69* Zamanlar Ötesinden

5.6K 480 53
                                    

Selam, selam canlar. Bölümü multimedyaki parça eşliğinde okumanızı tavsiye ederim, Smoke Signals - James Blunt. İyi okumalar, aşağıda görüşürüz hahah *.*

*

Yusra elindeki kağıdı okudu,
"Steve Huntsman, Bryant Huntsman... New Jersey, değil mi?"

Kalbim yerinden çıkacak gibi sarsıldı,
"Evet, evet!" dedim Yusra'ya doğru atılarak. Kapıdan başını uzatmıştı, hemen içeri girip kapıyı kapattı. Yanına ulaşıp elindeki kağıda yapışmıştım. İşte isimleri, altlarında numaralarıyla elimdeydi! İsimlerini kağıdın üzerinde görmek bile mucize gibi gelirken, yüzlerini görmeye nasıl hazır olacaktım?

"Bulmuşsun... Çok teşekkür ederim Yusra..."

"Haydi, arayalım hemen" dedi, cep telefonunu önlüğünün cebinden çıkarıp bana uzattı. Büyülenmiş gibi olduğum yerde hareketsiz kalmıştım, vücudum sakin kalabilse belki benim de sakin kalmam daha kolay olurdu ama elimi uzatıp telefonu alırken kalbimin göğüs kafesime yaptığı keskin basıyı hissediyordum. Kağıtta, Bryant'ın adının altında yazan numarayı dikkatle girdim ve Yusra'ya baktım. Kanım yüzüme çekilmişti, heyecandan ve yapacağım sürprizin eşsizliğini düşünmekten ölüyordum. Arama tuşuna basıp ilk sinyal sesini duyduğumda bile onunla bir şekilde iletişim kurmuştum. Onu ben arıyordum, millerce öteden benim çağrımı duyuyordu. Tereddütle dişlerimi sıktım, acaba şimdi neler yaşıyordu?

*

New Jersey

-BRYANT

 Maite'in yüzü karanlığa, sabit durmayan bir ışık değişimi içine karışıp kayboldu.

 Şaşkınlıkla sıçradım, tamamen kaybolan görüntüyü bulabilmek için panikle etrafa bakındım. Yavaş yavaş keskinleşip geldi gerçek, odamdaydım. Her yandan alayla yükselen gerçeklik bir kez daha kalbimi yırttı. Gerçek hayat kabuslardan çok daha yakıcıydı, onlarda Maite kayboluyordu ama gerçekte o çoktan, gelmemek üzere gitmişti. Her sabah aynı şeyle yeniden yeniden yüzleşmek dayanılır bir işkence değildi. Kapladığı hacmin aksine Maite, ardında koca bir boşluk bırakmıştı bana. Nasıl geçirileceği bilinmeyen bir hayat ve güçlenen bir acı. Hayat ne kadar acımasız, çekilmez bir şeydi.

 Doğruldum, ter içinde kalmıştım, bacaklarımı kendime çekip kollarımı dizlerime sardım. Kendi kendime söylendim içimden, Maite'i o karanlıktan kurtarmak için görüntüyü geri getirmeye çalışıyordum ama sanki kurtarabilecek miydim? Bir kez olsun ona ulaşabilmiş ve çekip çıkarabilmiş miydim? Maite sadece rüyalarıma geliyor, oradan bile her seferinde kayıp gidiyordu. Ne yaparsam yapayım onu kurtaramıyordum. Hâlbuki bir kez olsun rüyamda bana gülümsediğini görmek, gördüğüm tüm kabusları unutturabilirdi.

 Yataktan çıktım, üzerime rastgele bir şeyler giydim, ağır ağır yüzümü yıkarken yetmedi, suyu sonuna kadar açıp kafamı altına soktum. Dalgalar gibi akarak nefesimi kesti su, iyice beni kendime getirene kadar bekledim ve sonra başımı havluyla kuruladım. Odada kalmak istemiyordum, kalmak isteyeceğim bir yer yoktu, kalmak isteyeceğim bir yer bulmak da istemiyordum ama geceler boyu paylaştığımız kabuslar bu odayla çoktan aramı açmıştı.

 Kapıdan çıkıp dümdüz rotasında merdivene ilerledim, ağırlığımı bir basamaktan diğerine verirken çıkan gıcırtıya dalmıştım, akşamı nasıl getireceğimi düşünüyordum ama bu düşünce de diğer tüm düşünceler gibi zihnimde fazla oyalanma zahmetine girmedi. Akşam farklı bir şey getirmiyordu. Saat 10 olmadan yatacak, rüyamda Maite'in hayaletini kurtarmaya çalışıp duracaktım en iyi ihtimalle. Maite rüyama girerse.

 Her sabahki gibi sesler geliyordu aşağıdan. Kahvaltı hazırlıklarının metalik sesleri. Eskiden kahvaltıya inerken annemle babamın sohbet etmelerini, gülüşmelerini duyar, aklıma doluşan bir sürü takılma sözünü söyleye söyleye otururdum masaya. Fakat uzun zamandır, kaç ay geçti bilmiyorum, sessizliklerini dinliyor ve kendimi sandalyeye ağır ağır bırakıyordum. Yalnız bir kişi vardı beni biraz olsun hayata döndürebilen; Chelsea. Küçük prensesim. Korkunç bir karanlık içinde debelenip durduğum o ilk günler boyunca yanımdan ayrılmamış, bir anne gibi bana saatlerce sarılmış, başımı dizlerine koyarak şarkı söylemişti. O zamandan beri her gün gelip bizimle uzun uzun vakit geçiriyor, bazen Jason'ı da getiriyordu. Yakında evleneceklerdi, hep başka dolaylı şeyler söylense de açıkça belliydi, Maite'in yasından dolayı düğünü erteliyorlardı ama bana sorsalar bunu asla istemezdim, böylesi mutluluk verici bir olayı ertelemek akıllıca değildi. Güzel şeyler bir an önce yapılmalıdır, bekletmeye gelmez çünkü zaman, olabilecek çok kötü şeyler saklıyor içinde. Hem nasıl olsa Maite benim içimde her zaman kalacaktı, onların mutlu olması Maite'in hatırasına zarar veremezdi.
O, bendeydi.

 "Ben gidip uyandırayım" dedi Chelsea'nin sesi salondan. Kapı eşiğinde durdum.

"Gitme kızım, dün gece geç saatlere kadar bahçede oturup durdu. Dinlensin, uyanınca gelir"

"Bırak çağırsın hayatım, bizimle kahvaltı etmeyince bir bahane buluyor, hiçbir şey yemiyor."

Annemin iç çekişini duydum,
"Çok zamana ihtiyacı var Steve. Baştan ayağa yıkıldı. 2 aydan fazla oldu, öldü lafını ettiğinden beri ruhsuz bir eşya gibi ortalıkta dolaşıyor"

"Hiçbirimiz iyi değiliz canım. Ne sen iyisin, ne ben..."

"Meleğim benim, nasıl sessizce gitti yanımızdan..."

Acıyla olduğum yerde kaldım, babam boğazını temizledi, ne zaman bir şey saklamak istese boğazını temizlerdi. Muhtemelen gözleri dolmuş veya yüzü kızarmıştı. Bize güçlü görünmeye çalışsa da ne kadar acı duyduğunu biliyordum. Bilmemem mümkün değildi.

KUM *[Tamamlandı]Where stories live. Discover now