SORMA KALBİM

By mira_yelkenci

736K 59.9K 12.7K

Yetişkin okurlar için uygundur! İntikam için ne kadar ileri gidebilirsiniz? Nefretin ateşinde kendi ruhunuzu... More

PROLOG
(Bölüm 1)
(Bölüm 2)
(Bölüm 3)
(Bölüm 4)
(Bölüm 5)
(Bölüm 6)
(Bölüm 7)
(Bölüm 8)
(Bölüm 9)
(Bölüm 10)
(Bölüm 11)
(Bölüm 12)
(Bölüm 13)
(Bölüm 14)
(Bölüm 15)
(Bölüm 16)
(Bölüm 17)
(Bölüm 18)
(Bölüm 19)
(Bölüm 20)
(Bölüm 21)
(Bölüm 22)
(Bölüm 23)
(Bölüm 24)
(Bölüm 25)
(Bölüm 26)
(Bölüm 27)
(Bölüm 28)
(Bölüm 29)
(Bölüm 30)
(Bölüm 31)
(Bölüm 32)
(Bölüm 33)
(Bölüm 35)
(Bölüm 36)
(Bölüm 37)
(Bölüm 38)
(Bölüm 39)
(Bölüm 40)
(Bölüm 41)
(Bölüm 42)
(Bölüm 43)
(Bölüm 44)
(Bölüm 45)
(Bölüm 46)
(Bölüm 47)
(Bölüm 48)

(Bölüm 34)

14.9K 1.3K 209
By mira_yelkenci

*****

Yeni gün, ikisi için de umulmadık derecede güzeldi. Birbirlerinin kollarında uyanmış ve evvelsi geceyi aratmayacak bir ateşle sevişmişlerdi. Sonrasında birlikte duş almışlar, aheste aheste giyinirken birbirlerine laf atıp durmuşlardı. Sanki ezelden beri birlikteymişçesine bir uyum içindeydiler. Alya, genç adamın yanında utanmayışına ve alabildiğine rahat oluşuna zaman zaman şaşırmadan edemiyordu. Onunla her şey öyle doğal geliyordu ki, sanki bir parçasıymışçasına... Bunu düşünürken başını kaldırmış ve kocasıyla göz göze gelmişti.

"Ne düşünüyorsun söyle bakalım, bakışların değişti?" diye sordu Yiğit meraklı bir sesle.

"Hiç..." diyerek geçiştirmeye çalıştı Alya. Onu ne kadar benimsediğini ve içinde hissettiğini söylemek için çok erkendi, kendisini anlaması için zaman gerekliydi.

Elbisesini üzerine geçirmiş olan genç kadın, elini sırtına atmış, fermuarını kapatmaya çalışıyordu. Onun başarısız çabasını gülümseyerek izleyen Yiğit iki adımda yanına gelip arkasına geçti. "Bu önemli işler için kocanız var hanımefendi!" dedi şakacı bir tonlamayla ve fermuarı kapatmadan önce eğilip sırtını öptü, sonra kızı omuzlarından tutup kendisine çevirdi. "Karımın böyle şeyleri sadece bana giymesini istiyorum," dedi sertçe ve eğilip dudaklarını öperken, "Anlaşıldı mı güzelim?" diye ekledi.

"Anlaşıldı kocacığım," diyen Alya dudaklarının arasında kıkırdadı.

"Ve ayrıca, benden habersiz öyle saçma sapan yerlere gitmek, abuk sabuk eğlencelere katılmak yok!" Geri çekilirken bunu sert bir sesle söylemişti. "Hem o geceye de mantıklı bir açıklama getirsen iyi olur, yoksa..."

"Yoksa deme lütfen!" diye iç çekti Alya, neyi nasıl açıklayacağını kendisi bile bilmiyordu henüz. Genç adamın uzaklaşmasına izin vermeyerek yaklaştı, usulca dudaklarını boynunda gezdirirken, "Pazartesine kadar işe gitmesek, sadece bizim olsa..." diye yalvardı. En az üç gün kendilerinin olsa, yarın gelmeyecekmiş gibi yaşasalar ne vardı!

Kızın dudaklarının ve teninde gezinen ellerinin etkisiyle tüm bedeni sertleşen Yiğit, "Faullü oynuyorsun bebeğim," diye mırıldanırken elleri sırtından aşağı kayıp kalçalarını bulmuştu.

"Polonezköy'e, çiftliğe gitsek... Baş başa olsak?" Bunu söylerken başını kaldırmış, aşk dolu gözlerle adama bakmıştı.

"Böyle baktığında, çok sevilesi oluyorsun biliyor musun?" dedi Yiğit gülümseyerek.

"Sev öyleyse..." dedi Alya sıcacık bir sesle.

"Böyle giderse odadan çıkamayacağız hatun!" dedi genç adam, ancak bunu söylerken halinden şikayetçi bir tavrı da yoktu.

"Benim istediğim de o sevgilim," dedi Alya gülerek, elleri gömleğin içine kaymış, sert göğüs kaslarını okşuyordu.

"Şu çiftlik," diye mırıldandı Yiğit. "Yolda o kadar süre sabredebilir miyiz?"

"Uslu bir kız olacağım, söz!" diye kıkırdadı yeniden Alya.

"İnanasım gelmiyor ya, neyse!" diyen adam, karısının elinin aşağı kayıp usulca okşamaya başlamasıyla inlememek için dudaklarını sıktı. Birkaç saniye devam etmesine izin verdi, sonra aniden geri çekilip, "Bence bir an önce gidelim, yoksa hiç çıkamayacağız!" dedi.

"Tamam aşkım."

Sonrasında hızlıca toparlanıp çıkmışlar, resepsiyonda odanın ödemesini yaptıktan sonra valenin getirdiği arabaya kendilerini atmışlardı. Üzerinde minicik elbiseyle titreyerek oturduğu koltuktan arkaya uzanıp evvelsi akşam bıraktığı koyu renk kürk mantosunu alırken, "Donuyorum!" dedi Alya.

"Normal!" diyen Yiğit, soğuğu hissetmemeye çalışırken dişlerini sıkmıştı, üzerinde sadece bir gömlek vardı ve evvelsi gün giydiği paltosunun nerede olduğunu Allah bilirdi. Otele sormuşlar, ancak bir sonuç alamamışlardı. Muhtemelen Emir veya Cem, o dönmeyince alıp götürmüştü.  Onun sırra kadem basması sonrası partinin ne olduğu, arkadaşlarının ne düşündüğü, Cansu'nun ne hale geldiği... Bunlar aklına getirmek istemediği ve mümkünse cevaplarını olabildiğince geç vermek istediği sorulardı. Emir ve Cem muhtemelen arkasından bol bol küfür etmişlerdi ve Cansu... Tekrar bir sinir krizi geçirmişti herhalde. Öyle inanılmaz ve trajikomikti ki yaşadıkları, ister istemez sırıttı.

Onun yüzündeki kocaman gülümsemeyi gören Alya, "Hayırdır? Soğuk iyi geldi galiba?" diye sordu, bir yandan da üzerindeki mantoya cankurtaran gibi sarılmıştı.

"Aksine!" dedi Yiğit, bu arada uzanmış koltuk ısıtmalarını açmıştı. Genç kadının lüks cipine birkaç defa bindiği için yabancılık çekmemişti. Şimdi tek fark, kendisinin şoför, Alya'nın da yan taraftaki yolcu koltuğunda oturmasıydı. Başını çevirip ona bakarken, "Dün gelirken her şeyi planlamıştın değil mi?" diye sordu.

"Yok daha neler!" dedi kız, anlamazdan gelerek mantonun içine minik bir kedi gömülmüştü.

"Yolun geçiyordu uğradın öyleyse, haa bir de şu yakışıklıyı baştan çıkarayım dedin?" Bunu derken ona çapkın bir bakış atmıştı Yiğit. "Benim bilmediğim partiyi senin nasıl öğrendiğini hiç sormayacağım."

"Telepati..." Bunu derken masumca ona gülümsemişti Alya.

"Telepati!" diye mırıldandı Yiğit, gözlerini yola çevirirken çoktan şehir trafiğine karışmışlardı. Otobana çıkmadan önce uğradıkları bir mağazada birkaç parça kıyafet almışlardı. "Beylerbeyi'ne gidersek çıkamam," demişti Yiğit. "Bir yerlerden idareten bir şeyler alalım." Haklıydı, zira Pervin hanım sabaha kadar gözünü kırpmamış, telefonuna ulaşamadığı oğlunun aramasını beklemişti. Öğleden sonra onun aramasıyla rahat bir nefes alabilmişti ancak. Yiğit, arkadaşlarında olduğunu ve birkaç gün kalacağını söylemişti. Bu sefer söylediği yalan, en azından mutlu olmak adınaydı, vicdan azabı duymaması belki de bu yüzdendi. Tabii, birlikte olduğunu uydurduğu arkadaşlarını aradığında epey küfür yediğini söylemeye gerek yoktu. "Oğlum, yapma! Görüşünce anlatırım!" diyerek telefonu kapatırken Emir hala bağırıyordu.

İkindi sularında ve karın gittikçe hızını arttırdığı bir havada çiftliğe vardılar. Öncesinde, Alya'nın arayarak gelişlerini haber vermesiyle hazırlık yapmış olan çiftlik çalışanları, onları kapıda karşılamıştı. Çiftliği çekip çeviren Seyfi kahya, diğer üç adamın önünde, ellerini karnında bağlamış bekliyordu. Cipin avluya yanaşmasıyla koşturdu, ön kapıyı Alya'nın inmesi için açtı.

"Hoş geldiniz hanımefendi," derken sesinde ölçülü bir saygı vardı.

"Hoş bulduk Seyfi bey," diyen kız karşısında duran kendisiyle hemen hemen aynı boylarda, kırklı yaşlardaki adama gülümsedi. O sırada Yiğit de arabadan inip yanlarına gelmişti. "Eşim Yiğit Bey," diyerek kendisine sarılan adamı çalışanına tanıttı sıcak bir sesle. "Seyfi Bey, çiftliğin kahyası, eşi Pembe ile burayı çekip çeviriyor."

Hanımının yüzünde belki ilk defa mutlu bir ifade gören Seyfi kahya hafif bir şaşkınlıkla Yiğit'e bakıp, "Hoş geldiniz beyefendi," dedi, elini uzatmıştı. Genç adamı aylar önce buraya geldiğinde görmüştü ve evin hanımıyla salona kapanıp saatlerce konuştuktan sonra giderken ardına bile bakmamıştı. Onun dışarıya yansıyan perişan halini hatırlıyordu, bir de çok üzgün olduğunu. Şimdiyse her ikisinin yüzünde de mutlu bir ifade vardı.

"Hoş bulduk Seyfi bey," dedi Yiğit kendisine uzanan eli sıkarken gülümsüyordu, diğeriyle de Alya'ya sarılmıştı. "Yalnız burada kar çok yağmış anlaşılan, her yer bembeyaz!" Gerçekten etraf beyaz bir örtü altındaymışçasına göz alıyordu, çevreye kartpostaldaki manzaraları aratmayacak bir görüntü hakimdi.

"Burası yüksekte kalıyor ya beyim, yağdı mı tam yağar," dedi Seyfi ve arkasında duran adamları tanıştırdıktan sonra, "Pembe bir şeyler hazırlamıştı, buyurun üşüdünüz," diyerek öne düşüp yol gösterdi. İki katlı çiftlik evi arkaya doğru uzanıyordu. Kendisini kötü hissettiği anlarda kaçıp doğaya sığınmak iyi geliyordu Alya'ya ve şimdi, yıllardan sonra en mutlu olduğu anında, yanında aşık olduğu adamla yine buradaydı. Dışarıdan sonra evin sıcaklığı ikisine de iyi gelmişti. Birlikte, salonda çıtır çıtır yanan şömineye sokuldular ve içgüdüsel bir şekilde ellerini uzatıp ateşin sıcaklığını hissettiler keyifle.

"Şömineyi sevmeyen var mıdır?" dedi Yiğit ve gözlerini salonda gezdirdi. Şehirle kırsalın mükemmel uyumunu yansıtacak tarzda dekore edilmişti, mobilyalar daha çok pastel renklerdeydi ve yerdeki halıların nadide el dokuması olduğu anlaşılıyordu.

"Gel!" diyen Alya'nın elini tuttu, kızın en sevdiği, şöminenin hemen önündeki koltuğa oturdular. Genç kadın, sanki yeri hep orasıymış gibi anında adamın göğsüne sokuldu, gözlerini kapayıp huzuru yudum yudum içti. Bir müddet öyle kaldılar, konuşmadan...

Kapı tarafından gelen sesle yerlerinde doğrulup toparlandılar. Gelen Pembe'ydi; kısa boylu, tombulca ve beyaz tenli, otuzun sonlarındaydı. Onları sarmaş dolaş görünce utanmış, yanakları al al olmuştu. "Şey, hanımım..." dedi çekingen bir sesle, sonra susup yere baktı. Onun bu hali Alya'yı gülümsetti, bugün çok ama çok mutluydu. Ve insanlar ne yapsa ne söylese bu duygusu katlanarak artıyordu.

"Gel Pembe!" dedi yumuşak bir sesle ve yanındaki adama dönüp, "Evimizin emektarı!" diyerek tanıştırdı. "Eşim Yiğit, daha önce de gelmişti, hatırlarsın Pembe?"

"E-evet!" diye kekeledi kadın utangaçça, başını kaldırıp kaçamak bir bakış atmıştı Yiğit'e. Ehh, hanımına da böyle yakışıklı, dalyan gibi bir erkek yakışırdı zaten!

"Tanıştığımıza memnun oldum Pembe hanım!" dedi Yiğit nazik bir sesle, bir kolunu karısının omzuna atmış, rahat bir tavırla oturuyordu.

"Ben de..." diyen kadın elini arkaya bağladığı tülbentine götürmüş, huzursuzca düzeltmeye çalışmıştı.

Kadıncağızın sıkılganlığını bilen Alya, "Pembe, çayın var mı hazırda?" diye sordu ve ekledi. "Ve yiyecek bir şeyler?" Doğrusu gün boyunca hiçbir şey yememişlerdi ve çok acıkmıştı. "Ben çok acıktım," dedi yaramaz çocuklar gibi yan yan kocasına bakarken.

"Ehh, normal!" dedi Yiğit gülerek. "Bugün hiçbir şey yemedik..." Daha da konuşacaktı ki gözü kapıda dikilen kızarıp bozaran kadına takıldı. "Ben de açım!" diyerek lafı çevirip gülmemek için dudaklarını sıktı.

"Ben hemen masayı hazırlıyorum!" diyen Pembe, Alya'nın bir şey demesine fırsat bırakmadan arkasını dönüp mutfağa koşturmuştu. Salonda, geniş camın önüne konulmuş masaya hemen servis açmış ve mutfağa gidip gelerek kısa sürede mükellef bir sofra hazırlamıştı. Nihayet utangaç bir tavırla, "Pek bir şey yapamadım ama kusuruma bakmayın," diyerek onları masaya davet etti.

Ayağa kalkıp masaya gelen Alya, "Daha ne olsun Pembe! Bir kuş sütü eksik, ellerine sağlık!" diyerek kadına iltifat etti.

"Her şey harika görünüyor," diyen Yiğit de yanlarına gelmiş, konuşmaya katılmıştı.

"Ben hemen çayları getiriyorum, buyurun siz," diyen Pembe aceleyle mutfağa koştururken arkasından bakan Yiğit, "Hep böyle telaşlı, utangaç mı bu?" diye sordu.

Alya yüzünde hafif bir tebessümle masaya otururken karşısında yerini alan adama yumuşakça baktı. "İlk defa evde yabancı bir erkek gördüğü içindir," dedi sıradan bir şey söylüyormuşçasına, sonra uzandı ve çatalıyla masadaki tabaklarda duran böreklerden birisini aldı, iştahla ısırdı. Ağzındaki lokmayı çiğneyip yutarken, "Mmm, nefismiş, denesene sevgilim," dedi ve o an Yiğit'in kısılmış gözlerini, çatılı kaşlarını fark etti. "Ne oldu, niye öyle bakıyorsun?" diye sordu tedirgin bir sesle.

"İlk defa deyince..." Genç adam, duraksamıştı; sanki doğru kelimeleri bulmaya çalışır gibiydi. "Büyük bir bilmecesin! Tam bir şeyleri anlıyorum dediğim an, bir şey yapıyorsun ve ben hakkında sıfır bilgiye sahip olduğumu anlıyorum."

"Şu güzel yiyeceklerin keyfini çıkarsak?" dedi Alya huzursuzca ve sonra gönülsüzce ekledi. "Sonra da konuşsak, ne dersin?"

Kızın düşen yüzü ve solan neşesi Yiğit'e geri adım attırdı. "Peki güzelim," derken sesi yumuşamıştı.

Karşılıklı oturup keyifle yiyip içerken birbirlerine anlamlı bakışlar atıp duruyorlardı. Alya, çocukluğundaki gibi kaygısız olmuş, kuşlar gibi cıvıldayıp duruyordu. Yiğit, onun bu halini sessizce izlerken içten içe cevaplanmayan sorularının huzursuzluğunu yaşıyordu. Hayatına bir meteor gibi düşen o kadınla bu bülbül gibi şakıyan, afacan bir çocuğu andıran varlık çok farklıydı. Onun makyajsız yüzünü süzerken farkında olmadan dalmıştı; her haliyle güzel ve farklıydı Alya. Duru teni, ona bir şeyler anlatırken iri iri açılan gözleri ve taze çilekleri andıran pembe, dolgun dudakları... "Tam ısırmalık, elma şekeri gibi!" diye düşündü Yiğit, bu düşünce aklından geçerken gülümsemişti. Gelmeden önce uğradıkları mağazada aceleyle aldıkları krem rengi kazağı ve mavi kotunun içinde öyle rahat ve sıradan, aynı zamanda olağanüstü görünüyordu ki... Bu kadın tam bir tezatlar yumağıydı.

"Ne düşünüyorsun?" diyen kızın sesiyle dalgınlığından sıyrıldı. Dirseklerini masaya yaslayıp çenesini eline dayarken, "Çok farklısın..." dedi Yiğit, sesinde merak vardı. "Bu çocuk halin çok güzel, çok sevilesi..."

"Öyle hissediyorum desem?" Genç kadın öne doğru eğilmiş ve sevimli bir ifadeyle ona bakmıştı. "Tıpkı bir çocuk gibi! Kaygısız, mutlu, seven..." Bunu derken çekinerek susmuştu, kirpikleri kararsızlıkla çırpınırken tek nefeste ekledi. "Sevilen!"

"Çocukluğun burada mı geçti?" diye sordu Yiğit, onun karışan yüzüne dikkatle bakarken bir şey kaçırmamaya çalışıyordu.

"Hayır!" diye cevap verdi Alya sesi düşerken. "Burayı ülkeye döndükten sonra aldım, geçmişi hatırlatmayacak ve bir parça da olsa huzur duymamamı sağlayacak bir yer istedim."

Kızın kederle gölgelenmiş gözlerine, hafifçe sıkışan dudaklarına baktı genç adam. Hatırladıkları pek iyi şeyler değildi belli ki ama öğrenmeliydi! "Geçmiş..." dedi bakışlarını ondan çekmeden. "Çok mu acıtıyor seni?"

"Acıtmak..." dedi Alya alaycı bir tebessüm yayılmıştı yüzüne. "Bu kelime, yaşadıklarımı tarife yeter mi bilmiyorum."

"Neden? Kim, ne yaptı, ne oldu?"

Genç kadın, bir an karşısındakinin yüzüne baktı, ama sanki ondan çok daha uzaklarda bir şeyleri görüyor, izliyormuş gibi ifadesi tuhaflaşmıştı. "Bir kişi..." dedi ve sesi kinle dolarken devam etti. "Hayatları mahvetmeye yetiyor!"

              *****

Bir kişi veya tek olay her şeyi mahvetmeye de yetiyor, dünyaları da değiştirebiliyor. Alya her şeyi anlatacak mı, neler söyleyecek bakalım.

Gelecek bölümde görüşmek üzere,

Mira

Continue Reading

You'll Also Like

ZEVAHİR By Çiğdem

General Fiction

3.8M 201K 80
"Lütfen... Hayır," dedim adımlarım geri geri giderken. Buradan uzaklaşmalıydım. Silahtan, bağlı adamdan, karşımdaki gözü dönmüş adamdan... Hepsinden...
745K 42K 35
Evin ise yediği tokatın şiddetiyle yere düşmüştü. Dudağının kenarı yeni bir darbe alırkende Kazım Ağa saçlarından koparırcasına tutup Evin'i kaldırmı...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

552K 42.1K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
718K 44K 27
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...