(Bölüm 38)

10.9K 1.1K 346
                                    

*****

Cennette üç gün... Yaşadıklarını tanımlayacak doğru kelimeler bunlardı. Birbirlerine önyargısız yaklaştıkları ve aşkla geçen bir zaman dilimiydi. Alya, kalbinde ansızın filizlenip zamanla koca bir çınara dönüşen sevgisinin farkındalığıyla yaşıyordu her şeyi; o hırçın kadın gitmiş, yerine sakin, neşeli ve mutlu bir kadın gelmişti. Birbirlerinin kollarında uyanmışlar ve tutkuyla defalarca sevişmişlerdi. Duş alıp kahvaltı için indiklerinde saat neredeyse öğle olmuştu. Pembe, erkenden gelmiş ve Alya'nın çok sevdiğini bildiğinden eşi Seyfi'ye salondaki şömineyi yaktırmıştı.

Çıtır çıtır yanan ateşin karşısında bir süre sarmaş dolaş oturduktan sonra kız ayaklandı. "Nereye bebeğim?" diyerek elini bırakmayan adama yarım dönerek cilveli bir sesle, "Kocama kahvaltı hazırlamaya..." dedi ve ardından eğilip dudaklarına sıcak bir öpücük kondurdu. Hızlıca geri çekilirken aniden belinden tutan ellerle hazırlıksız yakalanıp küçük bir çığlık attı. "Sen dönene kadar bu idare etmez karıcığım," diyen Yiğit, kucağına çektiği genç kadını soluksuz kalana kadar öpmeye koyulmuştu. Nihayetinde bıraktığında, kızın atkuyruğu yapılmış saçları dağılıp omuzlarına dökülmüş, yaşanılan sıcak anların etkisiyle yüzü kıpkırmızı, dudakları hafifçe berelenmişti. Onun sersemlemiş haline gülümseyen adam, "Yardım ister misin sevgilim?" diye sordu, bir yandan da eli çenesinde, boynunda geziniyordu.

"Ne yardımı?" dedi Alya, hala anın etkisinden kurtulamamış, soruyu algılamaya çalışıyordu.

"Kahvaltı..."

"Ahh, kahvaltı!" Telaşla adamın kucağından fırlamış, kirpiklerini kırpıştırarak ona bakarken saçını başını düzeltmeye çalışıyordu. Onun telaşlı haline gülmemek için kendisini zor tutan Yiğit, "Bebeğim iyi misin?" diye sordu. Şu haliyle öyle şirindi ki! Yeniyetme kızlar gibi yüzü kızarmış, gözlerini kaçırıp duruyordu. Sanki birkaç saat önce onunla tutkuyla sevişen ve kendisine arsız bir sürü şey söyleyen, yalvaran o kadın değildi.

"Gelmene gerek yok hayatım, Pembe ile hallederiz hemen!" Bunu derken dönmüş, salon kapısına doğru koşturmuştu. Onun çıkışıyla Yiğit de oturduğu koltuktan kalktı, önce şömineye gitti, bir süre alevleri seyretti. Sonra döndü, masanın arkasındaki perdeleri iki yana çekilmiş pencereye gitti. Dışarıda lapa lapa yağan kar, bahçedeki ağaçları beyaz bir elbiseyle donatmıştı. Küçük bir kuş, konduğu dalları beğenmiyormuşçasına bir o yana, bir bu yana sıçrayıp duruyordu. Hemen yakında başka bir ev de yoktu, gelirken bunu görmüştü. Kalın, kahverengi çitlerin üstü bembeyaz karla kaplanmıştı. Her yere bir dinginlik ve sessizlik hakimdi.  Uzun süredir hissetmediği bir huzur içindeydi ve de mutluydu. Endişelenmesi gereken bir ton şey varken hayret ama o umursamıyordu. Alya'ya kadar yaşadığı ilişkilerin hiçbir anlam ifade etmediğini ve herhangi bir şey öğretmediğini fark ediyordu. Ne gariptir ki, kendisine en kötü günlerini yaşatan bu kadın, şimdi de en güzel ve eşsiz anlarının mimarıydı. Erkek olmanın ne anlama geldiğini onunla öğreniyordu ve karısı olan bu varlığa, kadın olmanın güzelliklerini bizzat göstermekten hem gurur hem de haz duyuyordu.  Birlikteliklerinin zor olacağının ve türlü engellerle sınanacağının farkındaydı. Her şeyden önce ailesi ve çevresi tarafından! Ayrıca, çözmeleri gereken bir de holding problemi vardı, iflas sonrası neler yapacağını ve nasıl bir düzen kuracağını planlamalıydı. Karısının hesapsız zenginliğine ve gücüne karşı o, artık beş parasızdı. Alya'nın alıştığı hayat standartlarını ona sağlaması imkansızdı ve onun parasıyla da yaşayamazdı. Asıl zorluk bundan sonra başlayacaktı, biliyordu. "İstersen yaparsın, üstesinden gelirsin oğlum!" diye içten içe kendisine cesaret verdi. Deneyecekti, elinden gelen ne varsa yapacaktı, çünkü Alya ile birlikte olmak istiyordu. Ona karşı hissettikleri çok güçlüydü ve adını koyamasa da gelip geçici, sıradan bir şey olmadığının farkındaydı.

SORMA KALBİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin