(Bölüm 3)

14.3K 1.6K 196
                                    



Alya,

İki Gün Sonra, İstanbul Adli Tıp, 10.00

İstanbul'un yoğun trafiğinde, lüks Mercedes'in arka koltuğunda oturmuş, geçtiğimiz yerleri seyrediyordum. Öylesine, bomboş bakışlarla, görmeden izliyordum. Caddeler akıyordu, binalar, insanlar, sonra üst geçitler, tekrar caddeler, binalar ve insanlar... Hayat da böyle miydi acaba, bir tekrardan ibaret? Benimki nasıl olacaktı? Bir sabah uyanmış ve mutlu mesut, güzel düşler içindeyken aldığım telefonla dünyam alaşağı olmuştu. O kadarla kalsa iyi! Yirmi iki yıllık yaşamımın bir yalan, bildiğim ve tanıdığım her şeyin, herkesin bir illüzyondan ibaret olduğunu öğrenmiştim.

Dile kolay, yirmi iki yıl! Bu zaman süresince uyumuştum ve uyandığımda karşılaştığım gerçekler tüm dünyamı temellerinden sarsmıştı. Annem! Bir melek sandığım, beni ben yapan kadın... Meğer şeytanlarla yarışacak işlere karışmış! Yıllarca hayat kadını olarak çalıştıktan sonra kapağı attığı genel evin sahibinin, ki bu benim babam oluyor, aşık olmasıyla bir anda hanımefendiliğe yükselmiş. Şaka değil, vallahi! Söylerken ben bile inanamıyorum ama şu kötü çekim Türk Filmlerindeki başrol karakterler gibi bataklıktan bir anda göğe yükselen nilüfer çiçeği misali çıkıvermiş. Rohat Amca ve Nana'nın anlattıklarından çıkardığım kadarıyla babam Kenan Bey, anneme görür görmez vurulmuş ve nikahına almış. Kısacası her hayat kadının rüyasını gerçekleştirmiş ve o kötü yaşamdan kurtulmuş. Kısa bir süre sonra ben doğmuşum ve daha yaşıma basmadan babam, işlettiği evleri ve sermayesi olan kadınları elinden almak isteyen hasımları tarafından, bir akşam vakti otomobilinde kurşunlanarak öldürülmüş. Tıpkı annem gibi! Su testisi suyolunda kırılmış anlayacağınız! Ve sonrası... Evet, sonrası daha da ilginç ve bana pek de inandırıcı gelmedi. Annemi neredeyse taparcasına seven dostlarının anlattıklarına inanmıyorum. Ne onlara ne de her haltı yiyip de bana ahlak timsaliymiş gibi davranan kadının iyi olduğuna dair anlatılan masallara! Ama olsun, duyduklarımı size de anlatayım, eksik kalmayın.

Sözde, annem evlendikten sonra tüm bu kötü işlerden elini eteğini çekmiş ve evinin hanımı olmuş. Dünyaya ben gelince zaten aksi imkansızmış. Neyse... Babam ölünce mecburen işlerin başına geçmiş. İş dediysek, or**spu pazarlamak ve onların etinden para kazanmak! İğrençlikte daha ötesini hayal edemiyorum. Söylerken bile ağzımda buruk bir tat bırakıyor. Neticede, öncesinde kendisinin bizzat yaptığı bir iş! Bunu düşününce tüylerim diken diken oluyor. Acaba şu yaşlı bunakla da, Rohat ile de bu işi yaparken mi tanıştı? Adamın bitmeyen sadakati ve aşkı, ki bu, gün gibi aşikar, bundan mı kaynaklanıyor. Aklımdan geçenler kusma isteği uyandırınca, "Dur!" diyorum içimden kendi kendime. "Dur! Daha fazla düşünme!" Ama lanet beynim laf dinlemiyor ki, hiperaktif bir hızda çalışmaya devam ediyor. Daha da gerilere, babamla tanışmasından öncesine gidecekken önde oturan Fikret Navruz'un sesiyle düşüncelerim bölünüyor.

"Geldik!" diyor o duygusuz sesiyle. Sevmiyorum bu adamı, tıpkı babası gibi... Bana yalan söyleyen hiç kimseyi sevmiyorum.

Aynı anda, "Yavrum..." diyerek yanımda oturan Nana'nın elini hınçla itiyorum. Onu da sevmiyorum. Onlardan daha fazla suçlu görünüyor gözüme. Neden mi? Rohat Amca ve oğlu neyse ne! Yıllar boyunca ender görüştüğüm insanlar, ama ya Nana? Yarı anne bildiğim, yalnız gecelerimde korktuğumda bir sığınak gibi kucağında huzur bulduğum, gözümü açtığım andan itibaren yanımda olan kadın... Hiç mi bana acımamış, vicdanı sızlamamıştı? Hayır, bunu affedebilmem mümkün değil!

Ben sadece annemi değil, herkesi kaybetmiştim; kendim dahil! Alya Celepoğlu... Kimdi, neyin nesiydi? Bilmiyordum, artık hiçbir şeyden emin değildim. Bir günde tüm dünyam, değer yargılarım ve gerçeklerim alt üst olmuştu ve bundan sonra şirazesini bulacak gibi de görünmüyordu.

SORMA KALBİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin