PORTOLA VALLEY ∣ Tamamlandı ♕

By bsrarikan_

1.8M 101K 20.9K

" Her doğum içimizdeki sancının sesidir. " " Değerli sağlık çalışanları , Portola Valley kasabasında çalışaca... More

♕Tanıtım♕
♕1.bölüm♕
♕2.bölüm♕
♕3.bölüm♕
♕4.bölüm♕
♕5.bölüm♕
♕6.bölüm♕
♕7.bölüm♕
♕8.bölüm♕
♕9.bölüm♕
♕10.bölüm♕
♕11.bölüm♕
♕12.bölüm♕
♕13.bölüm♕
♕14.bölüm♕
♕15.bölüm♕
♕16.bölüm♕
♕17.bölüm♕
♕18.bölüm♕
♕19.bölüm♕
♕20.bölüm♕
♕21.bölüm♕
♕22.bölüm♕
♕23.bölüm♕
♕24.bölüm♕
♕25.bölüm♕
♕26.bölüm♕
♕27.bölüm♕
♕28.bölüm♕
♕29.bölüm♕
♕30.bölüm♕
♕31.bölüm♕
♕32.bölüm♕
♕33.bölüm♕
♕34.bölüm♕
♕35.bölüm♕
♕36.bölüm♕
♕37.bölüm♕
♕38.bölüm♕
♕18 Mart ♕
♕39.bölüm♕
♕40.bölüm♕
♕42.bölüm♕
♕43.bölüm♕
♕44.bölüm♕
♕Yürek Mürekkebi Karahindiba Tozuna Damladı♕
♕ 45.bölüm♕
♕ 46.bölüm♕
♕47.bölüm♕
♕48.bölüm♕
♕49.bölüm♕
♕50.bölüm♕
♕51.bölüm♕
♕52.bölüm♕
♕53.bölüm♕
♕54.bölüm♕
♕55.bölüm♕
♕56.bölüm♕
♕57.bölüm♕
♕58.bölüm♕
♕59.bölüm♕
♕60.bölüm♕
♕61.bölüm♕
♕62.bölüm♕
♕63.bölüm♕
♕64.bölüm♕
♕65.bölüm♕
♕Karahindiba Tozu Satırlara Bulandı♕

♕41.bölüm♕

15.4K 1.1K 362
By bsrarikan_

Wilder Malikânesi ince motiflerin işlendiği demir kapıların ardında tüm ihtişamıyla gecenin hükmünü sürüyordu. Koyu turuncu renkteki yüksek duvarların üzerinde bir dizi fener sıralanmış ; görkemli yuvarlak havuzun etrafındaki bronz melek heykellerini kristal bir toz bulutu sarmıştı.

Balkondaki rüzgar çanının çınlaması, ağaçların hışırtısıyla bütünleşerek eşsiz bir melodinin nakaratını işlerken geçmişin kokusu yağmur sonrası toprak kokusuna karışıyordu.

Siyah kamyonet ağaç dallarının altından geçti. Sonra da düzenli malikane sınırlarını çevreleyen geniş toprak yol boyunca ilerleyerek kapıları otomatik olarak açılan geniş garajın önünde durdu. Geniş araç özlemini duyduğu konforlu yuvasına kavuştuğunda genç kız uyuşan bacaklarını silkeleyerek genç adamın peşine takıldı.

Girişte beyaz bir verandanın altından geçtiklerinde Bahar masallardan kopup gelmiş hissi yaratan dev malikanenin önünde durdu; Devasa bina lacivert gökyüzüne uzanan ağaçların gölgesinde beyaz bir elması andırıyordu. Evin duvarlarının yakut renginde ışıldıyor olması onu adeta büyülemişti. Verandada simetrik dizilmiş çiçeklerin göze çarptığı altın rengi saksılar, içinde bulunduğu atmosfere hoş bir bütünlük katıyordu.

"Sanırım içeri girmek kapıda dikilmekten daha akıllıca bir hareket olur Bayan Johansen."

Yalnızca bir an tereddüt etti, sonra da onun emrini yerine getirdi.Farklı koşullar altında kadınlardan bazıları, hatta birçoğu gördüğü manzara karşısında uzun bir açıklama talep edebilirdi; ancak Bahar sesini çıkarmadan genç adamın mantığını sineye çekiyordu.

Brendan yakut işlemeli geçmişine bakarken, ayaklarının altındaki zemin oynamaya başladı. Kalbi karmaşık duygulara ev sahipliği yapıyordu. Sakinleşmek için derin bir nefes aldı; fakat sonra bir tehlike olmadığını gördü. Anılar göz kapaklarının ardında yüzlerce, binlerce yükseldi, sonra yavaşlayarak silindi.

Çift kanatlı beyaz kapının tanıdık sesi düşüncelerini böldüğünde etrafını kuşatan hafif bir meltemden başka hiçbir hareket yoktu.Başını yavaşça kaldırdı bakışları, taş duvardan daha güçlü görünen seyrek saçlı uşağa doğru kaydı.

"Hoş geldiniz beyefendi," Uşak Bahar'ı yeterince süzdüğünden emin olduktan sonra nazik bir reveransla genç kızı selamladı "Hanımefendi,"

Bahar yüzüne iliştirdiği sıcak gülümsemenin yeterince etkili göründüğüne şükretti. Brendan siyah deri montunu çıkartarak yaşlı adama uzattığında mor yağmurluğuyla ne kadar aykırı durduğunu fark etti. Brendan'a kaçamak bir bakış attı.Tanrım, kaslarının derinliğini gösteren v yaka gri tişörtü ve kalçalarını saran siyah kot pantolonuyla her zamankinden daha büyüleyici görünüyordu.

"Beyefendi, Bay Wilder sizi salonda bekliyor."

Benjamin'in yan tarafa dönmesiyle en son gördüğünden beri ne kadar zayıflamış olduğunu görebildi zira yaşlı adamın sırtındaki kamburluk eskisinden daha kabarık görünüyordu.

"Pekala Benjamin bana, çok eskiden okuduğun Notre Dame'nin Kamburunu anımsatıyorsun, kendini nasıl hissediyorsun?"

Benjamin beklenmedik ilgi karşısında yanaklarının kızarmasına engel olamadı. İlgi, onun uzun zamandır tatmadığı bir şeydi. Brendan hayal gücü geniş bir çocuktu ve çoğu zaman babasız büyümenin acısını en aza indirgemek için hafifletici sebeplere sığınırdı: Hikayelere. Benjamin işte bu noktada devreye giriyordu.Okuduğu hikayelerin birçoğunu hatırlardı. Notre Dame'nin Kamburu da yalnızca onlardan biriydi.

Kuruyan dudaklarını ıslatarak gülümsedi "Doğrusunu isterseniz kendimi... Biraz Quasimodo biraz da Claude Frollo gibi hissediyorum." Dediğinde genç adam gülümsedi. Bu, Benjamin'den beklediği bir yorumdu.

Bahar, kafasının içinde Benjamin'in sözleri yankılanırken zihninin kıyılarında Notre Dame Kilisesinde dolaştı: Kaderi beklemek... Tek yaptığı buydu.

Hayatı, çanlar ve Notre Dame Kilisesinden ibaret olan Quasimodo, güzeller güzeli çingene kızı Esmeralda'ya ilk görüşte büyük bir aşkla vurulur. Ne var ki Quasimodo'yu büyüten başrahibin gözü de genç kızdadır. Esmeralda'nın kalbinde ise Yüzbaşı Phoebus'ten başkasına yer yoktur.

Genç kız kimi bekleyecekti, kendisini her koşulda seven Quasimodo'yu mu? Karanlık dünyasına hapsolmuş, nefretin esiri Claude Frollo'yu mu? Yoksa gerçek aşkı mı? Phoebus onun için geliyor olabilir miydi? Ya da askerler...

Sevdiğinin ruhu gittikten sonra güneş battı ve genç kız artık kimler gelip onu alacaksa, bir yandan onların yolunu gözleyerek saklandığı kilisenin küf kokan nemli duvarlarına sığındı.

Zaman yaklaştıkça, Kralın çağrısına karşılık gelen askerleri görmeye başladı. Çok uzaklardan akın akın geliyorlardı; düş kırıklığı ve öfke genç kızı sardı. Sonra Greve Meydanında kendisi için hazırlanan darağacını görünce işte o zaman anladı ; dibe vurduğunu sanıp, bir dip daha olduğunu keşfedebiliyordu insan.

Onu seyretmekten hoşnut görünen adamın gözlerine bakması için cesaretini toplaması tam beş dakikasını aldı. Yaşadığı ana geri döndüğünde zihninin kıyılarındaki darağacı ortadan kalkmış; uşak birden ortadan kaybolmuştu.

Brendan ruhuna kadar işleyen gözlerle yüzünü inceledi; yarı kapalı göz kapakları gökyüzünden dökülen puslu bir sis gibiydi. Genç kız donuk bakışlarla yüzüne baktığında yutkundu.

Yeşil , Brendan'ın rengiydi. İşte bu yüzden Bahar'ın yeşil gözleri vardı. Bu yüzden nehirler bir zamanlar yeşil renkti, bu yüzden ormanlar yeşilin bin bir tonuyla örülüydü. Cennet bu yüzden yeşildi. Yaşamın Rengi.

Yeşil.

Genç adam elini uzattı,

"Gel benimle,"

Sesindeki mutlak sakinlik genç kızı hayrete düşürdü, boşta kalan elinin tersiyle yüzüne düşen saçını geri attı ve salona açılan çift kanatlı cam kapıdan geçtiler.

Nefesini tutarak gördüğü her bir ayrıntıyı hafızasına kazımak istedi; görkemli pencereler, altın rengi parke zemin, dört metre yüksekliğinde yüksek tavanlar, oyma şömineler, mor taç kalıplarla süslenen altın sarısı renginde simli duvarlar...

Uzun boylu, gök mavisi gözleri olan bir adam görüş alanına girdiğinde Bahar içgüdüsel olarak bir adım geriledi ve Brendan'ın sert göğsüne çarptı. Karşısındaki adam, gri renkli takım elbisesini beyaz bir gömlekle tamamlamış, kollarına ise ışığı yansıtan altın kol düğmeleri takmıştı. Önce Brendan'a ardından Bahar'a baktı.

"Ah! Bren, hanımefendi sizi görmek çok hoş evimize şeref verdiniz."

Brendan'ın soluğunu ensesinde hissederken cam konsolun yanında duran görüntüye gözü takıldı. Genç adamdan daha geride duran, güzeller güzeli genç bir kadın ve ellili yaşlarının başlarında olduğu belli olan bakımlı yaşlıca bir kadın...

"Hanımefendiyi takdim etmeyecek misin Brendan?"

Genç adamın içinden bir cesaret dalgası geçti. Bir zamanlar bu şatafatlı dünyanın bir parçasıydı oysa şimdi yabancısıydı.Kahretsin.Yabancı olmaktan nefret ediyordu. İçindeki tuhaf duyguları hızla geçiştirerek "Tanıştırayım, Bahar Danielle Johansen..." diye mırıldandı bir an için kız arkadaşım ya da sadece arkadaşım kelimesini eklemeyi düşünse de bundan vazgeçti.Bunun yerine derin bir nefes alarak "Ağabeyim Anthony," diye soludu kelimeler ağzından birden dökülmüştü.

Anthony'e doğru yürüdü ve elini uzattı."Tanıştığıma memnun oldum Bay Wilder,"

Anthony genç kızın uzattığı eli tutarak zarifçe dudaklarına götürdü.

"Tanrım, lütfen bana Anthony de Bay Wilder kelimesini her gün en az bin defa duyduğumu itiraf etmeliyim."

"Bundan rahatsız olmuş gibi bir halin var."

Brendan'ın bariton sesi odayı kapladığında Bahar onun varlığında güç buldu. Anthony ve Brendan kardeş olabilirlerdi; fakat itiraf etmeliydi ki aralarında en ufak bir benzerlik sezememişti biri kumraldı ve spor kıyafetleri tercih edip rahat tavırlar sergiliyordu diğeri ise sarışındı ve klasik takımlar giymekten hoşlanıp daha mesafeli duruyordu.

Anthony cevap vermek yerine ışıktan rahatsız olan gözlerini kıstı, bakışlarında koyu gölgeler vardı. "Ailemin diğer üyelerini takdim etmekten onur duyacağımı belirtmek isterim. "Elini birkaç adım arkasında duran genç kadına uzatarak "Leydim," diye mırıldandı.Genç kadının güzelliği Bahar'ın içini tarif edilemez bir özlemle doldurmuştu.

"Eşim Melinda,"

Melinda Wilder oldukça güzel bir kadındı. Omuzlarına dökülen,kusursuzca kat verilmiş,dalgalı siyah saçlarını ilahi bir armağan gibi taşıyordu.Boğazdan bağlamalı beyaz bir elbise giymişti ; elbise dolgun kıvrımlarını sıkıca sarıyordu.Boğazında parıldayan yıldız şeklindeki kolye geniş avizenin altında hoş bir parıltı saçıyordu.

Genç kadın "Brendan. Bahar." Kusursuz gülümsemesinden bir parça sunarak,neşeyle gülümsedi ve önce Brendan'ın elini sıkarak hemen ardından Bahar'a sarıldı.Bahar uzun zamandır görmediği bu yakın ilgi karşısında son derece şaşkındı.

Melinda zümrüt yeşili gözlerini çevreleyen uzun kirpiklerinin altından Brendan'ı süzerek,"Tahmin ettiğimden çok daha güzel," diye fısıldadı.

Bahar anlayamadığı bir nedenle kızardığını hissetti.

Görkemli pencerenin yanında duran sarı saçlı kadın elli yaşından daha genç görünüyordu. Sarışın kadın meraklı gözlerine bir şeylerin sızmasını göze alamadığı için koyu renk gözlüklerin ardına saklanmıştı. Bahar'la aralarındaki mesafeyi kapattığında genç kız Brendan'ın Jack'in Mekanında söylediklerini anımsadı genç adam teyzesinin de onlarla birlikte yaşadığını söylemişti.

Elini uzatarak "Siz..." diye mırıldandı; sesi umduğundan tedirgin çıkmıştı.

"Ben Erica Woodrow,"

Erica'nın parlak mavi gözleri genç kızın içine işlerken kemikli parmaklarıyla bileğini kavradı. Bakımlı tırnakları parlatıcının esareti altında parlıyordu ve Bahar büyük bir kısmı yenmiş bakımsız tırnaklarını gizlemeye çalıştı.

Erica Woodrow açık tenli, daha az parlak renkli olsa da pembe yanaklara sahipti. Kemikleri iri fakat güçsüzdü buna karşın yaşını gizlemede usta olduğu kesindi.Omzunda, sekiz yıl önce Kanada'dan aldığı kaliteli kumaştan yapılmış bordo bir şal asılıydı.Şalının püskülleri,diz hizasındaki dantel detaylı kırmızı eteğine çarpıyordu.Göz alıcı eteğinin altına siyah renk stilettolar tercih etmişti.

"Sizinle tanışma şerefini neye borçluyuz Bayan Johansen?"

Bu Bahar'ın beklediği bir soruydu , dişlerini gıcırdattı.Birinin peşine takılmaktan nefret ediyordu,ama neden burada olduğunu sormanın tam zamanıydı.

Kahretsin. Brendan'ın kavisli kaşları bu sorunun zamanı olmadığını haykırıyor gibiydi.Sözcükler ağzının içinde kötü bir tat bıraksa da,serbest kalmalarına izin verdi.

 "Buradayım çünkü..."

"Çünkü gelmesini ben istedim."

İşte bu kadar basitti. Brendan kolunu dolayıp genç kızı kendine çekti. Bunun yalnızca koruma içgüdüsü olduğunu hatırlatıp duruyordu kendine.

Tanrı aşkına, şaşkın olabilirdi ama onun cazibeli bakışları altında erimeye bir son vermeli kokusunu ciğerlerine çekmemeliydi.Bir erkeğe değer verebilirdi ama onu dünyasının merkezine koymak,i şte bu göze alamayacağı bir gerçekti.Zihninin derinliklerinde bir ses, çok geç diye fısıldadı.

"Amca!"

Cam kapıları bir saniye kadar kısa bir sürede aşıp gelen bu ses Bahar'ın irkilmesine neden oldu. Molly ellerini arkasına birleştirmiş vaziyette, yuvarlak el dokuma halısının üzerinde koşarak Brendan'ın kucağına atladı.

Minik kızın annesinden aldığı siyah bukleleri ve babasından aldığı mavi gözleri vardı.Yeğeninin saçlarını içtenlikle okşayarak "Merhaba tatlım," diye fısıldadı.

"Tatlım, hanımefendiler ani hareketlerden kaçınmalıdırlar."

Erica'nın tiz sesi salonda yankılanırken Molly omuz silkti.Kural tanımamazlığını amcasından aldığı kesindi.Brendan kollarında tuttuğu kızı yere bırakarak "Piyano çalışmaları nasıl gidiyor?" diye sordu.

Molly buklelerinden birini tutarak "Babam iyi gittiğini söylüyor Susie'de öyle ama ben at binmek istiyorum." dedi.

Bahar geçen geceyi hatırlayarak irkildi atlarla ilgili ilk anısının iyi olduğunu söyleyemezdi.

"Tatlım at binmek kız çocuklarına pek uygun değil bunu konuşmuştuk,"

Anthony son noktayı koyduğunda ufaklık iç çekerek Brendan'a baktı.Genç adam göz kırptığında minik kız şeftali tonlarındaki elbisesinin eteklerini savurarak önce Bahar'a ardından tekrar Brendan'a baktı.

Çocuklarla arasının iyi olduğu su götürmez bir gerçekti.Onun boyuna erebilmek için hafifçe diz çöktü "Selam tatlım, ben Bahar peki ya senin adın ne?" diye sorduğunda Molly omuz silkerek kaşlarını çattı.Bir yandan amcasının tepkisini ölçmeye çalışıyordu.

"Hey, onunla evlenecek misin?"

Boğazına kaçan ufak tükürük parçasının nefesini keseceğini sandı.Ela gözler gözlerine kenetlendi.Ve bu bakış ilk kez içini ürpertti.

"O kadar şanslı olduğumu sanmıyorum evlat,"

Molly yanıt vermeden siyah buklelerini savurarak annesine doğru yürüdü.Bahar, amcasını paylaşmak istemeyen minik bir kalbi anlıyordu.Peki ya kendisi Brendan'ı bir başkasıyla paylaşmak istiyor muydu?

Anthony'nin çaldığı altın renkli minik zil,midesindeki aç kurtları serbest bıraktığında az önce gördüğü uşak kapıda belirdi.

"Bay Wilder, yemek emrettiğiniz üzere hazır efendim."

Anthony gömleğinin kollarını düzelterek "Güzel," diye mırıldandı "Pekala, tanışma faslı bittiğine göre yemeklerin büyülü dünyasına geçelim."

Yemek odası,hareket eden beyaz duvarlar ardında oldukça nostaljik bir yerdi.Bahar şöminenin üzerindeki gramofona gözlerini kısarak baktı.Arkadaşlarının 'eski kafalısın' göndermeleri siyah plak eşliğinde kafasında dönüyordu.Şöminenin önünde,birkaç santim kalınlığında şeffaf bir reçineyle kaplanmış masa özenle oyulmuştu.

Altın sarısı rengindeki mobilyalar tek bir renkte parlarken bazıları Gökkuşağı harelerinde ışıldıyordu. Muazzamdı. Genç kızın tahmin ettiği gibi ışık tahtaların üzerine düşmüyor içinden geçiyordu.

Bu inanılmazdı ve kesinlikle tanıdık gelmiyordu.

"Vay canına,"

Brendan yerine oturarak yutkundu Bahar'dan uzaklaşmak için attığı her adım, bir çamur yığınında ilerlemeye çalışmak kadar anlamsızdı.Genç kız hala tereddütlüydü, oturmak için sandalyeleri süzdü. Anthony hemen atılıp yakındaki sandalyeyi çekti ve genç kızın, kardeşinin yanına oturmasını sağladı.

Brendan bu evde yaşadığı müddetçe birçok kez bu sandalyeye oturmuştu. Burada sadece yemek yememiş; sandalyenin altında babasının aldığı minik kırmızı bir arabayı sürmüş, Ev ödevlerini yapmış, Anthony ile at bindikten sonra nefeslenmek için bir şeyler atıştırmış, başka bir hayat dileyerek polislik mesleğini seçtiğinde başvurularını yine bu sandalyede oturarak yapmıştı. Ve şimdi yeniden burada bordo kılıflı sandalyesindeydi. Daha az genç olarak ve daha fazla yaralanmış olarak.

Yaşlı bir kadın servis yapmaya başladığında Bahar guruldayan midesinin dışarıdan duyulmamasını diledi. Zengin menü ağzının sulanmasına neden olmuştu: Caponata, tortellini salatası, kızarmış biftek üzerine kremalı patates püresi...

Benjamin, içki servisine başladığında "Evimize şeref veren Bayan Johansen'a." Anthony sırıtarak kadehini kaldırınca masanın etrafındaki herkes kadehini kaldırarak önce yeni gelen misafiri ardından Brendan'ı selamladı.

Melinda beyaz porselen tabaklardan birini Bahar'a uzattığında beyaz şarabından henüz bir yudum almıştı "Ravioli'yi mutlaka denemelisin, aile spesiyallerindendir."

Üçgen şeklindeki minik hamurlara baktı. Tanrım, bu kesinlikle tanıdık geliyordu.

Mantı.

İtalyan mutfağında ravioli adıyla anılan minik hamurlar etli yapıldığında mantının lezzet ikiziydi.Kader motifi denen şey sahiden tuhaftı.Geçmiş hiç ummadığı bir anda insanın karşısına çıkıveriyordu. Daniel'in evinde gördüğü manzarayı hatırlayarak öksürdü.Geçmişin gölgesinin bu geceye düşmesine izin veremezdi.En azından şimdilik. İçkisinden daha büyük bir yudum aldı.

"Bir sorun mu var?"

Brendan'ın ilgili bakışları daha fazla gerilmesine neden oldu.

"Hayır..." diye mırıldandı "gayet iyiyim," oysa iştahı tümden kaçmıştı.

Anthony özenle kestiği bifteğinden bir parçayı çiğneyerek yüzüne  baktı.

"Aileniz Kaliforniya'da mı ikamet ediyor?"

"Hayır... Annem Türkiye'de ikamet ediyor babam ise..."

Kahretsin babasının nerede olduğunu bilmiyordu. Bez peçeteyi dudaklarına bastırarak zaman kazanmaya çalıştı.

"Anthony misafirimizi sorularınla bunaltma istersen, belki de babasının kim olduğunu bilmiyordur."

Erica hatalı bir sokak lambası gibiydi, parlak bir şekilde yanıyor ve sönüyordu. Bahar yutkundu boğazındaki yumru geri gelmişti.

Brendan dinlemekten bitkin düşmüş bir halde tabağındaki ete odaklandı. Ailesini uzun bir aradan sonra görmek onu sarsmıştı. Kelimeleri bir araya getirip düzenli cümleler kurmakta zorlanıyordu. Söyleyecek çok şeyi vardı. Ruhunu ele geçiren yabancı bir duygunun sersemletici etkisi altındaydı. Anthony'e hafta sonu bir arkadaşıyla birlikte ziyarete geleceğini söylediğinde genç adam kim olduğunu öğrenene kadar durmamış ; gelenin genç bir kız olduğunu öğrendiğinde ise evliliğin önemi hakkında uzunca bir nutuk çekmişti. Telefonu kapattığında tek yapabildiği orada öylece durmak ve hızlı hızlı nefes alıp vermek olmuştu.

Şimdi ise genç kızın hüzünlü bakışlarını kalbinin derinliklerinde hissediyordu.Bir şeyler söylemek için aralanan dudaklarından istediği kelimeler dökülmedi.

Melinda gergin ortamı yumuşatmak için belli belirsiz yanan şöminenin yanına giderek 50's music etiketli plak koleksiyonunu gözden geçirdi ; Elvis Presley, Bobby Darin, Jody Reynolds, The Flamingos, Chuck Berry...

Genç kadın derin bir nefes alarak seçtiği plağı havaya kaldırdı "Pekala, müzik dinlemeye ne dersiniz?"

Anthony hayran bakışlarla eşini süzerken gramofondan yayılan ses yemek odasının beyaz duvarlarında yankılandı.Cızırtılı plak Bahar'ın zihninin içinde dönüyor kimsesizliğini içine işliyordu.

Melinda kıvrak hareketlerle Anthony'i dansa kaldırdığında Molly hareketli parçaya elindeki çatalı masaya vurarak eşlik ediyor ; Erica ise gizleyemediği derin şüpheyle Bahar'a bakıyordu.Genç kız kadehindeki son yudumu tek hamlede içti,Erica'nın koyu renk gözlüklerinin ardında gözlerini kırpıştırdığını tahmin edebiliyordu.Yeterince tanımadığı bir adamın son derece lüks evinde yalnızca kuş sütünün eksik olduğu görkemli yemek odasında hangi sıfata layık olduğunu bilmeden oturuyordu.Tüm bunlar çok fazlaydı,çok çok fazla.

Gel gelelim onu bu kadar karşı konulmaz yapan şeylerden biri de buydu.Fazlalıklarla dolu eksiklikler.

İkinci kadehini doldururken Erica çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi bir tavırla,"Söylentilere göre Brendan'ın değer verdiği tek kadın siz değilsiniz." dedi yavaşça.Dudaklarını bez peçeteyle sildi bacak bacak üstüne attı."Sizden önce birçokları gelip gitti.Fakat birinin gelip Redwood City'de kaldığını görmedim .Brendan, Red denen bir hayalet.Çapkın bir gece adamı kendini gizlemesini iyi biliyor."

Göğsünün sıkıştığını hissetti.Tanrı aşkına, tüm bunları neden ona anlatıyordu? "Biz...yalnızca arkadaşız." dedi, fakat düşündüğü aslında bu değildi.Gözlerini çevirdi böylece ne düşündüğünü Erica bilemeyecekti.

"Sizi temin ederim hep böyle söylerler Bahar."

Adını, küçük bir böcekten bahseder gibi güçlü bir şekilde söyledi.İsmini duymanın verdiği rahatsızlıkla, başını öne eğdi.

"Bu kadar yeter."

Brendan kadehi Bahar'ın elinden aldı, bardağı bir dikişte içerek masaya sertçe bıraktı. Bu defa genç adamın istilacı bakışlarını neredeyse tüm benliğiyle hissedebiliyordu.Adam yüzü bembeyaz bir halde ayağa kalktı.

"Gel benimle,"

Genç kız soru işaretinin ucundaki 'nereye' kelimesini kaybetmişti.Genç adamın uzattığı eli tuttu.

Chuck Berry'nin puslu sesi yarı bölünmüş düşüncelerinin arasında yüzüyordu,Brendan belinden tutarak hareketli müziğin ritmine uymasını sağladığında kaburgalarına çarpan kalbi duracak gibiydi.

Brendan bakışlarını odanın geniş penceresine vuran ay ışığına doğru kaldırırken, tutkunun ruhuna harç gibi yerleştiğini ve zehirli sarmaşıklar gibi yayıldığını kabullenmek zorunda kaldı.

*

"Bayan Johansen'a evi gezdirmeye ne dersin ilgisini çekecek bir şeyler bulacağına eminim."

Anthony'nin sağ duyulu ilgisi Brendan'ın hoşuna gitti.Hareketli müzik kaldığı yerden devam ederken genç kızı etrafında son kez döndürerek geniş merdivenlere yöneldiğinde Erica'nın delici bakışlarını sırtında hissediyordu.

Bahar genç adamın ardında, heyecanını taşıyan merdivenlere doğru ilerliyordu,t erleyen saç diplerinin nedeni yılın hangi zamanı olursa olsun Redwood City'nin nemli bir şehir olması değil, az önce yüreğinde çağlamaya başlayan tutkuydu.

Dar bir koridora ev sahipliği yapan ikinci katta, yan yana sıralanmış, kapıları kapalı beş oda vardı.Burada mistik koku çok yoğundu, duvarlarda sarı ve turuncu renklerinin harmanlanmasıyla oluşturulmuş soyut figürlü tablolar asılıydı.

Dönüp baktı ; genç kızın mor yağmurluğu, açık mavi kot pantolonu, kalın tabanlı kısa botları ve her ayrıntıyı yutmak isteyen meraklı gözleri vardı.Son derece gösterişsiz fakat bir o kadar da asildi.

Erica'yı kast ederek "Teyzeme aldırma," diye mırıldandı "İstediği yorumu yapmaya alışkındır. Ve dürüst olmak gerekirse, yorumlarının gerçeklik payı yok denecek kadar azdır."

Derin bir nefes aldı, güçsüz bir gülümseme dudaklarında gezindi. Erica'nın haksız olmasına içten içe sevinmişti zira kendini özel hissetmeye ihtiyacı vardı.

"Anlıyorum," dedi bitkince."Her şeyin muhteşem olması gerektiği konusunda yorumlar yapan bir annem var."

Beklenmedik biçimde ailesini sevmişti ve bu onu şaşırttı, çünkü Wilder'larla ilgili ne hissedeceğini çoğu zaman kestiremiyordu.

Genç adam uzun parmaklarını dağınık saçlarının arasından geçirdi "Ailen olduğu için şanslısın."

"Ailem uzakta olduğu için yalnızım."

"Herkes zihninde taşıdığı parmaklıklar ardında yalnız yaşıyor."

Dar koridor boyunca ilerlerken Bahar birden durdu ve Brendan'la yüz yüze geldi. Beyaz duvarlardan yansıyan loş ışık üzerinde parlıyor, koyu renk dağınık saçlarını ve v yakalı gri tişörtünü aydınlatıyordu.

"Herkes özgürlüğün kıyısında birinin elini tutmasını bekliyor ; bu o kadar tuhaf bir his ki gökkuşağını ruhunda barındıran bir kadına renk körü bir adamın aşık olması gibi."

Yüzü sertleşti ve gergin dudaklarla "Sen yalnız değilsin, Bahar." dedi.

Sesindeki eşsiz tını yutkunmasına neden oldu.

"Neden buradayım?"

Kelimeler kurumuş dudaklarından aniden çıkmıştı, beyaz şarabın gezindiği damarları tenini yakıyor ; bel kemiğinden aşağıya enfes ürpertiler gönderiyordu.

"Çünkü burada olman gerekiyor,yanımda ve güvende."

Gül yaprağını andıran dudakları bir şeyler söyleyecekmiş gibi aralandı,ama bir şey söylemedi.Yeşil gözlerinin arasındaki bir saç buklesi yanağına düşüyordu.İşaret parmağını narin yüzünde dolaştırdı ve saç buklesini kulağının arkasına usulca yerleştirdi.

Vücudundan yayılan görkemli ısı genç adamın göğsüne çarpıyordu, Bahar'ın aklını başından alan ise genç adamın kaslarının derinliği ya da mucizevi bakışları değildi.Onda yaralı bir ruhun son çırpınışlarını görüyordu.

Sıcak nefesi  dudaklarına değdiğinde Brendan bu histen öylesine sarhoş oldu ki konuşamadı.Eğer konuşabilseydi kuşkusuz çok saçma kelimeler dökülürdü dudaklarından. Bahar'ın teninde uyandırdığı ürperti uzun bir süre geçmedi, cinsel ama aynı zamanda oldukça masumaneydi.

Orman yangınında alevlere teslim olan ağaçlar gibi boyun eğdi, ta ki denize kıyısı olan altın sarısı ağaç dalları burnunda tütene dek.

Bahar unuttuğu bir şeyi hatırlar gibi kendisinden bir adım uzaklaştığında Brendan genç kızın ardından geniş duvara doğru yürüyerek ağaç figürü şeklinde dizayn edilmiş altın sarısı çerçeveleri işaret etti, "Annemin isteği üzerine tasarlandılar." Sesi suyun altından geliyor gibi boğuktu eliyle ensesini ovalayarak "Wilder'lar kanlarının kutsal olduğuna inanırlar," diye fısıldadı.

Bahar ellerini saçlarının arsından geçirdi,düşüncelerini toplamaya çalıştı.Sararmış fotoğraflara bakarken geçmişe geri dönme düşüncesi,tıpkı güçlü bir mıknatısın çelik duygularını çekmesi gibi düşüncelerini allak bullak ediyordu.Bahar ve geçmiş birbirine gizemli bir şekilde bağlıydı.Belki de gerçekten Los Angeles Redwood City'den geldiği için.

Soy ağacını temsil eden çerçevelerden her biri içinde yalnızca bir kişinin portresini barındıyordu ve her çerçevenin altında gümüş işlemeli harflerle isimleri ölümsüzleştirilerek adeta kutsal kanın varlığına hürmet edilmişti.

Genç kız , portreler içinde yer alan İngiliz kraliçesi gibi giyinmiş koyu renk küt saçlı bir kadını,askeri kıyafetler içinde son derece yakışıklı görünen bir adamı,bembeyaz elbisesiyle kuğu gibi görünen gelinlik çağındaki kızları,dalgalı sarı saçları omuzlarından aşağı dökülen mavi elbiseli güzel gözlü genç kadını ve onlarca hikayeye kucak açmış diğer fotoğraf karelerini gözlerini kısarak inceledi ; boğazında beliren yumru varlığını yeniden hissettiriyordu.

Brendan,endişeli gözlerine onu anlamak istercesine baktı.

"Hakkımda bilmen gerekenden daha fazlasını bildiğini biliyorum;fakat etik olmayan bilgilerin değersiz bir toz yığınından farksız olduğunu düşünüyorum." Geçmişiyle yüzleşmek çoğu zaman sorun değildi fakat burada anıların tam kalbinde olmak ruhundaki yara bandının tek hamlede kaldırılması gibiydi.Derin bir nefes alarak güç toplamaya çalıştı."Babam her zaman toz kadar bilginin efendisi olduğumuzu söylerdi ölüm sessizliğinin kıyısında,ne demek istediğini şimdi anlıyorum."

Genç kız,en altta yer alan son çerçeveye baktığında söylemek istediği bir küfrü yutar gibi yutkundu.

Fotoğraf, seksenli yılların ortalarında çekilmiş gibi duruyordu. Fotoğraftaki adam beyaz bir gömlek giymiş ve saçlarını dağınık bırakmıştı. Genç kız onda neyin dikkatini çektiğinden çok emin değildi ama mantığının ufak bir kısmı bu adamı daha önce gördüğünü fısıldayıp duruyordu. Genç kız Brendan'ın piyanosu üzerinde bulduğu fotoğrafı hatırlayarak yutkundu. Fotoğraftaki genç adamın kendinden emin bir duruşu vardı; dağınık saçları kısmen uzun ve koyu renkti, teni yanık buğdayları andırıyordu ve gözleri...Kesinlikle ela renkti. Bahar ona bakarken geçmişine bakıyormuş gibi garip bir hisse kapıldı. Huzursuz olmuş bir şekilde, bakışlarını kaçırdı ve altın renkli oymalı çerçevenin altındaki gümüş harflere odaklandı.

' John Rex Wilder '

Bu üç kelime,kaderi her ne ise genç kıza doğru merhametsizce yol alıyor kaburgalarının arasındaki boşluğa çarpıyordu.Kelimelerin tarihi değiştireceği yer burasıydı.

Burası , Giselle'nin içindeki Cehennem tohumunun Bahar'ın ruhunda filizlendiği yerdi.

Bölüm parçası ; Chuck Berry _ Johnny Goode (1959) 

Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!

Continue Reading

You'll Also Like

1.5K 652 17
Aşk kıldan ince kılıçtan keskin bir sevda köprüsüdür. bu köprüde Ademoğluna yaşam nefesi üflenirken, Havva'ya da ruhundan bir parça bahşedilmişti. Ha...
16.5K 1.1K 32
Kleopatra: Pekala, madem gerçekten aşıksın, o zaman, ne kadar, onu söyle! Antonius: Ölçülebilen aşk zavallı bir aşktır. Kleopatra: Peki, ya ben ölçme...
675K 27 1
Kedi Kız hikayesinin Can'ı serinin devamı ama aynı zaman da yeni bir hikayeyle karşınızda iyi okumalar ;)
21.2K 2.2K 28
Alavan'ı öldürmüştü. Alavan'ın sağ kolunu öldürmüştü. Bir gerçeği fark etti, varislerden biri hala yaşıyordu. Kendisi, yaşıyordu. Dünyadaki tek Pra...