(Bölüm 8)

12.1K 1.3K 194
                                    


Alya

Yedi Yıl Sonra, Bodrum

Günler geçiyordu; sonra haftalar, aylar ve yıllar... Geçmişe dönüp baktığım zaman eski ile yeni Alya arasındaki fark acıyla gülümsememe neden oluyordu. Hayatı sadece pembe renklerden ibaret sayan bir kız çocuğu için karşılaştıklarım, yaşadıklarım dayanılmazdı. Öğrendiklerimin belki de altında kalacaktım, bana güç veren, hayata devam etmemi sağlayan o duygu olmasa... Adalet! Mehmet Cevat Sanver ve ailesi, benim tattığım acının, kederin ve aşağılanmanın yarısını yaşasa kafiydi! Şimdi, o günün gelmesi için sabırla bekliyor ve izliyordum.

Bektaş Koçak, Fikret'in dediği gibi iyi ve güvenilir bir dedektifti. Haftalık bana gönderdiği raporlardan Sanver Ailesinin neler yaptığını öğreniyordum. Ve vakıf olduğum bilgiler Cevat Sanver'den gittikçe tiksinmeme neden oluyordu. Nasıl bir mahlukat olduğuna bir türlü karar veremiyordum. Karısını defalarca aldatması belki de kötülüklerinin en hafifiydi. Katıldığı seks alemleri, uyuşturucu partileri ve kumara düşkünlüğü... Son yıllarda gittikçe dengesini yitirmişti. İşin garibi, tüm bunlardan ailesinin haberi yokmuş gibiydi. Böyle bir şey nasıl mümkün olurdu ki? Tamam, kızı Gülşen normal değildi; eşi Pervin de kendisini yardım derneklerine gömmüş, çocuklarına adamıştı. Peki ya Yiğit? Artık bir oğlan çocuğu değildi, kocaman bir adam olmuştu, hem de fazlasıyla kocaman! Büyümesini gün be gün izlemiştim, yanımdan ayırmadığım o ilk günkü fotoğrafını çantamdan çıkarıp baktım.

"Söylesene ufaklık!" dedim, sanki yanımdaymış gibi. "Baban bu haltları yerken sen ne yapıyorsun? Uyuyor musun ha? Aptal desem... Üniversiteyi bitirdin, bugüne bugün kocaman iş adamısın. Tepkisizlik genlerinizde mi var merak ediyorum."

Benim alaycı konuşmama her zamanki gibi cevap vermeden, o sevimli gözleriyle baktı. Parmağımı fotoğrafın üzerinde, önce o çok sevdiğim aristokrat burnunda, sonra gülümseyen dudaklarında ve nihayet çenesindeki gamzede gezdirdim.

"Artık tanışmamızın zamanı geldi mi ne dersin?" diye sordum. "Belki kısa bir merhaba, ha?" Tam bu esnada cep telefonumun çalmasıyla konuşmam yarıda kaldı. "Bekle küçük bey, döneceğim." diyerek minik bir öpücük attığım fotoğrafı bırakıp etajerin üzerindeki telefona doğru yürüdüm. Arayan numarayı görünce kaşlarım çatıldı; Fikret'ti. Açıp açmamakta kararsız kaldım. Son yedi yıldır bir an olsun yanımdan ayrılmamış olan, tabiri caizse üzerime bir baba şefkatiyle titreyen adam... Gözlerimi kapayıp derin bir iç çektim. Bana olan aşkının da tutkusunun da farkındaydım. Ama ne çare ki onun bu duyguları karşılıksız kalmaya mahkumdu. Bir yemin etmiştim; anneme yapılanın intikamını misliyle alacaktım. Ve bu yolda hayatımda bir erkeğe de aşka da yer olamazdı. Hele ki dünyalar iyisi bir insan olan Fikret gibi bir adama hiç! O, kendisi gibi temiz, güzel yaradılışlı bir kadını hayatına almalı, yuva kurmalıydı. Benim gibi, kötü yola düşmüş bir kadının kızı, o bataklıktan kazanılan parayla büyümüş bir yaratık onu kirletirdi. Aşk, sevgi... Ben adını sadece duyduğum ve kitaplarda okuduğum bu duyguları toprağa gömmüştüm. Ve kuruyup ölmüş o tohumları, hiçbir yağmurun yeşertmesine de izin vermeyecektim.

Telefonu açmaktan vazgeçip etajerin üzerine geri attım. Aceleyle üzerimdekileri çıkarıp aldığım siyah bikiniyi giydim, aynanın karşısına geçerek yansıyan siluetime baktım. Güzeldim, hem de çok! Biliyordum. Ama bu umurunda mı diye sorsalar, gram değildi. Keşke şu görüntüm yerine sade bir hayata ve temiz bir aileye sahip olsaydım, keşke!

"Neyse kızım, keşke şeytan söylemi, bırak şunu..." diye mırıldanarak uzun, gür saçlarımı lastik bir tokayla yukarıda atkuyruğu yaptım. Ufacık üçgen şeklindeki kumaş parçaları, dolgun göğüslerimin büyük bir kısmını açıkta bırakıyordu. Ve yanlardan iplerle bağlı, bir el büyüklüğünde bile olmayan bikini altı daracık kalçalarımın seksi hatlarını cesurca vurguluyordu.

SORMA KALBİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin