46: "Paslanmaya Başlayan Zincir"

Zacznij od początku
                                    

Gözlerini bana ağır ağır çevirdi ve sesli kahkahasını patlattı. “Sizinle uğraşıyorum, kuğular.” Çantasını koltuktan alıp omzuna astı. “Bu arada itiraf edeyim. Atalay ve sen daha çok yakışmışsınız.”

Arkasından çıkıp gitmesini öylece izlerken Ece’nin nasıl bir kafa yapısına sahip olduğunu çözmeye çalıştım. Amacı neydi, bilmiyordum ama kesinlikle hedefi Atalay değildi. Derin bir nefes verip arkama dönünce Atalay’ın burnunu hatırladım. Çantamı kenara gelişigüzel bırakıp yanına hızla gittim. “Ne oldu?” dedim fakat gözlerine değil, kana bulanmış tamponuna bakıyordum.

Dönen sandalyesini geri çekerek odağımı kaybettirdi. “Ne yapmaya çalıştığını biliyorum,” dedi. Ben kaşlarımı çatınca açıklama getirdi. “Özgür aramızı bozmaya çalışıyor. Ve bunu da yetki eline geçer geçmez yapmaya çalıştı.”

“Sende odasına gidip ona vurdun, o da sana karşılık verdi.” Kaşlarının üzerinden bana ters ters baktığında tahminimin doğru olduğunu anladım. Masanın üzerine kalçamı koydum. “Bırak ne isterse yapsın, Atalay. Biz biz olduktan sonra önümüze taş koyamaz.”

Yumuşayan yüz ifadesinin tatlı etkisi kıvrıla kıvrıla ruhuma yerleşti. “Ece’nin burada olması bir şey değiştirmez.”

“Biliyorum,” dedim gülümsemeye çalışarak. “Ben gereksiz yere trip atacak, küsecek biri değilim, biliyorsun. İçim rahat çünkü sana güveniyorum.” Ancak o mahcubiyetle bakmaya devam etti. Sanki Ece’nin burada olmasının sebebi Özgür’e rütbesini kaptırmakmış gibi. “Atalay,”dedim masadan kendimi ayırarak. Sarılmak istedim ama oturduğu için bu mümkün değildi. Dudağımı ısırıp hızlıca düşündüm ve en nihayetinde kucağına oturup kollarımı boynuna doladım. “Ece yüzünden üzülecek değilim.” Sözlerimin doğruluğunu tartan terazisi bakışlarına indi. “Gerçekten,” diyerek onu temin ettiğimde rahatlamış göründü.

Kollarını belime dolayıp beni kendine çekti ve özlemle kokladı. “Yöneticiliğe yeniden geçtiğimde ilk işim onu buradan çıkarmak olacak.” Konuşmadan sarılmaya devam ettim. Sert ama hafif bir kokusu vardı. “Kucağıma oturduğunun farkındasındır umarım.”

Güldüm. “Hiç olmadığım kadar.” Beni kendinden ayırıp gözlerimin içine baktı. Yüzlerimizin arasındaki mesafe burunlarımızın birbirine değmesi kadardı.

Gözleri dudaklarıma kayarken, “Bacaklarını ayırarak otur,” dedi. Konuşmak için hazırlandığımda o benim yerime konuştu. “İtiraz edeceksen o güzel çeneni hiç açma.”

Bu yüzden çenemi açmadan kafamı eğdim. Ofladı. “Kapıyı kilitlesem bile mi yok?” Kaşlarımı yukarıya kaldırıp indirdim. “O zaman kucağımdan insen iyi olur, aksi halde aşağıdakini indirmek zor oluyor.”

Kızarmamayı başarıp dediğini yaparak kucağından hızla kalktım. Ece gerçeğini bir kenara atıp keyfimin kaçmasını engellemeye çalıştım. Atalay da oturduğu yerden kalktı. “O zaman önce yemeğe gidelim,” dedi yanıma gelerek.

Sıkıntıyla doldum. “Ev bakacak hali kendimde bulamıyorum.” Bir yerlere eşyalarımı taşımaktan öylesine bunalmıştım ki. Dört senedir elimde valizimle eşyalarımı taşımak zulümdü.

“Şöyle yapabiliriz. Ben evlerin ve çevrelerinin detaylıca fotoğrafını isteyeyim. Sen de öyle seç.”

“Hayatımda duyduğum en güzel fikir olabilir,” dediğimde güldü. Kapıyı açtığı sırada eli avucumun içine kaydı ve parmaklarını parmaklarıma geçirdi. Kafamı önce birleşen ellerimize sonra önüne bakan Atalay’a çevirdim. Yüz ifadesinin sertleştiğini görünce bakışlarını takip ettim ve karşıdaki Özgür’ü gördüm.

VERA İLE VAHA  Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz