46* Zaman Geçiyor Ve...

6.9K 485 84
                                    

Multimedyadaki müzik (Intouchables film müziklerinden Una Mattina), eşliğinde okuyabilirsiniz, iyi okumalar.

                                                             *

Bu günlerde, çok uyuyorum ve yataktan çıkmakta güçlük çekiyorum. Tüm hayat buraya yorganımın altına çekilmiş gibi geliyor. Boş vakitler konusunda da ciddî sıkıntılarım var. Hepsini nasıl dolduracağımı düşünmekle geçiriyorum çünkü şurası kesin; hiçbir şeye el sürmek gelmiyor içimden. Yalnız bazen, yere oturuyorum ve uzun zamandır düzenlemeyi düşünüp hep ertelediğim kutuları önüme alıyorum. Bir tek buna odaklanabiliyorum, tuhaf.

Sabah alarmlarımı da kapattım. Giderek sinir bozucu olan düz bir bip sesi uyandırıyor beni. Sanırım alarmsız uyanmaya alışmam gerekiyor.

Düzenleyecek bir şey kalmadığında, kendimi bir koltuğa bırakıyorum. İşte en kötüsü o zaman oluyor. Gözlerim tavanda, aklım hep aynı yere gidiyor. Hâlâ atamadığım kırıklık iyice gelip yerleşiyor ve istediği verilmeyen bebekler gibi çaresiz hissediyorum. Çünkü onlar, kendilerine verilmeyeni alamazlar ve ben gerçekten nadiren bu şekilde hissederim.
Bilirsiniz, bunun sonunda bebekler hep ağlar. Dişsiz ağızlarını esnete esnete ağlarlar. Neyse ki bu ağlama işine bulaşmış değilim.
Belki bir kez olmuştur, bilemiyorum. Hatırlamak zor.

Yuvadan dönüyordum. Büroya girdim ve merdivenlere yürüdüm doğruca. Artık kaçmamaya karar vermiştim ancak bu bebek gibi hissetme işi insanı ciddi anlamda güçsüz kılıyor.

Duvar boyunca sıralanan ilan ve fotoğraflara bakarak merdivenleri teker teker çıkmaya başladım,  başımı çevirip birkaç insan arasında yine onu görünce yüreğime inecekti.  Hadi ama, bir film izliyor olsam bu kadar tesadüfün saçmalığı için senaristi acımasızca kınardım. Neden kaçtıkça onu daha fazla görüyordum?

İçimden bir ses söylendi,
Çünkü aynı iş yerinde, aynı katta ve de aynı odadasınız canım.

Evet, sus. Biliyorum.

Öyleydi ama diğer yandan, onu görmek hissizliğimi bir anda dağıtıyordu. Artık ona kızmıyordum da... Uzun zamandır içime yer eden yüzünü görünce bir parça da olsa rahatlamış hissediyordum kendimi. Konuşmuyorduk ama başka biriyle konuştuğu zaman sesini dinliyordum. Bir şekilde, onu hayatımda tutmaya çalışıyordum çünkü giderse onu tanımadığım zamanlara dönemeyeceğimi biliyordum. İki yokluk birbirinden çok farklıydı ve, olmaması için her şeyimi veririm, ikincisinin düşüncesi bile çok acı geliyordu.

Canlı görünmüyordu, eskisi gibi görünen bir şey varsa o da geniş dalgalı saçlarıydı. Ceketimi tuttuğum elime takıldı birden gözü. Bir an durakladı, yüzüme ve yeniden elime baktı. Yüzü gerginlik çizgileriyle doluydu.
Elimde ne olduğuna bakmak için başımı eğdim, daha görmeden aklım başıma gelmişti.
Parmağımda gururla parlayan yüzük... Antonio'nun bugün taktığı yüzük.
Bunu unuttuğum için kendime bir tekme atmak istedim.

Bryant'ın yüzünde tarifi imkânsız bir burukluk oluştu, gözleri öyle derindi ki, beni düşündürdü.

Bir an süren bu duraklamanın ardından birbirimizi geçip devam ettik, gözlerimi yerden ayıramadığım bir mahcubiyet içinde yürüdüm. Arkama dönüp onun gidişine bakmak istedim ancak aynı anda o da dönmüştü. Heyecanla duraksadım, ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. En kötüsü de, onun da durmuş bekliyor oluşuydu.

"Bir şey mi söyleyeceksin?", dedi yabancı bakışlarla. Sesi tuhaftı.

Sorunun cevabı hayır.

KUM *[Tamamlandı]Where stories live. Discover now