(Bölüm 4)

13.9K 1.5K 201
                                    

                                 
              *****

Alya... Adli tıp binasında annesini son görüşünden sonrasını doğru dürüst hatırlamıyordu. Sanki izlediği filmin ikinci yarısı koparılıp atılmış gibiydi. Geceler ve gündüzler boyu uyudu; yanına gelip gidenlerin farkında bile değildi. Arada Nana'nın o şefkat dolu elini alnında hissediyor ve mırıl mırıl bir şeyler söylediğini duyuyordu. İşte o anlarda istemsizce gözlerinden yaşlar boşanıyor ve gözleri kapalı bir halde, dizlerini karnına çekerek küçük bir çocuk gibi ağlıyordu. Durumundan endişe edildiği için doktor kontrolünde tutuluyordu.

Nihayet bir sabah yatağından kalktı. Annesiyle birlikte kendisini gömdüğü, perdelerini sıkı sıkı kapattırdığı o karanlık odadan çıktı. Evin her bir odasını tek tek dolaştı, eşyalara tek tek dokundu. Annesinin bu eski mobilyaları neden değiştirmediğini hiç anlamazdı. Şimdi, biraz da olsa nedenine dair tahminleri vardı. Tam üç hafta, neredeyse dünyadan kopmuş gibiydi. Ve sonunda doğanın kanununa uymuş, gerçek dünyaya geri dönmüştü.

Realiteyle ilk yüzleşmesi avukatın önüne yığdığı evraklarla ile oldu. "Bunlar nedir Fikret Bey?" diye sormuştu Alya. O sırada Nişantaşı'ndaki evin büyük salonundaydılar. Annesinin hoşlandığı gibi o ağır bordo kadife perdeler ortaya kadar çekilmiş ve loş bir ortam yaratmıştı. Kahverengi ceviz mobilyalar ve duvarlardaki yağlıboya tablolar ile odaya sanki naftalin kokuları savrulur gibiydi. Ve yaşama dair tek belirti ikisine aitti.

"Verasetle ilgili işlemler Alya Hanım." demişti adam başucunda dikilirken, ölçülü bir sesle.

Büyük masada, üzerinde gri eşofmanları ile oturan kız, başını yukarı kaldırıp bir an boş gözlerle adama bakmış ve, "Veraset mi?" diye mırıldanmıştı.

Onun hala kendisini bulamadığından endişe eden Fikret Navruz, "Nadide Celepoğlu'nun yasal tek mirasçısı sizsiniz. Buna ilişkin veraset ilamını aldım." diyerek durdu, mütereddit bir şekilde ekledi. "Siz rahatsızken..."

Onun söylemekten çekindiği şeyleri anlayan Alya, yüzünde buruk bir gülümsemeyle konuştu. "Merak etmeyin Fikret Bey, akıl sağlığım yerinde. Hak verirsiniz ki her insan evladının kaldırabileceği şeyler değil yaşadıklarım. Hala kötü bir rüya gördüğümü, imdat çığlıklarıma Nana'nın koşturup geleceğini ve bu kabustan uyanacağımı düşünüyorum." Lafının burasında durup masanın üzerindeki kağıt parçalarının üzerinde elini gezdirdi, uzaklara dalıp gitmişti. Adam, istemsizce onun soluk ve ince yüzüne düşen koyu renk saçlarını,  gözlerinde durumu kanıksamış olduğunu gösteren ağır kederi izledi. Karşısındaki kadının hüzünlü güzelliği kalbinde inceden bir sızı oluştururken kaşları çatıldı.

"Yardım edeceğini düşündüğüm Nana, Madam bile yıllar boyu yalan söylemiş, düşünebiliyor musunuz?" dedi içli bir sesle, sanki yakın bir dostuna dert yanar gibiydi. Öyle bir ruh halindeydi ki, karşısındakinin kim olduğu fark etmiyordu bile. İçindekileri dökesi vardı; kayıplarını, acısını, hayal kırıklarını ve her şeyden önemlisi... Düşüncelerinin burasında Fikret Navruz ile göz göze geldi ve o an, kimle konuştuğunun, dertleştiğinin ayırdına vardı. Bu farkındalıkla, ruhunun tüm açık kapılarını kapadı. Puslanan gözleri, koyu bir orman yeşiline dönerken dolgun dudakları sıkıştı, çenesini yukarı kaldırıp sert bir sesle, "Oturun lütfen Fikret Bey, ayakta kaldınız." Sonra müstehzi bir sesle ekledi. "Patron olmam, ayakta durmanızı gerektirmiyor."

Onun nasıl bir haleti ruhiye içinde olduğunu anlayan adam cevap vermeden, sakin bir şekilde karşısına oturdu. "Alya Hanım... Annenizin, işlerine dair öncelikli olarak sizi bilgilendireyim." diye konuşmaya başlamıştı ki, karşısındaki tarafından alaycı bir sesle bölündü.

SORMA KALBİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin