96. BÖLÜM: HÜSRAN 3 AŞK-I DİLHUN 🔫 SU YÜZÜNE ÇIKAN GERÇEKLER

141 7 6
                                    

Medya: Gökhan Türkmen (Büyük İnsan)

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Medya: Gökhan Türkmen (Büyük İnsan)

  Harcanmışlıklar vardı içimizde. Çok zamanlar eksik yaşardık ama yaşam hengamesinin içinde farkına bile varamazdık. Niyazi de kendi harcanmışlıkların hikayesinde baş rolü oynamaktan bir türlü kurtulamıyordu. Yaralı geçmişi, toza kire bulanan geleceği hazırlıksız yakalandığı bir anda büyük bir çıkmaza düşmüştü. Görevi her şeyiydi genç adamın. Kaybettiklerinden sonra başkalarının acılarına derman olmayı yaşama gücü haline getirmiş ve bir tek işinin başında mutsuzluklarını unutup hayata tutunmuştu.

    O gün son kalesini de düşmana teslim etmişti Komiser. Son papatya yaprağı düşmüş, ağacın son meyvesi de toza toprağa karışıp çürümüştü. Elindeki mavi balonu gökyüzüne kaptıran hassas bir çocuğun yüreği vardı içinde. Kendisine oynanan oyunun zavallı bir hale getirdiği genç adam artık toparlanmakta çok daha zorlanacaktı.

      Niyazi, gözlerini açtığında beyaz bir hastane odasında olduğunu anlamıştı. Üzerindeki kıyafetler hastane kıyafetleriydi. Beyaz hareketli bir yatak ve tam karşısında küçük ekran bir televizyon bulunuyordu. Hemen yan tarafındaki yatak boştu ve dışardan gelen her uğultu başına bir balyoz gibi iniyordu. Etrafa yayılan serum kokusu açlıktan kazınan midesini daha da bulandırmıştı. Kıpırdamaya çalıştığında sırtı ve tüm kasları acıyla inlemesine sebep oldu. Doğrulmaya çalıştı. Bileğindeki kelepçe metalik bir ses çıkararak tüm hareket kabiliyetini baltaladı. Zorlu her hamlesi canını yakıyordu. Yıllarca suçlulara taktığı bu aksesuarın dönüp kendi bileklerine yapışması kaderin bir oyunu bir cilvesi miydi?

    "Geçmiş olsun." Bakışları kendisine acıyan gözlerle bakan Mert'e odaklandı.

    "Mert. Neler oluyor? Bu kelepçeler de neyin nesi?" Mert kederli bir nefesi ciğerlerine yerleştirip yatağın kenarındaki sandalyeye oturdu. "Bir şey hatırlamıyor musun?"

    "Hayır. B-ben..." Duraksadı. Ne yaşadığını bilmiyordu. Sadece içinde kötü his vardı bir de iç dönmeyen talihi. "İyi düşün Niyazi! Hatırlamaya çalış."

    Niyazi şakaklarını ovdu. Beyninde bir elin başını keskin bir testereyle biçtiğini düşündürecek kadar güçlü bir ağrı vardı. Ağrılar zihnini toparlamasını güçleştiriyordu. Sırtını yatağın arkasına yaslayıp doğrulmaya çalıştı. Gözlerini duvara sabitlediğinde bazı kareler gözbebeklerinde uçuştu. En azından geceye dair bir şeyler hatırlayabilmesini büyük bir şans olarak yorumluyordu. "Eski bir fabrikaya gittim." Dedi yorgun bir sesle. "Gizli numaradan biri beni arayıp oraya yönlendirdi. Köstebeği bulacaktım. Sonra... Oktay... O..."

    "Oktay öldü Niyazi." Bu söz alevi üzerinde bir közün Niyazi'nin kalbine yapışmasına sebep oldu. Öyle ki Niyazi deli gibi haykırmamak için kendisini zor zapt ediyordu. Bu ne korkunç bir vedaydı böyle. Böyle mi ayrılacaklardı? Ekmeğini paylaştığı adam gözlerinin önünde ölürken, böyle mi kayıp gidecekti ellerinden? Mert Komiser ondaki hüznü anlayışla karşıladı. Aralarındaki ilişkinin en yakın tanıklarındandı. Keşke bir şeyleri değiştirebilseydi.

HÜSRANWhere stories live. Discover now