50. Bölüm: Mezarlık

335 61 13
                                    

49. bölümü okumayı unutmayın.

12.01.1979

Büyük Salon her zamanki gibi gürültüydü o akşam şöleninde. Onlarca çeşit yemeklerin dizildiği dört masanın etrafında öğrenciler oturmuş, çatal bıçak sesleriyle keyifli bir akşam yemeği yapıyorlardı. Tılsımla büyülenmiş yüksek tavan, sanki içeriye kar yağıyormuş hissiyatı veriyordu.

Her ne kadar istese de bu şölenden mahrum kalmak Capella'yı üzmüştü. Ama midesinden daha önemli bir şey varsa, o da kendisine gelen mektupta yazılanlardı.

Uzun bir zaman sonra annesi -yani Walburga ilk defa ona yazıyordu. Capella, Barty ona mektubu verdiğinde yapmak istediği tek şey o zarfı oracıkta parçalara ayırmak ve üzerine basarak yoluna devam etmekti. Çünkü canını sıkacak aptalca bir düzine satırdan başka ne olabilirdi ki içinde? Ama Capella'yı bunu yapmaktan alıkoyan bir şeyler vardı. Yüreğindeki rahatsız edici bir his mi yoksa merakı mı emin değildi.

Ve mektubu okuduğunda hayatının şokunu yaşamıştı. Walburga'nın yazacağı bir mektupta en fazla ne kadar saçma yazılar olabilir ki diye düşünerek açtığı mektup, büyük bir hüsranla bitmişti.

Baban öldü Capella. Ejderha çiçeği hastalığına yakalandı ve bir süre mücadele etti ama daha fazla dayanamadı. Cenaze yarın olacak. Sen ve Regulus için Profesör Dumbledore'dan izin aldım. Eğer bize karşı içinde biraz bile sevgi kaldıysa, gelirsin.

Babası, Orion Black ölmüştü. Capella mektubu okumayı bitirdikten sonra bir süre bütün duygularını kaybetmiş gibi öylece durmuştu. Nasıl bir tepki vermesi gerekiyordu ya da ne hissetmesi gerekiyordu? Capella sadece boşlukta hissediyordu ve biraz da... Üzüntü.

Orion ile asla bir baba-kız ilişkisi yaşamamışlardı. En büyük oğlu Sirius'dan zaten nefret ediyordu. Gözde çocuğu Regulus'du. Peki Capella onun gözünde kimdi? Nasıl bir pozisyondaydı? Capella hiçbir zaman bunun cevabını öğrenemeyecekti belki ama babasının ölümünden önce onunla son kez konuşmak isterdi.

Daha önce hiç saçlarını okşamamıştı, alnından öpmemişti, kucağına alıp sevmemişti ya da elini tutup yürüyüşe çıkmamışlardı. Ama Capella biliyordu ki babasıyla olan ilişkisi, içten içe annesiyle olan ilişkisinden daha çok etkilemişti onu. Çünkü baba sevgisi başkaydı. Annesinin küçükken gösterdiği sahte sevgi gösterilerini en azından tatmıştı ama babası onu bile yapmamıştı.

Aynı evin içinde, iki yabancı dedikleri bu olsa gerek.

Bir kere bile babasına sarılamamanın burukluğu vardı kalbinde. Şimdi o artık bir ölüydü. İstese bile bunu yapmazdı.

"Bayan Black," Dumbledore'un yumuşak sesi onu düşüncelerinden çekip çıkardı. "Buraya size yarın saat on ikide kalkacak olan Hogwarts Ekspresi'ni haber vermek için çağırdım. Eşyalarınızı toplayabilirsiniz." Capella'nın durgun suratına baktı. Onu dinleyip dinlemediğinden emin değildi. "Geri dönüşte de King's Cross istasyonuna geri dönmeniz yeterli. Biletinizi unutmayın."

Capella başını sallamayı akıl edebildiğinde bir an önce bu odadan çıkıp gitmek istiyordu. "Teşekkürler, efendim. İzniniz olursa artık gideyim." Dumbledore, zarifçe elini kaldırıp kapıyı gösterdiğinde Capella beklemeden kendisini dışarı attı. Dönen merdivenlerin inmesini beklerken bile oldukça sabırsızdı.

Acelesiz, sessiz adımlarla merdivenleri inerek giriş katına ulaştı. Hava kararmıştı ama biraz kapının önüne çıkmak ve temiz hava almak istiyordu. Ama midesinde baş gösteren açlık buna engeldi.

Dün sabah kahvaltısından sonra hastane kanadında içtiği iksirler dışında hiçbir şey midesine girmemişti. Ah, bir de Hogsmeade'de içtiği Kaymakbirası ve vişne şurubunu saymazsak.

THE OTHER SIDE Where stories live. Discover now