(Bölüm 13)

12.5K 1.3K 189
                                    

*****

Yalan söylemişti; onunla ilgili her şeyi merak ediyordu hem de ölçüsüzce! Polonezköy'den dönerken yol boyunca düşünmüştü; neler yapacağını, hayatına bir bomba gibi düşen Alya'yı nasıl idare edeceğini... İdare etmek deyince, ister istemez gülmüştü Yiğit Sanver. Bu kadını kontrol etmek kimin haddineydi? Akıl almaz, doğal afetleri solda sıfır bırakacak cinsinden bir belaydı. Ve o da gelip kendisini bulmuştu, babası sayesinde! Annesi, kardeşi... Aklından geçen iki kadınla birlikte içine büyük bir çaresizlik çöktü. Onlar olmasa böyle bir şantaja boyun eğer, o kadının her istediğini yapar mıydı? Hayır! Gerekirse cebinde beş kuruş olmadan, her şeye sıfırdan başlayabilirdi. Sanver soyadı da umurunda değildi. Yeter ki tüm şahsiyetini ve ruhunu esir alacak böyle bir hapishaneye girmesin. Ama heyhat! Çembere alınmıştı ve şimdiden cehennemin ateşini hissediyordu.

"Nereye gidiyoruz beyefendi? Sonra dediniz bir şey söylemediniz..." Şoför bunu derken dikiz aynasından arkadaki adamı süzmüştü. Çiftlik evine taksi çağrıldığı enderdi; sahipleri de pek fazla gelmezdi. Eski ve büyük mülk, yaklaşık beş yıl önce el değiştirmiş, alanlar hakkında türlü rivayetler ortalıkta dolanmasına rağmen, çalışanların çıkarılıp yenilerinin dışarıdan getirilmesi nedeniyle doğru dürüst bir şey öğrenememişlerdi. Tek bildikleri, arada gelen kadının çok güzel olmasının yanı sıra aşırı zenginliğiydi. Çiftliğin yeni çalışanları da sanki sessizlik yemini etmişçesine soruları ustalıkla savuşturmuştu.

Soruyla düşüncelerinden kopan genç adamın alnı sıkıntıyla kırıştı. Sahi nereye gidecekti? Şu durumda ev son seçenek gibi duruyordu. O an istediği şey, tek başına kalmak ve uzun uzun düşünmekti. "Bir dakika..." diyerek elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Düğünden kaçtıktan sonra, evet, doğru tanım buydu, susmayan sesinden dolayı telefonunu kapatmıştı. Ve şimdi, kendisine en azından yalnız kalma ve olan biteni tam olarak değerlendirip hazmedebilmesinde yardımcı olabilecek arkadaşlarını araması için açması gerekiyordu. Telefonu açar açmaz Emir'in numarasına bastı, beklerken bir elini şakağına dayayarak gözlerini kapatmıştı.

"Alo, Yiğit!" diyen arkadaşının heyecanlı sesiyle kirpikleri çırpındı. "Neredesin oğlum, iyi misin?" Onun endişeli tonlaması içinin daha da daralmasına neden oldu. "İyiyim, merak etme..." derken şakağını ovuşturmaya başladı. Galiba bundan sonra, şu lanet kadın yüzünden tik sahibi olacaktı.

"Ulan nasıl bir olay patlattın sen öyle, Cansu..." diye başlayan arkadaşını, sabırsız bir sesle engelledi genç adam. "Emir, sonra! Şimdi zamanım yok, bana birkaç günlüğüne kalacak yer lazım, sana geliyorum."

"Tamam, eve geçiyorum ben hemen," diyen karşıdaki sese yine müdahale etti genç adam. "Kimsenin haberi olmasın, Cem dahil! Anlıyor musun?" Cem'in boşboğazlık yapıp başına Cansu ve başkalarını sarma riskini göze almak istemiyordu doğrusu.

"Tamam oğlum, merak etme sen! Gel, bekliyorum."

Kapanan telefonu alnına dayadı bir süre, sonra isteksizce gözlerini açıp başını kaldırdı. "Bebek," dedi yorgun bir sesle. "Bebek'e gidelim."

Akşam karanlığı yavaş yavaş çökerken görmeyen bakışlarını dışarıya çevirdi yine. Taksinin içinde köprüden geçerken Boğaz'ı izledi, her zaman içini dolduran hayranlığın yerini, aracı durdurup kendisini metrelerce yükseklikten aşağıya bırakma isteği almıştı. Belki o serin sular cayır cayır yanan içini serinletir, acısına bir son verirdi, hah? Çaresizliğin cinnet sınırlarına getirdiği insanları şu an nasıl da anlıyordu! Yüzündeki acı ifade varacağı yere kadar değişmedi; şoförün dikiz aynasından arada attığı meraklı bakışlara ve birkaç konuşma girişimine de sessiz kaldı. Şu an havadan sudan dahi olsa konuşacak hali yoktu.

SORMA KALBİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin