Mİ'RÂC GECESİ

62 1 0
                                    

Mi'râc gecesi, Receb ayının yirmiyedinci gecesidir(Pazar'ı Pazartesi'ye bağlayan gece).

*Tarih farklılık gösterebilir(24 Nisan Pazartesi/oruç...!)

Mi'râc, merdiven demektir. Resûlullahın göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir.

Mekke halkı îmân etmiyor, Müslümanlara çok sıkıntı veriyordu. İşkenceye başlamış, işi azdırmışlardı. Resûlullah çok üzüldü. Hicretten bir yıl önce, elliiki yaşında idi. Zeyd bin Hârise'yi alarak Tâif'e gitti. Tâif halkına bir ay nasîhat eyledi. Hiç kimse îmân etmedi.Alay ettiler.Çocuklar tarafından taşa tuttular.Resûlullahı çok üzdüler.

Ümitsiz, üzüntülü, yorgun geri dönerken, mübârek bacakları yaralandı. Hz. Zeyd'in başı kan içinde kaldı. Çok sıcak bir saatte, yol kenarında, bitkin hâlde oturdular. Orada bulunan bağ sahibi, Rebîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe adındaki zengin iki kardeş, köleleri Addâs ile, birer salkım üzüm gönderdi.

Resûlullah üzümü yerken Besmele okudu. Addâs, o zaman Hıristiyan idi. Bunu işitince şaşırdı:

- Yıllarca buralardayım. Kimseden böyle söz duymadım. Bu nasıl sözdür? dedi.

Resûlullah ona sordu:

- Sen neredensin?

- Nineveliyim.

- Yûnüs aleyhisselâmın memleketinden imişsin.

- Siz Yûnüs'ü nereden tanıyorsunuz? Onu, buralarda kimse bilmez.

- O benim kardeşimdir. O da, benim gibi Peygamber idi.

- Bu güzel yüzün, bu tatlı sözlerin sahibi yalancı olmaz. Ben inandım ki, sen Allahın Resûlüsün. Yâ Resûlallah, yıllarca bu zâlimlere, bu yalancılara kölelik ediyorum. Herkesin hakkını yiyorlar. Herkesi aldatıyorlar. Hiç iyi tarafları yok. Dünyalık toplamak, şehvetlerini yapmak için her alçaklığı göze alıyorlar. Onlardan nefret ediyorum. Sizinle birlikte gelmek istiyorum.

Resûlullah, tebessüm ederek buyurdu:

- Şimdi efendilerinin yanında kal! Az zaman sonra, adımı her yerde işitirsin. O zaman bana gel!

Bir müddet istirahat edip, yaralarını, kanlarını sildiler. Mekke'ye yürüdüler. Karanlıkta şehre girdiler. Birkaç ay, Mekke'de çok sıkıntılı geçti. Her taraf düşman idi. Gidecek bir yer yoktu. Doğruca amcası Ebû Talib'in kızı Ümm-i Hânî'nin Ebû Tâlib mahallesinde bulunan evine geldi. Ümm-i Hânî, o zaman îmân etmemişti.

Kapı çalınınca sordu:

- Kimsiniz?

- Amcan oğlu Muhammed'im. Kabûl edersen, misâfir geldim.

- Senin gibi doğru sözlü, emîn, asîl, şerefli misâfire can fedâ olsun. Yalnız teşrîf edeceğinizi önceden bildirseydiniz, birşeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek birşeyim yok.

- Yiyecek, içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir.

Ümm-i Hânî, Resûlullahı içeri alıp, bir hasır, leğen, ibrik verdi.

Resûlullah o gün çok incinmişti. Abdest alıp, Rabbine yalvarmaya, af dilemeye, kulların îmâna gelmesi, saâdete kavuşmaları için duâya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülü idi. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi.

Hazırladığım ni'metleri görsün

O anda, Allahü teâlâ, Cebrâil aleyhisselâma buyurdu ki:

- Sevgili Peygamberimi çok üzdüm. Mübârek bedenini, nâzik kalbini çok incittim. Bu hâlde, yine bana yalvarıyor. Benden başka, hiçbir şey düşünmüyor. Git! Habîbimi getir! Cennetimi, Cehennemimi göster. O'na ve O'nu sevenlere hazırladığım ni'metleri görsün. O'na inanmıyanlara, sözleri, yazıları ve hareketleri ile O'nu incitenlere hazırladığım azâbları görsün. O'nu Ben teselli edeceğim. O'nun nâzik kalbinin yaralarını ben gidereceğim.

İNDİRİLEN DİN Mİ ? UYDURULAN DİN Mİ  ?[Tamamlandı]Where stories live. Discover now