58* Bu Geç Vakitte Neler Oluyor?

6.8K 466 41
                                    

Sanırım hayatım bitecekti.

Burada, bu adamların arasında, sandalyeye bağlı ve üşüyor olarak.

Daha önce hiç bu kadar uzun süre hareketsiz, sıkışıp kalmamıştım. Ellerim iplerin değdiği yerlerden acıyor ve kollarım arkada birleşmiş durumda uzun zaman kaldığından ağrıyordu. Yüzüme düşen saçımı kafamı şiddetle sallamadan geri itemiyordum, yüzümü avuçlarım arasında sıvazlayıp sıkıntımı atamıyordum. Bu rahatsız ve tahammül etmesi zor durumda tek yaptığım, yandaki masada kart oynayan üçünü izlemekti.
Riccardo, ara sıra bana çevirdiği bakışlarına fazlaca bir düşmanlık ve tehdit manası yüklemişti. Uslu durup durmadığıma bakıyordu ve eğer durmazsam, gözünden asla kaçmayacaktı.

"Seni küçük şeytan" demişti içeri ilk girdiklerinde. "Sana dikkat etmem gerektiğini biliyordum."

Fred ucundan bakışlarla yanımdan geçip sandalyeye bırakmıştı kendini. Onun aksine Wayne yüzümü dikkatle incelemiş ve sanki bir şeyler bulmaya çalışmıştı. Sonunda o da oturdu ve elindeki çantayı masaya koyup içinden paketli birkaç abur cubur alıp yemeye koyuldu.

Genelde pek konuşmuyorlardı, konuştukları zamanlardan birkaç şey öğrenmiştim nihayet. Yuvayı hızla boşaltıp temizlemişler, izlerini kaybettirip buraya gelmişlerdi. Tek umudum bizimkilerin yokluğumu fark etmiş olmaları, yuvanın boşaldığını görüp aramaya başlamış olmalarıydı.

Masadakilere baktım, onları yakalamak üzereyken yakalanmıştım. Özgürdüler ve ben tutsaktım. Bu serin ve loş ışıklı depo, veya eski fabrika bizi bir arada, tuhaf bir mayhoşluk içinde tutuyordu; bir casus ve onu ele geçiren çete üyeleri.

"Neredeyiz?" diye sordum bir cevap almayı umut ederek.

Riccardo bana bıkkın bir tavırla döndü,
"-Yerinde olsam ağzımı açmazdım- caddesinde"

Ters bakışlarımı kapıya çevirdim ve zihnimi çalıştırmaya devam ettim. Buradan çıkmak için 2 yol düşünmüştüm; iplerden kurtulup direkt kapıdan kaçmak veya arkamda kalan, siyah kumaşlarla kapatılmış yüksek pencerenin altına sandalyemi dayayarak pencereye tırmanmaktı. Tabi ki önce iplerden kurtulmam gerekiyordu.
Masanın üzerinde duran şeylere kim bilir kaçıncı defa göz attım; su şişeleri, cipsler, bir paket sigara, Fred'in başından çıkardığı şapkası, birkaç gazete ve bunu gibi işe yaramaz şeyler. Ancak birinin telefonunu ele geçirebilirsem dünyalar benim olurdu. Beni vaktinde kurtarmalarını sağlayamazsam bile en azından onları yakalarladı. Bryant mutlaka yapardı...
Yeniden içim ezildi, kurtulamazsam Bryant bu gerçekle nasıl yaşayacaktı? Beni ne kadar sevdiğini gözlerinde gördüm, ve biliyorum. Sonuna kadar mücadeleden asla vazgeçmezdim ama Bryant için, daha da fazla gayret göstermek zorunda hissediyordum kendimi.

Kaybetmekten korktuğum birine sahip olmak aşırılığımı, korkusuzluğumu törpülemişti. Bunun gibi tehlikeli görevlere hiç düşünmeden evet derken şimdi kendimi koruma içgüdüsü ağır basıyordu. Bryant beni bu kadar çok değiştirmişti.

Onlara ulaşmak için tek çıkar yolum bir telefon bulmaktı ve telefon bu üçünden birinden sağlanacaktı mecburen.
Riccardo cebinden sadece konuşmak için çıkarır, konuşur ve tekrar cebine koyardı. Başka bir şey için kullanmazdı.
Fred, arada bir oyun oynar ve biraz takılıp ortalığa bırakırdı. Burada anahtar kelime, ortalık, evet. Hep nereye bıraktığını unutur dakikalarca bulmaya çalışırdı. En kolay hedef onun telefonu gibi görünüyordu ama neredeydi acaba? Ondan önce benim bulmam gerekirdi ki ellerim bağlıyken bu nasıl olur bilemiyorum.

Wayne'e döndüğüm sırada o da başını çevirdi, beklenmedik bu an karşısında ikimiz de bir an duraksadık. Sonra o dudaklarını ne hissedeceğini bilmiyormuş gibi sıkarak sıkıntılı bir tavırla önüne döndü.
Wayne beni severdi. Şu an neler hissettiğini ve hakkımda ne düşündüğünü bilmiyordum ama bu ekip içinde bana en yakın gelen oydu. Yine de festivalde ağzından çıkan ‘iki FBI dangalağı’ lafını unutmuş değildim, bunun hesabını bir şekilde görecektim.

KUM *[Tamamlandı]Where stories live. Discover now