda yeni kazılmış bir mezarın önünde durduk, Sejun oradaydı. 

Berbat görünüyordu.

Hatta, utanmasam benden bile kötü durduğunu söyleyebilirdim Jungkook. O derece çökmüştü.

Gözleri kıpkırmızı ve şişti, gözaltları mordu. Rengi bembeyazdı. O soğukta üzerinde bir mont bile yoktu, saçları -maviydi, biliyorsundur zaten- yağlıydı. 

Yüzüme baktı.

Bakışlarını çekmedi de. Beni uzunca inceledi, orada olmamdan memnun değil gibi duruyordu. 

Bununla uğraşabilecek gibi hissetmediğimden ben kaçırdım gözlerimi.

"Namjoon'la Seokjin nerede?" diye sordu Yoongi ona.

"Görevlilerle gittiler." dedi, soğuktan çenesi titriyordu. Ağlamaktan da olabilirdi gerçi. "İmzalanması gereken birkaç şey varmış, cenaze töreni yapılmayacak demişsin, Jimin."

"Evet." dedi Jimin, boş çukura bakarken. "Tanrıya inanmıyordu sonuçta, o yüzden ne bir papaz ne de bir şaman istedi cenazesinde. Tören de yapılmasın dedi, zaten kimsenin gelip fotoğrafımın başımda ağlayacağı, çiçek bırakacağı yok dedi. Kendisi söyledi bana bunu. Kabul ettim ben de."

Bakışlarımı ayakkabılarıma diktim, gözlerim seninle ilgili duyduğum her cümlede biraz daha doluyordu. Jimin için ne kadar ağır bir yük olduğunu düşünemiyordum bunun, cenazenin nasıl yapılmasını istediğini ona anlatmıştın. Kelimesi kelimesine.

"Bana unutulmak istemediğini söyledi." dedi Sejun gözyaşları içerisinde, beynimden vurulmuşa döndüm.

Jimin'le ben refleks olarak ona baktık anında, gözlerim yanıyordu. Jimin'in de bunu beklemediğini görebiliyordum. Sejun burnunu çekti. "En azından öldüğümde güzel bir şekilde uğurlanmak isterdim hak etmiyor olsam da, buradan dışarı çıkabileceğim tek an bu sonuçta, dedi bir de."

"Sejun..." dedi, Jimin. O gün ilk kez sesinin titrediğini duydum. "Ne zaman... konuştunuz bunu?"

"Ayın on dokuzunda." 

Gözlerimi sıkıca yumdum, iki gün önceydi sadece.

"Resmen..." Hıçkırarak ağlamamak için zor durduğu her halinden belliydi. "O kadar farkındaydı ki durumun. Bu beni son görüşün muhtemelen dedi vedalaşırken." Nefeslenmek için duraksadı. "Jungkook bana sırf onu üç dört kez ziyarete gittim diye o kadar çok teşekkür etti ki... Benden seneler önce yaşanılanlar için o kadar çok kez özür diledi ki. Her seferinde sorun olmadığını söylememe rağmen sürekli tekrarladı bunları. Sonra normalde hiç söylemeyeceği tarzdan şeyler söyledi. Unutulmak istemiyorum, dedi. Hatta..." 

Dudaklarından bir hıçkırık döküldü, hafifçe öne eğildi ağlayarak. 

"Ağladı bile. Ve ağlarken ölmek istemiyorum, dedi. Aslında ölmekten korkuyorum bile ama ömrümü burada yalnız başıma geçirmek de istemiyorum ben Sejun, dedi."

Derin bir nefes alıp arkamı onlara döndüm, yüzümü ellerime gömdüm ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Saniyeler içerisinde gerçekleşti hepsi.

"Her şeyi..." diye konuşmaya devam etti zorlukla, mecburen ona doğru döndüm. Jimin şokta gibiydi, ağlıyordu fakat yüzünde herhangi bir mimik yoktu, sarsılmıyordu da. Gözyaşları hızlıca yanaklarından iniyordu sadece.

"Her şeyi ondan, neredeyse en başından dinledim. Ve sen," işaret parmağını bana doğru uzattığında kalakaldım. "Sen tüm bunlara rağmen, nasıl utanmadan gelebiliyorsun buraya?"

"Sejun, ne yeri ne de sırası..." Yoongi onu omuzlarından tutup geriye çekti.

Şok olmuştum, yaşanılanları algılayamıyordum bile. Ağlayışımı dizginledim cevaplamadan önce.

"Sen kimsin ki bana bu soruyu sorabileceğini düşünüyorsun?" diye yükselttim sesimi. "Kendinde bu hakkı nereden buluyorsun, Sejun? Yıllar önce siktirdin gittin zaten bu ülkeden, nefret etmiyor muydun sanki sen de ondan?"

"Bencil piç." dedi, benim aksime alçak bir sesle. Delirecek gibi hissettim, öne atılacak gibi olduğumda Jimin kolumu yakaladı. 

"Jungkook benim hayatım boyunca aşık olduğum ilk ve tek insandı." diye devam etti konuşmaya. "Bana yaptıklarını hak etmedim, hatta ondan nefret etmek de istedim ama bunun en büyük sebebi senin için kendine reva gördükleriydi. Daha en başından biliyordum senin onu hiçbir zaman onun seni sevdiği gibi sevemeyeceğini. Buradaki herkes biliyordu, sen de dahil. Bir o göremedi bunu. Sendeki nasıl bir kinse, senelerce bir kez bile ziyarete gitmemişsin Jungkook'u. Nasıl için el verdi onca mektuba rağmen? Ben bile bu kadar yıkılmışken, bir şekilde onu affedebilmişken sen nasıl bir kez bile konuşma şansı tanımadın ona? Üstelik bu hale gelmenizin en büyük sorumlusu senken."

"Kapa çeneni." dedim, dizlerim titriyordu, midem kelimenin tam anlamıyla ağzımdaydı ve Sejun'a sağlam bir yumruk atmamak için zor duruyordum. "Bir sik bildiğin yok, hiçbir şeye şahit olmadın. Jungkook benim hayatımı da, kendi hayatını da mahvetti. Her şey onun yüzünden başladı, benim de korkunç hatalarım oldu, evet ama eğer ki Jungkook-..."

"Ona en çok yardım etmesi gereken kişi sendin lan!" Cümlemi bitirmemi bile beklemedi, Yoongi onu iyice geri çekti. "En çok senin ona elini uzatmana ihtiyacı vardı, ama ne oldu? Yine kendini düşündün, her zamanki gibi. Seneler önce sizi bastığımda bile bana senin ilişkini bozmayayım diye yalvardı Jungkook, neden? Çünkü senin onu seçmeyeceğini biliyordu en başından beri."

Kolumu Jimin'in elinden kurtardım, Sejun'a doğru birkaç adım attım. Yoongi onu bırakıp ikimizin ortasına geçti bu sefer, bir elini benim, diğerini Sejun'un göğsüne yerleştirdi.

"Jungkook'la bunca sene birlikte olan, zamanında aşkından ölen ve onu senden daha iyi tanıyan bendim." dedim, sertçe. "Bana onu, beni ya da bizim başımızdan geçenleri anlatmaya çalışma bile. Kes sesini şimdi."

Cevap vereceği sırada bize doğru yanaşan adım sesleri duyduk, mecburen uzaklaşmak zorunda kaldık birbirimizden iyice. Kafamı çevirip sesin geldiği yöne baktığımda Namjoon'la Seokjin'i, ve arkalarındaki tabutunu taşıyan dört adamı gördüm.

Tüm sinirim uçup gitti.

Gözümün ucuyla Jimin'e baktım, ne benimle, ne de Sejun'la ilgileniyordu. O kadar kırgın ve sessiz bir ağlayışı vardı ki, bağırarak ağlasa bu kadar can acıtıcı olmazdı muhtemelen.

Namjoon beni tanımıyordu, ben de onu tabii. Sadece Seokjin hyung'un yanında gelen biri olduğunu görünce tahmin yürütmüştüm geriye başka bir seçenek kalmadığından. O da benim kim olduğumu anında anladı, gözleri kocaman açıldı. Yüzüme çok bakmadan Jimin'in yanına geçti, omzuna sardı kolunu sıkıca.

"Taehyung?" Seokjin'in bana seslendiğini duymama rağmen ona dönmedim, gözüm o cilalı, koyu kahverengi tabuttaydı sadece.

Görevliler hiçbir şey söylemeden oldukça dikkatli bir şekilde çukura yerleştirdiler tabutunu. Tüm vücudum kilitlenmişti resmen, ne yapacağımı bile bilemiyordum.

Yüzünü son kez görmek istedim, Jungkook.

"Ben..." dedim birden, istemeden oldu. Görevlilerden biri bana döndü.

"Ben... yüzünü görmek istiyorum. Son kez." 

Etrafımdaki herkesin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum, kimsenin böyle bir şeyi beklemediğine çok emindim. Ben bile beklemiyordum.

"Normalde kefene sarılı olduğundan izin vermiyoruz pek ama..." Adam hepimize baktı. "Epey az kişisiniz zaten. Birkaç saniyeliğine bakabilirsiniz."

İki kişi eğilip tabutun kapağını kaldırdıklarında isteğimden vazgeçmek üzereydim, birden gözüm korkmuştu çünkü. Cidden seni öyle görmek istiyor muydum?

Öte yandan, bu elimdeki son şanstı.

Başta kefen göründü, nefesim kesildi. Yine de alamadım gözlerimi, benim aksime Jimin sırtını döndü mesela tabuta.

Kefenin üst kısmını hafifçe açtılar sıyırarak, yüzünü gördüm.

Hâlâ bu hissi nasıl tarif edebileceğimi bilmiyorum, göğsüme sancılar giriyor.

O anda da aynısı oldu, birkaç adım atıp mezarına yanaştım. Yere, dizlerimin üzerine çöktüm. 

Seni tanıyamadım, Jungkook.

Saçların eskisine oranla daha seyrekti, inanılmaz zayıflamıştın. Bir deri bir kemik olduğun etrafına sıkıca sarılan kefenden bile belliydi. Hatta o kadar zayıflamıştın ki, elmacık kemiklerin dokunsam elimi kesecek gibi duruyordu, yanakların içe çöküktü, göz altların da öyle. Bir mermer kadar beyazdın, dudakların koyu bir mordu. 

Gerçekmiş gibi gelmedi.

Sana ölümü yakıştıramadım bir türlü.

"Jungkook..." dedim sadece. Elimi uzattığımda yasak olduğunu söylediler, dokunmadım sana.

Ağlayışım saniyeler içerisinde güçlendi, avuçlarımı toprak zemine yasladım, alnımı ellerimin üzerine gömdüm. Yere kapanıp hüngür hüngür ağladım, o esnada tabutunun üzerine çarpan toprağın sesini duyabiliyordum.

Öldüğünü en iyi o an anladım, senin gömüldüğünü fark edince yani.

Bir iki dakika sonra sırtımda bir el hissettim, Jimin olduğunu anlamak zor olmadı. Yanıma, yere çökmüştü. Beni tutup kaldırdı, bayılacak gibi duruyordu.

"Elini uzat bana." dedi, ağlamaktan nefes bile alamıyordum, yine de dediğini yaptım.

Avucuma bir şey bıraktı, yumruğumu kapatıp elime hapsetti bıraktığı şeyi de.

Ne olduğunu anında anladım, Jungkook.

"Jimin.." dedim, mümkünatı varmış gibi daha da içli bir şekilde ağlarken.

Yüzüme değil, üzeri neredeyse tamamen kapanmaya başlamış mezarına bakarken konuştu:

"Öldüğünde yüzük parmağındaymış hâlâ. Bana verdiler ama... sende kalsa daha iyi."

Avucumu açmadım, daha sıkı kapadım hatta. Kaldıramazdım çünkü. Jimin konuşmaya devam etti.

"Jungkook'la çok kavga ettim." dedi. "Tedavi olması için. Her seferinde reddetti, kemoterapi görmek istemediğini, ameliyatlara girmeyeceğini söyledi. Yaşayacağının bir garantisi bile yokken, daha doğrusu zaten yaşamak istemiyorken bu kadar acı çekmenin saçma olduğunu söyledi. Gözlerimin önünde eriyip gitti bir senede. İlaçlar, haplar ve iğneler ne kadar yardımcı olursa o kadardı işte. Bazen... Onu görmeye gittiğimde, ki hasta diye sık sık izinli olarak girebiliyordum, aniden delicesine öksürmeye başlıyordu, her taraf kana bulanıyordu. O halde bile endişelenmeyeyim diye gülümsüyor, sorun olmadığını, canının yanmadığını, normal öksürük gibi olduğunu söylüyordu. Araştırınca öğrendim ne kadar acı verici olduğunu. Jungkook büyük yanlışlar, hatalar yapmış olsa da hep aynı Jungkook'tu. Seninle son kez konuşmayı her şeyden çok istedi. Çok acı çekti, hem fiziksel hem duygusal olarak. Bir yandan artık tüm bu sikik şeylerle uğraşmak zorunda olmadığı için huzurluyum, diğer yandan hayatını neredeyse hiç yaşayamadığı için kahroluyorum. Ne acı."

"Bunları bana... neden anlatıyorsun?" diye fısıldadım. Kalbim binbir parçaya ayrılmıştı, Jungkook. Keşke bilmeseydim, diye düşündüm hatta. Keşke hiç konuşmasaydı Jimin. Bu cümleleri duymamış olsaydım.

"Onu affetmeyeceksen bile bunları bilmeni istiyorum çünkü. Acısını hisset istiyorum, bencillik ya da değil. Onun için üzül, bu durumu hiç unutama istiyorum. En yakın arkadaşımın son dileğini yerine getiriyorum, unutulmasına engel olmaya çalışıyorum."

Sanki seni unutabilmem mümkünmüş gibi.

Bunu ona söylemedim, cümleleri öylece asılı kaldı havada. İkimiz, hatta altımız, hiç konuşmadan o kapkara toprağın tüm tabutunun üzerini kaplamasını izledik. Görevlilerden biri tahtadan, geçici bir mezar taşı dikti mezarının üzerine geçici olarak. Jeon Jungkook yazıyordu üzerinde.

"Mermer hali on beş güne tamamlanır, değiştirilir." dedi adam, kazma ve küreği yerden alırken. "Başınız sağ olsun."

Namjoon'la Seokjin hepimizin yerine teşekkür ettiler. Sejun, ben, Jimin ve Yoongi tek kelime etmedik bir süre.

"Sejun." Yoongi'nin sesi böldü sessizliği. "Donacaksın soğuktan, seni evine bırakayım."

"İyiyim."

"Titriyorsun resmen, yürü hadi. Yapabileceğimiz bir şey kalmadı zaten artık. Sen de, Jimin." dedikten sonra birden duraksadı, Namjoon'a döndü.

"Benim bırakmama gerek yok gerçi. Geldiğine göre sen bırakırsın."

"Bırakırım." dedi Namjoon da, sesinde hiçbir düşmanlık yoktu Yoongi'ye karşı.

"Sen, Taehyung?" diye sorduğunda dönüp bakmadım bile ona. Gözlerimi mezarından alamıyordum bir türlü. "Buradayım ben. Gidin siz."

"Sen bilirsin." dedikten sonra Sejun'la birlikte uzaklaştılar, Sejun'un dönmek istemediğiyle ilgili bir şeyler söylediğini duydum ama bir etkisi olmadı.

Bir saate yakın oturduk yerde Jimin'le.  Dizlerimi kendime çekmiş, kollarımı da etrafına sarmıştım. Olabildiğince küçültmek istemiştim bedenimi, neden bilmiyorum. Bir elim hâlâ sımsıkı yumruktu.

"Hava çok soğuk." dedi Seokjin, o ve Namjoon bir saattir ayakta dikiliyorlardı. "Hasta olacaksınız. Eve dönün, yapabileceğimiz bir şey kalmadı. Tekrar gelirsiniz ziyarete."

"Evet, Jimin." diye destekledi Namjoon. "Hastalanırsan gelemezsin bir süre."

Sonunda Jimin de kabullendi mecburen, ayağa kalktı. Geçici mezar taşını hafifçe okşadıktan sonra bana döndü.

"Seni de bırakalım."

"Biraz daha kalacağım. Gidin siz, sen de dön, Seokjin. Ben taksiyle dönerim."

"Taehyung..." Beni ikna etmeye çalışacağını biliyordum.

"Yalnız kalmak istiyorum."

Ne kadar net olduğumu duyunca derin bir nefes alıp başıyla onayladı.

O üçü gidince tek kaldık.

En sonunda, yalnız kalınca açtım sıkmaktan bembeyaz kesilmiş avucumu. 31 Aralık 2012'de, yeni yıla girmemize saniyeler kala bana taktığın yüzüğün eşiydi bu. Benim sana taktığımdı. Neredeyse hiç paslanmamıştı.

"Yalancılar..." dedim sessizce. "Ne büyük yalancılarız biz, Jungkook. O gece verdiğimiz sözü yaşarken bile tutamadık."

Yüzüğünü kendi parmağıma takarken tekrarladım sözümüzü, "Seni asla bırakmayacağıma dair söz veriyorum." 

Gerçekten, Jungkook.

Ne büyük yalanlar. Ne büyük yalancılar...


Sevgiler, Taehyung.


*****

Selamlar, biraz korkarak giriyorum aslında bu yazar notuna.

Önceki bölümde gerçekten hiç beklemediğim kadar çok insanı ağlatmışım, asla bu kadar patlamasını beklemiyordum. Ben de en az sizin kadar şaşırdım gerçekten, inanın buruk hissediyorum hâlâ.

Öncelikle farkındaysanız Jungkook kısmında bir adres yok, öncekinde de yoktu. Buradan anlaşılır sanmıştım ama biraz zor tabii. Her neyse... Bu bölümden sonra geçmişe yönelik anlatmaya başlayacak artık Taehyung ama hislerini görelim istedim oralara dönmeden önce. Bir tık daha iyi anlaşıldığını düşünüyorum artık karakterinin.

Sonralıkla, Jungkook benim bugüne dek içine kendimi en çok kattığım karakterdi. Bana dehşet benziyor, maalesef. Normalde hiç yapmadığım bir şeydir, tamamen random gelişti ama. O yüzden genel olarak CS'u okurken zorlanan birkaç yakın arkadaşım önceki bölüm için kusura bakmasın... Ben de üzgünüm yani. Kolay olmadı pek.

Ve son olarak da bu bölümü yazarken listemde Duman - Melankoli'ye denk geldim ve sözleri birden o kadar hitledi ki, tam olarak Taehyung'un hislerini yansıtıyor gibiy resmen. Özellikle de şu kısmı:

Özledim seni harbiden
Aklıma da düşüverir aniden
İçince, açılınca
Bekledin sana gelmedim
Geceleri gönlümü eğledim
Uçunca, uyuşunca
Söyledin seni duymadım
Leylaya Mecnunu oynadım
Sevince, sevilince
Anladım ki yanılmışım
Öylesine yılana sarılmışım
Sen ölünce, gömülünce


Öyle kısacası.. :') Umarım bölümü seversiniz, sizi seviyor ve iyi okumalar diliyorum!! <3

Continue Reading

You'll Also Like

400K 32.4K 35
"Bana bugün öldüğünü söylediler sevgilim..." Angst
3.2K 286 20
Seni kurtaracağım Kim Taehyung. Vkook/yarı texting
68.3K 7.5K 25
"Ürkek bir serçe gibi eğme başını. Kaldır başını ve dimdik dur. Bu senin değil, ülkemin ayıbı. Hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk."
1.8K 202 10
Yazıp yazıp silinen mesajlar, gidilip görülmeyen yüzler, ardı arkası gelmeyen bir takım öpücükler. © chiwasyoon / 2020 / angst