(Bölüm 1)

35.7K 1.7K 254
                                    


Alya

France, Strasbourg, 09.00

Nefis bir güne uyanmak gibisi var mı? Hele de yazın kendisini hissettirmeye başladığı, ılık ve çiçek kokularıyla dolu Haziran ayının güzel günlerinden birisine... Hımm? Hayır tabii ki! Aslında bugünün çok özel ve benim içimi mutlulukla dolduran bir anlamı var. Hadi tahmin edin! Edemediniz mi? Ayyh neyse dayanamayacağım söylüyorum; bugün benim doğum günüm pamuk şekerlerim! "Yaa!" dediğinizi duyar gibiyim. Evet, evet yahu; ben Alya prenses, ki bu benim anişkomun tabiri, tamı tamamına yirmi ikimi doldurup yirmi üçüme giriyorum. Şaka bir yana kocaman kız olmuşum. Tabii bunu gel de Nadide Sultan'a anlat! O kim mi? Aşk olsun canişkolarım! Benim kraliçem, dünyamın merkezi, hayatımın olmazsa olmazı, biricik aşkım, annem! Şimdiye kadar hiçbir yaş günümü kaçırmadı, bu sefer de burada, yanımda olacak; biliyorum. Genelde bir iki gün öncesinden gelirdi ama bu sefer ses soluk yok. Sanırım bir sürpriz yapacak, şimdiye kadarkileri solda sıfır bırakacak cinsinden bir şeyler bekliyorum. Daha azı kesinlikle kabulüm değil, yoksa şu birkaç günlük yokluğun izahını nasıl verebilir? Dün akşam telefonda da hiç doğum günümden bahsetmedi, demek ki unutmuş numarası yaparak beni kandıracak. Hah! Yer miyim ben canısı, karşında kim var sanıyorsun? Ben, Alya Celepoğlu; senin kızın yahu, inanır mıyım? Şimdi yataktan çıkacağım ve belki de seni kapının önünde bulacağım. Seni gidi hınzır! Bir şey diyeceğim, siz de benim gibi sürekli kafanızın içinde deliler gibi kendinizle konuşuyor musunuz? Şaka değil vallahi çok merak ediyorum. Bazen kafamdaki seslerin birbirine karıştığı bir panayır ortamı yaşıyorum resmen. Neyse, normal bu, normal... Yoksa değil mi?

Yatağımın sıcaklığına gömülmüş, gözlerimi açmadan iç sesimle tatlı tatlı muhabbetime devam ederken yan taraftan yangın alarmı gibi çalan cep telefonumun sesiyle ayıldım. Lanet! Sabahın körü be, bırakın da uyuyalım değil mi? Üstelik de Pazar günü... Bu münasebetsiz olsa olsa Gerard'dır, benim sabık sevgili! Başımın tatlı belası, kırmaktan ölesiye korktuğum için ayrılmaya bir türlü cesaret edemediğim sevgili dost... Niye öyle dediğimi merak ettiniz değil mi? Bu Gerard var ya, burada parantez açıyorum tatlişlerim - şu ünlü aktörün canlandırdığı çok yakışıklı karakter, ki ben o tipi fena halde çekici ve hoş buluyorum- Cyrano de Bergerac dolayısıyla "Monseur de Bergerac" diye çağırırım, eşsiz bir dost ve ultra iyi bir insandır. Hehh, neredeyse çocukluğumdan beri tanıdığım bu bal insan, kankim, benim aynı zamanda sevgilim. Aşık mısın Alya derseniz? Nöö! Hayır be hayır, yüzümdeki sırıtışı görseniz, deli mi bu kız dersiniz. Kibarca canlarım, aşık falan değilim. Ama nasıl desem, bu hassas, naif ve duygusal insanı kırmaktansa kafamı kırarım daha iyi! Ve o, bir yılbaşı partisinde, onca kalabalığın ortasında dizlerinin üstüne çökmüş ilan-ı aşk ederken yapabileceğim en zalimce şey onu reddetmek, duygularını incitmek olurdu, hem de o kadar insanın önünde! Varsın o mutlu olsun, benim yeterli gördüğüm sevgi emareleri ile oyalansın! Gerçi zaman zaman, çizdiğim sınırlardan, bir noktadan ileriye gidememekten şikayetçi, ama olsun! O mutlu, ben mutlu! Daha fazlası mı? Niye ki, gereksiz yahu, gereksiz! Durun, itiraz etmeyin, açıklayacağım. Hay Allah! Yangın alarmı mı demiştim? Halt etmiş yanında! Arayan kimse vazgeçeceği yok, ısrarla çaldırıyor. Ben şu telefona bir bakayım, tekrar size döneceğim tahinli helvalarım.

Gözlerimi perde gibi kapatan saçlarımı bir elimle geriye iteklemeye çalışırken diğeriyle yan tarafta öten telefona uzanmaya çalıştım. Parmak uçlarımın değmesiyle aletin yere düşmesi bir oldu.

"Merde!" Yok bu yeterli olmamıştı, üstüne bir de, "Shit!" diye söylendim. Telefona ulaşmak için yataktan bir yılan kıvraklığında uzanmıştım, ki ben öyle sanmışım anlaşılan, tepetaklak yere yuvarlandım.

"Allah cezanı vermesin!" Ultra bedduaları hazırlamıştım ki, halının üzerinde sesle birlikte titreşip duran telefonun ekranında yanıp sönen ismi görmemle ayılmam bir oldu. Evet, gördüğüm isim, tepe üstü yere çakılmamdan daha etkili olmuştu. Arayan ne Gerard ne annem ne de herhangi bir arkadaşımdı. Ekranda bir felaket tellalı gibi yanıp sönen isim Rohat Amca idi. İsmi bile acayip değil mi? Annemin arkadaşı, aile dostu Rohat Amca beni bu saatte niye arardı ki? Doğum günümü kutlamak için olamazdı herhalde! Şu ana kadar, öyle bir gaflette bulunmamıştı aksi ihtiyar. Biraz merak, çokça da önsezilerin verdiği alarmla soslanmış endişeyle telefonu açtım.

SORMA KALBİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin