(Bölüm 42)

11.1K 1.1K 402
                                    

*****

Ocak ayı, onların mutluluğunu kıskanırcasına tüm karını ve soğuğunu İstanbul'un üzerine boca ediyordu. Ama ne hava muhalefeti ne de dinmeyecekmiş gibi lapa lapa yağan kar Alya'yı yapacaklarından alıkoymuştu. Yiğit'le konuştuktan sonra hemen Bektaş Koçak'ı aramış ve Kuzguncuk'ta ev bakmasını rica etmişti. Adam gerçekten de işinin ehli, her durumu kurtaran joker gibiydi. Kısa sürede, Alya'nın istediğinden de alasını bulmuştu.

Kız, üç katlı tarihi evi gezerken heyecan içindeydi. Altta mutfak ve salonu incelerken yapılacak tadilatları aklından geçiriyordu. İnce bir işçilikle süslenmiş ahşap merdivenleri çıkarken, "Yerin cilalanması gerekiyor!" diye düşündü. Üst katta, biri küçük diğeri büyük iki oda vardı. Genç kadın, pencereye doğru yürüyüp hafifçe buğulanmış camlardan dışarı baktı.  Boğaz'a nazır manzarayı izlerken dışarıya çıkıntı yapan balkonu nasıl düzenleyeceğini düşünüyordu. Küçük saksılarda rengarenk çiçekler ve huzur içinde yenilen akşam yemekleri... Küçük ama sevimli bir evdi, Strasbourg'u ve huzurlu günlerini hatırlatıyordu.

"Tutuyoruz!" dedi hevesle, bir yandan da "Sardunyalar!" diye aklından geçiriyordu. "Mutlaka birkaç saksı sardunya olmalı!"

"Ama üst katı görmediniz daha!" diye itiraz eden adamı heyecanla susturdu. "Oraya da bakacağım ama ben bu evi çok sevdim!"

Üçüncü kat da iki odadan oluşuyordu. Yatak odası ve giyinme odası, diye düşündü kız. Evden ayrılırken mutluydu, zira sevdiği adamla yeni hayatlarına başlamalarına az kalmıştı; artık birlikte olacak ve hiç ayrılmayacaklardı.

Kuzguncuk'taki evi Yiğit de çok beğenmişti. Alya, ikinci defa odaları gezerken, sanki ilk kezmiş gibi kabına sığmaz bir heyecan içindeydi. Yapılacakları ve tadilatları konuşurken nefes bile almıyordu. Nihayetinde sustuğunda Yiğit'in gülen gözleriyle karşılaştı. "Ben..." deyip durdu, biraz mahcup olmuştu. "Kendimi çok kaptırdım galiba, sana konuşmaya fırsat bile vermedim. Özür dilerim."

Onun pembeleşmiş yüzü ve utanmış hali Yiğit'in çok hoşuna gitmişti. "Özür dileme! Mutlu olduğunda öyle güzelsin ki! Bambaşka, tarif edilemez..."

"Senin yanında aksi mümkün değil ki sevgilim." Bunu söylerken kocasına yaklaşan kız, dudaklarına sıcacık bir öpücük kondurup başını omzuna yaslamış ve alttan şirin şirin bakmaya başlamıştı.

"Ben de burayı çok sevdim," diyen adam onun sevimli haline gülümsemeden edememişti. "Özellikle içindeki minnoşu!"

"Minnoş mu? O da ne?" Alya, itiraz ederken kahkahasını tutamamıştı. "Hitapların öldürüyor beni koca azman!"

"Sen de fena sayılmazsın hatun!" Bunu derken kızın kalçasına küçük bir şaplak atmıştı. Hareketin aniliğinden şaşıran Alya, "Yok daha neler!" dedi gözleri iri iri açılırken.

Onun dumura uğramış haline kahkahalarla gülen adam uzanıp belinden yakaladı, kendisine çekerken, "Yeni başlıyoruz bebeğim," dedi, muzip bir sesle. "Evi bir tutalım da... Günlerdir görüşemiyoruz, zor zapt ediyorum kendimi."

"Fark ettim," dedi genç kadın, gülmeye çalışmış, ancak erkeğin arzuyla alevlenen gözlerini görünce yapamamıştı. Dudaklarını yakan ateşle erirken göz kapakları istemsizce kapanmış, bedenini o çok sevdiği okşayışlara bırakmıştı.

"Bu hafta sonu Polonezköy'e gidelim," diye mırıldanan kocasını başıyla onaylarken elleri gömlek düğmelerini çözmeye başlamıştı. Dışarıda lapa lapa yağan kar ve soğuk bile içlerinde yanan ateşi söndürmeye yeterli değildi. Nihayetinde Yiğit zorlukla geri çekilirken, "Taşınma işini bir an önce halledelim, yoksa bir kaza çıkacak elimden," dedi boğuk bir sesle.

SORMA KALBİMWhere stories live. Discover now