106. BÖLÜM: HÜSRAN 4 RUH-U REVAN ❤️‍🔥 BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ

112 7 2
                                    




🎶🎶Medya: KALDIK BÖYLE (NEYSE)🎶🎶

             Aşk... Kulağa hoş gelen ama bana hiç olmadığı kadar acem kalan en özel kelimelerden biriydi. Kadir Bey'in günah kalesindeyken bu kelimeyi sadece romanlarda ve masal kitaplarında bulur, hayatıma ise o koşullarda hiç yakıştıramazdım. Berk, âşık olan kişinin sevdiğini görünce başının döndüğünü, kalbinin deli gibi attığını söylerdi. O, midesine yumruk yemişcesine derinden bir ağrı hissediyormuş. Orkun, "Gazın vardır." diyerek sohbete limon sıksa da ben bunun çok daha özel bir duygu olduğunu düşünüyordum. Herkesin hissedebildiği bir duygu değildi bir kere. Bin kişi gözüne değse herhalde sadece birine dokunurdu yürek. Güzellik çirkinlik meselesi sanıyor Orkun. Sanmıyorum... Girip çıktığım sınıflarda pek çok kız tarafından talep görmüş biriydim ve o kızların içinde çirkin olan neredeyse yoktu. Mesele güzellik olsaydı, muhtemelen benim ruhsuz kalbim de ister istemez bir güzele meylederdi. Olmamıştı.

            Dahası da var. Günler geçtikçe başımı alan duman huzurumu ipe dizmeye başlamıştı. Asistan Banu, o tuhaf dersten sonra da defalarca karşıma çıkmış, tuhaf bakışları ve ilgili konuşmalarıyla dikkatimi çekmek için elinden ne gelirse yapmıştı. Yani en azından ben öyle olduğunu düşünmüştüm. Kötü bir karşılaşma yaşamış ve adeta birbirimize ilk görüşmede kılıçları çekmiştik. İşin bu kadarla sınır kalacağını sanıyordum bu büyük bir yanılgıydı. O kötü günden sonra da yanıma gelip özür dilemiş, bana burunlarımız birbirine değecek kadar yaklaşıp yeniden tanışmayı teklif etmişti. Mesafeli dursam da elimin ayağıma dolaştığını, gerginlik duygusunun yüzümün tüm mimiklerine yerleştiğini itiraf etmeliyim. Onu bana iten şey beğeni miydi yoksa merak mı emin olamıyordum. Beni yakından tanımak istediğini söylerken tam olarak neyi kastetmişti bilmiyordum. Bildiğim tek şey tekin hislerle yanımda olmadığıydı.

            Sürekli bir yerlerde karşılaşıyorduk. Bazen kantin, bazen yemekhane bazen de derslikler... Fakat bakış duruş hep aynıydı. Arzulu ve heveskâr... Ona karşı bir duygum yoktu, fakat tuhaf bir şekilde ilgisinden hoşlanıyordum. Onunla zaman geçirmek gibi bir derdim yoktu ya da daha fazlası... Ama bu davranışların nereye varacağı benim için bir merak konusu olmuştu. Ben hayatından bahsetmeyen gizemli biriydim ve o da en az benim kadar sırlarla doluydu. Bu sebepten hakkında öğrenebileceğim şeyler araya mesafe koymama engel oluyordu. Bunun bir hata olduğunu ise kısa bir süre sonra pişmanlıkla öğrenecektim.

            Cuma günüydü. Belki de haftanın en sevdiğim günü... İşten sonra eve geçecek ve elimi kitaptan defterden çekip deli gibi uyuyacaktım. Profesör dersteki arkadaşlarımızı ikili gruplara bölüp kendilerine verilen cenin örneklerini incelemelerini ve gözlemlerini bir rapor haline getirip teslim etmelerini istedi. Banu yanıma gelip eş olmayı teklif etti. Kafamda herhangi bir isim olmadığı için teklifini kabul etmekte bir sakınca görmedim. Rapor için bir ders saati kadar vaktimiz vardı.

Mavi lastikli eldivenleri elime geçirdim. Beyaz önlüğü giyip ders için hazırlandım. İlk önlüğümü okul yeni başladığı sıralarda giymiştim. Çok heyecan verici bir şeydi. Henüz yakalarımızda doktor unvanına dair bir şey olmasa da bu deneyim bile benim için harika olmuştu. Mezun olduğumuzda da bir tören olacaktı ve o zaman yakalarımızda adımızın yanına layık olduğu unvan eklenerek önlük giyebilecektik. Doktor olmak en büyük hayalimdi ve bu bez parçası işlevinden daha fazlasını kalbime kazandırıyordu. Hayat kurtarmak için bana gerekli kollektif bilinci verdiğini sorgulamaya gerek bile görmüyordum.

Büyük bir salondu. Üzeri delikli dikdörtgen şeklinde masalar kusursuz bir uyumla aralarında mesafe olacak şekilde yerleştirilmişti. Masaların yanlarında sırt desteği olmayan küçük oturaklar bulunuyordu. Hem masa hem de oturaklar metal formattaydı. Masanın duvara sabitlendiği kısımda belli başlı aletler ve cihazlar vardı. Bu bölmenin yukarı kısmında ise duvara sabitlenmiş, orta büyüklükte bir plazma tv televizyon bulunuyordu. Profesör bu televizyonu kullanarak bir ameliyat videosu ya da ders sunusu açabilirdi. Ya da kadavrayı diseksiyon yaparken detayları izletebilirdi. Kadavra görmek ve dokunmak için yıllarca beklememiz gerekmiyordu. Daha birinci sınıftan onları inceleme imkânı elde edebilirdik. Kadavra odasında bol miktarda kadavra bulunuyordu. Cesetler özel selüsyonlarla dolu bir kabın içinde muhafaza ediliyordu. Derileri bundan kaynaklı olarak biraz buruşuk olabiliyordu ve yıllar geçtikçe sertleşmişti. Ben beş yıllık bir kadavraya dokunduğumda sertliğine epey şaşırmıştım. Onun beş yıl önce bizim gibi yaşadığına ve hayat ibareleri gösterdiğine kim inanabilirdi? Her ne kadar ciğerlerini, kalbini ve böbreklerini mıncıklayıp dikerek onunla oynasak da yaptığı fedakârlık büyük bir övgüye layıktı. Geleceğin doktorlarını yetiştirebilmek için kendisini bilime adamıştı.

HÜSRANWhere stories live. Discover now