PORTOLA VALLEY ∣ Tamamlandı ♕

By bsrarikan_

1.8M 101K 20.9K

" Her doğum içimizdeki sancının sesidir. " " Değerli sağlık çalışanları , Portola Valley kasabasında çalışaca... More

♕Tanıtım♕
♕1.bölüm♕
♕2.bölüm♕
♕3.bölüm♕
♕4.bölüm♕
♕5.bölüm♕
♕6.bölüm♕
♕7.bölüm♕
♕8.bölüm♕
♕9.bölüm♕
♕10.bölüm♕
♕11.bölüm♕
♕12.bölüm♕
♕13.bölüm♕
♕14.bölüm♕
♕15.bölüm♕
♕16.bölüm♕
♕17.bölüm♕
♕18.bölüm♕
♕19.bölüm♕
♕20.bölüm♕
♕21.bölüm♕
♕22.bölüm♕
♕23.bölüm♕
♕24.bölüm♕
♕25.bölüm♕
♕26.bölüm♕
♕27.bölüm♕
♕28.bölüm♕
♕29.bölüm♕
♕30.bölüm♕
♕32.bölüm♕
♕33.bölüm♕
♕34.bölüm♕
♕35.bölüm♕
♕36.bölüm♕
♕37.bölüm♕
♕38.bölüm♕
♕18 Mart ♕
♕39.bölüm♕
♕40.bölüm♕
♕41.bölüm♕
♕42.bölüm♕
♕43.bölüm♕
♕44.bölüm♕
♕Yürek Mürekkebi Karahindiba Tozuna Damladı♕
♕ 45.bölüm♕
♕ 46.bölüm♕
♕47.bölüm♕
♕48.bölüm♕
♕49.bölüm♕
♕50.bölüm♕
♕51.bölüm♕
♕52.bölüm♕
♕53.bölüm♕
♕54.bölüm♕
♕55.bölüm♕
♕56.bölüm♕
♕57.bölüm♕
♕58.bölüm♕
♕59.bölüm♕
♕60.bölüm♕
♕61.bölüm♕
♕62.bölüm♕
♕63.bölüm♕
♕64.bölüm♕
♕65.bölüm♕
♕Karahindiba Tozu Satırlara Bulandı♕

♕31.bölüm♕

17.9K 1.1K 353
By bsrarikan_

Noel Arifesi'nde çorak topraklar üzerindeki gri bulutlar şeffaf kanatlarını fırtınanın arkasından sürükleyerek ufka doğru yöneltiyordu.

Haberlerde savaşın patlak verdiğinden ve Sovyetler Birliğinin Afganistan'ı fiilen işgal ettiğinden bahsediliyordu. Ortadoğudaki bir savaşın mevcut savaşı ne kadar etkileyeceğini hayal dahi edemiyordum.Bakışlarımı kısarak elimdeki bardağın sıcaklığına sığındım mevcut durum göz önüne alındığında çay,titreyen bedenime iyi gelen tek şeydi.

Derin bir nefes alarak ailemi düşündüm. Betty Hala şimdi muhtemelen şöminenin yanına yerleştirdiği devasa çam ağacını süslüyordu.Altın rengiyle bütünleşen kırmızı parlak süsleri zihnimde canlandırdım.Çarpıcı ve güzeldi.

Babamın neşeli görüntüsü gözlerimin önüne geldiğinde boğazımdaki yumru yutkunmama engel oldu.Babam yılın son günlerinde işlerine ara verir Caroline'in lezzetli pastalarının tadına bakarak hepimize hediyeler dağıtırdı. Caroline artık annemin isteklerine maruz kalmıyor olmalı diye düşündüm. Betty Hala mektup yazarken Caroline'in meraklı bakışlarının yaşlı kadının önündeki kağıda uzandığına adım kadar emindim.Aklıma gelen görüntülerle gülümsedim.

Beni en çok endişelendiren şey ise Rosalie'nin artık hayatta olmadığı gerçeğini ailesine söyleyecek olmamdı.Öte yandan bu ülkedeki görevimizin hala devam ediyor oluşu rahatlamama sebep oluyordu.Düşünceler ruhumu esir alırken Mary's Boy Child adlı Noel şarkısının kulaklarıma dolduğunu hissettim.Gözlerimi kapadığımda,babam tam karşımda durmuş bana sarılmak için beklerken annem bana bakıyor onu affetmem için adeta yalvarıyordu. Rosalie çok uzaklardan bana el sallarken üzerindeki beyaz elbisesi solgun teninde ışıldıyordu.Bir an için ruhuma çöken sis bulutlarının arasında Rex'i gördüğümü sandım aşkla dolu bakışlarını tenimde hissedebiliyordum.

Elimdeki sıcak bardağı masanın üzerine bırakırken "Mutlu Noeller" diye fısıldadım bir yanım ağlamamak için gözyaşlarımla savaşıyordu.

"Burada mıydın?" 

Felç olmuş zihnimin gerilerindeki bu ses,bana zarar verici bir nitelikte değildi.Ahraz şarkı söyler gibi konuşuyordu.Sesi bir fısıltıdan biraz fazla çıkıyordu.Ben yanıt vermeyince endişeli bakışlarını önce çalışma odasında ardından yüzümde gezdirdi.

"Her yerde seni aradım," dedi şimdi daha düz nota tınısı olmayan bir sesle konuşuyordu."İyi görünmüyorsun."

Sırlarımı düşünerek "Be-ben iyiyim," diye geveledim.

Ahraz kuşkularını saklamak için uğraşarak elindeki beyaz zarfı uzattı.

"İşte," dedi "Bir mektubun var."

Aklım beyaz zarfın arasından sürüklenerek,bedenimi yaşadığımız ana geri çekti.İçimden konuşmak çığlık atmak ya da bağırmak gelirken ben, uzattığı zarfı alarak yutkundum.

"Teşekkürler."

Ahraz başka bir şey söylemeden odadan çıktı.Düşüncelerinin yönünü kontrol etmesi benim açımdan daha iyiydi.Dilimi kavuran sıcak nefesimi serbest bırakarak zarfın arka yüzünü çevirdim.Mektup Herat'tan gönderilmişti.Zarfın üzerindeki siyah mürekkebe odaklandıktan sonra gönderenin adına baktım 'Rex' Kalbim göğüs kafesimden taşıyordu.Terleyen parmaklarım pek nazik olmayan bir hareketle zarfı yırttığında korku ve endişelerimi süpüren satırlar tam karşımda duruyordu.Kuruyan dudaklarımı ıslatarak mektubu okumaya başladım.

Canım Giselle'm,

Ne kadar süreceğini bilmediğim bir yolculuktayım. Senden ayrılışımın ısdırabını gönlümde taşırken benim için atan kalbinin sıcaklığını ruhumda hissederek rahatlıyorum.

Burada günlerim yoğun geçiyor sevgilim hep seni düşünüyorum cephedeyken sen,gecemde sen gündüzümde sen ekmeğimde sen suyumda sen gözlerimi kapattığım her yerdesin sevgilim.

Uğuldayan uçakların sesi bile senin sesini hafızamdan silmeye yetmiyor.Savaşın getirdiği yıkımlara inat dik dur aşkım uzaklarda olsam da aklım hep sen de.

Tenine hasret kokladığım vatan gibi tütüyorsun gözlerimde.

Sevgilerimle Rex

Kan kırmızı yuvarlak külçe koyu bordo bir ırmak haline gelerek ense köküme aktı ; kaslarımı ayrı ayrı okşayarak,omurgamdan aşağıya indi.O, hayattaydı.Ani bir haz uyuşan kol ve bacaklarıma giden bütün sinir uçlarıma vurduğunda çekmeceden temiz bir kağıt çıkartarak yazmasını umduğum dolma kalemlerden birine uzandım.Sözcükler kulaklarımda uçarak zihnime giriyordu.

Beyaz bir kağıdın üstünde gürleyen milyonlarca kelimenin uğultusundan daha düşük bir fısıltı kulağımı tırmalıyordu.Yükselen tını birden arttı.Dolma kalemden damlayan mürekkebin beyaz kağıt üzerinde bıraktığı ufak noktaya gözlerimi kısarak baktım. Rex, mektubunda karanlık adamlardan bahsetmemişti bunu savaş bölgesinde olmasına bağlıyordum.Beyaz rengi kağıt zihnimdeki karanlığın mezarı olurken uğultular şiddetini arttırdı.

Başta yalnızca bir ses vardı, sonra başka bir ses daha katıldı, tamamen farklı olmasına rağmen ilkiyle uyum içerisindeydi.İlki kulaklarımı okşuyordu fakat ikincisi ürkütüyordu.Ve hızla yükselen üçüncü bir ses duvarlarda yankılandı.Sonra dördüncü ve beşinci ses katıldı.Bu durum çalışma odasının kapısı büyük bir gürültüyle açılana dek devam etti.

Seslerin toplamı, Ahraz'dan gelen tek bir sesten daha fazla değildi.Ahraz kapının girişinde durduğunda gözlerindeki panik hareketlerine yansımıştı.Ne olduğunu sormak için ağzımı açtığımda lafı ağzıma tıkadı.

"Giselle, Ruslar geliyor! Bay Burkley derhal mahzene inmemizi söyledi."

Şaşkın bakışlarımı yüzüne oranla daha ufak olan kara gözlerine çevirdim.Az önce zarfı uzatan kızla bu kızın aynı kişi olması gerçeği tuhaftı.Notalar yerini tiz çığlıklara bırakmıştı.Ahraz soluk soluğa bir halde "Fazla vaktimiz yok!" dediğinde elimdeki kalem beyaz kağıdın üzerine düştü.Çığlık çığlığa haykırmak istediğim tüm kelimeler bir kalemin ucunda asılı kalmıştı.

"Acele etmeliyiz.Beni duymuyor musun?"

Rex'in mektubunu ikiye katlayıp gömleğimin altına sıkıştırdım.Derin bir nefes alarak yerimden kalktığımda her şeyin bir kabustan ibaret olmasını diliyordum.

Hastahanedeki karmaşa yüzlerce enstrümanın yıllar boyunca bangır bangır çalması gibiydi.Herkes telaş içerisinde bir yerlere koşturuyordu.Kendimi onlarca oyuncu tarafından sahnelenen bir tiyatro oyunda gibi hissediyordum ve tek bir repliğin gücü ayaklarımı yerden kesmeye yetiyordu.

"Herkes mahzene!"

Marlon Burkley'in keskin ikazı zihnimde yankılandı ve yayılan bir ateş gibi vücudunu sardı.Merdivenlerden inerken karanlık,yüzümde bir fırtına gibi patlayan ses ve kokulardan yapılma saf duygularımı gizliyordu.

Gürültüyle açılan kilitli kapıların ardından mahzene ulaştığımızda bütün grup puslu görüntünün içinde uyuşmuş görünüyordu.İnsanların çoğu savaşın getireceği yıkımlardan habersiz çene çalıyordu.

Bir gaz lambasının titrek ışığı karanlığı kısmen olarak dağıtmaya çalışa da bunda pek başarılı olduğu söylenemezdi.Ahraz ürkek bir tavırla taş zemine oturduğunda ben de yanına oturdum gözlerim uzaktaki birkaç kişiyi seçti.

Loş ışık sis misali üzerimize çökerken neler olup bittiğini kimse bilmiyordu.Yirmi dört saatmiş gibi gelen yarım saatin sonunda Casey konserve kutularını dağıtmaya başladı.Açlık hissetmiyordum fakat ne kadar saklanacağımızı düşününce ürperdim.

Kilitli kapı birden büyük bir gürültüyle açıldı hemen ardından mahzende tanıdık bir ses yankılandı.Bay Burkley Arapça olduğunu tahmin ettiğim bir şeyler söyleyerek birkaç saniye durakladı ardından "Ülke sizinde bildiğiniz gibi fiilen işgal edilmiş durumdadır.Hastalar ve hastahane çalışanları güvenli araçlarla farklı eyaletlere taşınacaktır." Gözlerimin içine bakarak sözlerine kaldığı yerden devam etti "Afganistan'daki görevimiz sona ermiştir.İki saat sonra bizim için hazır bir helikopter bekliyor olacak.Ve buradan ayrılacağız."

Duyduğum sözler havai fişek gösterisi gibi zihnimde patladı.Herhangi bir bağlamda aptalca ama tamamen sahici duygularla afalladım.Zihnimdeki soru işareti içimi kemiriyordu Rex burada değildi ve onu almadan mı gidecektik? Homurtular devam ederken Marlon Burkley "Sessiz olun!" diye gürledi.Sesi öylesine güçlü yankılanmıştı ki içgüdüsel olarak yaslandığım duvara sindim.

Karşımda oturan Nelson oturduğu yerden hışımla kalkarak saçlarını düzeltti "Aptallık kafesine saklanıp korkakça kaçmak mantığıma uymuyor.Aldatmaca ve despotluğa maruz kalıp da,tüm bunlardan sonra ayakta kaldığınızda bu zorbalığın gurur kırıcı olduğunu görme eğiliminde olursunuz ki bu aldatmaca ve istismarın en kötüsüdür." duraksadı ve gerilen boyun kaslarını esneterek başını oynattı.

Bay Burkley ona uzun uzun,dikkatle baktı."Hakikaten bir şey bilmiyorsun değil mi? Kibrin sayıca bizden fazla oldukları gerçeğini sana unutturmuş olmalı."

Nelson sesinin endişeli çıkmamasına dikkat ederek "Bir şey bilmediğimden o kadar emin olmayın" dedi.

"Kibirli biri olduğundan mı emin olmayayım? Yoksa bilmediğinden mi?"

Bay Burkley bu noktadan sonra kuşkularını saklamak için uğraşmazdı. Nelson'un söyledikleri son derece mantık dışıydı ve sözleri ortamdaki gerilimi arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı.

Nelson boğazını temizledi adeta Bay Burkley'e meydan okuyordu.

"Hakikati duymak canınızı sıkıyor değil mi? Yaşayacaklarına inandırdığınız bu insanların tersine ben size yalnızca hakikati söyleyeceğim."

Bay Burkley'in yüzü öfkeden kızarmıştı.Ters ters Nelson'a baktı. Nelson'un sinsi bakışlarını gaz lambasının izin verdiği ölçüde görebiliyordum.Yaşlı adamın üzerine yürüyerek"Hakikat şu ki ; kaçmak yerine burada kalıp savaşmak daha onurlu bir hareket olurdu." dedi.

Mahzenin kalabalığını unutmuş görünüyorlardı.Nefes sesleri arasında, yeni bir homurtu dalgası kulaklarıma doldu.Bay Burkley'in öfkesinin alevlendiğini biliyordum buna rağmen sakin kalmaya çalışarak genç subayın omzuna dokunduğunda Nelson ani bir hareketle geri çekildi.

"Yürüdüğün yol doğru bir yol değil evlat."

"Yanlış insanlarla doğru yolda yürünmez."

Mahzenin kapısı büyük bir gürültüyle kapandığında içimden bir ses Nelson'u bir daha görmeyeceğimizi söylüyordu.

Yankılanan ses uğultuyu bastırdığında sırtım duvarın soğukluğuna alışmıştı. Ahraz başını kaldırıp göz ucuyla yan tarafımızda oturan Casey'e baktı bir yandan çelimsiz parmaklarıyla oynuyordu.

"Ben de sizinle gelmek istiyorum."

Bu sözleri öyle sakin söyledi ki bunları yanlışlıkla söyleyip söylemediğini merak ettim. Casey bize doğru dönerek "Çok doğru bir karar."dediğinde genç adamın gözlerinin içinin ilk kez güldüğünü fark ettim.Bir savaşın ortasında böyle bir ana tanıklık etmek şaşırmama neden oldu. Casey söylediklerinden rahatsız olmuş gibi bir ifadeyle gözlüğüne dokunduğunda Ahraz'ın kızaran yanaklarında filizlenmekte olan duyguların izi vardı.

Bakışlarımı kapıya yönelterek derin bir nefes aldım.Bay Burkley Afgan bir doktorla konuşuyordu.Gözlerimi bulandıran sarı ışık mavi bir kürenin içine boyanmış gibi dururken zihnimdeki imgeler 'mavi' temasının etrafında birleşiyordu.Mavi ve Firuze iki realite yalnızca gerçek değil,aynı zamanda birbirini tamamlayan şeylerdi.İki imgede aynı gerçeğe aitti.Oturduğum yerden hızla kalktım.

"Firuze?"

Ahraz dönüp baktı şaşırmış görünüyordu "Bugün hiç görmedim."

Eğer iki gerçek birbirini tamamlıyorsa , zihnimdeki imgeleri takip etmem gerekiyordu.Kapıya doğru yöneldiğimde Bay Burkley "Nereye gidiyorsun Giselle?" diye seslendi adımı üstüne basarak söylemesi ürpermeme neden olmuştu.

"Bayan Taheri burada değil korkarım ki mahzene ineceğimizi bilmiyordu.Ben...ben onu bulmalıyım."

Bay Burkley kaşlarını çattığında Casey bir çırpıda yanıma geldi "Bay Burkley, Bayan Taheri barakasında olmalı.Güvende olduğundan emin olmak için sizden izin istiyoruz." 

Yaşlı doktor delici gözlerini üzerimizde sabitleyerek içinde bulunduğumuz tehlikeyi ima eden bir bakış attı.

"Geç kalmayın!"

Casey omuzlarını dikleştirerek "Peki Bay Burkley." dediğinde ben çoktan merdivenleri tırmanmaya başlamıştım.

*

Yolun üzerinden geçen onlarca lastiğin uğultusu ,yükseklerden geçen bir jetin uzaktan gelen gürültüsü.Uzaklardan gelen konuşmaların tiz sesi...Nefesimi tutarak gözlerimi kapattım. Firuze'yi bulmak zorundaydım onu da Rosalie dahası Rex gibi kaybetmek istemiyordum .Firuze'nin hastahanede olmadığını anlamamız için on dakika yetmişti.Başına bir şey gelmiş olabilir miydi? Bu afallatıcı bir düşünceydi.Buna rağmen birçok yönden mantıklıydı.

Casey hızlı hızlı yürüyordu,bunun tek nedeni hızlı düşünmesiydi.Beni yalnız bırakmadığı için ona minnettardım.

Dışarı çıktığımızda soğuk hava çok geçmeden ciğerlerime işledi.Ağzımı iyice açarak oksijeni yutan bir balık gibi havayı içime çektim.Hastahanenin hemen aşağısında işlek caddeyle birleşen ara sokaktan barakalara çıkan yola vardığımızda genç kadının cılız silueti az ilerideki ufukta parlıyordu.Karnını tutmuş,acı içinde kıvranıyordu.

Savaşı düşünmek için durmadım bile."Firuze!" diye seslendim yanına koşarak.Bacaklarından sızan kanı gördüğümde nefesim kesildi."Tanrım , neler oluyor? Hastahaneye gitmeliyiz." dedim soluk soluğa, mantığımın işleyen tarafı bunu söylüyordu.

Zoraki bir nefesle "Olmaz.Diğerlerinin beni böyle görmesine dayanamam," dedi kafamı salladım bütün bunlar bana yanlış geliyordu tamamen yanlış.

Casey arkaya döndü,hastahane tarafındaki karmaşayı duyabiliyordum.Kuru ağaçlardan birine yaslanarak nefesini kontrol altına almaya çalışırken irileşen gözlerini Firuze'nin üzerine dikerek ayakta durmakta zorlanan genç kadını ani bir refleksle kollarının arasına aldı.

"Bayan Taheri barakaya kadar dayanın."

Taze kanı Casey'in parmaklarına bulaştığında genç adam bir pervane gibi görünüyordu.Firuze inliyor, bilincini kaybetmemek için mücadele ediyordu.

Onun nerede kaldığından emin değildim bu yüzden Casey'i Rosalie ile paylaştığımız barakaya yönlendirdim. Casey Firuze'yi yatağıma bıraktığında, ağzı bir karış açık kalmıştı."Hamile" diye soludu.

"Ne?"

Panik içindeki parmaklarım Firuze'nin terini silerken bir yandan bunun mümkün olamayacağını düşünüyordum. Firuze'nin inlemeleri odayı doldurduğunda Casey ceketini çıkartarak sandalyenin üzerine fırlattı.

"Doğum başlamış sıcak su,temiz havlu lazım." Casey'i daha önce hiç böyle görmemiştim.Kararlı ve öfkeli.Kahverengi gözlerinde firar eden kıvılcımlar vardı."Durma öyle acele et!"

Casey Firuze'nin elbisesini sıyırdığında genç kadının karnındaki korseyi gördüm.Bir kez daha irkildim.

"Bayan Taheri,ıkınmanız gerek tüm gücünüzle."

Elimizdeki kısıtlı malzemeleri hazırlarken bunca zamandır nasıl anlamadığıma şaşırıyordum.İmgeler zihnimin bentlerini yıkmaya başlamıştı.Bayıldığı an, Behram'ı gördüğü an, bizden kaçtığı an içinde taşıdığı bir utanç dalgasıyla mı mücadele ediyordu?

Ellerini tutarak "Dayan,"dedim kasılmaları arttığında inlemeleri de şiddetini arttırmıştı."Sen çok güçlü bir kadınsın."

Yarı açık gözlerinde ışık noktaları ahenkle yüzüyordu.

"Bayan Taheri ıkının!" Casey'in ayazı yutan sesi donmuş gibi geliyordu.

Genç kadın gözlerini kapadı ve bu hareketiyle son umudumun da kapısını kapadı. Firuze'nin gözlerinde hayatın ötesinde bir şey vardı.Aydınlığın içinden bir inilti kulaklarıma dolmaya içimdeki çığlıkları bastırmaya başladı.İnilti çok geçmeden feryada sonra da keskin bir çığlığa dönüştü.

Casey umutsuzca yere çöktüğünde acı şahmerdan gibi göğsüme vurdu.Bir sonraki kasılma sırasında fersiz bacaklarının altına girdim ve bebeğin başının göründüğünü fark ederek yutkundum yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.

"Bebeğin başı görünüyor." diye mırıldandım Firuze'nin beni duyduğundan pek emin değildim.Dehşetli bir çığlığın ardından kaygan bebek kollarımdaydı.

"Oğlan!" diye bağırdım "En az senin kadar güzel."

Casey kapının kenarındaki bir taş parçasıyla göbek bağını keserken bebeğin moraran yüzüne baktım.Ağlamıyordu.Panikle kanlı parmak uçlarıma aldırmadan bebeği sırt üstü yatırarak hava yolu tıkanıklığına sebep olacak herhangi bir şey aradım; yoktu.Başını hafifçe iterek yaklaşık on saniye boyunca solunum yapıp yapmadığını kontrol ettim bu sırada Casey de Firuze'nin terini silmekle meşguldü.Bebeğin yüzüne yaklaşarak ağız dolusu bir nefes aldım.Ağzımı bebeğin ağız ve burnunu içine alacak şekilde yerleştirerek her biri bir saniye süren iki kısa nefes verdim herhangi bir tepki yoktu.

"Tanrım lütfen yardım et." diye mırıldanarak bebeğin iki meme ucu arasında hayali bir çizgi çizdim;işaret orta ve yüzük parmağımı minik göğüs kemiğinin alt ucuna ve çizginin altına yerleştirdim.Dolan gözlerimi umursamıyordum. Firuze'nin bebeği yaşamalıydı.İşaret parmağımı kaldırarak diğer parmaklarımla göğüs kemiğine basınç uyguladım.Okulda öğrendiklerim zihnimde süzülüyordu dakikada 100 bası diye hatırlattım kendime.

Casey delici bakışlarını yüzüme dikti hiçbir şey söylemedi.Kendimizi kandırmanın bir yolu yoktu.Artık çok geçti.Bu zihnimdeki kara pençeler gibi görünmez hayaletler değildi tam tersi bu hakikatin kendisiydi.

"Güçlü bir kadın fakat korkarım ki başaramayacak."

"Sen ne dediğinin farkında mısın?" diye bağırdım çaresizce bir yandan Rosalie'nin boş yatağında kımıldamadan yatan ufak bedene bakıyordum."Başarmak zorunda" derken boğazımdan kaçan hıçkırığa engel olamamıştım.

Casey Firuze'nin yarı kapalı gözlerine bakarak hafifçe koluma dokundu "Bayan Hector," diye fısıldadı "Çok kan kaybetti.Bu şartlarda onun için yapabileceğimiz bir şey yok."

Zavallıcığın inlemeleri yerini ruhsuz hırıltılara bırakmıştı.Ölmekte olan bedenine sokularak elini tuttum.Buz gibiydi.Dışarıda çiseleyen kardan bile daha soğuk.Ciğerlerime işleyen ayaz hızla kor ateşin kızıllığına bürünürken "Çok üzgünüm..." diye fısıldadım.Terden yapış yapış olan siyah saçlarını yüzünden çekerek başını kaldırdım.Zar zor nefes alarak Farsça olduğunu tahmin ettiğim bir şey mırıldandı.

"Kendini yorma," diye fısıldadım.

"O...o" diye mırıldandı ağzı kanla dolmuştu "Yaşıyor mu?"

Bebeğini soruyordu tutmaya çalıştığım gözyaşlarından biri firar ettiğinde beni anladığını belirten bir bakış attı. Eğer onu hastahaneye götürebilirsek, Bay Burkley onu kurtarabilirdi. "Hastahane..."diye mırıldandığımda Firuze elimi sıktı çelimsiz parmaklarındaki yüzüğü avuçlarımın arasına kayarken parçaları bir araya getiren zihnimde inanılmaz bir olasılık yankılandı dilimden firar eden cümleler taş duvarda yankılanırken "Kim?" diye fısıldadım.

Firuze'nin mavi gözleri kahverengimin koyusuna bulanırken kan sızan ağzından tek bir isim döküldü."Nelson."

Kelime kan nakli yapılmış gibi dehşetli bir hızla bütün damarlarımdan akarak,gizli nefretimi gün yüzüne çıkartıyordu.

"Casey!" diye seslendim genç adam sürgülü kapının yanında dikiliyordu "Nelson'un yaptığına bir bak."

Casey, gözlerini kıstığında onun da ağladığını fark ettim."O öldü," dedi ifadesiz bir halde."Ne yazık ki Nelson'un yaptığını ispat edemeyiz."

Tanrım, haklı olması canımı fena halde sıkıyordu. Rosalie'nin ardından Firuze'yi de kaybetmek kendimi boş ve tamamen karanlık hissetmeme neden olmuştu. Ellerimde arkadaşımın sıcak kanı vardı , Casey yatağa sokularak cansız bedenine baktı "Fazla vaktimiz yok.Helikopter kalkmadan onu gömmüş oluruz."

Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum fakat bildiğim tek şey onu burada savaşın ortasında kaderine terk edemeyeceğimiz gerçeğiydi. Firuze'nin bizden başka kimsesinin olmaması genzimi yakıyordu.Tanrım , böyle bir sonu hak etmemişti.Mezarını ziyaret edecek hiç kimsesi yoktu; olmayacaktı.Gözlerim doldu dolu başımı sallayarak karşımdaki adamı onayladım.

*

Ona layık bir son olmadığını biliyordum ; fakat Firuze'yi barakaların arkasındaki çalıların altında ebedi uykusuna yatırmıştık. Casey'in kaslı kolları mezarı kazdığında bunun bir kabus olmasını ne kadar çok istediğimi fark ettim.Kimsesizler mezarlığındaki Rosalie'yi ve karşımda yatmakta olan Firuze'yi düşünerek yutkundum. Rosalie ve Firuze'nin ölmesi bir kabustu.Zihnimin karanlık metruk koridorlarında kara pençenin kovaladığı kalbim, güm güm atan yalnız bir korkaktı.Şu var ki kara pençenin silahı ölümdü ve ben bu ölümden payıma düşen nasibi almıştım.

Casey,Firuze'yi ve genç kadının en değerlisini mezarın içine yerleştirip toprakla örttükten sonra,ikimizde hiç konuşmadan birbirimize baktık.Gözyaşlarım birbiri ardına akarken Casey toprağa bulanan ellerine aldırmadan bana sarıldı.

"Şş biz elimizden geleni yaptık."

Genç adam beni saran kollarını iyice sıktı.Güvende olduğumu, bana değer verdiğini hissettim.Gözlerimi yumdum ve babamın sıcaklığını duyduğum güçlü kolların hakimiyetine sığındım.Ta ki gökyüzünde süzülen helikopterin sesini duyana dek.

Birden bedenimi saran kollarını gevşeterek "Çabuk ol!" dedi "Hemen gitmeliyiz!"

Firuze'nin mezarına son kez baktım kar taneleri ıslak toprağın üzerinde dans ediyordu. Casey koşmaya başlamıştı soğukta buharlaşan nefesi şiddetle yankılandı "Giselle koş!" İsmimi ilk kez söylemesi tuhaf hissetmeme neden olsa da buna aldırmadım adımlarımı hızlandırarak Casey'in peşine takıldım.

Helikopter hastahanenin arkasındaki metruk arazide kullanıma hazır bekliyordu ; dört çekerli ve pistonlu,mat gri renkte fazla konforlu bir şeydi.

"Nerede kaldınız!" diye çıkıştı Bay Burkley etrafta bizden başka kimsenin olmayışı boğazımda garip bir panik hissinin özgürce dolaşmasını sağladı.Bir şeyler gevelemek için ağzımı açtığımda helikopterin içinden Bay Burkley yaşlarındaki kahverengi montlu bir adam kafasını uzattı.

"Her şey hazır dostum."

Bay Burkley sesin geldiği tarafa doğru dönerek başını salladı."Dustin Rickman yakın arkadaşım kendisi pilot."diyerek Helikopterin içindeki adamı kısaca tanıttı hemen ardından saçlarına düşen kar tanelerini silkeleyerek "Yolculuk için gerekli olan her şey hazır.Şimdi sorumluluğunuzun bilincinde olarak acele edin!"dedi.

Bay Burkley'in peşinden merdivenleri tırmanırken Rex'i burada bıraktığımı düşünerek irkildim.Onu burada bırakıp gidemezdim!Öyle ya da böyle onun anlayışının ötesinde Rex kalbimdeki karanlığı çözecek tek anahtardı. Rex savaşın kalbindeydi ; bundan emindim.

"Ben kalıyorum.Bu savaşla başa çıkabilirim.Ben-"

Sözler yolunu şaşırmış nesneler gibi birden ağzımdan çıkmıştı. Casey kaşlarını çattı.

"Hayır,Giselle! Gelmelisin.Çok geç olmadan bin haydi."

"Ben bunun doğru olduğundan emin değilim."

Casey bu defa koluma dokundu."Ailenin sana ihtiyacı var,Giselle! Seni seven insanlar için gelmek zorundasın."

Gözlerimi genç adama diktim,haklı olduğunu biliyordum ama yüreğimdekileri burada bırakıp da gidemiyordum.

"Casey,Giselle! Tanrı aşkına neyi bekliyorsunuz?"

Bay Burkley'in sesi soğukta yankılandığında sekiz kişilik helikopterin boş kalan üç koltuğuna bakmamaya çalışarak Ahraz'ın yanına oturdum.O,küçük omuzlarında vatanını terk etmenin ağırlığını taşırken ben,sevdiklerimi arkamda bırakmış olmanın derin suçluluğunu taşıyordum.

Motorun gürültüsü kulaklarıma dolduğunda sol tarafımda oturan Casey'in bir şeyler söylediğini fark ettim.Genç adam elleriyle kulaklığını işaret ediyordu.

"Kulaklığını tak!"

Kulaklıklar helikopterin yoğun uğultusunu azaltsa da tam anlamıyla gidermiş sayılmazdı. Marlon Burkley pilot kabininden çıkıp da kamuflajlı paraşüt ekipmanlarıyla arka tarafa doğru yaklaştığında çizgi filmden fırlamış gibi görünüyordu.Yaşlı adam emniyet kemerleri ve hepimize dağıttığı paraşütler hakkında kısa bir bilgilendirme yaptığında yanımda oturan Ahraz'ın uyukladığını fark ettim.Bir an için Firuze'nin öldüğünü ona söylemeyi düşünsem de bunun yerine başımı kaldırıp helikopterin camından baktım.Ülke karmaşadan önce bir Cennetti.Rengarenk gece kulüpleri,ışıltılı alışveriş merkezleri yoktu belki ama yanımda Rosalie ve zihnimin ufkunda Rex varken Cennetten daha fazlasıydı.

Pilot mikrofona benzer bir cihazın düğmesine bastı.Kısa bir parazitlenme anının ardından bir ses yükseldi "İrtibat kurun iki yüz dokuz."

Birkaç saniye süren teknik konuşmanın ardından gri helikopterin havalandığını hissettim. Günbatımı Hindikuş dağlarının üzerindeki alacakaranlık gökyüzünü kızıla boyamıştı.Dağın arka tarafını ve ağaçları uzun daireler halinde tarayarak alçaktan uçuyorduk.

Bay Burkley ve pilot arkadaşı derin bir sohbete koyulduğunda düşüncelerin yaylım ateşi altında donup kalmış halde,orada öylece oturuyordum.

"İyi kalkıştı dostum sen ne dersin?"

"Seninle dostluk kurmamdaki haklılığımı bir kez daha gözler önüne serdin Dustin. Teşekkürler. Her şey için."

"Haberleri izlediğimde gördüklerime inanamadım burada olduğunu biliyorum ve elim kolum bağlı bir şekilde öylece oturamazdım."

"Korkarım ki ortalık daha da karışacak."

Yüzlerini göremesem de Bay Burkley'in kaşlarını çattığını hissettim.

"Savaş tıpkı bir virüs..." dedi Dustin Rickman "Hayatımıza sızan sinsi bir virüs.Sonu ölümle biten bir hastalığı engellemenin tek yolu ona karşı savunmaya geçmekle mümkün olur.Bu savaşın tek bir antivirüsü var ve onu da şu anda ben kullanıyorum."

"Oradaki askerler..."dedim Behram'ı ve Rex'i düşünüyordum doğru sözcükleri aramak için duraksadım."Dahası çocuklar hiçbiri bu kanlı savaşı hak etmedi."

Dustin Rickman elini arkaya uzatıp oturduğu koltuğu kavradı."İnsanların kendini koruma içgüdüsünü hafife alıyorsunuz Bayan Hector. Sonunda ya binlerce masum çocuğun ya da askerlerin kanlı ölümü arasında bir tercih yapmaları gerektiğinde çocukları seçeceklerdir.Hepsi de yaşamayı mücadele etmeye tercih edeceklerdir.Sizin de bu şekilde bir tercih yapacağınızı umuyorum."

Delici bakışları bir an cildimi yarıp geçerken beni tanıdığına dair içimden bir ürperti geçti.Sonunda tam anlamıyla yaptığımız buydu dünyayı kendi ölümünden kurtarıyorduk.

Aldığım soluk genzimi yakmaya başlamıştı.Ona cevap vermek yerine parmağımdaki mavi taşlı yüzüğe dokunarak karla dolu beyaz bulutları izledim.Arkada bir yerde,sahnenin arkasında siyah pençenin biri bir ipe takılıp düşerek keskin çığlıklar atarken içimdeki derin boşluğa döşediğim mayınlar, tel örgülerimi paramparça ederek sevdiklerimi hiçliğin kıyısına itmişti.

Sağlam bedenimdeki hiçlik duygusu bundandı.

*

Birden kara bir kubbe soluk gökyüzüne doğru hareket etti.Duyduğum dehşet verici ses şimdiye kadar duyduğum hiçbir sese benzemiyordu.Ağır titreşimlerle yankılanan ses göğsüme kuvvetle vuran,ürkütücü bir tınıydı.

Bay Burkley,Dustin Rickman'ı gözlerini iyice açmış vaziyette izliyordu.

"Lanet olsun!Hava şartlarını göz önüne alarak hareket etmeliydik."

Bay Burkley nihayet sesini çıkartabildiğinde Dustin Rickman daha yüksek sesle bağırarak onun sesini bastırdı.

"Tanrı aşkına, hemen en olumsuz olasılığı düşünmek zorunda mısın?"

Sonsuz gürültü vardı,ortalıkta dönüyor,bükülüyor ve sonra çığlıklara karışıyordu.Bir tarafta cennet diğer yanda cehennem.

Düşüyorduk.

Kısa bir an için daha önce ölümle yüz yüze gelmiş ama bu koşullarda gelmemiş dört kişinin gözlerinde panik belirdi.Bu savaş, başlamadan bitebilirdi.Yüreğime sığındığım yolculukta nihayet savaş çıkmıştı ve içimdeki koca boşluğun yok olmak istediğini biliyordum.

Pilot kabini dehşet verici bir alevle patladı.Çıplak teni yakacak kadar sıcak bir ısı topu geriye doğru kabin boyunca yuvarlandı.Isı Casey'e vurmadan genç adam kafasını indirdi.Bir uğultu onu yuttu.Sıcak hava sonrasında soğuk hava.Birisi çığlık atıyordu.

Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki hiçbir tepki vermem gerekmemişti.Gri helikopter havada süzülüyor hemen kanatlarının önünden ve kuyruktan iki parçaya ayrılıyordu.Orta bölüm hala tam güç halindeydi ve uğultu beynimin içinde zonkluyordu.

Yan tarafımda oturan Ahraz koltuğuna bağlı vaziyette asılı kalmıştı.Düşmüyordu galiba henüz değil.Helikopterden fırlamış gibiydi ve havada süzülüyordu.

Duyduğum panik hissi dört saniye boyunca donup kalmama neden oldu. Ahraz'ın inleme sesi beni paniğimden çekip çıkarttı.Pilot kabininin tam güç halinde vadiye çarptığı yerden yağlı bir ateş kulesi yükseliyordu.Böyle bir çarpmadan sağ kurtulabilir miydik?

Panikle dolan bakışlarımı yan tarafımda oturan Casey'e yönelttiğimde Casey'in de benden çok farklı görünmediğini fark ettim.Kalın çerçeveli gözlükleri kırılmıştı ve görme içgüdüsüyle mücadele ederek sağ tarafına doğru yuvarlandı.

Üç bin fit.

Helikopterin burun ve kuyruk kısımları karlı dağın yamacına düştü.Patlama olmadı.

Bin fit.

Casey tüm gücüyle "Paraşütünüzü açın!" diye bağırdığında paraşütümün ipini kavrayarak hızla çektim.Devasa paraşüt pat diye açılarak gökyüzüne doğru uzandı.Kemer onu kuvvetle çekiyordu.Soluk soluğa kalmıştım kavurucu hava ciğerlerimi kavuruyordu.Beyaz örtü ayaklarıma hızla yaklaşırken birkaç çam ağacı görüş alanımı bulandırdı.Epeyce sert bir çam ağacına çarparak uzun köklerinin arasına kıvrıldım.

Güçlükle nefes alarak inledim. Genzimden çıkan nefes havayla temas ettiğinde bir buhar halinde yankılanıyordu.Kendimi ayağa kalkmak için zorladım.Anılar yavaş yavaş zihnime hücum ediyordu.Hayattaydım.

Karın cömertliği kor rengi duygularımın üzerini örterken elimde kalan son nakit kırıntısıyla aldığım siyah kabanıma sarıldım.Üşüyordum.Hissettiklerim tuhaftı.Daha önce bu kadar tuhaf bir karmaşa yaşadığımı hatırlamıyordum.Bir an karlara uzanıp uyumayı düşündüm.Ancak çabucak tam tersi yönde bir karar vererek sağ tarafımda uzanan iri kütüğe bakarak ayağa kalktım.

Paraşüt teçhizatını kapatarak bir kaç adım atmaya çalıştım.Paraşüt kendi kendine kapanıp yere inerken bir kez dalgalandı.Bedenim ağrıyordu.Gözlerimi kısarak önce birkaç mil yukarıdaki dumanlı dağa ardından ormanın kenarında yer alan çam ağaçlarına hızla göz attım.Ağaçlar,sanki toprağın altında uzun bir ateş hattına tutuşmuş da yukarıdaki yeşil hayatı küle çeviriyormuşcasına, tuhaf bir biçimde yeşil yerine siyahı andırıyordu.

Eğer becerebilirsem hava tamamen kararmadan önce diğerlerine ulaşmalıydım."Sesimi duyan var mı?" diye bağırdım sesim boşlukta dağılarak yankılandı tüm gücümü toplayarak "Cevap verin." Tanrım, lütfen birisi cevap versin.

Burada beyazın içinde ölüm vardı.İleride ülkemizin kıyılarında hala hayat vardı.Yaşayan ölülerin hayatı.Beni anılarımdan soyutlayacak olan hayat.

Ensemdeki soğuk nefesi hissettiğimde çaresizlik sel gibi göğsüme boşaldı.

"Giselle?"

Ormanda ve bu büyük hiçlikte kanıma hücum eden adrenalin birden buharlaşıverdi.Bu sesi tanıyordum.Bir anlık refleksle arkama döndüğümde deri ceketinin içinde her zamankinden daha güçlü görünen Casey'e baktım.

"Sen iyi misin?"

"Şey,ben..."

Casey ellerini saçlarının arasından geçirerek "Ahraz da ben de gayet iyiyiz." dedi ardından boğazını temizledi "Bay Burkley ve Dustin Rickman'ı bulmamız gerek."

Başımı sallayarak dizime gelen karı yara yara Casey'in ardından ilerlemeye başladım.Saydığım her adım soğuk gibi içime işlerken yüz adımın ardından nihayet Ahraz'ın yanına varmıştık.Genç kız beni görünce ayağının altındaki kar kütlesine aldırmadan bana doğru koştu.

"Giselle ben o kadar çok korktum ki sen iyi misin?"

"İyiyim paraşüt tam zamanında açıldı." dedim bir yandan soğukkanlı görünmeye çalışıyordum.Ahraz avucumu sıktığımı fark edince elime dokundu.Eklem yerlerim beyazlamıştı ve ne zamandır avucumu sıktığımın farkında bile değildim.Ahraz ince parmaklarıyla avucumu açtığında Firuze'nin yüzüğünü gördü.O an Casey'in ona her şeyi anlattığını fark ettim.Genç kız yutkunsa da bir şey söylemedi.Bu yoğunlukta bir acının onun sıska vücuduna ağır geldiğini biliyordum hangimize hafif geliyordu ki?

"Acele edin! Pilot kabini dağın yamacına düşmüş olmalı."

Casey'in sesi,ortamda kalın bir sis perdesi gibi asılı kaldı.Dağın yamacına yaklaştığımızda konforlu metal yığınını bir kez daha gördüm, karın üstüne yatmış vaziyette,tüm görkemiyle öylece duruyordu.Geniş kanatları olan aracın kuyruk kısmında yıldızlar ve çizgiler olan bir bayrak sallanıyordu Birleşik devletler bayrağı.

Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı.

Parçalanmış helikopter.

Casey öne doğru sendeleyerek üç adım attı.Biliyordu! Helikopterden sağ çıkmanın zor olduğunu biliyordu. Ahraz'ın göğsünden bir çığlık koptu.Ses tellerini parçalayan türden bir çığlık.Bir zamanlar notaları andıran sesi,şimdi alçaktan ve derinden geliyordu.

Bay Burkley'in yarısı yanmış vücudu koltuğun üstünde Dustin Rickman'ın küle dönen bedeninin yanında uzanıyordu.Zavallının ayağında kocaman bir yara vardı ve ayağındaki derin yaradan iri bir metal fırlıyordu.Gözleri şişerek kapanmış,ince bir çizgi halini almıştı.Kaşı yarılıp açılmıştı,kafa derisini açıkta bırakan beyaz saçları dağılmıştı.

Parçalanmış helikopterden birkaç adım uzaklaştığımızda Casey'in elindeki ufak vericiden telsiz tıslama sesi geliyordu.Helikopter düşmeden önce telsizi almayı akıl etmesi hayatımızı kurtarabilirdi.

"Sesimi duyan var mı? Lütfen cevap verin."

Casey tekrar denedi cevap alamadı.Verici bozulmuş olabilirdi.Ancak gördüğü kadarıyla hattın diğer ucundaki insanların bizi umursamıyor olması daha muhtemeldi.Beyaz zindanda dizlerimin üstünde kelepçelenmiş bir halde duruyordum.

Gece, bizim için tam bir ısdırap gibi çöktüğünde son derece yorgunduk ve uyuyamıyorduk.Zihnimdeki kara pençenin derin imgeleri sırılsıklam ağır bir pelerin gibi ruhuma yapışmıştı.

"Ne yapacağız? Nereye gideceğiz?" Ahraz onlarca kez aynı soruları tekrarladı."Ne yapacağız?"

Yağa bulanmış odunla dolu bir tenekenin içinde yanan bir ateşin etrafında karşılıklı olarak oturuyorduk.Alevler hint irmiği dedikleri beyaz macun misali kabı ısıtıyordu.

Casey usulca,"Bilmiyorum,"dedi "Sinyalden bize ulaşmalarını dilemekten başka yapabileceğimiz bir şey yok."

Görüş alanıma giren turuncu alevleri izledim. Casey birkaç cam parçası ve ayağıma batan teneke kutunun içine koyabileceğimiz odunları bulduğunda içimde umut etmek adına ufak kırıntılar oluşmuştu.Bu felaketten sağ çıkabilir miydik?

Uzaktan dünyanın bir ucundan sürükleniyormuş gibi sarsıcı bir ses geldi.Ahraz başını kaldırdı "Duydunuz mu?"

Şimdi hepimiz sesin geldiği yöne bakarak kulak kabartmıştık. Yırtıcı ses git gide arttı.

Casey ağaçların altındaki bir karaltıyı işaret ederek "Kurtlar!" diye bağırarak Ahraz'a doğru seyirtti."Çabuk ol,kendini korumak zorundasın." Tepeye doğru baktığımda zirvenin üzerindeki kurt duvarını gördüm.Kan kokusunu alan hayvanlar engebeli kar yığınlarını aşarak sağlı sollu bir halde üzerimize doğru geliyorlardı.

Casey kirli teneke kutunun içindeki odunlardan iki odun çıkartarak elimize tutuşturdu."Ateşi kullanın,"diye fısıldadı "Ben koşun dediğimde koşmaya başlayın."

Casey kullanabileceği odun kaldığından şüpheliydi.Ya da paslanmaz bir hançeri olduğundan.Silahlar, bıçaklar, hayatta kalma becerileri, savaş stratejisi, muharebe tekniklerinin dalga misali vücuduna yayıldığını hissedebiliyordum.

Ancak en sonunda ne yaparsa yapsın durumumuzun ümitsiz olduğunu biliyordu.

Kurtlar aramızdaki mesafeyi kapatıyordu. Casey parmaklarının arasına sıkıştırdığı kırık cam şişesini kalkan gibi tutarak "Koşun!" diye bağırdı.

Cam kırığı genç adamın üzerine gelen siyah bir kurdun çenesine gelmişti.Canı yanan kurt yüksek sesle ulurken iğrenç bir koku havayı doldurdu.Kurt yere yığılırken Casey çılgın gibi koşuyordu.En az üç tane kurt ona doğru yöneldi.

"Ateşi kullanın!"

Ahraz'ın yüzü bembeyaz,yanımda hızla koşuyordu.Sürekli geriye bakmak istiyor,Casey de sürekli koşması için onu tetiklemek zorunda kalıyordu.Genç kız döndü,elindeki odunu sürüye fırlattı.Ancak kazanılan birkaç dakikanın haricinde pek bir şey olmadı.Tekrar geliyorlardı.

"Bir arada kalalım!" dedi Casey nefes nefese "Birbirimizden ayrılmayalım."

Beş metre kadar koşmuştuk ki elimdeki ateşin küle döndüğünü gördüm. Casey arkaya göz attı sonra durdu "Yavaşlayın."

Kurtlar beyaz ormanın üzerinde daireler çizerek uluyor,acı acı bağırıyorlardı ; fakat peşimizden gelmeyi bırakmış görünüyorlardı.

Buz tutan bedenimden yayılan hiçlik duygusu hücrelerimi kuşatan her bir parçayı anılarımın zincirlerine bağlıyordu;fakat yavaşlamadan ayaklarımın altında kayan kar kütlelerine aldırmadan koşmaya devam ettim.Bir an kocaman kahverengi bir kurdun yuvarlanan bir sis bulutu gibi karların üzerinden atlayışını gördüm.Kurt delici bakışlarını gözlerime kenetlediğinde  gözlerinde kendimi gördüm.

Düşecek gibi oldum ; fakat gerçekte karla kaplı yere mi yoksa bilinçaltımın derinliklerine doğru mu süzülüyordum bundan bir türlü emin olamıyordum.Aklımı tamamen yutan bir karanlığa teslim olmuş bir halde sırtüstü düştüm.

Hayvanın iri gözleri yuvarlak kafasında derinlere gömülmüştü ve gözlerini gözlerimden hiç ayırmıyordu.Hiç kımıldamadan varlığını seyrettim.Göz bebekleri yok muydu? Ürkütücü fakat garip bir biçimde rahatlatıcıydı.Pençelerin kara sürtme sesini,soğuk havada dalgalanan nefesini duyabiliyordum.

Hayvanın gözlerinden yayılan karanlık, zihnime yayılıyordu.

Sonra ortalık karardı.

Sonrası hiçlik.

► Bölüm parçası ; Melike Demirağ_Arkadaş  ♫

► Dikkat Turuncu ★'ı es geçmeyin lütfen!

Continue Reading

You'll Also Like

4M 120K 26
Bir metro istasyonu, 14 rehin. Sınırlı yemek, Sınırlı su. Tuzak ve ölümler. Hayatta kalmak için neler yapardınız? Peki onlar ne yaptı? Bu oyununun sa...
11.7M 6.7K 4
"Yeter ama bu kadarı fazla!" sinirden gözüm dönerken Savaş abi yanıma gelip omuzlarımdan tuttu. "Yeter mi? Yüsra ben yanında olduğum sürece kimse sa...
27.7M 1.3M 81
"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Ben sana böyle...