Cockeye's Song | Taekook

By suicidalones

335K 42.2K 39.5K

Bu mektuplarda yazacağım şey ise, seni on iki yıl öncesine götürmekle başlayacak. 2008 güzüne. Sana bizim hik... More

11.07.2020
12.07.2020
13.07.2020
17.07.2020
18.07.2020
24.07.2020
16.08.2020
25.08.2020
08.09.2020
20.09.2020
01.10.2020
05.10.2020
09.10.2020
05.11.2020
07.11.2020
27.11.2020
30.11.2020
06.12.2020
13.12.2020
16.12.2020
18.12.2020
20.12.2020
21.12.2020
23.12.2020
28.12.2020
17.01.2021
31.01.2021
05.02.2021
12.02.2021
04.04.2021
07.04.2021
23.04.2021
03.05.2021
14.05.2021
31.05.2021
06.06.2021
12.06.2021
02.07.2021
Özel Bölüm
29.07.2021
02.08.2021
09.08.2021
15.08.2021
17.08.2021
23.08.2021
28.08.2021
01.09.2021
11.09.2021
22.09.2021
03.10.2021
09.10.2021
18.10.2021
20.10.2021
25.10.2021
03.11.2021
15.11.2021
20.11.2021
21.11.2021
26.11.2021
01.12.2021
09.12.2021
12.12.2021
15.12.2021
18.12.2021
24.12.2021
11.01.2022
17.01.2022
20.01.2022
22.01.2022
26.01.2022
29.01.2022
30.01.2022
04.02.2022
08.02.2022
23.03.2022
21.11.2021 (II)
Özel Bölüm (II)

21.02.2021

4.3K 561 583
By suicidalones

Jeon Jungkook

Seul Merkez Hapishanesi

Uiwang, Gyeonggi Province

Güney Kore

21.02.2021

Kim Taehyung

Kim Dans Akademisi

Dokseodang-ro, 45-gil

Seul, ST 1832

Taehyung,

Nasılsın?

Bu soruyu sorarak girmiyorum pek mektuplara, farkındasındır bunun. Çekindiğimden sanırım biraz, ama yazdıklarımı okuyorsan eğer umarım sana nasıl olduğunu sorduğumda kendi kendine de olsa cevap veriyorsundur. Umarım iyisindir.

Ben... idare ediyorum işte. Namjoon hyung gitti, saçma bir üzüntünün içerisindeyim birkaç gündür. Git gide hafifler sanıyordum fakat daha da ağırlaşıyor gibi. Başım ne zaman bir şey söyleyecek olsam sağdaki boş ranzaya dönüyor, sonra önüme geri dönüyorum.

Namjoon hyung gitmeden önce bana evinin adresini bıraktı, lütfen bana da yaz diyerek. Yazacağım dedim, ama yazabilir miyim, yazarsam ne anlatırım hiç bilmiyorum. Belki de en iyisi, en güzeli bu korkunç yerle, özellikle de benimle bağını kesmesi olur. Böyle daha mutlu olacağına eminim çünkü.

Bir noktada, senden gizlediğim bir şey var. Komik aslında, çünkü okuyup okumadığını bile bilmiyorum ama olur da okuyorsan diye -ki otuz küsür mektup yazdım, hiçbirini ne okuduğuna dair bir işaret gönderdin ne de bir yanıt yazdın- söylemeye çekiniyorum. Çekinmek de değil aslında, korkuyorum.

Üzülüp üzülmeyeceğini bile bilmiyorum oysa.

Yine de bunu bir sır olarak saklamaya devam edeceğim, en azından bir süre daha. Belki bir gün... mektuplarımı aldığından emin olursam, o zaman karar veririm bunu seninle paylaşıp paylaşmayacağıma.

Şimdilik kaldığım yerden devam edeceğim anlatmaya.

Ertesi sabah, sabahın köründe dans kulübüne geldim. Sen bile gelmemiştin henüz, o derece erkendi çünkü uyku tutmamıştı bir kere. Attığın mesajlar çıkmıyordu ki aklımdan.

Kapının önünde gelmeni beklerken düşünüyordum. Ne söyleyecektim sana? Bana açık açık gelme, demiş birine ne diyebilirdim? Yalvaracak mıydım? Ne için?

Bilmiyordum, hiçbir fikrim yoktu. Zaten mantığımla hareket edebiliyor olsam orada bir işim de olmazdı.

Saat dokuza kadar kapının önünde oturdum, kulüp binası boştu. Gelen giden yoktu hiç. Sonra senin binaya girdiğini görünce çabucak ayaklandım. Elindeki telefona bakarak yürüyordun, beni görmemiştin. Kapının önüne gelip de anahtarı çantandan çıkartana kadar da görmedin.

Yüzünün aldığı şekli çok iyi hatırlıyorum, Taehyung. Şaşırmıştın ama sinirli değildin. Yorgun görünüyordun.

"Jungkook?"

"Konuşmak istiyorum." Doğrudan girdim lafa, gerçekten de konuşmak istiyordum çünkü. Bana cevap vermedin, gözlerini birkaç saniye kapattın, sen de ne yapacağını bilmiyordun.

Kapıyı açıp içeri girdiğinde seni takip ettim, arkamdan ittim kapıyı. Çok gariptik, ilk kez ikimiz de sakindik. Benim için alışılageldik bir şey değildi bu.

Ellerimi arkamda birleştirip sırtımı kapıya yasladım, sen de çantanı yere bıraktıktan sonra birkaç adım ötemde, karşımda durdun.

"Gelmemeliydin." dedin.

Evet, bunun farkındaydım zaten. Gelmemeliydim, en başından bu kulüpten uzak durmalıydım. Bunların hepsinin farkındaydım ben. Tek sorun kendime engel olamıyor olmamdı.

"Yapamadım." dedim, açık ve nettim. Kollarını kendi etrafına sardın, savunmasız görünüyordun Taehyung.

"Seni böyle görmek çok tuhaf." diye devam ettim, gülmekle ağlamak arasında bir ses çıkartırken. Eski Taehyung gibi bakıyordun bana. Gözlerinde o nefret yoktu. Ya da önceki akşam söylediklerinden ötürü kendimi buna inandırıyordum, bilmiyorum.

"Nasıl görmek?" Bakışların yüzümde oyalandı.

"Eski Taehyung gibi."

Keyifsiz bir tavırla güldün. "Mümkün değil bu. Eski Taehyung değilim ben."

"Ama ben eski Jungkook'um, öyle mi?" Diye sordum, öyle demiştin çünkü. "Ben de eski Jungkook değilim. Ama sen öyle olduğumu söylüyorsun."

"Jungkook, bak," duraksadın. "Bunu nasıl izah ederim bilmiyorum, tamam mı? Ama bu şey her neyse... bitmesi gerekiyor. İkimiz için de en sağlıklısı bu. Birbirimizden uzak durmak zorundayız." Kendi etrafına sardığın kollarının sıkılaştığını gördüm, yutkundun. "Çünkü bu iyi sonuçlanacak bir şey değil, hiçbir yere gitmeyecek, sadece birbirimize zarar vereceğiz. Anla beni. Senin de hayatında biri var, bunu layık görme ona."

Söylemek istedim, tam o anda sana 'sen istersen hayatımdaki herkesi çıkartırım' diyebilmek istedim çünkü hakikat buydu. Ben senin etrafında dönüyordum, Taehyung. Hayatıma kimin girip çıktığı önemli değildi, hiçbiriyle, ki Sejun olabileceklerin en iyisiydi, bir ilişki yürütemiyordum. Seni kendimden söküp atamıyordum çünkü.

Ayrıca bu konuşmayı senin yapıyor olduğuna inanamıyordum ancak yorgun yüzün ve kararmış göz altların senin de benim gibi zor bir gece geçirdiğini kanıtlar nitelikteydi, uyumamış, bunu düşünmüştün muhtemelen.

Sırtımı verdiğim kapıdan ayırıp sana doğru adımladım. Aramızdaki mesafe azaldı.

"Lafı yine beni tercih etmediğini söylemeye getiriyorsun, değil mi?" Birden o akşama dönmüştük, senin dizlerinin arasında oturduğum ve Amerika'ya gidiyor olduğunu söylemek için kıvrandığın akşama.

Yüzünde bir sürü duygu gördüm ama bunların en büyüğü acıydı. Canını yakmıştım, sen bir de beni görseydin.

"Jungkook..."

"Haklı olduğumda hep adımı tekrarlıyorsun." Hafifçe gülümsedim. "Nefret ediyorum bundan, adımı sürekli söylediğini duymaktan yani."

Adımı tekrarladığını duymayı sevdiğim tek an seni öptüğüm anlardı, Taehyung. Hep böyleydi bu.

"Tercih edilmek lafını kullanma." Dedin sakince. "Hoşuma gitmiyor."

"Yaptığın bu."

"Sen tercih edebileceğim bir seçenek değilsin ki." İsyankar bir ses tonuyla böldün lafımı. "Senin de bir ilişkin, bir hayatın var. Yanlış bir şey yapıyoruz. İlerlemeden bunu bitirmek istediğimi söylüyorum sadece."

Bir anlığına çok aptalca bir şey yaptım, tüm duvarlarımı indirdim sana karşı. En yapmamam gereken şeydi bu.

"Bunların hepsinin, hayatımdaki her şeyi geride bırakmamın senin tek bir lafına baktığını biliyorsun."

Kelimeler dudaklarımdan dökülür dökülmez bin pişman oldum bunu sesli olarak dile getirdiğime ama hepsi için çok geçti. Bunu hiç beklemiyordun, Taehyung. Darmadağın oldun resmen. Gözlerin doldu.

"Haklıydın." dedin sessizce. "Çok haklıydın hem de."

Cevaplamadım, ne konuda olduğunu bilmiyordum ama öğrenmek istediğim de söylenemezdi. Dolu gözlerini benimkilerden ayırmadan devam ettin konuşmaya, sesin fısıltıya döndü. "Ben korkağın tekiyim. Dünyanın en korkak insanıyım."

Sen ne kadar korkaksan, ben de o kadar aptaldım. Ağladığını görmek istemiyordum. Seni üzgün görmek istemiyordum, elimde olsa ağlamaman için senden özür bile dilerdim o an. Ama tuttum kendimi. Bir şey söylemedim, yanağına düşen damlayı silmemek için avuçlarımı sıktım.

"Bana asla böyle bir cümle kuramayacağın için mi?" diye sordum, öylesine bir soruydu. Bakışlarımı kaçırdım.

"Evet." dedin açık açık. "Evet, sana asla böyle bir cümle kuramayacağım ve hayatımdan hiçbir koşulda vazgeçemeyeceğim için."

"Beni benim seni sevdiğim gibi sevmediğin için." Diye düzelttim doğrudan.

Birkaç saniye sessizlik oldu, burnunu çektin. Çenemi tutup beni kendine bakmaya zorladın, ilk kez bu kadar nazikti tutuşun. "Sevemem, Jungkook." dedin.

"Seni sevmiyorum. Sevemem, olmaz. Yapamam bunu."

"Zaten sevseydin bu konumda olmazdık." İronik bir şekilde gülümsedim. "Beni tercih etmiş olurdun." Çenemdeki elini ittim. "Ben senin için sadece bir seçenektim, Taehyung. Hep kenarda duracağını düşündüğün bir seçenek. Ama sen benim için hiç seçenek olmadın."

O kadar üzgün görünüyordun ki dışarıdan bakan biri sen beni seviyormuşsun da ben seni reddediyormuşum zannedebilirdi.

"Üzgünüm." dedin, dediklerimi doğrularcasına.

"Bu hiçbir şeyi değiştirmez," dedim ben de. Tüm kanım çekilmiş gibi hissediyordum, başım dönüyordu. "Sürekli aynı noktaya gelmekten o kadar sıkıldım ki Taehyung." Sesim ağlarcasına bir tonda çıktı. "Yine aynı yerdeyiz, yine sana mutluluklar dileyip çıkacağım hayatından. Bu sefer ne olacak? Ben mi gitmeliyim bu ülkeden? Sıra bende mi? Sırf sen kendini tutamıyorsun diye beni bu hale getirmeye hakkın var mı? Madem olmuyor niye öpüyorsun beni, ne diye karşılık veriyorsun? Niye yaşanıyor tüm bunların hepsi?"

"Sen olduğun için." dedin, birden korkunç bir ciddiliğe bürünmüştü ortam. "Kendimi geri tutmaya çalıştıkça üstüme geldiğin için."

"Taehyung ben seni seviyorum," dedim, aniden çıktı ağzımdan. Sana bunu sesli olarak söylediğim ilk andı bu, kusacak gibi hissettim kendimi. Gözlerin şokla açıldı, ne yaptığımı fark edince kalbimin kulaklarımda atmaya başladığını duydum. Siktir, diye düşündüm ama olan olmuştu bir kere. Sana bunun benim için ne kadar zor olduğunu çaktırmamaya çalışarak devam ettim.

"Bu yüzden yapıyorum ne yapıyorsam, ama sen beni sevmiyorsun. Sevmediğin birine karşı neden tutamıyorsun kendini? O kadar mı düşkünsün uçkuruna?"

Cevaplayamayacak kadar şaşkındın, bir süreliğine baktın yüzüme öylece. Hızlıca toparladın kendini sonra.

"Olay o değil, biliyorsun." dedin. "Öyle biri olsam sorun tek bir kişi mi olurdu? Amerika'da defalarca kez aldatırdım Eunbi'yi."

"Neden ben o zaman?" Resmen yalvardım, nefret ettim ses tonumdan. "Neden ben çekiyorum bunun cezasını?"

"Benim çekmediğimi mi düşünüyorsun cidden?" Diye sordun. "Bunun vicdan azabının ne kadar ağır olduğu hakkında bir fikrin var mı?"

"Vicdan azabı." Diye tekrarlarken başımla onayladım. "Kim için? Benim için mi? Eunbi için mi?"

Gözlerini birkaç saniyeliğine yumdun. "İkiniz için de, Jungkook. Tamam mı? Ama en çok Eunbi için çünkü hiçbir şeyden haberi yok onun. Sen onunla olduğumu bildiğin halde uzaklaşmadın benden."

Derin bir nefes aldım. "Elbette, yine kötü adam rolü bende. Her zamanki gibi."

"Öyle söylemek-..."

"Öyle düşünüyorsun." Lafını böldüm. "Hayatına hiç girmeseydim çok daha mutlu olurdun, her şey senin için yolunda giderdi. Keşke benimle hiç tanışmasaydın, değil mi?"

"Evet, çoğu zaman böyle düşünüyorum." Reddetmedin bile. "Ama düşünmem bir şeyi değiştirmiyor."

Korkunç bir duygu karmaşası içindeydim, bu sakin konuşmayı istemiyordum. Kavga edip bağırıp çağırdığımızda birbirimizi bu kadar kıramıyorduk ama bu... korkunçtu çünkü söylediğin hiçbir şeyi sinirli olmana yorup sineye çekemiyordum.

"Çünkü sonuç olarak ne dersem diyeyim hayatımda bir iz bıraktın ve kolayca unutabileceğim bir yerde de değilsin." Diye ekledin.

Bir şey demedim, ne diyebilirdim ki? Sana seni sevdiğimi söylemiştim, sen de benim için unutulabilecek biri değilsin demek çok komik olurdu.

"Git, Jungkook." dedin ben cevap vermeyince. "Daha da zorlaştırmayalım."

Dudaklarımı birbirine bastırırken başımla onayladım. "Bir şey isteyebilir miyim?"

"Ne olduğuna bağlı."

Gülümsedim. "Seninle alakalı değil." dedim. "Kulübü... kilitlemesen olur mu? Akşamları en azından, yani, sen yedi gibi çıkıyorsun. Sonra ben kullanabilir miyim?"

Bakışların yumuşadı, şefkati gördüm yüzünde. "Elbette." dedin. "Ne zaman istersen. Geleceğini önceden haber verirsen kilitlemem."

"Teşekkürler, Taehyung." dedim, her şey için.

"Kendine iyi bak." Buruk bir şekilde gülümsedin. "Yarışmada başarılar."

Yanıtlamadım, hiçbir şey söylemeden çıktım kulüpten. Kalbim o kadar kırıktı ki ağlayamıyordum bile. Yine terk edilmiştim, tercih edilmemiştim ama bu kez daha kibar bir dille yapmıştın bunu. Kaba bir şekilde yapsaydın bu kadar üzülmeyeceğimi biliyordum, alışıktım çünkü ama sen yine bir yolunu bulup bana en çok zarar verecek şeyi seçmiştin.

Bilerek ya da bilmeyerek.

Şimdi biraz zaman atlayacağım.

Aradan bir ay geçti, bu bir ayın üç haftası Sejun'da kaldım. Eve doğru dürüst uğrayamadım bile ama artık daha iyiydi, değneklerle yürüyordu. Alçılarının da çok bir vakti kalmamıştı, testleri temizdi. İyileşiyordu, kendi işini kendi görebiliyordu.

Seninle yaşadığımız o diyalogtan sonra Sejun'la arama tuhaf bir soğukluk sızdı. Yani, zaten hep vardı. Benim açımdan en azından... fakat sanırım o da hissetmeye başladı bunu. Dört elle sarıldı bana. Hiç olmadığı kadar alttan aldı beni günlerce. Özellikle ilk hafta, Taehyung. Çok kötüydüm. Tarif bile edemeyeceğim kadar mutsuzdum, sadece yiyor, uyuyor, derslere giriyordum. Neyim olduğunu sorduğunda tartıştık, yine. Çünkü Sejun'a yalansız verebileceğim bir cevap yoktu ve bu beni sinirlendiriyordu.

İkinci hafta yarışma için şarkı yazmaya başladım. Dans kulübünden çekildiğimi çünkü Sejun'la ilgilenmem gerektiğini söyledim kulüptekilere, Jimin'e de tabii. Sejun başta benimle kavga etti. Evime dönmem için, dansa devam etmem için. İstemediğimi ve kendi kararım olduğunu kabullendirene kadar canım çıktı.

Muhtemelen canım çok yandığından -çünkü seninle hiç göz göze gelmiyorduk ama yeni öğrencinle, üstelik bir kızdı, seni çalışırken izlemek benim için ölüm gibiydi, sürekli ağlayasım geliyordu fakat tutuyordum elbette kendimi- sözleri yazmak tahmin ettiğimden daha kısa sürdü. Ben ne olduğunu anlamadan dökülüverdi kelimeler. Yanlış zaman, yanlış yer, doğru kişi. Teması buydu.

Üçüncü hafta eve döndüm. Jimin'i de annemi de çok özlemiştim, onlar da beni özlemiş gibi görünüyordu zaten. Özellikle Jimin, okulda görüşmemize rağmen iki gece yanımda yattı. Annemse... farklıydı.

Tam olarak nasıl tarif edilir bilmiyorum ama bu üç hafta ona hiç yaramamış gibiydi, arada arayıp sormuş olsam da onu bıraktığım gibi değildi. Çökmüştü, iyice zayıflamıştı ve gözle görülür bir farklılık vardı. Bitap görünüyordu, az konuşuyordu. Saçları, kıyafetleri... her şeyi özensizdi. Masayı toplarken ona iyi olup olmadığını sordum, iyi olduğunu söyledi. Odasına, yatmaya gitti sonra. Ben de pek üstelemedim.

Dördüncü haftaya geldik. Seni neredeyse her gün görüp de tek kelime etmediğim koca otuz gün demekti bu.

Salı akşamıydı, hava epey serindi o gün. İçmeye karar vermiştim, çünkü mutsuzdum. Her gün olduğu gibi, fakat bu kez üstüne Sejun'la tartışmam da eklenmişti. Sejun sessizliğimden rahatsızdı. Bir sorunum olduğunu ve onunla konuşmadığımı düşünüyordu, ben de telefonumu kapatmış, girdiğim ilk barda cebimde ne kadar para varsa içkiye yatırmaya karar vermiştim.

Yarışma önümüzdeki aydı, hepimiz deli gibi çalıştığımız için geç çıkıyorduk okuldan. Ben içmeye başladığımda saat zaten sekizi geçiyordu.

Epey içtim, ve zaten mutsuz olduğum için sarhoş olmaya yer arıyor sayılırdım. Normalde olduğundan daha kolay oldu sarhoş olmam bu yüzden. Biraz da param kaldı haliyle.

Saat on bile yoktu ben bardan neredeyse zil zurna sarhoş bir halde çıktığımda, bu kısımları tam hatırlayamıyorum bile. Tek bildiğim şey barmenin beni dışarı çıkarttığıydı, bu halde eve gidemeyeceğim için bir taksi çağırıp kampüse götürmesini istedim beni. Kulübün anahtarı bendeydi, girip içeride yatacaktım biraz. Kendime gelene kadar yani.

Kampüs yirmi dört saat açık olmasına rağmen saat dokuzdan sonra bomboş olurdu, kulüp binası özellikle, görevliler ışıklarını bile kapatırdı kökünden. Taksici adam beni yaka paça arabadan attığında -çünkü param yetmemişti- etrafa tutuna tutuna girdim binaya, hatta düşecek gibi oldum bir ara.

Bu kısımları da çok iyi hatırlamıyorum ama anahtarı çıkardım, kulübe girdim, kendimi koltuğa bırakır bırakmaz içim geçti zaten.

Sonra birden uyandım.

Daha ayıktım, kesinlikle farkındaydım bunun ama sarhoş olmadığımı söyleyemezdim. Çakırkeyifin bir tık ilerisiydi, doğrulup ayağa kalktım. Düşmedim ama sendeledim, kafam bir tuhaftı çünkü.

Işığı yakıp duvardaki saate baktığımda gece on ikiye geldiğini gördüm, bu sarhoşluğu atamamamın sebebiydi. Çok az uyumuştum.

Yine de delicesine sarhoş değildim en azından, eve gidebilecek kadar toplamıştım kendimi.

Elimi yüzümü yıkarsam kendime gelirdim, Jimin'i arayıp beni almasını isteyecektim hiç param olmadığı için. Telefonumu açıp hiç cevapsız çağrı bildirimlerine bakmadan cebime geri tıktım, elimle yüzümü sıvazlarken kapıyı açıp çıktım kulüpten. Aptal gibiydim o an zaten.

Kapıyı kilitlemem bile bir dakikamı aldı neredeyse, sonra arkamı döndüm.

Oradaydın.

Sizin kulüpte, gecenin bir yarısı. Çalışıyordun. Işık açık bile değildi aslında, binada hiçbir ışık yanmadığı için aynanın kenarına yerleştirdiğin gece lambasının loş ışığı ve bilgisayarın monitörünün yansıttığı ışık vardı ama camekan kısmın perdeleri açık olduğu için seni gayet net bir şekilde görebiliyordum. Neden o saatte orada olduğunu bilmiyordum, ama ben daha ne olduğunu bile anlamadan kendimi sizin kulübün kapısında buldum.

Kapıyı açtım, karanlık olduğu için sıçradın. Beklemediğim bir seviyede seksi bir parçaydı bu, kaşlarım havalanırken içeri girdim.

"Jungkook?" Sesindeki şok inanılmazdı, bilgisayara eğilip müziği kıstın. Gece lambası yeterince aydınlatıyordu içeriyi, romantik bir ortam bile sayılırdı. "Tanrım, ne yapıyorsun burada? Ödümü kopardın."

Kapıyı arkamdan kapadım, ne yaptığımı gerçekten bilmiyordum. Kalbim göğsümden çıkacak gibi atıyordu. Çok iyi görünüyordun, terlediğin için yüzün parlıyordu, üzerinde gri bir eşofmanla beyaz bir tişört vardı.

Ben daha cevap veremeden doğrulup bana yaklaştın. "Sarhoş musun sen?"

"Belki."

"Ne demek belki?" Nasıl bu kadar rahat konuşuyordun? Bir aydır adam akıllı uyku uyuyamamıştım ben, karşında avuçlarım karıncalanıyordu sana dokunma isteğimden.

"Çok değil." Diye değiştirdim cevabımı. "Kendimdeyim."

"Ne işin var peki burada?" Sesin biraz sertleşti.

"Uyuyordum." Neden sana hesap verdiğimi bile bilmiyordum. "Bizim kulüpte. Ayılmak için."

"Pek işe yaramış gibi durmuyor." Beni baştan aşağı süzdün. "Yerinde sallanıyorsun."

"Sen bir de geldiğimde görseydin." Hafifçe güldüm. "Nasıl bayıldığımı bile hatırlamıyorum."

Bakışların yüzümde oyalandı. "Ne diye içiyorsun bu kadar?"

"Senin yüzünden."

Cevaplamadın, nefes alış verişlerinin hızlandığını fark ettim. "Sarhoşken sana bir şeyler sormamalıyım."

"Gerçekleri duymaktan mı korkuyorsun?" Dudak büktüm. "Bunu sorsan ayıkken de söylerdim."

"Çenen çok düşüyormuş." Kendi kendine söylendin. "Eve gidebilecek misin? Sana bir taksi çağırabilirim."

"Gitmek istemiyorum." Sabrını zorluyordum, sakince bir nefes alıp yüzünü sıvazladın.

"Gitsen iyi olur."

"Sen ne yapıyorsun burada?" Diye sordum. "Bu saatte?"

"Uyku tutmadı, Jungkook." dedin. "Oldu mu?"

"Olmadı." İnandırıcı değildin, ayrıca arka planda çalan şarkı bunun için fazla seksiydi. Sana doğru bir adım attım. "İnandırıcı değil."

"Seni inandırmak zorunda değilim."

"Öylesin."

Yine başlıyorduk, bana ayırdığın muhteşem sabrın sonuna geldiğimin farkındaydım. Ellerimi pantolonumun arka ceplerine yerleştirdim. "İzleyeceğim sadece. Ben yokmuşum gibi devam et. Giderim sonra, söz."

"Hayır, Jungkook. Neden yapayım bunu?" Sesin sinirli çıktı.

"Neden yapmayasın? Sanatçı değil misin, öğrencinin önünde dans etmek bu kadar sorun olmamalı."

"Sonra gidecek misin?" Diye sordun öfkeyle. Başımla onayladım. "Tabii, ne zaman sözümde durmadığımı gördün?"

Dalga geçercesine güldün. "Hiç görmedim, tabii."

Şarkıyı değiştirmek için bilgisayara uzandığında seni durdurdum. "Hayır, değiştirme hiçbir şey. Ben gelmeden önce ne yapıyorsan onu yap sadece."

"Sen ne diye emir veriyorsun bana?" Diye sordun sertçe.

"Sen neden dediklerimi yapıyorsun ki?"

Cevaplamadın, iç çektin sadece. "Senden bir an önce kurtulmak için."

Alınmadım bile. Seni dans ederken izlemeyi o kadar seviyordum ki istersen bunu yaparken benden ne kadar nefret ettiğini anlat, yine sorun etmezdim.

İlginç bir şekilde dediğimi yaptın, ağır, baslı parçayı değiştirmedin. Sesini biraz yükselttin yalnızca.

Omzumu aynaya yasladım, sen de aynaya dönük dans ettiğin için karşı karşıya kalmış oluyorduk.

Gergindin, Taehyung. Havadaki o ağır tansiyonun farkında olan tek kişi olmadığımı buradan anladım, avuç içlerini eşofmanına sildikten sonra başlangıç pozisyonunu aldın.

Seksi bir şeyler olacağının farkındaydım, beni yanıltmadın da. Her bir hareketin, müziğe, bassa o kadar uyuyordu ki seni izlerken karnıma giren ağrıyı fark edemedim bile. Beni delirtiyordun, Taehyung. Kendinin farkındaydın. Ne yaptığının, vücudunu nasıl kullandığının, nasıl eğilip kalktığının, ellerini kendi vücudunda gezdirirken, boynuna sararken, göğsünden indirirken... ne yaptığını çok iyi biliyordun. Orada olduğumun farkındaydın. Bunu nasıl hem bu kadar feminen, hem de bir o kadar maskülen gösterdiğini çözemiyordum fakat tek bildiğim şey, aklımın başımdan alındığıydı. Nefesim kesilmişti, kalp atışlarım dakikada kaçı gördü bilmiyordum bile, üstelik hâlâ içkinin etkisindeydim ve kendimi tutmam mümkün değil gibiydi.

Sonunda durdun, yüzün kıpkırmızıydı. "Böyle işte." diye geçiştirmeye çalıştın. Bir şey söyleyemedim. "Ne var?" diye sordun sonunda yüzüme bakabildiğinde. "Ne bakıyorsun?"

"Bir şey eksik." Sesim beklediğimden daha boğuk çıktı, boğazımı temizledim. Su şişesine uzanırken gülercesine bir ses çıkardın. "Öyle mi? Neymiş eksik olan, profesör?"

Omzumu yasladığım aynadan ayırdım, elindeki su şişesini alıp yere bıraktım. Afalladın, şarkı başa sarmıştı.

"Biri." dedim. "Eksik olan şey bu. Buna biri lazım."

"Sen misin o da?" Alay edercesine sordun.

Güldüm. "Bilmem, denemeden göremeyiz." Arkana geçip göğsümü sırtına yasladım, kolumu karnına sardım. Diğer elimle elini tutup parmaklarımızı birbirine geçirdim, nefesini tuttun. Aynadaki yansımamızdan göz göze geldik.

"Bir daha dene." dedim fısıltı sayılabilecek kadar sessizce. "Sana ayak uyduracağım."

Hiçbir şey söylemedin, sırtın göğsüme yaslı olduğu için hızlanan kalp atışlarını hissedebiliyordum. Dediğimi yaptın, sen öne doğru hareket edince ben de sana uydum, senden ayrılmadan hareket ettim.

Bu noktada senin elin benim elimdi, çünkü elim eline kenetliydi ve ne yapman gerekiyorsa benim elimle yapıyordun. Kendi elini boynuna sardığın kısım da buna dahildi.

Kendini geriye doğru bıraktığında başın omzuma düştü, boynundaki elimi sıkılaştırdım. Normalde buradan aşağı inmen gerekiyordu ama seni yönlendirip yüzüne çıktım, çeneni sertçe tutup yüzünü benimkine çevirdim. Başın omzuma yaslı olduğu için yüzünü çevirmemle burunlarımız birbirine değdi. Bu bir ateşti, Taehyung. Delilikti.

Sonra elin aşağı indi, dolayısıyla benimki de öyle. Karnına sarılı olan kolumu geçtik, durmam gerekiyordu. Acilen.

Fakat durmadım, sen de durmadın. Ellerimiz eşofmanının lastiğine geldiğinde başını omzumdan kaldırdın, bakışlarımız yeniden aynada kesişti. "Hiçbir şey yapmayacağım," diye fısıldadım. "Sen yapacaksın."

İnanılmaz görünüyorduk, benim için yaratılmış gibiydin, Taehyung. Olması gereken en başından beri buydu sanki.

Karnındaki elimi boynuna çıkarıp seni iyice kendime yasladım. Bakışların kayıyordu, bayılıyordun buna. Üzerinde hakimiyetimin olması seni çıldırtıyordu.

Elim, daha doğrusu ellerimiz eşofmanından, hatta çamaşırından içeri girdi. "Benim elimle kendine dokunacaksın, ben hareket etmeyeceğim."

Boynundaki elimin altındaki nabzın o kadar hızlıydı ki inanamadım. Sen saatlerce dans etsen bile bu kadar yorulmazdın çünkü.

"Jungkook," diye inledin, gerçekten dizlerimin bağı çözüldü fakat tuttum kendimi. Yüzünü bana çevirdin, seni öpmem için yalvarıyordun, Taehyung.

Ben de bunun özlemiyle yanıp tutuştuğum için hiç beklemeden öptüm seni. O esnada elim daha da aşağı inmişti, dudaklarıma doğru inledin. Ama seni tutmadım, sen yapacaktın, ben değil.

Beni öperken ağlayacak gibiydin, elini benimkinin etrafına sarıp beni yönlendirdin. Seni kavramamı, hatta hareket etmemi sağladın. Tamamen uçmuştum çünkü sana dokunuyor olup da hareket etmiyor olmak benim için çok zordu, ama bundan alacağın hazzı düşünemiyordum bile.

Dudaklarımızı ayırıp çenemi omzuna yasladım, seni aynaya bakmaya zorladım. "Kendini görmen lazım." dedim. O an dünyanın en güzel şeyiydin çünkü, kızarmış yanaklarınla, hızla inip kalkan göğsünle, kayan bakışlarınla ve dolu gözlerinle, kendini tamamen bana yaslamışken... bana muhtaçken. Seni tutuyor olmasam düşecekken.

Elini hızlandırdın, bana bıraksan daha hızlı olurdum, elbette ama dediğim gibi kıpırdamayacaktım.

Hiç beklemediğim bir şey yaptın, boştaki elinle boynundaki elimi tutup yukarı çıkardın. İşaret parmağımla baş parmağım dudaklarının arasında yerini aldı, o an kasıklarımın sızladığını hissettim. Aynadan bana bakmayı kesmedin, meydan okuyordun kendince. Dilin parmaklarımın etrafına baskı yaparken nasıl ayakta durduğumu bile bilmiyordum.

Dudaklarımı boynuna bastırdım. "Yerinde olsam hareketlerine dikkat ederdim, seni yalvartmamı istemezsin, değil mi?"

Ellerim uyuşmuştu çünkü ikisi de gerçekten, olabilecekleri en iyi yerlerdelerdi. Bu söylediğimle birlikte elinin hareketleri hızlandı, dudaklarım boydan boya gezindi boynunda.

Sonunda kasıldığını hissettiğimde elimi ağzından çektim, bunu bekliyordum zaten. Ellerimizi eşofmanından çıkardım, zaten sırılsıklam ettiğin elim aldı yerlerini. Nefesin kesildi. Aynadaki yansımamıza baktım tekrardan. "Kendine bir bak," dedim. "Taehyung, beni ne kadar zorladığını tahmin bile edemezsin."

Hareketlerim seninkine oranla epey hızlıydı, oldukça yüksek bir sesle inledin, vücudun tamamen kasıldı, gözlerin kaydı ve çok hassaslaştığın için iki büklüm oldun. Parmaklarıma yayılan sıcaklığı hissettim.

"Jungkook..." dedin iniltilerinin arasından, dizlerini kırmıştın. Elimi çamaşırından çıkardım ama seni tutmayı bırakmadım çünkü titriyordun.

"Siktir." Diyebildin sonunda doğrulurken. Kıpkırmızıydın, elime baktın.

"Tanrım, ben... siktir." Nefeslerinin arasında konuşmak zordu, farkındaydım bunun. "Elin..."

"Sorun değil." dedim, gerçekten değildi. Seni şok edecek bir şey yaptım sonra, parmaklarımı ağzıma götürdüm. "Jungkook, sakın-..."

Cümleni bitiremedin bile, bakışlarımı seninkilerden bir saniye bile ayırmadım. Mümkünatı varmış gibi daha da kızardın.

Bir şey söyleyecek gibi oldun ama bunun bile seni delicesine etkilediğini görebiliyordum, bunun yerine ben parmaklarımı temizlemeyi bitirince beni yanaklarımdan tutup kendine çektin. Daha önce hiç öpmediğin bir şekilde öptün.

Dudaklarımız ayrılırken, "Sanırım bunu ödemem gerekecek." diye mırıldandın.

Güldüm. Evet, gerekecekti.

Böylece bu aldatma oyununu olabilecek en ileri seviyeye taşıyacak, içinden çıkılması mümkün olmayan bir kargaşaya süreklenmiş olacaktık.

Yeni başlıyorduk, Taehyung.

Sevgiler, Jungkook.

****

Saat gece dört buçuk, inanamıyorum kendime. Hiç kontrol etmeden paylaşıyorum, parça olarak dilediğiniz herhangi seksi türde bir şarkıyı seçebilirsiniz bu bölüm için. O yüzden koymadım audio kısmına, iyi okumalar ve iyi geceleer!!

Continue Reading

You'll Also Like

1.9M 141K 55
"Bırak beni, bunu yapamam Rizgar! Sana bu kötülüğü yapamam, sevmediğin biriyle evlenmene göz yumamam!" Genç adam öfkeyle duvara vurdu. "Başka çaremi...
189K 7.7K 36
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
2.9K 421 15
Kim Taehyung yazardı. Son zamanlarda hiç ilham gelmemesi üzerine bir kitapçıya gidip bir manga almıştı. O mangayı okur okumaz rüyalarına girmeye başl...
411K 34K 27
Melez Kaplan Taehyung, Melez Tavşan Jungkook ile sevgili olmak istiyordu Ha birde onu altında inletmeyi... [texting+düz yazı] #3 - taekook [13.08.202...