Cockeye's Song | Taekook

By suicidalones

335K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... More

11.07.2020
12.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
01.10.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
07.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
06.12.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
21.12.2020
23.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
21.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
26.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
08.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

03.11.2021

3.5K 450 240
By suicidalones

Jeon Jungkook

Seul Merkez Hapishanesi

Uiwang, Gyeonggi Province

Güney Kore

03.11.2021

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832

Taehyung,

Bugün, muhtemelen tahmin de edebileceğin üzere sana gerçek anlamda beni en, en çok mutlu eden anılarımızdan birini anlatacağım.

Aslında mektupları yazmaya başlarken bu dönemlere geldiğimizde yazacaklarımı daha kısa tutarım diye düşünmüştüm ama bir türlü kendime engel olamadım. Nedendir bilinmez, başlarda çok zorlansam da mutlu olduğumuz anları yazmaya öylesine alıştım ki bir noktada, sanki hiçbir şeyin büyüsünü bozmak istemiyor, bu yüzden de gereğinden fazla şey anlatıyor gibiyim. Fakat bugünkünü atlayamazdım, en azından düşüş kısmına geçmeden önce birkaç mektup daha sadece güzel şeyleri anlatmak istiyorum. O yüzden başlıyorum anlatmaya.

Akademi çok kısa süre içerisinde bir düzene girdi.

İnanılmaz bir hızla öğrenci buldun kendine, lisemin oradaki akademiden tanıdığın birkaç kişi geldi, istifanı verdiğin akademiden de seni seven birçok öğrencin seni tercih etti. Alt katı güzelce döşedik, girişe yani 'bekleme bölümüne' büyükçe bir L koltuk, sehpa, halı aldık. Duvarlara birkaç çerçeve asıp etrafa bir iki saksı yerleştirdik. Katın en büyük bölgesi girişti zaten. Salon kısmını bir çalışma odası haline getirdik küçük sayılabileceği için. İki karşılıklı masa, bir kitaplık vardı içeride. Bir masa senindi, tüm evrak işlerini, gelip giden paraları, her şeyi orada hallediyor, kitaplıktaki dosyalara yerleştiriyordun. Diğeri benimdi. Henüz okula tekrar dönmediğim için çalışmıyor olsam da o masada ders çalışabileceğimi söylemiştin, o sıralar boş vakitlerimde gerek şarkı sözü, gerek ufak birkaç yazı karalamak için kullanıyordum masayı. Burayı da biraz canlandırmak istediğin için duvara devasa bir tablo -sahte bir basımdı elbette, bir eskiciden bulmuştun- asmıştın ve şansımıza ikimizin de favori ressamı Van Gogh'tu. O yüzden Rhone Üzerinde Yıldızlı Gece tablosu, bu odayı ikimizin de en sevdiği oda haline getirmişti. 

Yatak odasıysa... Öncesinde hayal bile edemeyeceğim bir şey olmasına rağmen, bizimdi. Çift kişilik bir yatak almıştık, elbette. İki tarafta da ufak birer komodin vardı. Evden kendi boy aynanı, halını ve gardrobunu getirdin, ikimizin de birçok eşyası oraya sığdı. Ben de kendi gece lambamı, birkaç posterimi, sık kullandığım eşyalarımı getirdim. Tarzlarımız birbirinin tamamen zıttı olduğu için oda biraz kararsız biri tarafından düzenlenmiş gibi duruyordu ama benim için olabileceği en iyi halindeydi. İkimizi de yansıtıyordu çünkü.

Mutfak için ekstra bir şey yapmamıştık. Kiraladığımızda da içerisinde dolaplar, buzdolabı ve ufak  bir masa vardı zaten. Sadece çatal bıçak, bardak, tabak ve birkaç tencere tava almamız gerekmişti ama hepsini sen almıştın zaten. Mutfak alışverişini de genelde sen yapıyordun. 

Haftanın çoğu günü birlikte burada kalıyorduk. 'Evlerimizde' kaldığımız gün sayısı epey azdı.  

Başlarda Jimin buna alınır sanmıştım hatta fakat işine geldiğini, en azından kendisinin de Yoongi'yle vakit geçirebileceğini ve gözünün önünde sürekli -duvar boyadığımız gece olduğu gibi- 'sağlıksız' şeyler yiyip onu da zorlayamayacağım için rahatladığını söyledi. Tabii yine sürekli görüşüyorduk ama bir noktada bu saçma bir şekilde dörtlü buluşmalara dönmüştü. Şikayetçi değildik tabii hiçbirimiz.

Gün içerisinde sen çalışırken, bizim 'ev' olarak adlandırdığımız bölgenin, yani bekleme bölümü hariç tüm giriş kattaki kapıların kapısını kilitliyorduk. Zaten ben de hâlâ üç işte çalıştığım için çok az evde oluyordum, olduğumda da eğer sen yukarıda öğrencilerinle çalışıyorsan, ya da birileri bekliyorsa arkadaşınmış gibi davranıp odamıza çekiliyor, anında uyuyordum. Dersin bittiğinde bir şeyler hazırlayıp beni uyandırıyordun yemem için çoğu zaman. Tatilimin olduğu tek gün de beraber biraz çalışıyorduk dans üzerine, seninle dans etmek hep çok keyifliydi ve benim için bir yabancı, ya da yasaklı kişi olmadığın için çok daha fazla eğleniyorduk bunu yaparken. 

Bu şekilde birkaç ay geçirdik, yaz mevsimine geldik en sonunda. Ağustos'un başındaydık. Öğrenci sayın da epey arttı, sen de çok yoğundun ve bir akşam yemeğinde -Yoongi ve Jimin de bizdeydi- bunun konusunu açtın.

"Jimin," dedin, ben herkesin bardağına şarap doldurmakla meşguldüm. Jimin karşımda oturuyordu, sana döndü. "Efendim?"

"Sonunda istediğin oluyor." Hafifçe gülümsedin. "Jungkook bu ay tüm işlerinden çıkacak, isterse pizzacıda devam edebilir tabii ama..."

Bunu beklemediğim için kalkan kaşlarımla sana baktım. "Ne?"

"Ne demek ne?" diye sordun, Jimin bir bana, bir sana bakıyordu. "Bundan sonrasını tek başıma halledebilirim. Sana zaten çok, çok fazla yük oldum. Yapmanı istediğimden de, gereğinden de daha fazla yardım ettin bana. Sen olmasaydın şu an burada oturuyor olamazdık, o yüzden benim için hiçbir şey yapmanı istemiyorum. Okullar da açılacak, o zamana kadar dinlenip sadece kendine odaklanman lazım."

"Yani..." dedi Jimin, ben cevaplayamayınca. Gerçekten de mutlu olmuşa benziyordu. "Taehyung doğru söylüyor, çok çalıştın, elinden geleni hiç ardına koymadın ve bundan pişman olmadığını da biliyorum ama bence de dinlenme zamanın geldi." 

"İyi de..." dedim sana iyice dönerek. "Hem kirayı ödeyip hem geçinebilecek misin? Yani ben pizzacıdan çıkmayı düşünmüyorum zaten, kendi geçinme paramı kazanabilmem gerek çünkü ama sana çok fazla şey kalıyor. Faturalar da var." 

"Endişelenme sen." dedin. "Eğer ödeyemeyecek olsam sana hepsini bırak diyemezdim, ki geçtiğimiz birkaç ay bunu diyememekten çok rahatsızdım ama yaz gerçekten iyi geçiyor. Halledebilirim. Bana bırak."

"Katılıyorum." diye lafa girdi Yoongi de, bir yandan da Jimin'in tabağına bakıyordu. Jimin geçtiğimiz aylarda gerçekten epey bir zayıflamıştı ve Yoongi'nin hareketlerinden anladığım kadarıyla bu aralarında bir problemdi. Ben de daha önce Jimin'e iyi olup olmadığını sorup bu konu hakkında konuşmaya çalışmıştım fakat konuşmaya pek açık olduğu bir konu değildi.

"Zaten inan ödeyemeyecek olsa senden işten çıkmanı hayatta istemezdi, garanticidir o."

"Öyleyim." dedin. "Öyle olmasam daha kötü olurdu, ben hallederim diyip halledemesem ve her şeyi elime yüzüme bulaştırsam Jungkook'un şu ana dek benim için yaptığı her şey boşa giderdi sonuçta."

"İkiniz de en iyisini yaptınız." diye onayladı Jimin. "Gerçekten çabaladınız ve emeğinizin karşılığını alıyorsunuz."

"İyi o zaman..." dedim, bir yandan gözümün ucuyla seni izlemeye devam ederken. Bu iş temposuna -her ne kadar çok yorucu olsa da- öyle alışmıştım ki sadece pizzacıya devam etmek hiçbir şey yapmamak gibi geliyordu kulağa.

O konu hakkında başka bir şey konuşmadık fakat akşam boyunca konu konuyu açtı, ve bir şekilde yurt dışından bahseder olduk. Jimin ve Yoongi, birlikte bir planları olduğunu söylediler.

"Hollanda'ya mı? Gerçekten mi?" dedim şaşkınlıkla. "E süpermiş, ne zaman?"

"Kışa doğru muhtemelen." dedi Jimin. "Bu sene benim son senem ya, çok fazla projem olacak. Kısa filmlerden biri için gidip görmek istiyorum, hem başlı başına çok güzel bir yer."

"Evet. Eşcinsel evlilik de yasal." Diye ekledi Yoongi, Jimin bunu duymaktan bıkmış olsa gerek, derin bir iç çekti.

"Sana seninle orada evlenmeyeceğimi söyledim Yoongi."

"Çok saçma ama, gitmişken evlenelim işte. Niye aradan çıkmıyor?"

"Evliliğimiz burada geçerli olmayacağı ve hayatımızın her alanında önümüze  bir engel olarak çıkacağı için olabilir mi, hayatım? Konuştuk ya bunu!"

Bu hallerine bakıp güldün. "Yoongi gibi birini evlenmek isteyecek kadar dize getirmiş olduğuna inanamıyorum."

"Lafa bak," diye yanıtladı Yoongi. "Gören de beni öncesinde playboy'dum zanneder."

"Öyleydin." dedin. "Yani özellikle üniversite yıllarında, sonuçta..."

"Tamam, sus. Kapandı eski defterler." dedi aceleyle, kaşlarım hafifçe kalktı.

"O zaman Taehyung'u sevmiyor muydun ki sen?" diye sordum, bu konuda konuşmaktan kaçtığımız zamanlar geçmişti artık. Eskide kalmıştı ne de olsa.

"Seviyor olmam bir cinsel hayatım olmayacağı anlamına mı geliyor?"

"Yani, o kadar aktifi de..." dediğinde Jimin tek kaşını kaldırdı. 

"Ben bilmiyordum bunu. Ne kadar aktif mesela?"

"Onu sana sevgilin anlatabilir." diyerek işin içinden sıyrıldın. Yoongi bir şey diyeceği esnada da devam ettin lafa. "Hollanda harika bir seçim olmuş bu arada, benim de kesinlikle gitmek istediğim yerler arasında. Hatta görmek istediğim ilk Avrupa ülkesi olabilir."

"Benim de öyleydi." dedi Jimin, Yoongi'ye 'sonra konuşacağız' gibisinden bir bakış atarken. "İnsanı çeken büyüleyici bir havası var." Dedikten sonra duraksadı. "Sen ilk nereyi görmek isterdin Jungkook? Bunu bilmiyorum bak, konuşmadık hiç daha önce."

Hafifçe omuz silktim. "Fransa elbette."

"Tam senlik, umutsuz vaka." diyerek güldü Yoongi. "Bazen sana gerçekten çok şaşırıyorum, bir insan nasıl bu kadar aşık, romantik, duygusal ve banel olabilir diye."

"İnan ben de bilmiyorum." dedim, hiç alınmadan. "Yapı meselesi galiba." 

"Nesi varmış?" dedin, başını omzuma yaslarken. "Ben onu bu yüzden seviyorum."

"Farkındayız onun." Yoongi çatalındaki patatesi ağzına tıkarken konuştu.

Konu konuyu açtı, gece geç bir saate kadar beraber oturduk. Birkaç gün geçti, Ağustos'un ortasına geldiğimizde diğer iki işimden çıktım, böylece evde geçirdiğim zaman inanılmaz arttı. Arada sırada seninle derslere girdim, boş vakitlerimde sürekli bir şeyler yazdım. Bu şekilde Ağustos'un son haftasına geldik.

O gün işten geç geldim, akşamcıydım çünkü. Saat ikiyi geçiyordu eve girdiğimde, kapıyı olabildiğince sessiz bir şekilde açmış, anahtarları şıngırdatmadan cebime koymaya çalışmıştım çünkü tüm gün ders verdiğin için erkenden uyuyakalıyordun haftaiçleri. Normalde uykun ne kadar ağır olsa da benim eve geç geldiğim günler genelde beni beklediğin için çabucak uyanıyordun, bunu istemiyordum elbette. Sen de yoruluyordun sonuçta. 

Yine aynı sessizlikle üzerimdeki motor ceketimi çıkarıp portmantoya astım, ayakkabılarımı çıkardım, elimi yüzümü yıkadım ve kapıyı kilitledikten sonra yatak odasının kapısını yavaşça araladım. 

Beklediğim gibi uyuyordun ve gece lambasını da açık unutmuştun, örtünün altına bile girmemiştin üstelik. Hemen başucundaki lambayı kapatmak için yatağın etrafından dolandım, o sırada az daha yatağın dibindeki kapağı açık, içerisine birkaç parça kıyafetini yerleştirdiğin valize takılıyordum. 

Kaşlarım istemsizce çatıldı. Valiz hemen ayaklarının dibindeydi, muhtemelen hazırlarken uyuyakalmıştın. 

Bir yere mi gidiyordun?

Bu benim için bir nevi travma olduğundan ellerim anında buz kesti. Beni terk edeceğini düşündüğümden değildi ama kendimi beni bırakacakmışsın gibi hissetmekten alıkoyamıyordum. Valiz hazırlayacağın kadar kesin bir şey vardıysa bana neden söylememiştin? Ne olduğunu anlayamıyordum bir türlü.

Saniyeler içerisinde kafamın içi onlarca olasılıkla doldu. Valizin üzerine basmadan yatağa, yanına oturdum. Derin bir nefes alarak saçlarını okşadım. "Taehyung, uyan."

Sesimle birlikte normal şartlarda imkansız olmasına rağmen anında uyandın. "Siktir," dedin uykulu bir sesle. Dirseklerinin üzerinde doğruldun. "Saat kaç? Uyuya mı kalmışım?"

"İki buçuk." dedim, sen tamamen oturur pozisyona geçip sırtını yatak başlığına yaslarken. Gözlerini ovdun. 

"Sadece beş dakika uyuyacaktım, içim geçmiş." Ofladın, sonra sana nasıl baktığımı fark edince elini alnına vurdun. "Her şeyin içine sıçtım şu an."

"Taehyung, neler oluyor?"

Kalbim kelimenin tam anlamıyla kulaklarımda atıyordu. 

"Bir yere mi gidiyorsun?"

"Evet." dedin, ardından komodine uzanıp çekmeceyi açtın. Bir zarf çıkardın.

"Nereye?" diye sordum, sesime yansıyan korkuyu gizleme ihtiyacı bile duymadan. Gözlerim doldu.

"Aç bak." Zarfı bana uzattın, bir şey söylemeden aldım elinden. Titreyen ellerimle açtım zarfı.

İçerisinde uçak bileti vardı.

Hem de iki tane.

Bir anlığına hayal gördüğümü düşündüm çünkü biletlerden birinde benim adım yazıyordu ve daha da saçması, bilet Fransa'yaydı. Paris'e.

"Ne?" dedim.

Bana yanaşarak yüzümü avuçlarının arasına aldın. "Sulugöz, şu suratına bir bak. Seni bırakıp nereye gidebilirim ki?"

"Taehyung bu bir şaka mı?" diye sordum, az önceki üzüntü kaynaklı gözyaşlarımın sebebi birden inanılmaz bir mutluluğa dönmüş, gözlerimi daha da doldurmuştu. "Nasıl olur bu? Pasaport, para..." Biletin üzerindeki tarihe baktım. Yarın öğlendi, daha doğrusu on saat kadar sonraydı.

Uzanıp dudaklarını yanaklarıma bastırdın. "Hepsini hallettim. Kaç haftadır senden gizli bir şeyler yapmaktan gözüme uyku girmedi. Sen uyurken kimliğini alıp pasaporta başvurdum, şükür ki anlayışlı biri denk geldi de seni çağırmak zorunda kalmadım, pasaport geldiğinde senden gizledim. Biletleri alırken, oteli ayarlarken, iş yerinden senin için izin alırken, dövize gidip para çevirdiğimde bile... Göreceksin diye ödüm koptu. Bu güne kadar geldim ama istediğim gibi sürpriz yapamadım yine, uyuyakalmışım çünkü. Yine istemeden seni ağlattım." Burnunu kırıştırdın. "Üzgünüm."

"Senin ne dediğini kulağın duyuyor mu?" diye sordum, o kadar şaşkındım ki ne tepki vereceğimi bile bilmiyordum. Hüngür hüngür ağlamakla kahkaha atmak arasında gidip geliyordum. "Taehyung, delirdin mi?"

"Gayet kendimdeyim." dedin. 

"Bu... biz..." Konuşamıyor, cümleleri kafamda toparlayamıyordum. "Sen ciddisin."

"Evet." Güldün. "Tabii ki ciddiyim. Kalkıp valiz hazırlamamız gerek, oyalanma sen de."

Ayaklanacağın sırada ellerinden tutup seni geri yatağa oturttum. "Bunun ne kadar büyük bir şey olduğunun farkında mısın sen?" diye sordum. "Bu kadar para... Sırf ben Fransa'ya gitmek istediğimi sadece bir kez söyledim diye..."

"Parayı dert etme." Ellerimi sıkıca tuttun. "Gerçekten, Jungkook. Gitmek istediğini söylediğin akşamdan beri kafamdan bir saniye çıkmadı, ne kadar mutlu olacağını düşündüm sürekli. Ayrıca sen benim için bunca şey yaptın, yapmaya da devam ediyorsun. Seni mutlu etmek istiyorum." Duraksadın. "Bunun için de elimden geleni yaparım. Ayrıca geçen doğum gününde burada bile değildim, konuşmuyorduk da. Kutlayamadım o yüzden. Onu da telafi etmek istiyorum. Öncesinde yapamadığım ne varsa yapmaya çalışıyorum işte."

Derin bir nefes aldım, gözyaşlarına boğulmamak içindi elbette.

"Jungkook." dedin, hafifçe gülerek. "Ağlayacaksan ağla, alıştım artık. Sorun değil."

"Ağlamayacağım." dedim, sesim titredi. "Sadece tüm bunlar..."

Ağlamaya başladım.

Beni kendine çekip sıkıca sarıldığında karşılık verdim, biraz ağladım boynunda.  Dudaklarını saçlarımda hissediyordum.

Kendimi olabildiğince çabuk toparlayıp senden uzaklaştım. "İyiyim, tamam."

Yüzüme, muhtemelen kan çanağına dönmüş gözlerime şefkatle baktın. "Emin misin?"

"Eminim." Islak yanaklarımı sildim. "Ne diyebileceğimi hâlâ bilmiyorum ama." dedim. "Çok teşekkür ederim, Taehyung. Ben daha önce hiç..." Birkaç saniye kafamda söyleyeceklerimi topladım. "Benim ilk aşkım sensin." dedim. "Son olacağına da hiç şüphem yok. Senden önce hiç sevmek, sevilmek nedir bilmiyordum. Hepsini seninle öğrendim, o yüzden de sen ne yaparsan yap, iyi de olsa, kötü de olsa beni senin düşündüğünden onlarca kat daha fazla etkiliyor"

Suratın inanılmaz hüzünlü bir ifadeye büründü. Dudaklarını benimkilere bastırdın, geri çekilmek yerine alnını alnıma yasladın. "Çok fazla hata yaptım." dedin. "Seni çok üzdüm ve sen tüm bu süreçte... çok küçüktün, Jungkook. O zaman fark edememiş olsam da öyleydin. Hepsi için ne kadar özür dilesem az."

"Hiçbirinin bir önemi yok artık." dedim. "Senden geldiği müddetçe her şeye razıyım. Yaşadığımız kötü şeylerden bile nefret etmiyorum o yüzden."

Şimdi dönüp bakınca, bunun ömrümün sonuna kadar benimle yaşayacak bir his olduğu konusunda yanılmadığımı fark ediyorum. Çünkü hâlâ öyle, Taehyung. Hâlâ yaşadığımız bir andan bile nefret etmiyorum ben.

Beni yeniden öpmeden önce, "Seni çok seviyorum." diye fısıldadın. Karşılık vermemi bile beklemedin.

Zaten seni sevdiğimi biliyordun. 

Tüm dünya biliyordu.


Sevgiler, Jungkook.

*****

Selamlaaar, nasılsınız? 

Bu bölümü yazmak gereğinden uzun sürdü, meşguldüm biraz. Önümüzdeki bölüm daha erken gelecek çünküüü Paris'e gidecekler. Cidden sabırsızlanıyorum bu kısmı yazmak için, hiç şakam yok kendi çektiğim fotoğrafları buldum sokakları mekanları daha iyi anlatabileyim diye. Güzel olacak diye umuyorum, sonrasında ise... Sizi şaşırtacak bir şeyle döneceğim diyeyim. Ufak bir spoiler olsun bu da.

Umarım keyifle okur ve bölümü seversiniz, sizi seviyorr ve iyi geceler diliyoruum!!

Continue Reading

You'll Also Like

344K 31.8K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
7.6K 892 29
Neden beni kurtarmak için ölümü göze aldın küçüğüm?Angst
191K 7.9K 36
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
336K 42.8K 41
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı slowburn⚠️