48* Dallar Arasında

6.5K 474 40
                                    

Bu bölümü fazlasıyla bekledik ve hak ettik, multimedyadaki şarkı eşliğinde okuyabilirsiniz, keyfini çıkarın :))

*

Biliyor musunuz, insan bazen gülmek için her şeye sahipken, hatta hiç olmadığı kadar çok şeye sahipken, bazı çok yoğun anlarda ağlamak ister. Neden böyledir bilmiyorum. Tek bildiğim, bu ağlamanın keskin bir lezzet sunduğu. Yine de, Bryant çekilip yüzüme baktığında ağlamak saçmalık gibi gelmişti.

Başımı elleri arasına aldı. Yüzümle eli arasına sıkışan saçlar kirpiklerime karışıyordu. Yüzü gevşedi, gözlerindeki derin ve ciddi ifade kaybolmadan gülümsedi.

"Ne kadar inanılmaz!" dedi.

Gerçekti ve o Bryant'tı. Gördüğüm en güzel şekilde güldü.
Söylemiş miydim, bir insanın en güzel gülüşü, onu hak edecek bir arzusu olmadığı sürece ortaya çıkmaz.
O en büyük gücün, sadece en zor anda kendini gösterdiği gibi.

"Sen de seviyorsun ha? 'Şu adam' benim değil mi? Kafam çok karıştı da..." dikkatle bakmaya devam etti, gözlerinin içi, renkleri göz alıcı bir ışıkla parlıyordu. Yüzüne muzip bir ifade gelip yerleşti.
"Ne dedin sen, geri dönülmez dedin değil mi?"

Gözlerimi aceleyle yana kaçırdım.
"Ne? Hayır"

"Maite!" aniden güldü, yüzünde yerinde duramaz bir heyecan dönüyor, benim de başımı döndürüyordu. İçim bu kadar aydınlıkken, daha fazla öylece kalamadı, bir patlamayla yüzüme koca bir gülücük yayılırken ellerimi Bryant'ın ellerinin üzerine koydum, karşısında kendimi tamamen olduğum gibi buluyordum. Sol elindeki kabuğu hissettim. Onundu. Güzeldi.

Birden, kollarını sıkıca belime doladığı anda kendimi havada buldum. Sevinçle gülerek beni döndürmeye başladı. Ondan yayılan neşeye neredeyse dokunacaktım. Düşmemek için sıkıca tutunmuştum, başımı omzuna gömerek mutlulukla güldüm. Sonunda beni yere indirdiğinde, gözleri ışıl ışıldı.
Birini bu kadar mutlu ediyor olmanın tadı tarif edilir gibi değildi. O ışıltının, canlılığın sebebi olduğunu bilmek kadar insana kendini sevdirecek bir şey daha yoktu.
Onu sevdiğim için kendimi seviyordum. Beni sevdiği için de... Ama en çok, gözlerini bu şekilde güldürebildiğim için kendimi seviyordum.
Onu böyle güldürecek her şeyi sevebilirdim.

Geçmeyi reddederek durmuş o anda, sadece onu görürken insan bu kadar mutlu olabilir miydi? Mutluluğun bir sınırı vardı herhâlde, ben bugüne kadar hep böyle biliyordum.
Yüzünden o aynı muziplik geçtiğinde, bu kez elimi tutup sıktı, hiçbir şey söylemeden beni de çekerek hızlı adımlarla yürümeye başladı.

"Anne, baba! Huntsmanlar!"
Yapacağı şeyi anlayınca korkuyla topuklarımı yere dayadım.

"Hayır Bryant lütfen hayır. Lütfen şimdi değil"

Endişeyle durmak istedim, Steve ve Madeleine böyle akıl almaz bir şeye nasıl tepki verirlerdi? Neyse ki sonunda durup,

"Söylemek istemiyor musun?" diye sordu.

"En azından şimdilik"

Aklına yeni gelmiş bir şey onu bir saniye düşündürdü,
"Şu sizin kurallara göre biz...yani bu yasak mı?"

"Bu kural aynı ekipten iki kişi için. Sen geçici süre için gelmiş bir dedektifsin, yani hayır."

Rahatlayarak güldü Bryant. Üst kattan gelen ayak seslerini duyup kabullenmiş olarak oraya döndüm, Bryant bana hevesle gülümsedi, hâlâ tutuyor olduğu elimle hızla evin dışına çıkmadan önce, yeni bir şey yapacağını bana bildiren muzip bir bakış atmıştı.

Hızla caddeye çıktık ve bir an durduk.
"Gel" dedi bembeyaz dişleriyle gülerek. Uçuşan saçlarına takılan gözümü aşağı eğimli caddeye çevirdim. İki yanında evler sıralanmış geniş cadde, kenarına sarkan ağaç dallarıyla enfes görünüyordu ve aşağıda, sahil yoluyla kesişip okyanusla buluşuyordu. Elinden aldığım güçle heyecanımı bastırıyordum ama, elini tutmanın getirdiği heyecanı düşününce bu ironikti aslında.

Yaya kaldırımında acele etmeden yürüdük, tek kelime bile etmedik. Durmadan gülümsediğimi biliyor olmalıydı çünkü ben onun neşeyle gülümsediğini biliyordum. Bakmamıza veya konuşmamıza gerek bırakmayan huzurdan daha iyi bir yol arkadaşı yoktu. Bryant'tan hayatın kendisi yayılıyordu. Bu mucizenin bir anda nasıl olup gerçekleştiğini düşünmek istemiyordum. Sadece olduğu için minnettardım hepsi bu.

Bilirsiniz, rüzgâr benim iyi arkadaşımdır. Üzerimden uzanıp gitmesine bayılırım. Bu yüzden, bu özel anda yanımda olmasına ve Bryant'ın saçlarını uçuşturup benimkileri nazikçe yüzüme çarpmasına şaşırmadım.

Sahil caddesi kalabalıktı. Sahil yolu, arabalar, yürüyüşe çıkmış gençler ve yaşlılar hatta yol kenarında dizilmiş ağaçların dalları arasında gezip duran kuşlar... O yapraklar içinde nasıl da tasasız duruyorlardı, sanki dünyada daha önemli bir şey olamazmış gibi can havliyle uçuşup ötüyorlardı. Önce onlara hep olduğu gibi özensem de, bu kez bir şey farklıydı. Bir şeyi anlamıştım. Yanımda Bryant varsa ben her zaman ağaçlar, dallar, yapraklar arasında olacaktım. Daha önemli bir şey yokmuş gibi...

Işıkların yanında durup yeşili beklerken Bryant bana döndü,
"Dedem büyükannem ile, karşıya geçmek için beklerken tanışmış" dedi zihnimi kuşlardan uzaklaştırarak. "Çocukken bana anlatırdı, yıllarca o ânı hayal edip durdum. Yolun karşısında bekleyen güzel ve genç büyükannemi... Dedemin onu görür görmez duyduğu hayranlığı. Yıllardır onun gibi bir kız hayal ediyordum ve..." bir anda telâşla yürümeye başlayan insanlar yeşilin yandığını haber veriyordu, masalı yarıda kalmış bir çocuk gibi bozularak onları izledim. Karşıya ulaştığımızda Bryant sonunu getirdi,

"Ve şimdi o kız yanımda. Hayalim gerçeğe dönüşüyor. Maite, bana verdiğin mutluluğu bilseydin deli olduğumu düşünürdün."

Hiçbir şey söylemeden elini iki elimin arasına aldım. Bunca yalan, karışıklık ve oyun içinde, tüm bunlardan ölesiye yorulmuşken, benim için ne ifade ettiğini ona göstermek istiyordum çünkü.
Beni tamamiyle anladı.
Beni kimse daha iyi anlayamazdı.

.................................


Bryant ile geçen bir günden sonra Antonio'nun krallığına girince, hayatımın bir anda nasıl çevrilip değiştiğini daha iyi kavradım. Burası hâlâ eski hayata aitti ve barındırdığı tehlikenin heyecanını saymazsak, can sıkıcıydı. Antonio beni öğrenecek olsa yapacağı şeyler korkunç olurdu ama o böyle bir şeyi aklına bile getiremeden, onu yakalamış olacaktık. Her şeyden önce, büyük soyguna az bir zaman kalmıştı ve takıntılı olarak, ondan başka bir şey düşünmüyordu.

Pes oynayıp Fred ile kapışıyorduk, burada yaptığım eğlenceli tek şey buydu belki de. Wayne'i daha önce bir kez yenmiştim ve bunu yaparken motivasyon kaynağım festival alanında ettiği o kelime olmuştu: 'FBI dangalağı'

Wayne koltuğun tepesine tünemiş benim gollerime tezahürat yapıyordu çünkü bana yenilenin sadece kendisi olması onun oyunculuğuna leke sürerdi. Fred'i de yenersem, mağlubiyetinin nedeni o değil ben olacaktım.
Öte yandan, Fred ile ilk oyunum fena gitmiyordu, topu oyuncusundan alıp koşmaya başladığım sırada, açık televizyon ekranından gelen bir ses Fred'in ilgisini çekmiş olmalı ki oyunu durdurup dikkatini ekrana verdi. İtiraz edecek oldum ama ekranı görünce, hele ki yazıp durduğu bir şeyleri bırakıp gelen Antonio'yu fark edince yeni gelişmelerin kokusunu bir köstebek gibi almıştım. Tamam, benzetme tam oturdu.

Fred ekrana bakarak bir ıslık çaldı, Wayne'e kol atıp kaş göz işaretleri etmesini Antonio'nun kahkahası takip etti,

"Donald! Seni çita!" dedi neşeyle karışık bir sevgi ifadesiyle.

Etrafı göz ucuyla her an kolaçan ettiğimden, gizli mimikleri kaçırmıyordum. Gözlerimi ekrandaki karmaşaya diktim tekrar ve sonra Antonio'nun sırıtan ifadesine dikkat kesildim.

"Donald?" diye sordum. "Hâlâ çömez gibi hissediyorum, biri tek defada bana her şeyi açıklayamaz mı?"

"Donald" dedi Antonio ismi iyice uzatarak. İkinci cümlem, duymazlıktan geldiği ilk şey değildi.

"Bak" işaret parmağını ekrana doğrulttu, alttaki kırmızı şeritte yazan, 'uyuşturucu mafyası yeniden aktif' yazısının üst kısmını, elinde mikrofonuyla hararetle konuşup haberi aktaran kızı gösterdi.

"Donald iş başındayken haberi hep bu kız yapar. Kanalda dosyayı o takip eder ve bir vukuat olduğunda ilk koşan o ve ekibi olur. Bu başarı nereden geliyor biliyor musun?"

Tahmin etmek zor değildi, iç geçirdim.
"Evet sanırım. Ama anlatırsan sesin gayet iyi çıkıyor"
Yanıma oturup kolunu arkaya attı. İlgisini çeken her konuda olduğu gibi heyecanlı vurgularla anlatmaya başladı,

"Bu, Sarah Kylee. Donald Strauss'un adamıdır. Yani kanaldaki köstebeği. Bu yüzden ne zaman haberlik bir iş çevirse Sarah'a talimat vermesi yeterlidir. Onun isteği doğrultusunda ve onun planladığı gibi gider ve haberi yapar. Anlıyor musun, tam istediği gibi! Yeni işini herkese kendi istediği gibi aktarır. O adî herife bayılıyorum"

Yeni bir kahkaha attı,
"Eski dostumdur, gençken birlikte az takılmazdık"

Buyrun, çok geçmemişti ki Antonio'nun yeni bir bağlantısı daha ortaya çıkıvermişti. Bunun iyi mi, kötü mü olduğuna karar veremedim ama her iki durumda da, bu işle ilgili ne var ne yoksa öğrenmek, zihnime kazımak üzereydim.

*

Bölüm haykiriss'a ithaf edilmiştir, teşekkürler :) Gelecek bölümde görüşmek üzere.

Multimedya Arthur ^^

KUM *[Tamamlandı]Where stories live. Discover now