39. BÖLÜM: HÜSRAN 2 DÎL-İ VİRAN 🥀GEÇMİŞLE YÜZLEŞME

272 11 1
                                    


Medya: Bir taraf seç (GÜLŞEN)

Medya: Bir taraf seç (GÜLŞEN)

Oops! Ang larawang ito ay hindi sumusunod sa aming mga alituntunin sa nilalaman. Upang magpatuloy sa pag-publish, subukan itong alisin o mag-upload ng bago.


Günümüz

     Niyazi, şöminenin başında elindeki demir maşayla küskün küskün közleri karıştırıyordu. Gözlerini kıvılcımlara dikmiş, minderinin yumuşaklığında yalnızlığın bedenini uykuya teslim etmesini bekliyordu. Yorgun vücudu sıcaklığın da etkisiyle uyuşmuş gibiydi. Sırtını hemen arkasındaki kaz tüyü yastığa yasladı. Odada 3 modern koltuk bulunuyordu ve yerdeki halılarla ortama en uyumlu olabilecek şekilde seçilmişti. Duvardaki Rönesans Devrini yansıtan zevkli, sanatsal tablolar eve ayrı bir asalet katıyordu. Plazma televizyon sehpanın üzerinde yerini almış, belki de 2 yıldır hiç açılmamıştı. Hemen sol tarafında büyükçe bir kitaplık bulunuyordu; raflarında ise Türk ve Dünya Edebiyatından onlarca eser çoktan yerini almıştı. Bu evde ne kadar yalnız olduğunu düşündü. Hem de çok yalnız... En çok da yaşayabilecekken yaşayamadığı mutluluklar için üzülüyordu. Ruhu hayal kırıklıklarının kıskacında sahipsizce evin bir köşesine sinmiş yeniden mutluluğa kavuşacağı günü bekliyor gibiydi.

    Hayatını düşündü. Yaşadığı şu son 5 yılı... Hayatının kadınını bulmuş; onunla dünya evine girip huzurlu bir hayata yelken açmıştı. Ne yazık ki mutlulukları uzun sürmemiş, hayat verdiği tüm güzellikleri bir çırpıda geri almış ve onu acılar içinde bırakmıştı. Şimdi açılan tüm yaraları sarmak ona düşüyordu. Uzanıp çekmeceyi açtı ve içindeki fotoğraf çerçevesini çıkardı. Gözlerini çerçevenin içindeki bebek fotoğrafından alamıyordu. Parmak uçlarını fotoğrafın üzerinde gezdirdi. "Hasret!" diye inledi. O simsiyah gözlere, küçük dudaklara, pembe yanaklara doya doya baktı. Derin bir nefes indirdi ciğerlerine.

    Yüreği evlat hasretiyle cayır cayır yanıyordu. 5 yıl olmuştu onu kaybedeli. Kim bilir neredeydi, kimleydi? "Doya doya koklayamadım, öpemedim yavrumu!" diye geçirdi içinden. Ağlamak istiyordu ama buz tutmuş yüreği sanki göz pınarlarını kurutmuştu. Kalbi öfkeyle doluydu; bu öfke onu o kadar sarmıştı ki ne bir tebessüm dökülüyordu dudaklarından ne de yıllardır gözlerinden birkaç damla yaş akıyordu. Çerçeveyi kalbinin üzerine bastırdı, tıpkı bir evladı kucaklar gibi. O soğuk camı yüzünde, dudaklarında gezdirdi tıpkı bir evladı öpüp okşar gibi.

    Bir elin omzuna dokunduğunu hissetti. Başını çevirdiğinde neredeyse kan beynine sıçrayacaktı. "Sen!" diye şaşkınlık dolu bir bakış attı. Karşısında gördüğü kadın onu öfkeden deliye döndürmüştü. Hemen ayağa kalkıp dik bakışlarını onun üzerinde gezdirdi. Oydu... Leyla... Geçen o kahrolası 5 yıl onu hiç değiştirmemişti. Uzun, açık kahverengi saçları, simsiyah iri gözleri, yüzündeki o masum ifade hâlâ aynıydı. Değişen tek bir şey vardı o da yüreğindeki aşkın yerini alan o katran karası nefret duygusu.

     "Sana geldim Niyazi." dedi genç kadın yüzünün tüm masumiyetini ona yansıtırken. Niyazi ise onu hissedemeyecek kadar körelmişti. "Hâlâ utanmadan adımı nasıl anabiliyorsun? Nasıl sana geldim diyebiliyorsun? Bu nasıl bir yüzsüzlük?" Leyla üst ön dişlerini mahcup bir edayla dudaklarına bastırdı. "Anla beni!" dedi yalvarır gibi. "Gitmeyi ben istemedim. Seni hâlâ..."

HÜSRANTahanan ng mga kuwento. Tumuklas ngayon