"Normal!" diyen Yiğit, soğuğu hissetmemeye çalışırken dişlerini sıkmıştı, üzerinde sadece bir gömlek vardı ve evvelsi gün giydiği paltosunun nerede olduğunu Allah bilirdi. Otele sormuşlar, ancak bir sonuç alamamışlardı. Muhtemelen Emir veya Cem, o dönmeyince alıp götürmüştü.  Onun sırra kadem basması sonrası partinin ne olduğu, arkadaşlarının ne düşündüğü, Cansu'nun ne hale geldiği... Bunlar aklına getirmek istemediği ve mümkünse cevaplarını olabildiğince geç vermek istediği sorulardı. Emir ve Cem muhtemelen arkasından bol bol küfür etmişlerdi ve Cansu... Tekrar bir sinir krizi geçirmişti herhalde. Öyle inanılmaz ve trajikomikti ki yaşadıkları, ister istemez sırıttı.

Onun yüzündeki kocaman gülümsemeyi gören Alya, "Hayırdır? Soğuk iyi geldi galiba?" diye sordu, bir yandan da üzerindeki mantoya cankurtaran gibi sarılmıştı.

"Aksine!" dedi Yiğit, bu arada uzanmış koltuk ısıtmalarını açmıştı. Genç kadının lüks cipine birkaç defa bindiği için yabancılık çekmemişti. Şimdi tek fark, kendisinin şoför, Alya'nın da yan taraftaki yolcu koltuğunda oturmasıydı. Başını çevirip ona bakarken, "Dün gelirken her şeyi planlamıştın değil mi?" diye sordu.

"Yok daha neler!" dedi kız, anlamazdan gelerek mantonun içine minik bir kedi gömülmüştü.

"Yolun geçiyordu uğradın öyleyse, haa bir de şu yakışıklıyı baştan çıkarayım dedin?" Bunu derken ona çapkın bir bakış atmıştı Yiğit. "Benim bilmediğim partiyi senin nasıl öğrendiğini hiç sormayacağım."

"Telepati..." Bunu derken masumca ona gülümsemişti Alya.

"Telepati!" diye mırıldandı Yiğit, gözlerini yola çevirirken çoktan şehir trafiğine karışmışlardı. Otobana çıkmadan önce uğradıkları bir mağazada birkaç parça kıyafet almışlardı. "Beylerbeyi'ne gidersek çıkamam," demişti Yiğit. "Bir yerlerden idareten bir şeyler alalım." Haklıydı, zira Pervin hanım sabaha kadar gözünü kırpmamış, telefonuna ulaşamadığı oğlunun aramasını beklemişti. Öğleden sonra onun aramasıyla rahat bir nefes alabilmişti ancak. Yiğit, arkadaşlarında olduğunu ve birkaç gün kalacağını söylemişti. Bu sefer söylediği yalan, en azından mutlu olmak adınaydı, vicdan azabı duymaması belki de bu yüzdendi. Tabii, birlikte olduğunu uydurduğu arkadaşlarını aradığında epey küfür yediğini söylemeye gerek yoktu. "Oğlum, yapma! Görüşünce anlatırım!" diyerek telefonu kapatırken Emir hala bağırıyordu.

İkindi sularında ve karın gittikçe hızını arttırdığı bir havada çiftliğe vardılar. Öncesinde, Alya'nın arayarak gelişlerini haber vermesiyle hazırlık yapmış olan çiftlik çalışanları, onları kapıda karşılamıştı. Çiftliği çekip çeviren Seyfi kahya, diğer üç adamın önünde, ellerini karnında bağlamış bekliyordu. Cipin avluya yanaşmasıyla koşturdu, ön kapıyı Alya'nın inmesi için açtı.

"Hoş geldiniz hanımefendi," derken sesinde ölçülü bir saygı vardı.

"Hoş bulduk Seyfi bey," diyen kız karşısında duran kendisiyle hemen hemen aynı boylarda, kırklı yaşlardaki adama gülümsedi. O sırada Yiğit de arabadan inip yanlarına gelmişti. "Eşim Yiğit Bey," diyerek kendisine sarılan adamı çalışanına tanıttı sıcak bir sesle. "Seyfi Bey, çiftliğin kahyası, eşi Pembe ile burayı çekip çeviriyor."

Hanımının yüzünde belki ilk defa mutlu bir ifade gören Seyfi kahya hafif bir şaşkınlıkla Yiğit'e bakıp, "Hoş geldiniz beyefendi," dedi, elini uzatmıştı. Genç adamı aylar önce buraya geldiğinde görmüştü ve evin hanımıyla salona kapanıp saatlerce konuştuktan sonra giderken ardına bile bakmamıştı. Onun dışarıya yansıyan perişan halini hatırlıyordu, bir de çok üzgün olduğunu. Şimdiyse her ikisinin yüzünde de mutlu bir ifade vardı.

SORMA KALBİMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin