KİB - Kırk Dördüncü Bölüm.

4.7K 360 43
                                    

Oy vermeyi unutmayın.

İyi okumalar 🖤

_


Haftalardır planladığım şeyler tıkırında ilerliyordu. Hatta her şey o kadar kusursuzdu ki değişkenler ortaya çıkacak diye geriliyordum.

Bahçede hazırlanan masaya oturmuş karşılıklı yemeklerimizi yiyorduk. Arın oturduğu andan beri durmadan ayağını sallayıp duruyordu. "Ne oldu?" diye sordum öne doğru eğilip. Aslında ne olduğunu bilmiyor değildim, burada olmaktan rahatsızdı. Ama kalkıp gitmiyordu da, ne kadar söylesem de beni dinlememiş, çekimini izleyeceğim diye tutturmuştu.

Çevrede dolaşan bakışlarını yüzüme çevirdikten sonra başını olumsuzca salladı. "Bir şey yok."

Burada durmaktan rahatsız olduğunun farkında olsam da neden olduğunu tahmin edemiyordum. Ne kadar üstelesem de bana söylemeyecekti. Ziyanı yoktu, elbet öğrenirdim.

Az sonra ileriden Alp göründü. Bizi fark ettiğinde yüzünde kocaman bir gülümseme oluşmuştu. Elindeki yemek tepsisiyle bizim oturduğumuz masaya geldi ve hemen yanıma oturdu. "Buradaymışsın demek, ben de seni arıyordum."

Arın'ın onu görünce kaşları çatılmıştı. Kaşığını yemek tepsisinin kenarına bırakarak sandalyesinde geriye yaslandı ama ters ters bakmak dışında bir şey söylemedi.

"Çekim ne zaman biter?" diye sordum suyumdan içerken. 

Alp, sorunun muhatabı olarak yüzüme baktı. "Tahminen akşama doğru? Neden sordun, bir işin mi var yoksa?" İlgili görünüyordu.

Onun bu sorusuyla Arın da merakla yüzüme bakmaya başladı. "Hayır," dedim başımı olumsuzca sallayarak. "Merak ettim, dünkü gibi geç kalmak istemiyorum." Aslında vardı, çünkü masaya oturmadan önce Hakan'dan bir mesaj almıştım. Emre abi acilen beni çağırıyordu, söyleyeceği önemli bir şey olduğunu yazmıştı. Normalde dersim de olsa bırakır koşa koşa giderdim ama şartlar değişmişti. Beni görmek istiyorsa biraz beklemesi gerekecekti. Ayrıca gitmek istesem bile öylece çekimi bırakıp gidemezdim. 

"Sorun yok." dedi Arın. "Ben buradayım nasıl olsa, gece üç de olsa bırakırım seni." 

Hakan beni yurttan almayı teklif etmişti. Onu reddedip, attığı adrese kendim gideceğimi söylemiştim ama ne yapacağını kestiremiyordum çünkü bir şey yazmamıştı. Eğer Arın beni yurda bırakırsa Hakan ile karşılaşma ihtimalleri vardı. Arın'ın benimle ilgili çoğu şeyi sormaması hayatıma saygı duyduğundandı. Ama durum daha da derine inerse artık sessiz kalmayacağını, kurcalayacağını biliyordum. Hisleri kolaylıkla yüzüne yansıyor, onu okumamı daima kolaylaştırıyordu. 

İçinde olduğum bu karanlık yola onu da çekemezdim.

"Aslında Arın'ı boş yere burada tutmayalım." Alp yüzüme baktı. "Ben de buradayım zaten. Seni ben de bırakabilirim. Hem..." Sandalyesinde öne doğru eğildi. "Yakınlaşmış oluruz biraz."

Arın elindeki su bardağından büyük bir yudum alarak masaya sertçe bıraktı ama bardak düz durmak yerine Alp'in üzerine yuvarlandı.

"Ah!" diyerek yerinden fırlayan Alp, Arın'a sinirle baktı. "Ne yaptığını sanıyorsun lan sen?"

Arın ifadesiz bir yüzle omuz silkti. "Affedersin, elimden kaydı." Sonrasında sırıtmasa belki inandırıcı olabilirdi.

Alp sinirle söylenerek yanımızdan kalktı ve üzerini değiştirmek için içeri girdi.

"Çekimden sonra yetişmen gereken bir yer var, değil mi?"

Kaşığı tutan elim durdu. Bakışlarımı ağırca kaldırıp yüzüne baktım. Yüzüme derince bakıyordu. Biraz önce onun kolaylıkla okunduğunu düşünmüştüm ama görünen o ki o da beni kolaylıkla okuyabiliyordu. Ona o an yalan söylemeyi gereksiz gördüm. "Evet."

"Ne işin var?"

"Bir yere gitmem gerekiyor."

Bakışları tepside gezindi. "Nereye gideceksin? Ona göre seni oraya bırakayım."

"Beni yurda bırakabilir misin? Yurttan geçmem gerek."

Bakışlarını gözlerime kaldırdı, yüzü ifadesizdi. "Tamam, yurdun önünde seni beklerim o halde."

"Hayır." dedim hafifçe gülümseyerek. "Buna gerek yok, tek başıma geçeceğim."

"Benim için sorun değil." dedi ciddiyetle. "Beklerim seni." 

Sorun beni bekleyip beklememesi değildi, sorun tehlikeye onu çekmek istemememdi. Ama o bunu bilmiyordu. Bilmemesini sağlayacaktım.

"Gerek yok." dedim tekrar. "Beni yurda kadar bırakacaksın zaten, teşekkür ederim."

Çektiğim sınırı fark etmişti. Bakışlarını yüzüme dikip bir şeyler söylemek istedi ama üsteleyemedi. Zira yanımıza Serhat bey gelmişti.

"Afiyet olsun çocuklar." Elindeki boş yemek tepsisi vardı, çöpe atmaya giderken bizi fark etmiş olmalıydı. "Arın, neler yapıyorsun görüşmeyeli? Çekimden dolayı doğru dürüst konuşamadık. Yüzünü gören cennetlik be oğlum. İnsan bir yanımıza uğrar."

Kaşlarım çatıldı. Birbirlerini tanıyorlar mıydı? Gerçi Serhat bey, Esma ile de tanışıyordu ama Esma bu camiadandı. Belki de sevgili oldukları dönemde tanışmışlardı. Ama bu cümleler basit bir tanışıklıktan fazlasıydı.

Arın yüzüne saygılı bir gülümseme kondurdu. "Kusura bakma Serhat abi, fazla uğrayamadım yanına. Annemin selamı var bu arada."

"Aleyküm selam." dedi Serhat bey babacan bir gülümsemeyle. "Ben de seni çekime gelmiş görünce bir an heyecanlandım. Teklifimi sonunda kabul etmeye mi karar verdin yoksa?"

Arın ensesini ovaladı, konu onu rahatsız etmiş gibiydi. "Hayır, Özgür'ün çekimini izlemeye geldim sadece."

Serhat bey bakışlarını bana çevirdi. "Doğru, tesadüfe bak. Keşfettiğim kız, arkadaşınmış demek."

Arın bana döndü. "Serhat abi, annemin çok yakın arkadaşı olur. Aile dostumuzdur."

Serhat beye bakarak gülümsedim. "Öyle mi?"

"Neyse çocuklar, ben şu tepsiyi atayım. Çekimden önce birkaç düzenleme yapmam gerek. Özgür, tam saatinde hazır ol lütfen." Arın'a döndü. "Oğlum, teklifim hala geçerli... Hadi görüşmek üzere."

Yanımızdan ayrıldığında Arın'a döndüm. "Ne teklifi bu?"

Geriye yaslanarak ofladı. "Boş ver."

Başımı yana yatırarak ifadesini izledim. Onu böyle utandıran şeyin ne olduğunu merak ediyordum. Aslında tahmin etsem de ondan duymak istemiştim. Ellerimi yanaklarıma yaslayarak öne doğru eğildim ve yüzüne kocaman gülümsedim. "Söyle hadi, merak ettim."

O da öne doğru eğildi. "Mankenlik yapmamı istiyor." dedi geçiştirerek. 

Dikkatlice yüzünü inceledim. "Haksız değil, baya yakışıklısın." Bakışlarını kaçırdı. Ama benim gözlerim üzerinde dolaşmaya devam ediyordu. "Fiziğin de iyi."

Birden gözlerime baktı. Tuhaf bir ifadeyle. Benim aksime ciddiyetle. "Sen de fazla güzelsin." dedi bakışlarını tam gözlerime doğrultarak. Benim aksime yüzüme veya fiziğime değil, tam olarak gözlerimin içine bakıyordu. "Çok fazla güzelsin. Bu güzelliği sadece benim görmemi istemek, fazla mı bencilce olurdu?"

Nefesimi tuttum. Onu utandırmak isterken asıl utanan ben olmuştum. Yüzümün sıcakladığını hissedebiliyordum. Yine de bakışlarımızı kaçırmadan hala birbirimizin gözlerinin içine bakıyorduk. Kalbime bir şeyler oluyordu. Sanki ağrıyordu. Üzerini sıkıca sarmalayan garip bir his vardı. O hisse isim vermek istemiyordum. O his durmalıydı, sırası değildi. 

Hiçbir zaman da sırası olmayacaktı.


.

.

.

Diğer bölüm birkaç saate gelecek inşallah 🌸

Kendine İyi BakOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz