Bölüm 11

247 4 0
                                    

Tarih-i Taberî'den / Bölüm: 11

⚛ On Üçüncü Sualin Cevabına Geldik ki, "Rûh Nedir?" Diye Sormuşlardı. Cebrâil Aleyhisselâm Şu Âyet-i Kerîmeyi Getirdi [...Arapça Metin...] Yani, "Yâ Muhammed! Kâfirler Sana Rûhtan Sorarlar. Sende De ki; Rûhtan Haber Vermek Benim İşim Değildir. Rûh, Allahû Teâlâ'nın Emridir ki, Rûhu Bundan Ziyâde Bildirmedi..."

⚛ On Dördüncü Sual ki, Demir Kimin Elinde Hamur Gibi Oluyordu ki, Her Ne Dilerse O Demirden İşlerdi? Cevabı Budur ki; Demir ve Tunç, Dâvud Aleyhisselâm Peygamber Elinde Mum Gibi Yumuşardı, Her Ne Dilerse Ateşe Koymadan Demirden Yapardı. Bu Şey Dâvud Aleyhisselâm'ın Mucizesi idi. Ondan Dolayıdır ki, Şimdiki Zamanda Bendleri Belli Olmayan Zırha, Zırh-ı Dâvud Derler. Hakk Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de Buyurur [...Arapça Metin...] Yani, "Demiri Ona, Hamur Gibi Yumuşak Eyledik..."

⚛ Geldik On Beşinci Sualin Cevabına ki, "Ruy-i Revân Çeşmesi Kimindir?" idi ki; Bu Ruy-i Revân ki Arapça Aynu'l-Kıtr ve Türkçe Akar Tunç Derler. Bu Nesneyi Hakk Teâlâ Ancak Süleyman Aleyhisselâm'a Musahhar Kılmıştır. Rivâyeti Şöyledir ki; O Akar Tunç Irmağı, Süleyman Aleyhisselâm İçin Her Ay Üç Gün Akardı. Süleyman Aleyhisselâm Ondan Dilediğini Yapardı. Nitekim Kur'an-ı Kerîm'de Buyurulur [...Arapça Metin...] Yani, "Tunç Pınarını Biz Süleyman Aleyhisselâm İçin Akıttık. Bir Gün Süleyman Aleyhisselâm Peygamber Devleri ve Perileri Toplayarak Onlara Emretti ki; Bu Akar Tunç Pınarlarından Kendi İçin Bir Kale ve Bir Şehir Bina Etsinler ki, O Bina Tâ Kıyâmet Kopuncaya Kadar Dursun. Hiçbir Zaman Ona Bir Zarar Yetişmesin ve Büyüklüğü On İki Mil Ola ve Kale Şöyle Bir Yerde Olsun ki, Hiçbir Âdemoğlu Ona Yol Bulamasın ve Onu Hile ile Bozmaya Çâre Bulamasınlar. Süleyman Aleyhisselâm'ın Hâzinesini ve Kitaplarını ve Bu Tunç Pınarını O Kaleye İletsinler. Bu Şekilde Bir Yer Düşündüler ki, Mağrib Tarafında Endülüs Denen Bir Yer Vardı. O Şehrin Bir Tarafı Çöllüktür. Şöyle ki, Bir Kişi Yirmi Gün Koşarak Arasa, Su Bulmaya ve Ot Bulmaya İmkânı Yoktur. Süleyman Aleyhisselâm Devlere Buyurdu, O Akar Tunç Pınarını Oraya İlettiler. Bu Dediğimiz Gibi Bir Ulu Kale ve Ulu Bir Şehir Yaptılar ve Yer Altından Ona Bir Yol Düzdüler ve Tılsımlar Eylediler. O Yolu Kimseye Bildirmediler. Tâ ki, İnsanoğulları Oraya Varmaya İmkân Bulamasın. Süleyman Aleyhisselâm'ın Hâzinelerini ve Kitaplarını ve Nesi Varsa Oraya İlettiler. Süleyman Aleyhisselâm Zamanında Benî Ümeyye'den Abdülmelik b. Mervan Zamanı Oluncaya Kadar Kimse O Şehrin Adını Ânmadı ve Oraya Varmak İstemedi. Zirâ O Tarafa Giden, Susuzluktan ve Açlıktan Helâk Olurdu. Abdülmelik b. Mervan, Emîr Olduğu Vakit, Mağrib Tarafına ve Endülüs Serhaddini Musa b. Nasr Nâm Kimseye Vermiş idi. Bir Gün Abdülmelik Huzurunda Bir Şehir Anıldı ve Abdülmelik Heveslendi ki, O Şehri Temâşâ Eyleye. Bunun Üzerine Musa b. Nusayr'a Nâme Yazdı. Evvelinde Dedi ki [...Arapça Metin...] Ondan Sonra, "Yâ Musa! Şöyle İşittim ki, Endülüs Çöllerinde Tunçtan Bir Kale ve Bir Şehir Varmış ki Eni ve Uzunluğu Her Taraftan On İki Fersenk imiş. İmdi Sana Mektubum Yetiştiği Ânda Tez Askerini Toplayıp, İşbilir Kişilerden ve Tedbir Ehli Kimselerden ve Ün Salmış Bahadırlardan Kim Varsa Alasın ve O Şehri Bulup Bana Haberini Bildiresin..." Dedi. Hemen ki Mektup Musa'ya Yetiştiğinde, Tez Her Tarafa Kollar Salıp Askerini Cem Eyledi ve Vilâyette İş Görmüş Kimselerden ve Tedbir Ehli Kimselerden Kim Varsa Huzuruna Topladı. Abdülmelik'ten Gelen Mühürlü Mektubu Okudu ve Dedi ki, "Sizden Kim Vardır ki Kırk Günlük Atı ve Kendi Yiyeceğini Beraber Getirebilir; Benimle Yoldaşlık Eylesin?" O Halkın İçerisinde, Kendine Güvenen Yiğitlerden, Bin Kişi Buldu ve "Beğenirsen Biz Sana Yoldaşlık Edelim..." Dediler. Musa Buyurdu, Hazırlık Gördüler ve Şehri Araya Araya Gittiler. Kırk Gün Gece ve Gündüz Gidip Nihâyet O Kaleye Yetiştiler. Beş Mil Kaldığı Vakit, Gece İçi idi. Acâyip ve Garaib Nesneler Çok Gördüler. Şöyle ki, Gözlerine Güneş Gibi, Ay ve Yıldızlar Gibi Yıldırır ve Şûle Verir Nesneler Göründü. Onu Görünce Musa'nın Askeri Korktular. Korkarak, Yavaş Yavaş Biraz Daha Gittiler. Sabah Olunca O Kalenin Dibine Eriştiler. Çepçevre Kondular ve Kapı Aradılar. Girecek Yer Gözettiler Hiçbir Taraftan Kolayını Bulamadılar ve Bir Kapı Nişanı Anlayamadılar. Duvarının Yüksekliği Şöyle idi ki, Ona Bir Mahlûk Çâre Bulamazdı. Sonunda Musa, Hayretler İçerisinde Kaldı ve Kendisi ile Beraber Gelen Akıllı Kişilerin Hepsi Âciz Kaldılar. Hiçbir Tedbir Düşünemediler ki, O Duvara Çıkabilsinler. Musa Dedi ki, "Ne Dersiniz; Bunca Zahmet Çekip Geldik, Şöyle Dönüp Gitmek Olmaz. Bir Çâre Eylemek Gerektir..." Çok Düşündüler, Çâre Olmadı ve Tedbirleri Fayda Etmedi. Sonunda Asker İçine Dellâllar Bırakıp Çağırttı, "Kim ki Kalenin Bedenine Çıkar ve İç Yüzünden Bana Haber Verirse, Ben Ona Kendi Malımdan Yüz Bin Akçe Vereceğim!" Bunun Üzerine Bir Yiğit Bulundu. Musa'nın Yanına Geldi ve "Buyurursan Ben Oraya Çıkayım?" Dedi. Musa, "Çâre Eyle..." Dedi. O Yiğit Emreyledi, Ne Kadar At Eyerleri ve Katır Palanları Varsa Kale Dibine Yığdılar. Sonra, O Tarafta Bulduklarını Kestiler, Duvara Dayadılar. Üstüne Çıktı ve Birkaç Kemendi Birbirine Ekleyip Attı. Rastgele Kement Beden Aralığına Geçti. O Yiğit Gâyret ve Bin Türlü Zahmetle, Burç Üzerine Çıktı. Kalkıp Kalenin İçerisine Baktı ve Birkaç Kerre Kahkaha ile Güldü ve Kendini Götürüp İçine Attı ve Belirsiz Oldu. Bir Zaman Beklediler ki, Gelip Haber Vere. Hiç Belirmedi. Sonra Bir Kişi Daha Geldi, "Dediğin Yüz Bin Akçeyi Verirsen, Bende Çıkayım?" Dedi. Musa, "Dermân Eyle..." Dedi. O Kişi de Binlerce Zahmetle Çıktı O da Onun Gibi Birkaç Katı Katı Güldü, Sonra Kendini Hisâr İçine Attı ve Belirsiz Oldu. Bundan Sonra Bir Kişi Daha Mala Tama Eyledi, "Bende Çıkayım, Benim Ayağıma Bir İp Bağlayın, Eğer Bende Onlar Gibi Gülüp İçeri Düşmek İstersem, Bu İpi Çekesiniz; Beni İçeri Düşmeye Bırakmazsınız..." Dedi. Bunun Sözünü Uygun Görerek Ayağına Sağlam Bir İp Bağladılar. Burç Üzerine O da Çıktı. O Tarafa Baktı, Bu da Evvelkiler Gibi Birkaç Kerre Güldü. Diledi ki, Kendisini Ata?" Birçok Kişi İpe Yapışıp Derhâl Çektiler. O İp Bağladıkları Yerden Keskin Bıçakla Keser Gibi Kesildi. İp Beri Yana Düştü, O Kişi İçeri Düştü. Onu Görünce Maldan da Vazgeçtiler. Artık Kimse Çıkmağa Heves Etmedi. Çâresiz Kalıp Döndüler. Musa, "Nasıl Olsa Gidiyoruz, Bâri Şu Kalenin Çevresini Arayalım Şâyet Bir Türlü Nişan Bulup Abdülmelik'e Haber Verelim..." Dedi. Ne Kadar Aradılarsa da Hiçbir Şey Bulamadılar. Ancak Şu Sözleri Buldular ki Arabî Beytlerle Yazıp, Hisâr Duvarının Bir Yerine Kazımışlar ki, Manâsı Şudur, "Ey Kuvvetine ve Ömrü Uzunluğuna Mağrûr Olan Kişi! Bilesin ki Dünyâda Kimse Bâki Kalmaz. Eğer Mal Çokluğu ile Asker Çokluğu ile ve İlim Kuvveti ile Dünyâda Bir Kimse Ebedî Kalsa idi, Süleyman b. Dâvud Hiç Ölmezdi. Bilesin ki Ben, Dâvud Oğlu Süleymanım! Allahû Teâlâ'dan Akar Tunç Pınarını İstedim. Allahû Teâlâ Onu Bana Verdi. İşbu Kaleyi Burada Cinnîlere ve Devlere Yaptırdım. Kerpiç ile Balçığını, Bakır ile Tunçtan Ettirdim. O Akar Tuncu, Aralığına Akıttırdım ve Yeryüzünün Cevherleri ve Hâzinelerini Buraya Getirttim. Bu Kaleyi Öyle Yaptırdım ki, Kıyâmet Kopuncaya Kadar Dura, Eskimeye. Ey Buraya Gelip Bu Kaleyi Burada Görenler; Bilesiniz ki, Dünyâ Mülkü Kimseye Kalmaz. Mülk Hemen Allah'ındır. Vermek de Almak da O'nundur. Bu Nesneden İbret Alasınız ve Ona Göre Amel Edenisiniz..." Diye Bitirmiş [el-Uhdetü Alerrâvî]

Devamı İçin Bölüm 12'ye Geçin ►►►

İNDİRİLEN DİN Mİ ? UYDURULAN DİN Mİ  ?[Tamamlandı]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin