PORTOLA VALLEY ∣ Tamamlandı ♕

By bsrarikan_

1.8M 101K 20.9K

" Her doğum içimizdeki sancının sesidir. " " Değerli sağlık çalışanları , Portola Valley kasabasında çalışaca... More

♕Tanıtım♕
♕1.bölüm♕
♕2.bölüm♕
♕3.bölüm♕
♕4.bölüm♕
♕5.bölüm♕
♕6.bölüm♕
♕7.bölüm♕
♕8.bölüm♕
♕9.bölüm♕
♕10.bölüm♕
♕11.bölüm♕
♕12.bölüm♕
♕13.bölüm♕
♕14.bölüm♕
♕15.bölüm♕
♕16.bölüm♕
♕17.bölüm♕
♕18.bölüm♕
♕19.bölüm♕
♕20.bölüm♕
♕21.bölüm♕
♕22.bölüm♕
♕23.bölüm♕
♕24.bölüm♕
♕25.bölüm♕
♕26.bölüm♕
♕27.bölüm♕
♕28.bölüm♕
♕29.bölüm♕
♕30.bölüm♕
♕31.bölüm♕
♕32.bölüm♕
♕33.bölüm♕
♕34.bölüm♕
♕36.bölüm♕
♕37.bölüm♕
♕38.bölüm♕
♕18 Mart ♕
♕39.bölüm♕
♕40.bölüm♕
♕41.bölüm♕
♕42.bölüm♕
♕43.bölüm♕
♕44.bölüm♕
♕Yürek Mürekkebi Karahindiba Tozuna Damladı♕
♕ 45.bölüm♕
♕ 46.bölüm♕
♕47.bölüm♕
♕48.bölüm♕
♕49.bölüm♕
♕50.bölüm♕
♕51.bölüm♕
♕52.bölüm♕
♕53.bölüm♕
♕54.bölüm♕
♕55.bölüm♕
♕56.bölüm♕
♕57.bölüm♕
♕58.bölüm♕
♕59.bölüm♕
♕60.bölüm♕
♕61.bölüm♕
♕62.bölüm♕
♕63.bölüm♕
♕64.bölüm♕
♕65.bölüm♕
♕Karahindiba Tozu Satırlara Bulandı♕

♕35.bölüm♕

23.1K 1.2K 318
By bsrarikan_

Sabahın epey erken saatlerinde kırık kitap raflarında bulduğu tarihi aşk romanını çantasına attıktan sonra sağlık evinin pansuman odasında kahvesini yudumlama fikrini sevmişti.Kahve kokusuna bulanan romantik satırlarda gezinmekten her daim keyif alırdı.

Kasaba yavaş yavaş uyanırken açılıp kapanan kapı seslerini duyuyordu.İşe giden insanların topuk sesleri ve okula giden çocukların neşeli sesleri kulaklarına doldu.Kasaba dışındaki okullara giden çocuklar için okul servisleri belirmeye başlamıştı.Saat sekize geliyordu.Çocukların en az okul kadar uykuya da ihtiyacı olduğunu düşünen Bahar hafif bedenlerin sırtındaki ağır çantalara baktı.

Çocuklardan daha küçük olanların yanlarında anneleri vardı ve çantaları kendi omuzlarına takmış bir halde neşeyle ilerliyorlardı.Boğazındaki yumruyu kovmak istercesine eliyle savdı.Böyle bir anın baş rolünde olamamanın ezikliğini yıllar boyu içinde taşımıştı.Bakışlarını kaçırarak kasabanın yorgun evlerine baktı.

Kahverengi, bej, gri gibi çeşitli renklerde ahşap evler vardı.Karşı caddedeki yeni boyanmış tek ev, beyaz pervazlı koyu yeşil bir kulübeydi. Dikkatle baktığında buranın bir hediye dükkanı olduğunu fark etti.

İtiraf etmeliydi ki sokak gerçekten güvenli görünüyordu.Hayat burada Los Angelas'taki gibi hızla değil yavaş ve ahenkli bir şekilde akıyordu.Yolda karşılaşan herkes durarak birbirine selam veriyor ve bunu nezaket gösterisi olsun diye değil gerçekten istedikleri için yapıyorlardı.

Sağlık evinin aralık olan kapısı açılarak genç bir kadın içeri doğru yürüdüğünde düşündükleri bunlardan ibaretti.Kapının kenarından gördüğü kadına bakarak sıcak kahve kupasını kaldırdı.

"Günaydın merhaba,"

"Günaydın, ebe sen misin?" 

"Evet, nasıl yardımcı olabilirim?"

"Sadece," diye mırıldandı kadın "Kasabaya yeni geldiğini duydum hoş geldin demek istedim."

Göz kapakları yarı kapanıktı ve koyu renk saçlarını at kuyruğu yapmıştı. "Hoş buldum teşekkür ederim." Gülümseyerek elini uzattı. "Ben Bahar Danielle Johansen."

Kadın, etli parmaklarını  uzatarak "Mary Jefferson,"diye yanıtladı. Tanrım, iri göbeğine bakarak hamile olup olmadığını merak etti. Yırtıcı bakışlar tepeden tırnağa kendisini süzdü.

"Kasaba hayatı zordur alışabildin mi?" 

 Sanırım kasaba halkının cesaret edemediği sorgu memurluğuna Mary soyunmuştu.İç çekti.

"Alışmaya çalışıyorum."

"Eh,Brendan da alışma konusunda yardımcı oluyordur şüphesiz."

Tek kaşını kaldırarak kadının asıl amacının ne olduğunu anlamaya çalıştı.

"Bay Wilder ve Doktor Giselle'nin yardımlarını inkar etmem kabalık olur."

Genç kadın omzunu silkti.Gözleri rahatsız edici bir tonda parlıyordu.

 "Brendan iyi biri sakın onu üzmeye kalkma."

Tanrı aşkına, adamı gördüğünde heyecanlandığı doğruydu fakat dışarıdan bakan insanların aralarındaki saçma elektriği fark etme olasılığını düşünmek dahi istemiyordu.Bir an kapıya doğru baktığında Giselle'nin gelmiş olduğunu fark etti.Aynı anda doktor bir adım öne çıkarak,"Mary" dedi "Bir sorun mu var?"

"Ah, hayır günaydın Bayan Hector. Ben de ebe hanıma kasabamıza hoş geldin diyordum."

Giselle kadını süzerken paçaları çamurlu kot pantolonunu silkeleyerek "Sanırım artık gitsem iyi olur." diye mırıldandı.

"Teşekkürler.Bu nazik hareketin için," dedi Giselle.

Yırtıcı bakışlar yeniden yüzüne döndü "Tanıştığımıza memnun oldum seni gördükten sonra Brendan'ın neden öyle davrandığını daha iyi anladım." diyerek uzaklaştı.

Şaşkın gözler kahverengileriyle buluştuğunda yaşlı kadının umursamaz bir ifadeyle omuz silktiğini gördü.

"Mary meraklıdır.Sırf seni görmek için bahanelerin arkasına saklandığına eminim."

"Bay Wilder hakkında söyledikleriyle ne demek istemiş olabilir?"

"Brendan'ın polis arkadaşlarından birinin eski eşi.Zamanında adamın gönül yarasıyla epey sarsıldığını biliyor koruma içgüdüsüyle seninle konuşmak istemiş olabilir."

"Bay Wilder'ı neden benden korumak istemiş olsun ki?"

Giselle  'aptal olma' der gibi baktı.Kelimelerin tükendiği anlarda bile tuhaf bir biçimde bedeniyle iletişim kurabiliyordu.Kalbinde hala taze bir yara olabilirdi.Hala geçmişte takılı kaldığı berbat noktaları olabilirdi ; fakat Bahar, doktorun bir şeylerin farkında olduğunu kuyuyu andıran derin gözlerine baktığında anladı.

Doktor göz kırptı ama biraz bile göstermeye çalıştığı kadar kendinden emin değildi. Bahar'ın ihtiyacı olan bir beceri varsa o da hislerini gizlemenin bir yolunu bulmaktı.

*

Yeşil çayını içeli bir saat olmuştu ki günün ilk hastası geldi.Üzerindeki kırmızı elbisenin orta kısmı oldukça şişmiş kızıl saçları örgülü hamile bir kızdı gelen.Elindeki yoğurt kabında köy yumurtaları vardı.İçeri girdiğinde kabı yere bırakarak gülümsedi.

"Merhaba,"

"Merhaba Sandra vakit geldi mi?"

"Ha-hayır sadece kontrole geldim."

Sandra, ilk bebeğine gebeydi ve doğum yapmaktan deli gibi korkuyordu.İyice belirginleşen karnını okşayarak "Daha üç ay var." diye mırıldandı.

Bahar kızın utangaç tavırlarından hoşlanarak şişkin karnına baktı "Gerekli kontrolleri zamanında yaptırman çok güzel.Bu, her ikinizin sağlığı için çok önemli."

Giselle dosyaların bulunduğu kilitli çekmeceden Sandra'nın pembe dosyasını uzattığında Bahar teşekkür ederek rutin kontroller için laboratuvara inmeyi önerdi.Genç anne adayının kan basıncı normal, kilo artışı normal ve son tahlilleri de son derece iyi görünüyordu.Her şey yolundaydı ancak her ihtimale karşı kan değerlerine bakmalıydı açlık kan şekerini ölçmek üzere kan aldığında kansızlık problemi yaşamadığına adı kadar emindi.

Kanla dolu sıcak tüpleri laboratuvar raflarına yerleştirerek eldivenlerini çıkarttı.

"Sence normal doğum mu daha acısız olur yoksa sezaryen mi?" diye sordu Sandra.

Bu klasik soru karşısında dudakları yukarı doğru kıvrıldı."Doğrusunu söylemek gerekirse Sandra, normal doğumda acıyı doğum sırasında yaşarken sezaryende ise doğumdan sonra yaşarsın aslına bakarsan her ikisinde de acı her zaman vardır."

Sandra usulca kalkarak "Teşekkür ederim,"dedi"Seçenekleri gözden geçirmeye başlasam iyi olacak."

Önceden hazırladığı kartlardan birini uzattı.

"Kontrollerini aksatma, bir şeye ihtiyacın olursa aramaktan çekinme." 

Sandra gülümseyerek genç ebenin numarasının yazılı olduğu karta uzandı.Yanaklarına yayılan kırmızılık sağlık evinden hoşnut ayrıldığını gösteriyordu.Bahar yaptığı işin verdiği o muhteşem hazza sığınarak laboratuvardan çıktı.Muayene odasına girdiğinde odanın daha önce görmediği insanlarla dolu olduğunu gördü.Yabancı bakışlar bedeninde dolaştı, hepsinin odak noktasında 'o' vardı.Tanrı aşkına, kendini teşhir edilen beyaz eşya gibi hissediyordu.

Gün sonunda Bahar yaklaşık sekiz tanesi 'kasabaya yeni gelen ebeyi görmek' hastalığına yakalanmış on hastayı muayene etmişti.

Genç kadınlar daha çok kişisel sorular sorarken yaşlı olanlar daha temkinli yaklaşıyorlardı ; fakat çoğu hoş geldin hediyelerini de yanlarında getirmişlerdi.En çok fiyonk ucunda sallanan beyaz taşlı küpeleri ve stres azaltıcı etkisi olan gri bir taşın bulunduğu gümüş renkli ince kolyeyi sevmişti.Son günlerde çok sık hediye aldığını düşünerek gülümsedi.Kendini hiç olmadığı kadar değerli hissediyordu.

*

Gün boyu masmavi gökyüzüne hakim olan Güneş Batı ufkuna doğru çekilirken çok yorulmuş fakat günün nasıl tükendiğini anlamamıştı.

Doktor Giselle'ye "Bugün biraz erken çıkmamın sizin için bir mahsuru olur mu?" diye sordu.

Takmaktan pek hoşlanmadığı gözlüklerinin ardından "Hiçbir mahsuru yok, akşama görüşürüz." diye karşılık verdi.

"Teşekkür ederim, iyi akşamlar Bayan Hector."

Kapının kenarındaki tel askılıktan montunu alarak çıktı.Dışarıda aralık ayına inat yazdan kalma bir hava vardı.Temiz havayı içine çekerek Los Angeles'taki havadan çok daha etkili olduğunu fark etti.Tüm organlarına yayılan garip his içini huzurla doldurmuştu.Caddenin karşısına geçerek sabah keşfettiği yeşil boyalı hediye dükkanının yolunu tuttu.

Hediye dükkanı, oyuncak plastik arabalardan değerli altın saatlere kadar geniş ürün seçeneğini bir arada barındırıyordu.Her bütçeye uygun hediyeleri barındıran raflar aklını kurcalarken koyu mavi kot pantolonunun cebine iliştirdiği bileti çıkartarak yüzüne yayılan geniş gülümsemeyi tezgahtar kızın fark etmemesini diledi.

Aklındaki ismin nelerden hoşlandığını, hangi rengi sevdiğini ya da maddiyattan ziyade maneviyata değer verip vermediğini bilmiyordu.Bu nedenle kendini riske atmamak adına iki tane hediye aldı.İçinden bir ses genç adamın beğeneceğini söylüyordu.

"Bayan Johansen, itiraf etmeliyim ki ben de sizi görmek için sağlık evine gelmeyi planlıyordum.Anlatılan tariflere birebir uyuyorsunuz."

Sarışın tezgahtarın sözleriyle afalladı.Tanrı aşkına, gelişi ve kimliği kasabada ışık hızıyla yayılmış olmalıydı.Nazikçe gülümsemeye çalıştı; fakat yeterince başarılı olmadığı kesindi.

"Hediye paketi olursa sevinirim, değişim kartı da alabilir miyim lütfen."

"Elbette,Bay Wilder'ın doğum günü partisine mi gidiyorsunuz?"

Gözlerini devirdi sürpriz olması gereken bir partinin herkes tarafından nasıl öğrenildiğini düşünürken pembe tişörtlü tezgahtar hediyeleri en az tişörtü kadar fosforlu pembe paketlere koymaya başladı.

"Doğrusunu isterseniz o adam biraz şey...kibirli.Şu dansçı kızın o kadar çabasına rağmen dönüp bir kez olsun bakmadı.Bana kalırsa ne aradığını kendisi de bilmiyor.Belki de kadınlardan hoşlanmıyordur."

Boğazına kaçan bir tükürükle öksürdü.Ah hadi ama! Brendan arkasından neler konuştuğunu bilse bu kızı çoktan kodese tıkardı.Belki de umursamamak adamın genlerinde vardı.Dip boyası gelmiş dedikoducu tezgahtarın adamla ilgili bir kuyruk acısı olduğuna adı kadar emindi.

Hazırlanan paketlere uzanarak "Teşekkürler, iyi akşamlar" diye mırıldandı kızın eline dedikodu malzemesi olacak bir şeyler vermediği için Tanrı'ya şükretti.Hediye dükkanından bir an önce ayrılmak istiyordu.

"İyi akşamlar Bayan Kül."

Genç kızın ses tonundaki tuhaflık  gözünden kaçmamıştı cam kapıdan çıkmak üzereyken durdu fakat arkasına dönmedi.Kaşları kayıtsızca kalkmıştı haddini aşan tezgahtar kızın ses tonunu taklit etti.

"Bayan Kül?"

"Kainatı yakabilecek kadar büyük bir ateşle oynuyorsun,korkarım ki yanıp kül olacaksın."

Alnındaki saçı yana çekti ve gergin adımlarla hediye dükkanından ayrıldı.Sıcaklık, sinsi bir virüs gibi vücuduna ulaşmış kancalarını ve düğüm haline gelen iplerini damarlarına yerleştirmişti.bu karmaşık ağın ortasına düştüğünü biliyordu ne var ki bu işin sonunda ne olursa olsun küle dönen kendisi olmayacaktı.En azından şimdilik.

*

Rimel , göz kalemi ve pembe renkli parlatıcıdan ibaret olan makyajını tamamladığında kulübenin ufak banyosundaki kırık aynadaki yansımasının kendisine gülümsediğini fark etti.

Upuzun kirpikler,solgun görünmemek adına boyanan yanaklar ya da hastahaneye yetişmek için çabalayan terli bir yüz yok.Doğal teni,loş ışık altında parıldayacak yeşil gözleri ve omuzlarından dökülen dalgalı kahverengi saçlarıyla yalnızca doğallığın yüzü var.

Koyu bordo elbisenin sardığı narin bedeni tuhaf hissetmesine neden olmuştu.Yine de gözlerini dikmiş ona bakan yansımasına gelince,onca zaman sonra ilk kez bu kadar iyi göründüğünü fark ediyordu.

Gür saçlarını maharetle tarayarak ,uzun firketelerle sabitlerken yüzünü buruşturdu.İnce topuklular gece daha başlamadan ayaklarını sıkmaya başlamıştı bile. Carla'nın otuz altı numara giydiği düşünülürse kendisinin otuz sekiz numara olan ayaklarını hesaba katmadığı belliydi.

Derin bir nefes alarak her şeye rağmen gülümsedi.Kötü zamanlar yaşadığını biliyordu.Aynı şeyleri tekrar yaşamak konusunda tereddütlüydü fakat buna rağmen damarlarındaki kanın alevlendiğini hissediyordu.Kasabalı hastalarının getirdiği minik hediyeleri takmakla meşgulken kapı çaldı.

Gelenin Doktor Giselle olduğunu anlamak için kapıyı açması bile gerekmedi.Yaşlı kadın verandada durduğunda yere kadar uzanan uzun siyah elbisesinin içinde her zamankinden daha şık bir haldeydi.Kapıyı açtığında kadının gözleri şaşkınlıkla karışık bir duyguyla parladı.

"Muhteşem görünüyorsun tatlım adeta göz kamaştırıyorsun."

 Beklenmedik iltifat karşısında kızararak gözlerini kırptı.

"Ben...sizin gölgeniz olabilirim ancak."

Zarif kadın dağınık topuz yaptığı beyaz saçlarıyla uyumlu beyaz bir şala sarılmıştı.Bahar siyah bir şalı omuzlarına attığında şal ipek eşarp gibi omuz kıvrımlarını okşadı.

"Hazırsan çıkalım mı? Partinin en son konukları olmak istemeyiz."

Acele bir tavırla hediye paketlerine uzanarak "E-elbette şey, sanırım şimdi hazırım." diye mırıldandı.

Giselle kulübenin içine göz attığında pis olmasını beklediği yerin bir yuva sıcaklığını taşıdığını görerek yutkundu.Kulübenin er ya da geç ışıldayacağını biliyordu fakat bunun bu kadar kısa sürede gerçekleşmesini beklemiyordu.Bakışlarını kaçırarak toprak yola doğru ilerledi.

Tenine değen soğuk hava içini ürpertti.

*

Perşembeyi cumaya bağlayan gece Portola Valley'de büyük geceydi. Jack'in mekanının önüne normalden daha fazla araç park etmişti ve bunların büyük çoğunluğunu polis arabaları oluşturuyordu.

Bahar mekana girdiğinde içerinin neredeyse ağzına kadar dolu olduğunu gördü.Sıcak şömine kırmızı alevler saçarken mekanın arka tarafındaki boşluğa doğru ilerlediler.

Ayaklarının altındaki koyu kırmızı bir halı,taş zeminin üstünden mekanın arka tarafındaki etkileyici araziye uzanıyordu.İki taraftan girişi olan,çevresi alçak çitle çevrili ufak dans pisti genç bir grubun yer aldığı bir sahneye ayrılmıştı.

Mekan her zamanki görüntüsünden oldukça farklıydı. Florasan lamba tavan ve uçuk mavi duvarlara ışıltılar saçıyordu.En az otuz masa krem rengi keten örtülerine bürünmüş zarafetini yansıtırken kristal kadehler,tam ortada duran kırmızı gül aranjmanlarıyla bütünleşiyordu.

Jack yeni gelen konukları selamlarken Ron masalara içki servisi yapıyordu.Kontrol edemediği bir iç güdüyle Brendan'ı bulana kadar etrafına bakındı.

İşte oradaydı.

Birkaç polis arkadaşının yanında içkisini yudumluyor soğuk esprilere kahkahalarla gülüyordu.Genç adam sadece görüntü olarak orada değildi ; her anlamda kendini partiye kaptırmıştı.

Önce Darrow ardından Calvin biranın tadını çıkartma konusunda genç adamı ikna etmiş ve adamın gece boyunca çene kaslarını ağrıtacak kadar gülmesine neden olmuşlardı.

Bahar, doktorun seçtiği masalardan birine geçmiş olanları gülümseyerek izliyordu. Giselle'ye minnettardı ; ona iltifat ettiği için değil , onunla geldiği için.

Pistin ortasında kendini kaybedenlerin arasına karışmamak için kenarda durdu.Genç orkestra hiç de fena çalmıyordu.Hareketli poptan, jazz'a jazz'dan klasik eserlere kadar uzanan geniş bir repertuvarları vardı.

Konuklar çalan parçalar eşliğinde çılgınca dans ediyorlardı. Jack bira dolu kasaları taşırken  görüş alanındaki Brendan'ı izliyordu.Koyu kestane rengindeki saçları dağılmış, siyah takım elbisesinin içindeki beyaz gömleği biraz kırışmıştı; fakat buna rağmen son derece göz alıcıydı.

Birden  genç adamın kulübesinden çıkarken gördüğü esmer güzelin adamın yanına geldiğini ve ona buz gibi bir bira şişesi uzattığını gördü.

Demek ki adam çevresindeki karmaşaya karşı tamamen duyarsız değildi.Eğer kadına yüz vermiyorsa geri çekilmeyi de pekala başarabilirdi.Bahar bundan pek emin değildi çünkü o zaman kıskançlık dürtülerini haklı çıkarmış olurdu.Öte yandan içinde bulunduğu ortama uyum sağlamanın bir yolunu bulmalıydı. Brendan uzattığı biradan büyük bir yudum aldığında Calanthe'nin gözleri parladı.

Doğum gününü onun organize ettiğini duyduğunda yüzü asılsa da arkadaşlarını gördüğünde sinirleri yatışmıştı. Calanthe uçuk mavi elbisesini savurarak genç adamın elini tuttuğunda Ron'un taşımakta olduğu tepsiye uzanarak bira şişelerinden birini kavradı.

"Tatlım iyi misin?"

Giselle'nin anlayışlı sesiyle yaşadığı ana geri döndüğünde içkinin boğazını yaktığını hissetti.

"Ben şey , gayet iyiyim."

Zarif parmaklar görüş açısındaki kadını işaret etti.

"Vazgeçmek nedir bilmiyor.Bunun canını sıkmasına izin verme eğlenmene bak." 

Olan bitenle ilgilenmediğini söyleyip canının sıkıldığını inkar etmek için ağzını açtı fakat yüzündeki yansımayı mazur gösterecek herhangi bir gerekçe bulamadı.Ya bu kadının canını sıktığını kabul ederek bir şeyler yapacak ya da partiyi berbat etmeden önce çekip gidecekti.Sonunda "Güzel bir organizasyon," dedi özür dilercesine.

"Bu konuda hem fikiriz." Giselle onunla kadehini tokuşturarak göz kırptı.

Elindeki bira şişesine baktı.İçkiyle arası hiçbir zaman iyi olmamıştı.Bu akşamki içme isteğini ortamdaki sıcak havaya bağlıyordu.Gözlerini kısarak iri bir yudum daha aldı.

Bir kol aniden beline uzandığında şişe neredeyse elinden düşecekti.Arkasına baktığında kumral bir adamın yoğun bakışlarıyla karşı karşıya geldi.

"Sonunda sizi görebilme şerefine erişebildiğim için çok sevindim," dedi Eric."İtiraf etmeliyim ki bu kadar güzel birini beklemiyordum." Başını eğerek selam verdi "Bayan Hector,çok zarif görünüyorsunuz."

Deneyimli doktor yarım bıraktığı içkisini masaya usulca bırakarak "Eric Cordone, kasaba polislerimizdendir ve bu da-"

"Güzeller güzeli ebe hanım." diye tamamladı Eric.

 "Tanıştığıma memnun oldum," diye mırıldandı zarifçe ; oysa hisleri tam tersini söylüyordu.

Eric abartılı bir ifadeyle elini kalbinin üzerine koydu."Sanırım muayene için en kısa sürede sıra almam gerekiyor."

Tanrım, Brendan'ın ilgisizliğinden ziyade Eric'in sulu tavırlarından sıkılmıştı."İzninizle," diyerek içki raflarına yöneldiğinde Eric bileğinden tuttu.

"Hadi ama partinin tadını çıkartıp çılgınca dans etmek varken bu soğukluk neden?" diyerek onu dans pistine doğru sürüklemeye başladı.

Çaresizce Giselle'ye baktığında yaşlı kadının yan masadaki kasabalı kadınlarla sıkı bir sohbete koyulduğunu gördü. Anlaşılan şans ondan yana değildi.

*

Brendan, rafların arkasındaki masaların orada yer tutmuş, yeni ebe ile arasındaki çizgileri aşmamaya özen gösteriyordu.Orada durmasının sebebi sadece onu kırmaktan korkması değildi ; kadının her hareketini bu noktadan rahatça görebiliyordu.

Bordo elbisesinin ince belini sarışını,saçlarının dalgasını,sıkıldığında titreyen alt dudağını,Ron'un tepsisine uzanışını...

Kasaba şartları için narindi doğrusunu söylemek gerekirse kırılgan bir zümrüdü andırıyordu. Bir an için birayı onun dudaklarından içmeyi arzuladığını fark ederek yutkundu.O, bütün bunları düşünürken muhtemelen polis merkezinin en sulu memurlarından Eric Cordone'un kadının narin bileğine uzanarak onu piste doğru sürüklediğini gördü.İşte bu iplerin koptuğu noktaydı.

Kendisini Calanthe'nin şaşkın bakışları altında Darrow ve Calvin'i iterek dans pistine doğru yürürken buldu.Yüz ifadesinin nasıl göründüğünden haberi yoktu fakat konukların yol vermek için kenara çekildiğini fark etmişti.Boğazındaki papyonu çıkartarak raflardan birine fırlattı.Lanet olası piç kurusu kıza asılıyordu.Hem de kendi doğum gününde.

Orkestra çalmaya devam ederken  genç adamı sertçe kolundan tuttu.

"Bayan Johansen'in bana bir dans sözü vardı sanırım şimdi tam zamanı."

Bahar afallamış bir halde kendisine bakarken Eric karşılık olarak saçma sapan bir şeyler geveledi.

"Hadi ama Brendan,tüm güzel kızlarla sen dans edemezsin."

"Ama o seninle dans etmek istemiyor."

Bahar'dan o diyerek değersiz bir şeyden bahseder gibi söz etmesi genç kızı hayal kırıklığına uğratmıştı.

Eric omuzlarını dikleştirerek soludu.

"Hey, hadi ama dostum buna sen karar veremezsin."

"Evet,veririm."

"Hayır,veremezsin."

"Evet,veririm.Bu partinin kimin adına düzenlendiğinden haberin yok sanırım.Ben kıçına bir tekme savurmadan önce derhal burayı terk et."

Kuru tehditlerden hoşlanmazdı fakat adam biraz daha üstelerse onu herkesin içinde pataklamaktan büyük keyif alacağı kesindi. Eric, gözlerindeki yoğun kıvılcımı gördüğünde Bahar'a doğru eğilerek "İzninle," diye soludu "Seninle tanışmak güzeldi."

Genç adam kalabalığın arasına karışırken bir ton koyulaşan gözleriyle karşısındaki genç kadına baktı.Bahar aklı karışmış bir ifadeyle kımıldamadan duruyordu.Orkestra Van Morrison'un Sometimes We Cry şarkısını çalmaya başladığında genç adam hiç düşünmeden onu kollarına aldı.

"Pekala, sanırım dans etmemiz gerekiyor." derken dalgalı saçlarına eğilerek tarçın kokusunu içine çekti.Topuklularla boyu kendi boyuna yaklaşmış görünüyordu.

"Sana bir dans sözü verdiğimi hatırlamıyorum."

Kolunu ceketinin üstüne bıraktığında Brendan tutkuyla inledi.

"Evet, bir söz verdin.Çok uzun zaman önce..."

İtiraf etmeliydi ki adımlarını seçkin bir zarafetle atıyordu.Vücudunun tek bir hareketi bile uyumsuz değildi.Dansın koreografisini hazırlayan oymuş gibi dans ediyordu.Vücudundan yayılan akım genç kızın iliklerine işliyordu.

Ezgilerin oktavı gittikçe yükselirken Brendan'ın aklından Bahar'ın güzelliğinden mekanın eriyebileceği fikri geçti.Orkestra Van Morrison'un başka bir parçasına geçtiğinde, genç adamın sırtına ürpertiler gidiyordu. Tomurcuğu andıran dudaklardan yayılan her nefes yüreğindeki notaları dalgalandırarak boynundaki her bir kasın gerilmesine neden oluyordu.

"İyi dans ediyorsun dedektif."

Kaslı bacağını kızın bacakları arasına kaydırırken elini kalçalarına doğru indirerek ürkek hareketlerini kontrol altına almaya çalıştı.

"Sadece kendini müziğin akışına bırak,"

Omuzlarını dikleştirdi, yeşil gözlerdeki meydan okumayı gördüğünde gülümseyerek onu yavaşça döndürdü ve içindeki notaların ritmine birlikte aktılar.

Bahar ne olup bittiğini anlayamadan kendini Brendan'ın sıcak gövdesinde buluvermişti.Normalde dans edeceğine yedi dişine birden kanal tedavisi yapılmasını tercih ederdi fakat şimdi genç adamın bakışları sigara gibi ; tüm hislerini küle dönüştürene kadar alev alev yanıyordu.

*

Orkestra hareketli bir parçaya geçtiğinde nazikçe uzaklaşarak "İzninizle , Bay Wilder" diye mırıldandı. Genç adam , kollarını isteksizce gevşetti.

"Sizinle dans etmek büyük bir keyifti Bayan Johansen." 

Tanrı aşkına, kızın tutucu olması kimin umurundaydı. Kontrolünü çabuk kaybetmesi onu daha da çekici kılıyordu .Aslına bakılırsa onunla dans edeceğini tahmin etmemişti hatta partiye katılacağından bile şüpheliydi.Aralarında alevlenen minik kıvılcım onu gafil avlamıştı arkadaşlarının yanına döndüğünde üstüne sinen yoğun tarçın kokusunun etrafını kuşattığını hissediyordu.Boş bira bardağına bakarak Ron'dan doldurmasını isteyip istememekte kararsız kaldı.Başını kaldırdığında Darrow'un muzip bakışlarıyla karşılaştı.

"Evet, patron söyle bakalım bu kadar güzel bir kadını tavlamak için ne yaptın?"

Keyifle homurdandı.Baharı tavlamış sayılmazdı.Henüz.

Etrafındaki polislerin kulak kabartarak dikkat kesildiğine emindi. Darrow polis camiasında sevilen bir adamdı Brendan'ı ilk kez böyle görüyordu.Gözleri parlarken ve içten gülerken.

Boş bardağı kaldırarak Ron'a işaret verdi "İyi dinle ahbap."

Darrow neşeyle kıkırdadı Brendan'dan en az beş-altı yaş küçüktü.

 "Dinliyorum, patron."

"Kadınlara karşı nazik ve içten olacaksın," diye devam etti sesini biraz alçaltarak,böylece meraklı kulaklar istediğini alamayacaklardı.

"Dış görünüşe aldanmayacaksın ruhunun derinliklerine inmenin bir yolunu bulmalısın."

Darrow,abartılı bir hareketle kahverengi ceketinin iç cebine uzandı.

"Ne yapıyorsun?"

"Sanırım söylediklerini not etmem gerek.Liste epey uzun görünüyor."

Darrow ufak bir not defteri ve tükenmez bir kalem çıkarttı.

"Unuttun mu patron her zaman tedarikli olmayı sen öğretmiştin.Madde bir: Nezaket."

Etrafındaki kalabalık ufak bir kahkaha attı.

Calvin bira şişesini dikleyerek "Hadi ama Wilder senin gönül yaranı dinlediğimiz zamanları unutmuşa benziyorsun.Öğüt vermek için fazla amatörsün." dedi.

Brendan ciddiyetini bozmadı."Shakespeare der ki , geçmiş dert için yakınmak yeni dert edinmektir." Herkes kahkahalar eşliğinde içkisini yudumlarken beyninin büyük bir çoğunluğu ahu gözlü güzelin ince ve uzun bacaklarını hayal ediyor, bordo renk elbisesinin eteğini sıyırarak ruhunun derinliklerine dalmak istiyordu.

Mantığın Cehenneme kadar yolu var.

*

Ron, tekerlekli bir masayla getirdiği çikolatalı pastanın üzerindeki mumları uzun bir çakmakla tutuştururken adının yazılı olduğu ufak karta hayranlıkla baktı.

Konuklar masalarından uzaklaşarak ortaya doğru toplanmaya başlamışlardı.Hep beraber doğum günü şarkısını söyleyerek Brendan'ın Jack'in eseri elli sekiz mumu birden üflemesini kahkahalar eşliğinde izliyorlardı.Bahar o an Brendan'ın ailesinden kimsenin partiye katılmadığını fark etti.'Sorumluluk zırvalıkları' diye düşünerek loş ışık altında parıldayan beyaz mumlara baktı.Dans ederken kendisini tıpkı o mumlar gibi hissetmişti.Tükeneceğini bile bile yanmaya istekli.

Genç adam pastasını keserek kadeh kaldırdı.

"Değerli Portola Valley sakinleri,kadehimi bu gece burada olduğunuz için öncelikle sizlere,ardından mekan sahibi Jack ve bu gecenin mimarı dostum Calanthe'ye kaldırıyorum.Nice sizli senelere!"

Konuşmasını nazik alkışlar izledi ve hemen ardından mekandaki uğultu tekrar başladı.

Kendisinden dost sıfatıyla bahsetmesi Calanthe'nin gözlerinin dolmasına neden olmuştu.Deri koltuklardan birine yaslanıp bacak bacak üstüne attı.Genç kadın mükemmel esmerliği ve özel tasarım ayakkabılarıyla,ısırırken ses çıkartan seksi dondurma reklamlarına ait gibi duruyordu.

Genç adam hüzünlü bakışlarından habersiz, Giselle'ye başıyla nazik bir selam göndererek mızrağı andıran kelimelerini hedefine yolladı.

"Yeşil gözlerin şerefine."

Adamın dudaklarına baktığında yer çekimini unuttu ve kendini boşluğa düşer gibi hissetti.Tanrım, herkes anlayacak dedikodular ayyuka çıkacaktı.Kızaran yanaklarını gizlemek istercesine etrafa bakındığında mekanın diğer ucunda, dikkatini çekmeye çalışan bir dizi kadının arasında 'onu' gördü.

Aynı anda ani bir sızı midesini kuşatarak etrafını saran karanlık enerjiyle beslenmeye başladı."Tanrım,olamaz..." diye mırıldandığında alt dudağının titrediğinden habersizdi.

Ardından hissizlikle korumaya çalıştığı her yer alev aldı ve yandı.

► Bölüm parçası ; Van Morrison _ Sometimes we Cry ♫

► Dikkat Turuncu 'ı es geçmeyin lütfen!

Continue Reading

You'll Also Like

535K 38.5K 53
Stuart McStout, "herkesin" bildiği bir ambulans görevlisiydi. Bir Acil Tıp Teknisyeni. Ancak "herkesin" bilmediği, onun geçmişiydi. Nereden geldiği. ...
21.2K 2.2K 28
Alavan'ı öldürmüştü. Alavan'ın sağ kolunu öldürmüştü. Bir gerçeği fark etti, varislerden biri hala yaşıyordu. Kendisi, yaşıyordu. Dünyadaki tek Pra...
8.3K 174 9
༺༻ tüm hakları saklıdır
1.5K 652 17
Aşk kıldan ince kılıçtan keskin bir sevda köprüsüdür. bu köprüde Ademoğluna yaşam nefesi üflenirken, Havva'ya da ruhundan bir parça bahşedilmişti. Ha...