(Bölüm 44)

5.4K 917 187
                                    


Alya ve Yiğit'i özleyenler... Hadi bölüme ;)


                                        &&&

Nisan ayı, doğada olduğu gibi Sanverlerin hayatında da bir kısım şeyi farklılaştırdı. Değişimler, sessizdi belki ama köklüydü, bundan sonraki hayatlarının temelleri atılıyordu. Holding iflasını açıklamış, bağlı şirketlerin hepsi kapanmıştı. İflası duyan Mehmet Cevat yalıda ortalığı birbirine kattı, nihayetinde de girdiği histeri kriziyle hastaneye kaldırıldı. Pervin Hanım, servetlerinin tükenmiş olduğu haberiyle şaşkın, kocasıyla yaşadığı muhabereden dolayı bitaptı. Mehmet Cevat'ın, gidişattan ötürü Yiğit'i suçlayan konuşmaları kafasını karıştırsa da inanmadı. Durumu haber alarak hastaneye gelen oğluna, koridorda ilk fırsatta bunu sordu.

"Yiğit? Holding iflas etmiş öyle mi? Her şeyi kaybetmişiz, tüm servetimizi..." Gazetelerde okumasına rağmen inanmakta zorlandığı gerçeği bir de oğlunun ağzından duymak istemişti.   

Babası, yapılan iğne sonrası derin bir uykuya dalmış, annesiyle odadan dışarı çıkmışlardı. Onun sorusuyla düşünceli bir halde alnı kırışırken sıkkın bir sesle, "Evet anne," diyebildi. Daha fazla ne söyleyebilirdi şu durumda? Bilemediğinden sustu, onu elinden tutarak ilerideki koltuklara götürüp oturttu, karşısına da kendisi yerleşti.

"Neden?" dedi Pervin Sanver, anlamak istermişçesine gözlerini Yiğit'in yüzüne dikmişti.

"Anne..." Derin bir nefes alıp yaşlı kadının gözlerine bakan genç adam, onun ince parmaklarını sıktı farkına varmaksızın. "Holding uzun süredir kötü durumdaydı, ne yaptıysam engel olamadım, işe yaramadı."

Onun ela gözlerindeki derin üzüntüyü okuyan yaşlı kadın, "Baban..." dedi, ses tonu sorgulayıcıydı. "Tüm bunların nedeni baban, değil mi?"

Bu soruyla Yiğit derin bir iç çekerek sessiz kaldı. "Tahmin etmiştim!" diyen annesinin elini şefkatle okşarken, "Anne!" dedi yumuşak bir sesle. "Her şeyin çaresi var, yeter ki sağlık olsun!"

"Yalı?" Sanki onu duymamış gibi devam etmişti Pervin hanım. "O da mı gitti?" Dayanamamış, sesi titrerken dudakları bir çocuk gibi bükülmüştü.

"Hayır!" dedi Yiğit, yerinden kalkıp yanına gitmiş ve yüzünü avuçlarının arasına alarak alnından öpmüştü. "Yalı senin ve hep öyle kalacak, yaşantınız eskiden nasılsa öyle sürecek, endişe etme!" Sesi teskin edercesine bir tonlamayla doluydu şimdi.

"Ama tüm şirketler, holding..." diyen annesini, dudaklarına bastırdığı işaret parmağıyla susturdu. "Para kazanılır, üzülme! Ben, kendi başlangıcımı yapacağım, her şeye sıfırdan başlayacağım."

Onun azim dolu sesi ve kararlı gözleri yaşlı kadını buruk bir şekilde gülümsetti, sonra aklına gelenle tebessümü soldu. "Alya..." derken sesi hüzünlüydü. "O ne diyor?"

"Aynı şeyi! Birlikte olduktan sonra..." Susmuştu. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Pervin hanım yeniden konuştu. "Siz, her şeyi planlamışsınız öyleyse?"

"Sayılır..." diyen Yiğit, daha fazla ayrıntı vermedi.

Plan? Sonrasına dair bir planları var mıydı gerçekten? Alya'nın, iflas sonrası ne yapacaklarına dair sorularını ısrarla geçiştirmişti. Onun, birlikte bir şeyler yapmaya dair tekliflerini de geri çevirmişti. Zira, tek başına bir şeyler başarmak, kendisini ispatlamak istiyordu. Özellikle Alya'nın yardımını almadan iş kurmak arzusundaydı. Para, o kadar çok sorun olmuştu ki aralarında, genç kadından gelecek en ufak yardım gururunda onarılmaz gedikler açacaktı. Sevdiği kadına, tek başına bir şeyleri başarabildiğini göstermek, geçmişte yaralanan benliğine de özgüvenine de iyi gelecekti. Her ne kadar Alya'nın aşkıyla o yaralara pansuman yapmışsa da iyileşebildiğini söylemek zordu. Ona hala aşkını itiraf etmemiş olması, tam anlamıyla iyileşemediğinden değil miydi zaten?

Hastaneden geç saatte dönünce Alya'yı yatakta uyumuş buldu, üstünü değişip usulca yanına süzülürken aklında deli gibi düşünceler at koşturuyordu. Onun aşkını doludizgin yaşamasına mukabil kendisi endişeliydi. Nasıl olmasın? Geleceğe dair kaygıları o denli yoğundu ki, mutluluğunu doyasıya hissedemiyor, sevgisini gösteremiyordu.

Alya... Öylesine bir aşk sarhoşluğu içindeydi ki, genç adamın nasıl bir endişe denizinde kaybolmak üzere olduğunun farkında bile değildi. Holdingin faaliyetlerine son vermesi nedeniyle artık sadece kendi işleriyle meşguldü. Gün içinde defalarca Yiğit'le görüşmesi ve mesajlaşması, onu özlemesine mani değildi. Akşamları iple çekiyor, onun varlığıyla dolduğu anlar her şeye bedel oluyordu. Kocasının, ara sıra öğlenleri Nişantaşı'ndaki modaevine yaptığı sürpriz ziyaretler, onu mutlu etmeye yetiyordu.  Yiğit, o baskınlarda onu kaçırıp değişik yerlere götürüyordu. Bu, kah Boğaz'da bir balık restoranı kah Sultanahmet'te veya Eminönü'nde tarihi bir mekan olabiliyordu. Bir kaçamaklarında Kapalıçarşı'ya da gitmişler, genç adam onun çok beğendiği birkaç takı da almıştı. Kuyumcuların ışıl ışıl vitrinlerine bakarken onun aklından geçenleri tahmin eden Yiğit, hiçbir şey dememişti. Onu buraya getirmesi maksatlıydı zira, ölçülerini öğrenip ona göre bir yüzük yaptırmak istiyordu. Ve, özenle tertipleyeceği bir gecede, hiç fırsat bulamadığı o şeyi gerçekleştirmeyi, sevdiği kadına aşkını açıklarken evlilik teklif etmeyi istiyordu. Sonrasında da onun o ince, narin parmaklarında kendisine ait olduğunun bir nişanesi olan yüzüğü görmek... Evet, bunu her şeyden çok arzuluyordu. İlişkilerinin normal başlamaması, bundan sonra da normal gitmeyeceği anlamına gelmezdi. Öyleyse?

"Öyleyse..." diye mırıldandı Yiğit, sarıldığı bedenin sıcaklığıyla huzur bulurken. "Hayatının evlilik teklifine hazır ol!" Yüzünü karısının boynuna gömüp onun kokusunu içine çekerken gülümsedi, ince bedenini kucağına çekip gözlerini kapadı.

                  *****

SORMA KALBİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin