17.çünkü sen...

180 25 4
                                    

•Merhaba! Medyadaki şarkıyı Raya şarkı söylerken açın olur mu?•

Eve geleli üç küsür saat kadar olmuştu. Bu süre boyunca bende aynı Jungkook gibi odama kapatmıştım kendimi.

Tek arkadaşımı da kırıp dökmüştüm. Tanrı neden herkesi benden uzak tutuyor şimdi anlıyordum. Ben zarar veriyordum, incitiyordum. Onlara bana verdikleri değeri iade edemiyordum.

Onlara derken, lafın gelişiydi. Bana değer veren bir kişi vardı, onu da zaten yeterince incitmiştim. Elimden tutup kaldıran tek kişiyi de kendimden uzaklaştırmıştım. Belki güvenini de kaybetmiştim.

Derin bir nefes almış ve kapıya doğru adımlamıştım. Konuşmamız, en azından benim bir açıklama yapmam gerekiyordu.

Bu şekilde olmaktan, aramızın bozuk olmasından hiç hoşlanmamıştım.

Jungkook'un odasının önüne geldiğimde ise hiç beklemeden içeri dalmıştım. Ama oda boştu.

Adımlarımı oturma odasına çevirdiğimde orada da kimsenin olmadığını görmüştüm.

"Neredesin Jungkook?"

Mırıldanarak terasın merdivenlerini çıkmaya başlamıştım bu defa. İçimde gittikçe büyüyen bir endişe vardı. Evde olmasını istiyordum. Bu saatte benim yüzümden dışarıda olsun istemiyordum. Bencilce olduğunu biliyordum ama yanımda olsun istiyordum.

Terasın cam kapısından dışarıya baktığımda orada olduğunu görmüştüm. Minderlerden birine oturmuş öylece gökyüzünü izliyordu.

Elimi kapının koluna atmıştım. Tam kapıyı açacak ve dışarıya çıkacaktım ki, aklıma bir şey gelmişti.

'Ne kadar canımız yanarsa yansın günün sonunda elimde sıcak çikolatam ile kapına dayanabilirim.'

Elimi kapı kolundan çekmiş ve aşağıya, mutfağa doğru koşmuştum aceleyle. Isıtıcıya su koyup ısınmasını beklerken iki kupa çıkarmıştım.

Sıcak çikolatalar ısındığında ise onları kaptığım gibi tekrar terasın yolunu tutmuştum.

Dikkatlice kapıyı açıp terasa adımlamıştım. Vücudumu saran soğuk havayla afallamış ama sonra minderlere doğru yürümeye devam etmiştim.

Geldiğimi fark etmiş ama dönüp yüzüme bakmamıştı. Kupayı battaniyeye sarılmış bedeninin hemen önüne, yere bıraktığımda ise bakışları bir an için kupaya kaymıştı ve hafifce gülümsemişti.

Üzerimdeki ince t-shirtle hafifce titrerken bende diğer mindere oturmuştum. Jungkook'un bakışları tekrar gökyüzüne çıkmıştı. Beni görmezden geliyordu.

Ortamdaki tek ses, aşağıdan gelen hırçın dalgalara aitti. Konuşmak istiyordum ama aynı zamanda sessizliği bozan kişi olmak da istemiyordum. Belki olumsuz bir geri dönüt almaktan korkuyordum. Yine de konuşmak için derin bir nefes almıştım. Tam bu sırada söze Jungkook girmişti.

"Umurunda değilim, öyle değil mi?"

Ne?

Umurumda olan tek kişi sensin.

"Bana karşı hiçbir şey hissetmiyorsun değil mi? Arkadaşça bile bir şeyler hissetmiyorsun, öyle değil mi?"

Sana karşı hissettiğim şeylerin arkadaşça olduğunu sanmıyorum Jungkook.

"Merak ediyorum da, hiç-, her neyse."

Söyleyeceği her neyse bir anda kendi sözünü kesmiş ve ayağa kalkmıştı. Bana arkasını dönüp kapıya doğru adımlarken eklemişti.

"İyi geceler."

Şaşkınca gidişini izlemekten başka bir şeyler yapmam gerekiyordu. Ona kendimi affettirmem, hissettiklerimi söylemem gerekiyordu. Ama ne söylersem söyleyeyim bana inanacağını sanmıyordum. Güvenini kırmıştım.

Gözlerimi kapatmış ve derince bir nefes almıştım. Jungkook yolu yarılamışken bir şarkı mırıldanmaya başlamıştım.

"You gave me a shoulder when i needed it."
(İhtiyacım olduğu zaman bana omzunu verdin.)

Adım sesleri durmuştu. Şimdi beni dinliyordu. Kapalı gözlerimden güç alarak sesimi biraz daha yükseltmiştim.

"You showed me love when i wasn't feeling it."
(Aşık hissetmediğim zaman bana aşkı gösterdin.)

"You helped me fight when i was giving in."
(Ben vazgeçmişken savaşmamda yardım ettin.)

"And you made me laugh when i was losing it."
(Ve ben gülüşümü kaybettiğimde sen geri kazandırdın.)

Kulağıma uzaktan gelen hışırtı sesleri ile bana doğru döndüğünü tahmin etmiştim. Olduğum yerde gözlerimi açmadan ayağa kalkmış ve ona doğru bir adım atmıştım.

"Cause you are, you are"
(Çünkü sen, sen...)

"The reason why I'm still hanging on."
(Hala dayanma sebebimsin.)

"Cause you are, you are"
(Çünkü sen, sen...)

"The reason why my head is still above water."
(Başımın hala suyun üzerinde durma sebebisin.)

"And if I could I'd get you the moon,"
(Ve eğer yapabilseydim seni aya getirir,)

"And give it to you."
(Sana onu verirdim.)

"And if death was coming for you,"
(Ve eğer ölüm sana gelseydi,)

"I'd give my life for you."
(Senin için hayatımı verirdim.)

Derin bir nefes alıp bir adım daha atmıştım ona doğru. Bana gelmesini dilemiştim. Ben ona on adım atsam dahi en azından tek bir adım atsın istemiştim bana doğru.

Beklemiştim.

Ama sonra gitmesinden korkmuş ve tekrarlamıştım. Beni dinlesin, söylediklerime inansın, tekrardan bana güvensin istemiştim bu seferde.

"Cause you are, you are"
(Çünkü sen, sen...)

"The reason why my head is still above water."
(Başımın hala suyun üzerinde durma sebebisin.)

Sonra yavaşça gözlerimi aralamıştım. Her şeyi beklerdim. Terası terk etmiş olmasını bile beklerdim. Ama tam dibimde, bana bir nefes mesafesi kadar yakın olmasını beklememiştim. Hemde hiç.

Bu yüzdendir ki öylece kalakalmıştım. Nefes dahi alamıyordum. Öylece gözlerine bakıyordum. Kendi yıldızlarına sahip, galaksiye benzer gözlerine.

Hiç sahip olmadığım onu, bu mesafeden bile özlüyor olmanın şaşkınlığını yaşıyordum aynı zamanda.

Nefes almak için dudaklarımı aralamıştım. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Aldığım nefesler yetmez olmuştu bir anda.

Dudaklarımı aralamamla galaksiyi andıran gözleri anında odağını değiştirmiş ve dudaklarımı göz hapsine almışlardı. Bu anı üçüncü kez tekrarlıyorduk ve ben yine de deli gibi atan kalbime söz geçiremiyordum.

Nefeslerimiz birbirine karışırken Jungkook fısıldamıştı.

"Günün sonunda yanımda olacaksan seni her zaman affedebilirim."

Sonra yumuşak dudakları benimkilerle buluşmuştu.

Ve ben hayatımda ilk kez onu öpmüştüm.

İlk kez ona aşık olmuştum.

Ben ilk defa onunla nefes almıştım. Son nefesimi de onunla vereceğimi bilmeden...

-arissa


THE OTHER SIDE |JJKWhere stories live. Discover now