"Bir hafta içinde," diye cevap verdi Alya ve ekledi. "Yıldırım nikahı istiyorum, işlemleri hızlandırmak için gerekeni avukatım olarak yapacağına eminim."

Son cümleyle adamın gözleri kederle daha bir koyulaşırken, "Doğru!" dedi, sesi istemsizce acıyla titremişti. "Avukatın olarak!"

Genç kadın, duygularına yapılan bu ağır tazyikle bir an bunalır gibi olduysa da renk vermedi. "Yapamayacaksan..." dedi ve yine ona baktı, soğukkanlıydı doğrusu, fazlasıyla! Hayatın, onu getirdiği nokta buydu, memnun olsa da olmasa da; o, Alya Celepoğlu buydu! Hayatında aşka da o duyguya dair en ufak zaafa da yer yoktu.

"Tamam," derken kendisini toparlamış, normal haline dönmüştü Fikret. "Yapıldı bil!"

"Teşekkür ederim dostum," dedi Alya sesinde onun sevdiği bir sıcaklıkla, sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmak en iyisiydi, ikisi için de...

                                                           *****

Ertesi gün magazin haberleri, Sanver ve Dayanç Ailesinin düğünündeki rezaletle çalkalanıyordu. Eyüp Dayanç'ın ağır sözler savurup eşini de alarak kızını hastaneye götürmek üzere çıkışından sonra balo salonundaki kalabalık ağır ağır dağılmıştı. Pervin Hanımın birkaç arkadaşı yanlarına gelerek, "Geçmiş olsun!" derken gözleri, dillerinin aksine olan biteni kınarcasına bakıyordu. Doğrusu şu Yiğit, hiç de tanıdıkları gibi, beyefendi bir genç değilmiş, meğer ne işler çeviriyormuş da kimsenin ruhu bile duymamış, tam da babasının oğluymuş, zavallı Pervin!

Cevat Sanver, ne söylediği anlaşılmaz bir şekilde ağzının içinde homurdanıp dururken Pervin Hanım yaşadığı şokla çökmüş durumdaydı. Gülşen, ne olduğunu idrak edememiş bir halde, "Anne, abim o kadınla nereye gitti? Cansu abla hasta mı oldu?" diye soru üstüne soru yağdırırken kadın soğukkanlılığını korumaya çalışıyordu. Gözlerine hücum eden yaşları güçlükle tutarken, "Hadi gidelim kızım," dedi, sesi zor duyuluyordu. Şu an ağlamanın ne yeri ne zamanıydı, izleyenlere eğlenecek bir konu daha vermek istemiyordu. Zaten yeterince rezil olmuşlardı, fazlasına gerek yoktu. Geri dönüp kocasının tekerlekli sandalyesini iterken bir eli de kızındaydı. Eve gelene kadar konuşmadı, arkada Gülşen'in cıvıltıları, önde eşinin homurtuları... Duymadı bile! Nihayetinde eve vardıklarında, Cevat Sanver bağırmaya başladı. Gürültüye evdeki hizmetliler de girişe fırlamış, ne olduğunu anlamaya çalışırcasına üçlüyü izliyorlardı.

"O serseri oğlun..." diye hırlarcasına bir sesle konuşmaya gayret ediyordu Mehmet Cevat, ancak felçten çarpık haldeki ağzından kelimeler zor dökülüyordu. Yüzü, öfkeden ve son birkaç saattir kendisini tutmaktan dolayı kıpkırmızıydı. "Her şeyin içine s*çtı batırdı, mahvetti bizi..." Bunu söylerken tekerlekli sandalyesini tehditkar bir tarzda karısının üzerine sürmüştü. Tüm olanlardan sorumluymuşçasına karşısındaki kadına küfürle karışık hakaretler yağdırıyordu. Daha fazla tahammül edemeyen Pervin Sanver, Gülşen'i elinden tutarak, "Yukarı çıkıyoruz biz," dedi, zor duyulan bir sesle. Sonra döndü, yanındaki kızını çekiştirerek merdivenlere yöneldi.

"Hiçbir yere gitmiyorsun Pervin!" Cevat Sanver öfkenden deliye dönmüş, ağzından köpükler saçarken sandalyesini çevirmiş, onun ardından gitmeye çalışıyordu. Kadın ne arkasını döndü ne de tek bir kelime söyledi, ağır ağır basamakları çıkıp yanındaki Gülşen'le merdivenlerin tepesinde kayboldu. Bütün akşam boyunca da aşağı inmedi; kızıyla odasında kalıp onunla meşgul oldu. Dışarıya çıkıp gerçeklerle yüzleşmeyi kaldırabilecek durumda değildi.

Ertesi sabah kahvaltı için aşağı indiğinde kocasını bıraktığı yerden devam eder halde buldu. Elindeki telefona gözleri kilitlenmiş, yamulan ağzıyla küfredip duruyordu. Onu görünce adamın gözleri daha bir irileşti; nihayet hıncını çıkarabilecekti, karısı ufukta görünmüştü.

SORMA KALBİMWhere stories live. Discover now