36* Meyve Sepeti

10K 527 24
                                    

Siyah bir fona boyanmış boşlukta, yukarıdan aşağı dökülen kum tanelerinin arasına karışmıştım, gittikleri her yere gidiyordum. Onlardan biriydim. İstediğim yere sızıyordum. Bir cama çarpıp aşağı doğru sürtünerek kaydım. Burada geri dönüş yoktu, bu cam fanusun içinde olan ne varsa, akıp gitmeye mecburdu. Aşağı düşmekten başka çare yoktu, biri gelip kum saatini ters çevirecek olsa bile, yine aşağı düşülecekti. Hep aşağı.

Sonunda iki cam arasında kalan o incecik boşluktan, diğer kum tanelerinin arasında sıkışmış hâlde kaydım ve genişleyen camla birlikte rahatladım. Aşağı, birikip tepe oluşturmuş kumların üstüne sırt üstü yuvarlandım.

Bir anda her şey üstüme yığıldı. Karanlık hızla her yanı sardı.

Riccardo ve kum saati. Kafamdan atamıyordum.

Gözlerimi açtım, ilk fark ettiğim şey nefis limon kokusu oldu. Hafif, taze bir esinti ve yaprak hışırtısı...

Başımı azıcık kaldırıp etrafıma baktım, neresi olduğunu bilmediğim bir odadaydım. Hastane olamayacak kadar sevimli ve ferahlatıcıydı. Kırık beyaza boyanmış duvarlara kahverengi mobilyalar ve fıstık yeşili dekorlar eşlik ediyordu. Üstelik üstümde bana ait olmayan hoş bir elbise vardı. Ellerimle doğruldum, kafam dopdolu ve karmakarışıktı. Hemen başımın üstündeki pembe çiçekli beyaz perdeyi içeri uçuşturan, geri çevrilemez esintiye doğru uzandım. En son ne yaşadığımı o zaman hatırladım, panikle yataktan fırlayarak şaşkınca etrafa bakındım. Buraya nasıl geldiğimi bilmiyordum.

Pencereye koşup perdeden kafamı geçirdim ve gördüğüm şey beni hemen sakinleştirdi. İnanılmazdı.

Alnımı cama yaslayıp sadece izledim.

Bryant aşağıda, kuşburnu ağacından taneleri koparıp sepete bırakıyordu. Arada bir kokluyor, inceliyor, bazılarını yere atıyordu. Sol elinde kalın bir sargı vardı. Sarıldığı anı çok iyi hatırlıyordum. Bir tane de kolunda olmalıydı ama buradan onu göremiyordum. Neden ayağa kalkmıştı ki?

Dün akşamı hatırlamak başımın dönmesine sebep oldu. O korkunç anları bir kez daha yaşadım, pencereden çekildim ve duvara yaslanıp gözlerimi kapattım.

Kapıdan dışarı püsküren alevli parçalar... Etrafa dehşet saçarak meydana yayılırken herkes geri çekilmişti. Gözlerim deli gibi kapıya bakıyordu.

Alevler arasından onun sendeleyerek geldiğini görünce içimde birikmiş korkuyu sarsılan nefesimle bıraktım. Boğazımdan göğsümü sıkan bir ses çıktı, neredeyse bayılacaktım, bacaklarım üzerinde nasıl durabildiğimi hiç bilmiyorum ama bir an bile beklemeden koştum.

Kurtuldu işte.

Yaşıyor...

O görünür görünmez Steve vakit kaybetmeden kolunun altına girip hemen uzaklaştırdı onu oradan. Bryant'ın ardından gelen teknik ekip elemanlarına koştum, buradaki ekiple beraber onları uzaklaştırdık. Tıpkı Bryant gibi hepsi kapkaraydı ama bu ne büyük mutluluktu, kurtulmuşlardı. Bu kabustan sağ çıkmışlardı. İstemeyerek de olsa, benim neden olduğum kabustan.

Bryant'a ulaştığımda onu dükkânlardan birinin önündeki bir masaya oturtuyorlardı. Yüzü, kıyafetleri, elleri dumandan simsiyah boyanmıştı, tamamen kararmış olan havada uzaktan zor seçiliyordu. Dudaklarını aralıyor, başını kaldırarak yorgunca nefes almaya çalışıyordu.

Olduğum yerde kaldım; su içiriyorlar, nefes alsın diye gömleğinin üst düğmelerini açıyorlar, ambulansa haber veriyorlardı. En endişeli ve şüphesiz kurtulduğuna en minnettar olan kişi, babası, orada ona uzun süre sarıldı. Kaybetmiş ve bulmuş olmanın verdiği minnet duygusu her yanını sarmıştı.

KUM *[Tamamlandı]Where stories live. Discover now