4. BÖLÜM

1.9K 375 91
                                    

Herkese selamm. Bugün sözümü tutuyorum ve yeni bölümü paylaşıyorum. Umarım beğenirsiniz.. ☺

Desteklerinizi de bekliyorum ayrıca, düşünceleriniz benim için çok önemli. 🌹 Bölümü de oylamayı unutmayın haa 😚🙃

O zaman iyi okumalar.. 💞

🪽🪽

Doğdum doğalı adım Vera'ydı benim, bir tek isim benimsemiştim hayatımda o da Vera ismiydi. Şimdiyse karşıma çıkan bir yabancı vardı ve ismimin Hüma olduğunu söylüyordu, üstelik o yabancı dünyadan bile değildi. Nereden olduğu ise meçhuldü.

Kamera şakası mıydı bu yaşadığım yoksa? Belki de Melih unutulmayacak bir evlenme teklifi olsun diye böyle bir şaka yapmaya kalkışmıştı. Evet, evet. Kesinlikle böyle olmalıydı. Bu Melih'in bir oyunuydu.

Ama o zaman neden uyanmamıştı, neden tenimde nabzını hissedememiştim?

Şimdi bulunduğum yerin açıklaması neydi peki? Beyazların hakim olduğu, maviliklerin gökyüzünü süslediği, yer yer gri olan bu şehir de neresiydi? Hangi bilinmezliğe düşmüştüm ben böyle?

Belki de en doğru soru hangi bilinmezlikte kaybolmuştum?

Onunla geleceğimi söylediğim yere gelmiştim bir anda. Kelimeler dudaklarımdan döküldükten sadece kısa bir an sonra gri bir ışık düşmüştü gökyüzünden üzerime. Beni içine hapsetmişti, bir kalkan gibi tüm bedenimi çevrelemişti. Melih'e son bir kez dokunamamanın verdiği sızıyla yok olmuştu bedenim oradan. Bedenimi içine hapsettiği gri ışık, tüm varlığımı silmişti dünyadan.

Yok olmuştum, sanki hiç varolmamış gibi…

"Gözlerini kapat. " demişti her şey başlamadan önce. Hipnotize olmuş gibi dediğini yapmıştım ben de. Sımsıkı kapatmıştım dediği gibi.

Başımdan başlayan ufak karıncalanmaları tanıyordum. Birkaç gündür benimle yaşayan karıncalanmalardı bunlar. Boynum, omuzlarım, göğsüm, bacaklarım ve ayaklarım. Her biri de sıra ile tatmıştı şimdi o karıncalanmayı. Daha sabah sırtımda hissettiğim o karıncalanma şimdi tüm bedenime yayılmıştı.

Gözlerimi açmak istiyordum ama istediğim kadar da korkuyordum. Açmaya cesaretim yoktu, bende kapalı tuttum. Böylece kapalı gözlerimin ardındaki karanlıkta gizlendim.

Adam anlamadığım dilde bir şeyler söylerken soğuk soğuk terlediğimi hissediyordum. Nefesinden yüzüme vuran soğuk nefesler ise üşümeme sebep oluyordu. Bu işkencenin bir an önce bitmesini istiyordum ama her şeyin daha yeni başladığını da sözleriyle anlamıştım.

"Purgatoryo Şehri! Kayıp Ruh'un görüntüsü senindir. "

Sakin olmalıydım, sakin olmalıydım. Olamıyordum ama, korkuyordum.

Tiz bir çınlama duyuldu sözlerinin ardından, kulakları sağır edecek kadar tizdi. Öyle çok korkuyordum ki artık tepki verememiştim. Sadece gözlerimden düşen birkaç damla yaşla yıkanmıştı yüzüm.

Sol bileğimdeki ismin kazılı olduğu yer acımaya başlamıştı. Öyle çok acıyordu ki sanki biri bileğimi koparıyordu kolumdan. Öyle çok acıyordu ki kan tadını hissediyordum damağımda.

"Az kaldı. " dedi neler olduğunu anlamadığım halde. Onun bu rahatlığını da anlamıyordum, ben burada acı çekiyordum ama.

Sadece bir dakika sonra tüm acılarımı dindirecek soğukluğu hissettim tenimde. Gözlerim hâlâ kapalıydı biliyordum, dediği yere gelmiştik. Dünyadan yok oluşum burada varoluşumu müjdeliyordu.

"Kayıp Ruh Hüma, artık ait olduğun yerdesin." Karakteristik sesine aldırmadım. Gözlerim hâlâ kapalı olduğu için hiçbir şey göremiyorum ama hissediyordum. "Gözlerini açabilirsin. "

Açmadım, açmayacaktım. Bedenim bu şekilde korkuyla titrerken bırakın gözlerimi açmayı nefes dahi alamıyordum. Ölmek istiyordum, kendimi sonsuz boşluğa bırakmak istiyordum.

"Hüma! " Kollarımdan tutup şiddetli bir şekilde sarstığı bedenim güçsüzlükle yere yığıldı. Soğuk zemine çöküşüm ile gözlerimi açışım aynı saniyeye tekabül ederken onun yanıma gelip dizlerinin üstünde duruşu da aynı saniyenin içindeydi.

"Neden ben! " Sorudan çok isyandı dudaklarımdan firar eden kelimeler. Kabullenmekten çok anlamak istediğim.

"Sen bu şehre aitsin Hüma, bunun başka bir açıklaması yok. " Olmalıydı ama, bunların mantıklı bir açıklaması olmalıydı.

"Benim bir açıklamaya ihtiyacım var ama! " Acım birden öfkeye dönüşmüştü. Yerden nasıl kalktığımı bilmeden karşımdaki adama bakıyordum öfke ve nefretle.

"Şimdi açıklayamam, burada olmaz. "

"Nerede peki? Başka bir alemde mi? "

"Evimizde."

Büyük bir kahkaha attım o an. Evimiz diyordu, zorla getirildiğim bu yerde evim mi vardı benim?

"Ne diyorsun sen be, alay mı ediyorsun benimle? " Ne yapacağımı bilemeyerek birden yakasına atıldığımda soğuk boğazına geçirmiştim tırnaklarımı. Uzun tırnaklarım etine batarken parmaklarıma bulaşan kanı en derinlerimde hissetmiştim ama o tek kelime etmiyordu.

"Beni öldürmeye çalışıyorsan boşuna uğraşma Hüma, biz ölmeyiz. " Duyduklarım ile ellerimi üstünden çekmiştim. Kelimeler beynimde büyük bir deprem etkisi yaratıyordu.

Biz ölmeyiz, demişti. Kim ölmezdi? Nasıl ölmezdi?

"Çünkü biz zaten ölüyüz. "

Aklımdaki soruların tüm cevapları dört kelimesinde asılı kalmıştı. Bütün sorular tek tek idam edilirken tüm cevaplar bir bir yok oluşa sürükleniyordu.

Önce ellerim ayrıldı bedeninden sonra bakışlarım. Varlığı bir ölüydü, o ölmüştü. Peki ben, bende mi ölmüştüm?

"Hüma." Durgunluğumu fırsat bilip üstüme doğru birkaç adım attığında anında toparlanıp attığı adım kadar geri gittim.

"Yaklaşma bana! " Ama yaklaşıyordu.

"Hüma, buraya gel. " Elini uzatmış, elinden tutmamı bekliyordu. Yapamazdım, tutamazdım.

"Hayır! " dedim ani bir refleksle. "Gitmek istiyorum, eve dönmek istiyorum. "

"Buraya girdiysen bir daha çıkamazsın Hüma. " Sözleri bedenimde deprem etkisi yaratırken içimdeki tüm umutların yıkılmasına sebep oluyordu.

"Gitmek istiyorum! " dedim yine de uçurumdan düşmeden kenardaki kırık bir dal parçasına tutunup. Ama dediğim gibi kırıktı, bedenimi taşıyamazdı. Dal parçası kırılıp bedenimi boşluğa savururdu ancak.

"Dediğim gibi Hüma, buraya giriş var çıkış yok. Buna alışsan iyi edersin. Yoksa… "

"Yoksa ne, öldürür müsün beni? "

"Seni öldürmek mi? " Yeni yeni fark ettiğim dolgun dudakları alayla yukarı kıvrıldı. "Seni bu kadar aradıktan sonra seni öldürmekten mi bahsediyorsun?"

"Ne saçmalıyorsun? " Sorumla adımları hareketlenip tam önümde durdu.

"Yüz yıldır aradığım Kayıp Ruh'umu öldürebilir miyim sence de? "

Yüz yıl…
Bir asır…

Anlamıyordum, belki de anlamak istemiyordum ama anlayamazdım da. Olaylar o kadar saçmaydı ki aklım almıyordu birçok şeyi. Hepsini.

"Yüz yıl mı? " diye sordum kaşlarımı çatıp. Biraz önceki sinirli halimden eser kalmamıştı, onun yerini şaşkınlık almıştı zira.

"Evet Hüma, bugün tam yüz yıl oldu ve ben yüzüncü yılda Kayıp Ruh'umu buldum."

ARAF MELEĞİ: Kayıp RuhWhere stories live. Discover now