Bölüm 11:17 Numara Vakası

26.8K 1.7K 4.6K
                                    

I'm back, readers!

Türkçesiyle biri demiş öldü şimdi yazsınlar kraliçe geri döndü hahdhdjxjsjkd

Alışveriş yaptığım için modum çok yerinde. Bir süredir bölüm atamıyordum ama bence çok kısa bir süreydi. Yazarlar var ki ayda yılda bir bölüm atıyor. Bu gidişle onlara benzeyeceğim. Olsundu, böylelikle daha uzun süre birlikte oluruz🌺

Yeni kapak hakkında fikirlerinizi alayım sonra bölüme uçabilirsiniz🌬️

İyi okumalar 🌼

***

Kendimi inandırdığım yalanlar, bütün olanlar bundan ibaret miydi? Ben mi kendimi mi inandırmıştım yoksa Barış mı inanmama neden olmuştu? 

Kapının önünden çekildiğimde kendimi merdivenleri çıkarken bulmuştum. Üst kata çıktığımda sağ taraftaki kapılardan biri açıktı ve Ege kendi kendine şarkı mırıldanıyordu. O tarafa gidemeyeceğimi düşündüğüm için sol tarafa gittiğimde tek bir kapı vardı. Onu açıp içeri girdiğimde havaya kalkan tozlar öksürmeme neden oldu. Kapıyı kapatarak ileri doğru yürüdüğümde sağ tarafımdan uzun, kahverengi bir masa, üstündeki duvarda ise çerçevelenmiş bir yapboz vardı. Yapbozlardan oldum olası nefret etmişimdir. Parçaları ayıklamak, benzerlerini bir araya getirmek ve birleştirmek sinirlerimi oynatacak kadar uzun ve sabır gerektiren bir işti. Sabırlıydım ama bunu yapacak kadar değil.

Masaya parmağımı sürttüğümde elime koca bir toz tabakası bulaştı. Aşağıdaki eşyaların üzeri ilk geldiğimde kapalıydı ama buradakileri unutmuş olmalıydılar. Tüm eşyaların üzeri açık ve toz kaplamış durumdaydı. Hatta yatakta en son biri yatmıştı ve toplanmadan bırakılmıştı. Giysi dolabının bazı kapakları açık, aradan kıyafetler görünüyordu. Acaba hangisinin odasıydı?

Toz ve boğuk hava beni boğmaya başladığında sürgülü cama ilerledim ve onu kaydırarak açtım. Balkonda iki sandalye yan yana duruyordu ve yerde bir bardak vardı. Beş yıldır burada olduğunu düşününce içine bakmak pek iyi bir fikir olmasa gerek. O da çürümek için bırakılmış gibiydi. Balkondaki sandalyenin birinde yastık vardı ve hava şartları dolayısıyla yastık çürümeye yüz tutmuştu. Allah bilir üzerine kaç defa kar ve yağmur yağmıştı.

Onların yanından geçerek korkuluklara doğru sarktım. Temiz havayı içime çekerken karşımdaki orman ve gökyüzünün kesiştiği nokta muazzam görünüyordu. İstanbul bina yığınıydı ama bazı yerleri gerçekten doğayla iç içeydi. Burası zengin muhiti olarak bilinse de ıssız bir adadan farksızdı. Ya da bu ev gerçekten en uç noktadaydı. 

"Buraya girmeyi pek tercih etmeyiz."

Barış'ı duyduğumda korkuyla yerimde sıçradım. Bunu fark ettiğinde gülerek o da benim gibi korkuluklara yaslandı. Onun geldiğini duymamıştım. Sinsice yaklaşmış olmalıydı.

"Korkuttun."

"Sen korkabiliyor muydun?"diye sorduğunda dudaklarındaki gülümsemeye karşılık vereceğim anda kendimi durdurdum. Kim olsa yapardı değil mi Alâ?

"Bazen olabiliyor, insan olmanın küçük zayıf tarafları."

"Zayıflık değil..."dediğinde lafını kestim. "Zayıflık. Duygularımız bizi zayıf kılar."

"İntikam da bir duygunun ürünüdür."Kafamı salladım."Güçlü bir duygunun ürünü."

"İnsanı kötülüğe sürükler."

"Ne için kötü olduğuna bağlı."

Bu sefer bana direk cevap vermediğinde gözlerimi devirerek kafamı ormana doğru çevirdim. Kafasını ellerimin arasına alıp ısırasım geliyordu. Aşağıda arkadaşlarına söyledikleri kalbimde bir delik açmış gibiydi. O konuştukça delikten kan akıyordu, kıyafetlerime bulanıyordu. Bulanan kan kuruyor ve beni kaskatı yapıyordu. Söylediklerini duyduğumdan beri yalnızlığım bir kademe yükselmişti. Beni yalnız olmadığıma o kadar inandırmıştı ki yıkılışım çok kısa sürmüştü.

11 NUMARAWhere stories live. Discover now