PORTOLA VALLEY ∣ Tamamlandı ♕

By bsrarikan_

1.8M 101K 20.9K

" Her doğum içimizdeki sancının sesidir. " " Değerli sağlık çalışanları , Portola Valley kasabasında çalışaca... More

♕Tanıtım♕
♕1.bölüm♕
♕2.bölüm♕
♕3.bölüm♕
♕4.bölüm♕
♕5.bölüm♕
♕6.bölüm♕
♕7.bölüm♕
♕8.bölüm♕
♕9.bölüm♕
♕10.bölüm♕
♕11.bölüm♕
♕12.bölüm♕
♕13.bölüm♕
♕14.bölüm♕
♕15.bölüm♕
♕16.bölüm♕
♕17.bölüm♕
♕18.bölüm♕
♕19.bölüm♕
♕20.bölüm♕
♕21.bölüm♕
♕22.bölüm♕
♕23.bölüm♕
♕24.bölüm♕
♕25.bölüm♕
♕26.bölüm♕
♕27.bölüm♕
♕28.bölüm♕
♕29.bölüm♕
♕30.bölüm♕
♕31.bölüm♕
♕32.bölüm♕
♕33.bölüm♕
♕34.bölüm♕
♕35.bölüm♕
♕36.bölüm♕
♕37.bölüm♕
♕38.bölüm♕
♕18 Mart ♕
♕39.bölüm♕
♕40.bölüm♕
♕41.bölüm♕
♕42.bölüm♕
♕43.bölüm♕
♕44.bölüm♕
♕Yürek Mürekkebi Karahindiba Tozuna Damladı♕
♕ 46.bölüm♕
♕47.bölüm♕
♕48.bölüm♕
♕49.bölüm♕
♕50.bölüm♕
♕51.bölüm♕
♕52.bölüm♕
♕53.bölüm♕
♕54.bölüm♕
♕55.bölüm♕
♕56.bölüm♕
♕57.bölüm♕
♕58.bölüm♕
♕59.bölüm♕
♕60.bölüm♕
♕61.bölüm♕
♕62.bölüm♕
♕63.bölüm♕
♕64.bölüm♕
♕65.bölüm♕
♕Karahindiba Tozu Satırlara Bulandı♕

♕ 45.bölüm♕

9.5K 714 413
By bsrarikan_

Mevsimin sise bulandığı o aralıkta genç kızın altında kömür karası gözleri soğuğa inat kor gibi parlayan kadifemsi bir at vardı. Yetkin hayvanla arasında semer yoktu. Yalnızca soluklarının karıştığı soğuk hava...

Gözlerini kısarak görüş alanındaki Merih Yıldızı'na baktı. Beyaz yeleli at, sahibinin himayesinde şaha kalkmak için ant içmiş görünüyordu.

Ölümün uğursuz çınlamalarını anımsatan rüzgar kuru dalları gökyüzünün griliğine doğru acımasızca sürüklerken ciğerlerinde gökyüzünün hakimiyetini hisseden atlar, aynı anda durmaksızın koştular koştular...Solukları kasabanın havasına karışana yer küreleri bin bir eşit parçaya bölünene dek koştular. Öyle hızlı yol kat ediyorlardı ki çamura bulanan geçmiş arkalarında kalıyordu. Dalgalı saçları rüzgarda uçuşuyordu. Redwood City arkalarında gittikçe ufalırken aynı düşünceleri ekmek kırıntıları gibi bölüşüyorlardı.

Uzakta bir tabela belirdi. Sonrasında ise mevsimin getirdiği kömür kokusu. Siyah at her nefes aldığında sıcak göğsü şişip şişip iniyordu. Tıpkı soğuk bir ameliyathanedeki yapay solunum cihazları gibi diye düşündü.Atlar git gide yavaşlıyordu.

Önlerinde bir çit belirdi. Ardından verandası olmayan tek katlı bir kulübe. Dörtnala koşma isteği susuzluktan kuruyan boğazında varlığını belli ederken hayvanların ikisi de yavaşladı. Sanki geçmişin gelecekle kesiştiği o sisli perdede rollerini layıkıyla yerine getirmek için biçilmiş birer kaftandılar. O anda gökyüzünden buzdan iğneler gibi iri yağmur damlaları dökülmeye başladı. İri taneler Los Angeles'ı ve onun bitmeyecek sandığı gök gürültülerini hatırlatırken atlar , çit sınırına gelmişlerdi.İri cüsseli hayvandan inerek Merih Yıldızı'na doğru yürüdü.

Soğuk bir salı akşamıydı ve saatler beşi otuz yedi geçiyordu. Tuhaftı. O akşamüstü sanki gecenin karanlığına teslim olmuş gibi kasvetli ve son derece çaresiz görünüyordu.

Düşüncelerinde bayatlayan görüntüler soğuktan karıncalanırken Portola Valley'de bir fırtına esti. İlkten kimse endişelenmedi. Fırtına kuru yaprakları önüne katıp ilerledi ve yayıldıkça çatıları da sarsmaya başladı. Bulduğu ne kadar oksijen varsa içine toz ve kum karışımını doldurdu. Toz bulabildiği her boşluktan yayılarak fırtınadan daha hızlı bir şekilde ilerledi. Kısa bir süre içinde fırtına fırtına olmaktan çıkmıştı artık. Havaya karışan toz örümcek ağı gibi genzini sardığında, tam karşısındaki görüntüye odaklandı; ama tek gördüğü şey nefesi kesilen kar beyazı bir at ve yılların acımadığı hayalet beyazı yüzüyle cesur görünmeye çalışan bir adam oldu.

Bahar, gözlerini kısarak bir zamanlar Herat'ın en güçlü askerine baktı.

Rex oldukça karizmatikti ve altmış üçüne merdiven dayamış biri gibi durmuyordu. Düzgünce tıraş edilmiş saçlarının kenarları yılların buladığı beyaz tozlardan nasibini almıştı. Bu ona olgun ama entelektüel bir hava katmıştı. Bahar Merih Yıldızı'nın bir adım önünde durup, gergin bir ifadeyle karşılaşınca bir an tereddüt etti.

"Bay Wilder..." diye mırıldandı. Nasıl soracağını bilemiyordu; bunun onun için ne kadar zor olduğunu tahmin edemezdi hele ki belirsizlikle geçen onca yıldan sonra... 

"Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"

Rex, haki yeşili takım elbisesinin içinde eski anılardan fırlamış gibi görünüyordu. Subay Rex olduğu, Qargha Gölü'nün sırlarını fısıldadığı zamanlardan, Romeo olduğu zamanlardan... 

"Tedirgin fakat güçlü." Yaşlı bir adamdan çok ilk kez buluşmaya giden bir delikanlı gibiydi.

Beş saat süren yolculuktan sonra Giselle'nin kulübesinin önüne gelmişlerdi. Rex, düşüncelerindeki yansımasına son bir kez bakarak Merih Yıldızı'nın başını okşadı "Geleceğimizi ona önceden bildirmeliydik. Bu şüphesiz daha centilmen bir hareket olurdu."

Karşısındaki ela gözlere uzun uzun baktı. Brendan'ın yaşlanınca hiç de fena görünmeyeceği aşikardı. Nihayet kelimeler dudaklarından çıkmayı başardığında " Ona söyleyemezdim," diye fısıldadı "Ya gelmeyi kabul etmeseydiniz ya son anda vazgeçseydiniz? Giselle'nin yorgun kalbi buna dayanamazdı."

"O'na benim geldiğimi söylemeliydik."

Rex elini göğsünün üstüne koymuş, asker künyesinin soğukluğuna sığınmıştı. Yaşlı adama elini uzattı, derin yanık izlerinin oluşturduğu buruşuk deri katmanlarının hassas cildine temas etmesi zihninde Rex'in hayatıyla ilgili birçok görüntünün belirmesine neden olmuştu.

"Onca yıldan sonra hayatına dahil olma bencilliğini göze alamam."

Parmaklarını sıkıca kavradı. "Asıl bencillik kalbimizde yeşeren sevgiyi yalnızca kendi topraklarımıza gömmektir. Bunu bana Herat'ta gözünü bile kırpmadan en ön cephede savaşan, ailesinin sorumluluğunu sırtlanmak adına kendi gözyaşlarını içine akıtan bir adam öğretmişti."

Fırtınanın savurduğu tozlar genzine dolarken kulübeye doğru ilerledi. Kapının tokmağını vururken soğuktan donan ellerini umursamıyordu. Yeşil gözler bir anlığına ela gözlerle buluştuğunda Bahar'ın içi o gözlere acı veren her ne varsa hepsini söküp atmak için yanan bir istekle doldu taştı. Bedeli her ne olursa.

Kulübenin kapısı sonsuz gelen birkaç dakikanın ardından açıldığında Giselle ona şüpheyle baktı. Kendi kaslarının da endişeyle gerildiğini hissedebiliyordu. Giselle soğuk hava akımına daha fazla müsaade etmek istemeyerek başını geri çekti. 

"Tanrım, Bahar seni beklemiyordum Redwood City'den ne zaman döndünüz?"

"Sizinle konuşmam gereken bir şey var Bayan Hector."

Soluk soluğa dizdiği kelimeler havada asılı kaldı.

Giselle ellerini kapıdan çekti. "Pekala, içeri gelsene."

"Aslına bakarsanız yanımda sizi görmek isteyen biri var."

Giselle'nin mesafelerle arası iyi olmayan yorgun bakışları bahçeye doğru kaymış olsa da havaya çöken sis Rex'i adeta görünmez kılıyordu. Yaşlı kadın çok eskiden bir verandanın bulunduğu bahçeye doğru birkaç adım attı. "Beni görmek isteyen her kimse, onunla beni burada bekleyin şimdi geliyorum." Sırtına şalını almak için içeri girdiğinde Bahar, Rex'e sağ elini kaldırdı. İşareti alan adam attan indi ve adeta savaşa yürüyen bir asker edasıyla çitlerle çevrili ufak bahçeye doğru ilerlemeye başladı. Bir yandan da asker künyesini sıkıyordu.

"Otuz yedi yıl sonra," diye fısıldadı Bahar.

John Rex Wilder, zoru göğüslemekten bir an olsun çekinmeyen bir adamdı ne var ki şu haliyle bir nefeste üflenen karahindiba çiçekleri gibi dayanıksız görünüyordu.

Giselle siyah şalına sarılarak dışarı çıktı. Gözleri bahçenin solunda çitlerin kenarına kilitlendiğinde, gözlerini kırptı.

"Rex..." diye fısıldadı gözyaşlarını içine akıtmaktan yorulmuş boğuk bir sesle.

Ne hissedeceğini bilemeyecek kadar şaşkındı. Kafası karışmış bir biçimde önce Bahar'a sonra da karşısındaki adama baktı. Yıllar, içinden akan bir nehir gibiydi.

"Bay Wilder, sizi görmeye geldi Bayan Hector. Sanırım size söylemek istediği bir şey var."

Ayrıntılar anlamını yitirmişti. Giselle, Rex'in bunca yıldır nerede ve kimlerle olduğuyla ilgilenmiyordu. O burada yanındaydı. Romeo evine ve kalbine dönmüştü hakikat buydu. Tanrım, kalbinden vurulmuşa dönmüştü dudaklarından kanın çekildiğini hissetti. Bir ölü kadar beyaz olduğuna emindi şuanda. Rex'i iki kez kaybetmişti. Uzun yıllar olmuştu. Parmaklarıyla tuttuğu şalı kırış kırış olmuştu. Kahverengi gözleri anın büyüsüyle kapanmayı unutmuştu.

"Giselle," diye mırıldanan Rex'in sesi ismin ağırlığından çatallaşıyordu. "Bakışların... Hiç değişmemiş."

Aslında bunu söylemeyecekti.

"Bayan Hector, Bay Wilder'ın aslında söylemek istediği şey..."

Rex, yaşlı kadına doğru birkaç adım attı. İçindeki soğuk hava sisli havaya karışıyordu. "Başka seçeneğim olmadığını sanıyordum. Benim hatam. Sevmediğim ve yalnızca ailemin onay verdiği biriyle yaptığım bu evlilik..." eliyle ensesini sıvazladı "Ruhumdaki binlerce pranga benim hatam."

Dudaklarından fırlayıp giden her yeni kelimeyle ruhunu arındırmaya ve rahatlamaya devam ediyordu. "Afganistan'dan dönebileceğimi bilmiyordum. Dahası her şeyimi bir imzayla kaybedeceğimi. O kilisede kahverengi gözleri üzerimde hissedeceğimi..."

Giselle'nin gözleri de en az ruhu kadar çaresizdi. Gözyaşları görüş açısını istila ediyordu. "Bir eylül sabahı benimle yeniden tanışmak istediğini söylemiştin." diye fısıldadı. Kelimeler hastahane kokusuna bulanan eski bir hatıranın etkisiyle dudaklarını yakıyordu.

Yaşlı adamın şakaklarındaki beyaz saçlarla çerçevelenen yüzü hüzne bulanmıştı. Bahar onun yanına gitmek, titreyen ellerine güç vermek istiyordu. Ama yapmadı.

" Orada olduğumu, siz bağlılık yeminlerinizi ederken tam karşında durduğumu en başından beri biliyor muydun?"

Rex, başıyla onayladı.

Giselle, derin bir nefes alarak bakışlarını kaçırdı. İçinde bulundukları sis sanki onları yutacak gibiydi. Son bir kez genç ebeye baktı. Geçmişine tanık olan o yeşil gözlerine... Ve arkasını dönerek kulübesine doğru ilerlemeye başladı. Kalbini bulandıran bu itiraflar zihnindeki kara pençeyi uyandırıyordu.

Boğucu sis uzaklaşmıştı. Uzaklarda öten bir karga sesi dışında kasabada çıt çıkmıyordu. Rex boynundaki asker künyesini sıktı sıktı sıktı. Ta ki genç bir soluğu yanı başında duyana dek.

"Onu yine kaybettim,"

Bahar yersiz özürlerine bir yenisini eklemek için hazırlandı. Oysa ki yaşlı adamı Giselle ile bir kez yüzleştirmek için bütün gece dil dökmüş, geçmişin tabularına sırt çevirmiş sonunda emeline ulaşmıştı. Ne var ki geçmiş, acılarla beslenip geleceğin gırtlağında meyve vermişti.

Elinde oluşan ufak kesiğe aldırmayan Rex, "Gidelim," dedi.

Bahar'ın kalbi paramparçaydı. Bir an için Rex'i o muntazam kulübesinde piyanosunu çalarken hayal etti. O gece... Odaya girmeseydi... Her şey daha farklı olurdu diye düşündü. Eğer o delici ele gözleri öylesine çaresiz görmeseydi...

Siyah ata doğru henüz birkaç adım atmıştı ki kulübenin önündeki hareketlilik dikkatini çekti. Giselle, önce ona ardından bir zamanlar aşık olduğu adama baktı.

Yılların biriktirdiği hüzün Rex'in göz kenarlarında birikmiş gibiydi. Hatalar yapılmış ; fakat bedeller henüz ödenmemişti.

"Romeo," diye seslendi Giselle. Ela gözlerini kırpıştırıp yutkundu duyduğu kelimenin ağırlığı altında ezildiğini hissediyordu.

Titrek adımlarla Rex'e doğru yürüdü. "Neden şimdi?" diye sordu. Yaşlı adamın buna verecek cevabı yoktu. Kalbinde taşıdığı kadının karşısına çıkacak cesareti olmamıştı hiç. Onlar farklı topraklara gömülmesi gereken tohumlar gibiydi. Yan yana yeşermenin ne demek olduğunu bilemezlerdi.

Yaşadığı sarsıcı şok Giselle'nin kanına işliyordu. "Otuz yedi yıl sonra," diye mırıldandı "Yokluğuna alışmışken seni üzeri kanlı haçlarla dolu toprağa gömdüğüme inanmışken geldin. Buradasın hatalarının bedelini ödemek için karşımdasın."

Bir şeyler söylemek için dudaklarını araladı, Giselle titreyen parmaklarını önce göğsüne ardından yorgun adamın dudaklarına götürdü. 

"Evine hoş geldin."

Duyduklarının sarhoşluğuyla bir an için ne diyeceğini bilemedi. Her şey o kadar... Ani gelişmişti ki böylesi bir karşılaşmayı yapabileceğine ihtimal dahi vermiyordu. Birden umulmadık bir şey oldu. Güçlü kolları Giselle'yi sardı.

Bahar, ikisi kulübenin önünde buluştuğunda alt dudağını ısırdı. Rex, Giselle 'ye sarılıyor beyazlayan saçlarını kokluyor karşısındaki mucizeye inanamayarak bakıyordu. Oval yüzünü avuçlarının arasına aldığında sebebi olduğu gözyaşlarını öperek silmek istiyordu.

"Üzgünüm," diye fısıldadı.Kadının saçları göğüslerine değiyordu. "Sana yaşattığım ve yaşatamadığım her şey için üzgünüm,"

Giselle karşısındaki ela gözlere bakabilmek için başını kaldırdı. John Rex Wilder ciğerlerindeki her bir zerreyi dolduran, eksikliği otuz yedi yıl boyunca taşınan bir günah gibiydi. "Hayır, Rex karşına çıkacak cesareti bulamadığım, senin beni sevmediğine inandığım için asıl ben üzgünüm. Senin öldüğüne inandığı-"

Rex, bir hayalet olmadığını kanıtlamak istercesine kapanmıştı kadınının dudaklarına. Tıpkı Qargha Gölü'nün sularında dağılan yosunlar gibiydiler şimdi. Birbirlerine sarılmış vaziyette yılların onaramadığı yaraları sarmaya çalışıyorlardı.

Bahar'da öyleydi mevsimin soğuğu içine işlerken orada öylece dikilmiş kendi dikiş tutmaz yaralarını düşünüyordu. Gözyaşlarının ne zamandan beri aktığı hakkında bir fikri yoktu, siyah kamyonetin ne zamandır çitlerin ardında olduğundan da.

Kızaran gözlerini silerek yola baktı. Kanı damarlarını zorluyor akışı kulaklarında duyuyordu. Brendan'ın ne zaman döndüğü, burada olduklarını nasıl bilebildiği, babasının yaşadığından haberdar olup olmadığı gibi binlerce soru baloncuğu zihninde birbiri ardına patlıyordu. Aklı ona ihanet ediyordu.

Rex, Giselle'nin elinden tuttu "Konuşacak o kadar çok şey var ki. Sana anlatmam gereken,"

Elleri öyle nazikti ki yaşlı kadını tutarken beyaz bir güvercini sarmalayan güvenli bir yuva gibiydi. Korkuyordu. Yitip giden zamandan, yenik düştüğü savaşlardan en çok da kendinden.

*

İçini kaplayan sis gitgide dağılırken Bahar karşısındaki siyah kamyonete bakıyordu. Tanrım, adamın ifadesi seçebildiği kadarıyla donuktu. Kavisli kaşlarının çatılması, çenesindeki ufak gamzenin yanındaki ufak jilet izi ve yorgun bakışları... Anlaşılan genç adam için kasabada işler yolunda gitmemişti.

Çatılan kaşlar ruhuna mızrak gibi saplanırken, kamyonete doğru ilerledi. Hiç kimsenin bu değerli anı mahvetmesine izin veremezdi. Bu kalbinin ritmini değiştiren adam olsa bile.Titreyen çenesinin soğuktan bu şekilde davrandığına inanmak isteyerek çitlerin yanına doğru yürüdü. Dişlerini o kadar sıkıyordu ki çenesi ağrıdı.

Kamyonetin yanına geldiğinde sis yüzünden bulanıklaşan görüşü bir nebze de olsa netlik kazanmıştı. Brendan arabasına oturmuş, dalgın bakışlarla sabit bir noktayı izliyordu. Elinin altındaki direksiyonu o kadar sıkı kavramıştı ki genç kız parmak eklemlerini olanca netliğiyle görebiliyordu. Neler hissettiğini anlamak güçtü. Delici ela gözler odak noktasını değiştirmemişti;  tuhaftı çünkü Bahar bir an için kalbinden geçenleri okuduğu hissine kapıldı. Ona her şeyi en başından anlatmak istiyordu.

"Arabaya bin." diyen sert sesi yaklaşan gök gürültüsünün habercisi gibiydi.

Bir an için kelimeleri idrak edemedi.

"Arabaya bin." dedi tekrar.

Düşüncelerinin istikameti ona piyano çaldığı akşama gitti. Nasıl da okşuyordu gönlünün notalarını. Omzu kanadığında tedirgin olmuştu ve adam onu kısmen de olsa rahatlatmıştı.  Redwood City'ye davet ettiği geceyse kollarının arasında uyumuştu.İç çekti. Nedeni her ne olursa olsun onun yanında güvendeydi.

Düşünce kırıntıları ziyan olmaya başlarken arabaya binerek içli bir soluk aldı. Soğuk hava dalgası tenini yalamıştı. Yüzüne bakma gereği bile duymadan vitesi geri attığında Bahar "Pekala," diye mırıldandı " Bu konuşmayı yapmak benim için de yeterince zor. Ailenin özel hayatına burnumu sokmamalıydım belki de fakat ben yani gördüklerin-"

"Anlatacakların umurumda mı sanıyorsun?" Duygusuz sesine kamyonetin uğultusu eşlik ediyordu. Kasvet grisi bulutlar kasabayı kuşatıyor, liften yapılma sisi parça parça kesiyordu.

Uzun süren sessizliğin ardından çamurla kaplı yola girdiklerinde yanındaki adama özgürce bakma cesaretini yakalamıştı.

"Ben...Yani biz nereye gidiyoruz?"

Dakikalar sessizliğe soyunmuş gibiydi. Genç adam varlığını umursamıyordu. Bahar'ın güçlü içgüdüleri Portola Valley'in çıkışına yakın bir yerlerde bulunduklarını söylüyordu hepsi bu.

Kamyonet görüş açısında sert taşları yıllar önce dizilmiş üzerleri paslı haçlarla çevrili karanlık bir harabenin önünde sarsılarak durdu. Başlarının üstünde kavaklar, sedir ağaçları ve sise meydan okuyan kibirli çam ağaçları sallanıyordu. Sol tarafta suyu kurumaya yüz tutmuş ufak bir su kaynağı çukur yatağında yılan misali kıvrılıyor; çamura bulanan duvarlarına uğursuz karga uğultuları eşlik ediyordu. Bahar sol tarafındaki ağırlığın baskın geldiğini hissediyordu.

Akşamın gri saatleri Portola Valley Mezarlığı'nda bir büyü gibiydi genç kız içinde bulunduğu o an ,tarihlerin esaretindeki soğuk mermerlere bir cadının uğursuz değneğini değdirdiğini hayal etti. İyi bir şekilde muhafaza edilmiş olsa da tarihi mezar taşlarının kimisi toprağa batmış kimilerinin ise üzerindeki tarihler silik silikti. Orada öylece dururken işte şimdi hiçbir şeyden emin değildi. Giselle 'den Rex 'ten hatta kendinden bile.

Mezarlığı saran kasvet zamanın yelkovanında asılı kalmışcasına zihninin oyuklarında süzülüyordu. Tanrı aşkına, mezarlıkları sevmezdi. Acil serviste çalıştığı dönemde gözlerinin önünde can veren onlarca insana tanık olmuş olsa da anlaşılan bazı şeyler hiç değişmiyordu. Morg soğuğunu andıran fırtına çenesinin titremesine neden oluyordu. Brendan kamyonetin kapısını büyük bir gürültüyle açıp kapattığında ölüden değil diriden korkması gerektiğinin bilincinde değildi henüz.

Ne yapmaya çalıştığı hakkında hiçbir fikri yoktu. Buna rağmen peşi sıra kamyonetten indi. Öfkeli miydi ya da hırslı? Zihnindeki sokak fenerleri tek tek sönüyordu. Çarmıha gerilmiş ruhların şahitliğinde buraya gelmelerinin nedenini sorgularcasına bakıyordu.

Ela gözlerini gökyüzüne çevirdiğinde toprak ayaklarının altından kaydı, fırtına çoğaldı. Genç adam mezarlardan birine eğilerek bir avuç toprak aldı. Nemli koku burnuna dolana kadar Bahar ruhuyla buluşan topraktan bihaberdi.

Genç adam gözlerini kısarak toprağa bulanan iri ellerini sıktı. Gerginleşen vücudunun duruşunda insanı geri adım atmaya zorlayan her ruha ulaşan bir güç vardı. Aldığı riskin son derece farkındaydı. Ne var ki bazı bedellerin ödenmesi gerekiyordu. Kısacası başka çıkar yolu yoktu.

Ona bu kadar yakın olma saçlarının kokusunu alma arzusu daha önce hiç bu denli baskın olmamıştı. Ve Brendan da arzularına belirli bir noktaya kadar dur diyebilen bir adamdı. Üzerlerinde yükselen aç bir karganın yüksek perdeden attığı çığlık adeta o noktanın işlevini yitirdiğini haykırıyordu.

Ani bir hareketle yüz yüze gelecekleri şekilde kıza doğru döndü. Olabildiğince sert olmaya ihtiyacı vardı, onu cezalandırma eğilimi ağır basıyordu. Fakat içinde bir yerler ona haksızlık ettiğini haykırıyordu.

Bahar, meraktan bilye kadar büyümüş gözleriyle gözlerine bakınca içinde suçluluk duyguları kabardıysa da bu aptal histen kurtulmaya kararlıydı ; oysa yalnızca hayatlarına gece ayazı gibi çöken bu meraklıyı ehlileştirmek istiyordu.

Sorgu dolu bakışlarını üzerinden çekmeden nihayet, "Neden buradayız?" diye sordu Bahar.

Brendan ona dik dik baktı. Vücutları birbirine bu denli yakınken sağlıklı düşünmesi beklenemezdi. Kabul etmek istemediği nedenler kanını alevlendirirken "Bu defa çok ileri gittin." dedi.

Üzerine çöken tehdidin açıkça farkında olan kadın bir adım geriledi.

"Ben... Yalnızca mutlu olmalarını istedim. Bayan Hector ve Bay Wilder'ın aşkını bilmiyor olamazsın. Tanrı aşkına ölmeden önce kavuşmayı hak ettiklerini düşünmüyor olamazsın. "

Gözlerini kıstı. Bu kadın ya şuursuzdu ya da hala kitaplardaki mutlu sonların var olduğuna inanıyordu; fakat genç adam onda her ikisinden de birer parça olduğuna emindi. Madem mutlu sonlara inanıyordu. Bunu onun için daha anlaşılabilir hale getirecekti. Mutluluk kısmı hariç son kısmı oldukça ilgi çekiciydi.

Vücudunu onunkine iyice bastırmakla işe başladı. Onu mezar taşlarından birine yaslamış durumdaydı ve korkusunun yaydığı kokuyu alabiliyordu.

Toprak kokan elini yanağına uzattıktan sonra, "Ölüm," diye fısıldadı "Son uyku değil, son uyanıştır."

O anda esen yel adamın sözleriyle birlikte yüzüne çarptı. Gerilim yüklü hava elektrik telleri kadar güçlüydü. Bahar'ın genişleyen burun delikleri öfkesini ele veriyordu. Soluk alışverişleri hızlandı.

"Senden de ölümden de korkmuyorum,"

Brendan daha fazla bekleme zahmetine girmedi ve dudaklarını onunkilere bastırdı. Asla nazik değildi kendini açıklamak için sertliğini son damlasına kadar kullanmaya kararlıydı. Onu üzerleri paslı haçlarla örtülü mermerlere hapsetme isteğiyle dolup taşarken dudaklarına verdiği zararı düşünmüyor sadece tadına varmak istiyor dahası genç kızı ehlileştirmek istiyordu. Bahar'ın sıcak nefesi, tıpkı tatlı özlü çiçeklerin bal arılarını çektiği gibi onu kolaylıkla kendine çekiyordu.

Bu öyle bir öpücüktü ki genç kız kendini bütün tabularından arınmak isterken buldu. Aklı en tehlikeli yollara sapmıştı bile. Doktor Giselle'nin bahçesinde kendini nasıl da ufacık hissedebilmişti? Şimdi kendini daha kadınsı ve dünyayı fethedebilecek gibi hissediyordu.

Derken kıpırdadı. Zavallı çabası bir fayda sağlamadığı gibi kürek kemiklerine batan soğuk mermer tenini karıncalandırıyordu. Kendini örümcek ağına saklanan bal arısı gibi hissediyordu.

Genç adamın toprak kokan eli sol göğsünün birkaç santim altına dokundu "Kalbin çok hızlı atıyor."

Dudaklarından ayrıldığı adama sersemlemiş fakat tutkulu bir ifadeyle baktı. Kalbinde çalınan davulların sesi kulaklarında vuruyordu.

"Gözlerini kapat,"

Emir niteliğindeki komutu, güçlü ellerin yönünü sırtının yaslı olduğu mezara çevirmesi izlediğinde gülüşü anında soldu, acı dolu kalbi tekledi. Göz kapakları kapanmamak için direniyordu.

Bahar kürek kemiklerinin tam ortasındaki silahın namlusunda kendisi için hazırlanmış bir kurşun olduğunu içgüdüsel olarak biliyordu. Tıpkı Qargha Gölü'ndeki Giselle'nin de bildiği gibi; yalnız tek bir farkla Giselle'yi ölümün soğuk kollarından alan bir adam varken kendisini ölümün soğuk kollarına atan bir adam vardı.

Brendan'ın bakışları soğudu "Bilmen gereken son bir şey...Mevsim," diye mırıldanırken sesi boğuk, çenesi gergindi "Her kalbin çarpıntısı, kendi ecelinin ayak sesidir."

Kelimeler arı sürüsü gibi kulağına dolarken genç kızın son gördüğü bir mezarın üzerini çevrelemiş iki mezar taşı oldu ; kızıl yıldızlı düşlerinden kasabanın sonuna kadar ölümün soğukluğuna direnen bedeni, pusulasını yitirmiş silik yazılara odaklanmaya çalıştı:

23;56 W.E

13; R.C

Silik yazılara bir anlam yükleyemeyen genç kız kasvetin yelkovanda asılı kaldığı son anlarında, zihnindeki kara pençenin yanında , geçmişin tam ortasında ana vatanından uzaklaştırılmış tohumlar gibi geleceğinin kazdığı mezarı izliyordu.

Hemen sonra bal arısı kanatlarını namlunun ucunda unuttu. Dünya durdu.

Bölüm parçası ; Michael Buble_ Close Your Eyes 

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!























Continue Reading

You'll Also Like

AltÜst By .

Mystery / Thriller

228K 6.8K 21
Sahip oldukların en fazla ne kadar alt üst olabilir? (Gizem/Gerilim) Wattpad Mistery TR "Psikolojik Gerilim Dolu Dakikalar" Okuma Listesinde.
1K 84 6
7 KUZGUN 8 VARİS 1 MAŞA Ateş bir tek kendini yakmaz, gölge kendini saklayamaz ve bir kuzgun ellerini kana bulamadan yaşayamaz.
1.2M 84.8K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
16.5K 1.1K 32
Kleopatra: Pekala, madem gerçekten aşıksın, o zaman, ne kadar, onu söyle! Antonius: Ölçülebilen aşk zavallı bir aşktır. Kleopatra: Peki, ya ben ölçme...