SORMA KALBİM

By mira_yelkenci

736K 59.9K 12.7K

Yetişkin okurlar için uygundur! İntikam için ne kadar ileri gidebilirsiniz? Nefretin ateşinde kendi ruhunuzu... More

PROLOG
(Bölüm 1)
(Bölüm 2)
(Bölüm 3)
(Bölüm 4)
(Bölüm 5)
(Bölüm 6)
(Bölüm 7)
(Bölüm 8)
(Bölüm 9)
(Bölüm 10)
(Bölüm 11)
(Bölüm 12)
(Bölüm 13)
(Bölüm 14)
(Bölüm 15)
(Bölüm 16)
(Bölüm 17)
(Bölüm 18)
(Bölüm 19)
(Bölüm 21)
(Bölüm 22)
(Bölüm 23)
(Bölüm 24)
(Bölüm 25)
(Bölüm 26)
(Bölüm 27)
(Bölüm 28)
(Bölüm 29)
(Bölüm 30)
(Bölüm 31)
(Bölüm 32)
(Bölüm 33)
(Bölüm 34)
(Bölüm 35)
(Bölüm 36)
(Bölüm 37)
(Bölüm 38)
(Bölüm 39)
(Bölüm 40)
(Bölüm 41)
(Bölüm 42)
(Bölüm 43)
(Bölüm 44)
(Bölüm 45)
(Bölüm 46)
(Bölüm 47)
(Bölüm 48)

(Bölüm 20)

10K 1.1K 521
By mira_yelkenci

*****

Üst kattaki sofanın ucunda, beyaz işlemeli kapının önünde bekleyen Yiğit, "Buyurun gelin hanım!" dedi hafif kinayeli bir sesle. Cevap vermeyen genç kadın, onun açtığı kapıya doğru yürüyüp iri yarı bedenine mecburen sürtünürcesine geçti. Birkaç adım atıp durdu, karanlığa alışmaya çalışırken ardından kapanan kapıyı duydu ve bir, "Çıt!" sesiyle yüksek tavandaki büyük avizeden yağan ışık yağmuruyla ortalık aydınlandı.

"Burasını genelde dinlenme için kullanıyorum," diyen genç adam üzerindeki ceketini çıkarırken yürümüş ve yan taraftaki odayla bağlantılı yine beyaz bezemelerin olduğu büyük, çift kanatlı bir kapıyı açmıştı. Alya'nın odanın ortasında hareketsiz durması üzerine, "Ben banyoya gireceğim, bir elimi yüzümü yıkayayım," dedi ve arkasını dönüp içeri geçti.

Onun kaybolmasıyla etrafı istediği gibi inceleme özgürlüğüne kavuşan genç kadın hızlı adımlarla pencereye gidip dışarı baktı. Gördüğü manzarayla bir an nutku tutuldu, sanki okuduğu o tarihi romanlardan birisine misafir olmuş gibi hissediyordu. Bulunduğu oda, arkadaki bahçeye ve ondan da öte nefis Boğaz manzarasına bakıyordu. Köprünün rengarenk yanan sıralı ışıklarına baktı, sonra gözlerini suların üzerine düşen parlak ayın yarattığı gümüşserviye çevirdi. "Muhteşem!" diye mırıldandı. Sonra aklına gelenlerle hayranlık yerini öfkeye bıraktı. Sanverlerin nasıl ayrıcalıklı bir dünyaya ve zenginliğe sahip oldukları ve bunu hak etmedikleri düşüncesi yumuşayan duygularını tekrar hizaya sokmasına yardımcı oldu. Aslında, bahse konu ayrıcalıklara sahip olan Kırşen ailesiydi ve sözde akılcı hamlesiyle Pervin ile evlenerek Mehmet Cevat bu mirasa ortak olmuştu. Bunu bilerek göz ardı ediyordu Alya, elindeki argümanların zayıflaması işine gelmiyordu zira. İsteksizce pencereden çekilip bakışlarını geniş odada gezdirdi, duvarlarda asılı nadide yağlı tablolar vardı, antika sayılabilecek birkaç süs eşyası ve yerdeki el dokuması halı ayrıca güzeldi. Görüntüyle uyumsuz olabilecek, duvara gömülmüş gibi duran plazma televizyon bile dekora entegreydi, hayret! Ortadaki geniş sehpayı ve üzerinde duran dergileri şöyle bir süzüp rahat görünen küf yeşili geniş koltuklara bakışları takılı kaldı. Oturup burada beklese miydi acaba? Sonra düşüncesine kızarak yan taraftaki odaya yöneldi, oynadığı rolde çekingenliğe izin yoktu!

Tam eşikten içeri adımını atmıştı ki banyodan çıkan Yiğit'le göz göze geldi. Genç adamın hafif nemli koyu renk saçları alnına dökülmüştü. Beyaz gömleğinin manşetlerini dirseklerine katlarken ağır adımlarla ona doğru yürüdü. "Valizlerin giyinme odasında..." diyerek yan tarafta daha küçük bir kapıyı işaret etti. "Üzerini değişmek istersen..." Kızın cevap vermemesi üzerine, "Banyo senindir, ben içeride seni bekliyorum," dedi tok bir sesle ve yanından geçip gitti.

Yatak odası diğer odayla hemen hemen aynı ebattaydı. Koyu cevizden yapılmış masif mobilyalara baktı Alya, sonra istemsizce gözleri geniş, iki kişilik yatağa takıldı. Gereğinden büyüktü, anlaşılan genç adamın ölçülerine uygun yapılmıştı. İkisinin birbirine dolanmış bedenlerinin o beyaz, saten çarşaflar arasındaki hayali belirdi gözlerinin önünde ve bir anda ağzının kuruduğunu, kalbinin delice çarpmaya başladığını hissetti. "Ne oluyorsun kızım, saçmalama, sakin ol!" diye kendi kendisine telkinde bulunurken kaybettiği zamanı telafi etmek istermişçesine bir aceleyle banyoya girdi. Nadide mermer ve fayanslarla döşenmiş geniş banyonun buzlu camla çevrili duş bölümüne ve hemen yan tarafındaki geniş bir havuzu andıran pırıl pırıl parlayan jakuzisine baktı. Eski ve yeni, bu yalıda mükemmel bir uyum içindeydi; her kimse mimarı içinden tekrar tebrik etti genç kadın.

Ellerini yıkarken aynadaki aksine baktı, yorgun görünüyordu. Yan tarafta asılı duran küçük beyaz havlulardan bir tanesini hafifçe ıslatıp yanaklarında, alnında, boynunda gezdirdi. Gözlerinin altı, günün yorgunluğuyla şimdiden gölgelenmişti, bir an önce yatıp dinlenmek için can atıyordu. Ama bu gece o da pek mümkün gibi görünmüyordu. Sıkıntıyla iç çekip ellerini ahşap banyo tezgahına dayadı. Ruju çoktan silinmiş dudaklarını diliyle ıslatırken çantasını yanına almadığına pişman oldu.  "Aman sen de!" diye söylendi, topuzundan kurtulan saçlarını yerleştirirken. "Böyle de idare edersin!" Bunu derken aynadaki güzel kadına göz kırptı, sonra derin bir nefes alarak banyodan çıktı. Günü bitirmek için hazırdı!

Yiğit'le yine yan yana indiler merdivenleri, bu sefer mutfak tarafına doğru koşturan başka bir hizmetli gördü genç kadın. Mehmet Cevat'ın, o cehennem zebanisinin odası neredeydi acaba? Muhtemelen bu kattaydı.

Yemek odasına girdiklerinde Gülşen'i masada oturmuş kendilerini beklerken buldular. Burası da yalının diğer bölümleri gibi tarihi dokusu korunmuş bir mekandı, mobilyaları ince bir zevkin ürünü olduğunu belli ediyordu. Yaşadığı gergin atmosfere rağmen tavandaki bezemelerin güzelliğine hayran hayran bakmaktan kendisini alamadı genç kadın. Carine bunları görse ne derdi acaba? Sonra bakışlarını aşağıya indirdi, köşedeki büfede her birinin nadide bir antika olduğunu tahmin ettiği süs eşyalarını süzdü.

"Oturmaz mısınız Alya Hanım?" diyen Yiğit'in sesiyle yemek masasının başında, eli sandalye arkalığına dayanmış vaziyette bir süredir dikildiğini fark etti. Onun eliyle gösterdiği şekilde karşısına otururken masada neredeyse bir ziyafet addedilebilecek yemekleri gördü. Sanki bir ordu davetliymişçesine yapılan hazırlık hayretle kaşlarını kaldırmasına neden oldu. Zeytinyağlısından tatlısına ve mezesinden salatalarına kadar... Üstelik ana yemeğin de geriden geleceğini tahmin ettiği bir akşam! Mide fesadından geceyi hastanede sonlandırmak işten bile değildi. Boğazına düşkün olmadığına içinden şükretti. Tam yerini almıştı ki içeri Pervin Hanım girdi, o da çabucak masanın başındaki yerine geçip oturdu. Masanın en ucundaki yer boştu, anlaşılan Mehmet Cevat yemeğe gelmeyecekti. Oradakilerin bunu dert ettiğini söylemek zordu.

Sanki salonda yaşananlar hiç olmamış gibi kaldığı yerden devam edercesine yan tarafa dönerek Pervin Sanver konuştu. "Beylerbeyi'ni seversin umarım, gerçi aksi mümkün mü bilemiyorum."

Kadının sakin, yılların çizgilerle donattığı yüzüne bakan Alya, Yiğit'in ona ne kadar benzediğini görerek bir kez daha rahatsız oldu ve yine aynı şeyi geçirdi içinden. "Keşke babasına benzeseydi, onun gibi nefret edilesi bir aşağılık, iblis olsaydı..." Ama değildi ve genç kadın bundan neden böylesine rahatsız olduğunu da henüz çözememişti.

"Seveceğimi umuyorum," dedi genç kadın yine mesafeli bir sesle. Sanver ailesinin her bir üyesiyle uzaklığını iyi ayarlamalıydı.

Bu esnada genç hizmetli kız masadakilere çorba servisi yapmaktaydı, onun çıkışıyla Pervin hanım tekrar söze girdi. "Anne baban hayatta değil sanırım?"

"Hayır!" dedi Alya kısaca ve gelebilecek diğer sorulardan kaçmak istermişçesine kaşığını eline alıp önündeki kaseden çorbasını yudumlamaya başladı. Ancak, yaşlı kadın da inatçıydı. Birkaç dakikalık aradan sonra, "Akrabalarınla tanışmayı isterdim kızım," dedi yumuşak bir sesle.

Bu sözlerle içinde bir şeyler alabora oldu sanki, ağzını bir şeyler söylemek için açtı, sonra tekrar kapadı. Duygularını kontrol altına alır almaz sakin bir tavırla başını kaldırıp kadına baktı. Masadakilerin hareketlerini izlediğinin farkındalığıyla sakin bir tavırla, "Hayatta olan akrabam yok Pervin Hanım," dedi. "Sadece yaşlı bir dadım var."

Böyle bir cevabı ummayan Pervin Hanım şaşırdı, sesi düşerken, "Üzüldüm canım," dedi. Sonra uzandı, masanın üzerindeki kızın elini tuttu. "Ama artık bir ailen var ve üstelik daha da önemlisi bir bebeğin olacak." Bunu eğilip kızın gözlerinin içine bakarak söylemişti.

Bebek, ahh! Laf oraya ne zaman gelecek diye merak etmeye başlamışken yaşlı kadın gecikmemişti. Kafasını çevirdi, Yiğit'in gözleriyle karşılaştı bu sefer, "Hadi, cevapla bakalım!" dercesine bakıyordu ona.

"Evet, haklısınız!" diyerek geçiştirmeye çalıştı Alya, hafiften huzursuz olmuştu. Oysa bunları yaşayacağını ta ilk baştan tahmin ediyordu.

"Kaç haftalık diye sorsam..." dedi Pervin Sanver, mahcup bir tebessümle. Israr etmek karakterine ters bir davranış olmasına rağmen merak duygusu baskın gelmişti.

Annesinin sorusuyla Yiğit içinden güldü, doğrusu cevabı duymak için o da sabırsızlanıyordu. Alya'nın, "Yedi haftalık!" demesiyle tek kaşını kaldırıp alaycı bir bakış attı kıza. Tahmin ettiği gibiydi, her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlamıştı. Birkaç haftaya da yeni bir senaryoyla bebeği kaybettiğini söylerdi herhalde!

"Çok küçükmüş daha!" dedi Pervin hanım, sesi gibi yüzünden de şefkat akıyordu.

Annesinin kısa sürede yaşadığı dönüşüme hayret eden Yiğit ağzının içinden, "Şu kadınları anlayamıyorum," diye homurdandı.

"Bir şey mi dedin oğlum?" diyen kadına ters bir sesle, "Yok bir şey!" diyerek kafasını çevirdi, yemeğiyle meşgul göründü.

Akşamın geri kalanı Pervin Sanver ve Alya arasında soru cevap şeklindeki sohbetle geçti. Kadın yılmadan gelini hakkında merak ettiklerini ilk elden öğrenmeye çalışıyordu. Yaşı, nereli olduğu, şimdiye kadar neler yaptığı, tahsili, hangi yemekleri sevdiği, sağlık problemleri olup olmadığı... Doğrusu muhatabı tahmininden de iyi hazırlanmıştı. Alya tüm soruları, duygularını belli etmeden cevapladı. Yemekten sonra salona geçmişler kahvelerini yudumluyorlardı, Gülşen çoktan odasına gönderilmişti. Kız bir iki mırın kırın etse de Pervin Sanver geç saatlere kadar oturmasına izin vermemişti.

"Senin de öğrenmek istediğin şeyler varsa..." diye konuşmasına devam eden kadını Yiğit engelledi. "Onu da yarına bırakalım anne, ne dersin?"

Alya, genç adama bu sözlerinden dolayı neredeyse teşekkür edecekti, bunalmıştı. Pervin Hanım bir oğluna bir yanında sessizce kahvesini yudumlayan gelinine baktı, sonra gönülsüzce, "Ehh, öyle olsun madem!" dedi.

            İyi geceler diledikten sonra herkes odasına gitmek üzere ayaklanmıştı. Hafif loş ışıkların aydınlattığı merdivenleri ağır adımlarla çıktılar, Pervin Sanver kendi katındaki odasına gitmek üzere onlardan ayrılmıştı.

Artık bir süre yaşayacağı ve kanunlar önünde kocası olan adamla paylaşacağı odaya gelince ne yapacağını bilemez bir halde eli belinde kaldı Alya, gözleri kısık etrafa baktı. Onun bu halini gönülsüz bir avcı gevşekliğinde izleyen Yiğit, "İstersen banyoyu önce sen kullan," dedi, bu esnada üzerindeki gömleğin düğmelerini çözmeye başlamıştı. Önce bir, sonra iki, üç derken hepsini açıp tek hamlede kumaş parçasını üzerinden çıkardı. Genç kadın, hipnotize olmuşçasına bakışlarını çekemiyor, karşısında yarı çıplak kalan erkeğe bakıyordu. Ne eksik ne fazla! Bu adamda her şey mükemmel bir orantıdaydı ve aşırı çekiciydi. Hafiften çıkmaya başlayan sakallarının gölgelendirdiği sert yüz hatlarından, ayrı bir etkileyiciliğe sahip çenesindeki gamzesine kadar... Elinde olmadan yutkunurken gözleri onun yavaşça inip kalkan adem elmasına takıldı, orayı öpmek nasıl olurdu acaba? Ya çeliği andıran şu sert göğsünü ve karnındaki baklava halindeki o kasları... Genç adamın elleri kemerine uzandığında gözleri irileşti. Daha fazlasını görmeyi bırak düşünmeye bile tahammülü yokken onun yaptığı...

"Daha neler!" Bunu yüksek sesle mi söylemişti? Kahretsin!

"Efendim?" Yiğit'in eli kemerinde kalmış, tek kaşı havada sorarcasına ona bakıyordu.

"Ortalıkta mı soyunacaksın?" Sesi pürüzlü çıkınca hafifçe öksürdü. Aklına geleni söylemişti o an.

"Ortalık mı?" diyen Yiğit şöyle bir etrafına bakındıktan sonra sesli güldü, ardından ekledi. "Yatak odamda istediğim gibi soyunurum." Ardından da kemerini çözüp fermuarını açmıştı aldırmaz bir tavırla. Pantolon dizlerinden aşağı düşerken dar kalçaları orta çıkmıştı. Genç kadın istemsizce siyah boxerdan belli olan erkeğin sertliğini süzdü. Onun bakışıyla sanki bir hareketlenme olmuş ve büyümüş gibiydi. Büyümüş mü? Başını kaldırınca Yiğit'le göz göze geldi, bir an öylece kaldılar. Ancak fazla sürmedi, genç adam pantolonunu çıkarıp eline alırken giyinme odasına doğru yürüdü.

"Ben bahçede kitap okuyacağım biraz, sen uyu!"

Bunu dedikten sonra yan taraftaki kapıyı açıp kaybolmuştu. Onun ardından birkaç saniye bakan Alya, düşünceli bir halde pencereye doğru yürüyüp kollarını göğsünde kavuşturarak dışarıyı seyretmeye koyuldu. Neden sonra arkasından gelen sesle başını çevirince Yiğit'in elleri şortunun ceplerinde kendisini izlediğini gördü. Üzerinde siyah bir atlet tişört vardı. Lanet olası ne giyse seksiydi!

"Üzerindekileri benim mi değişmemi istiyorsun karıcığım?" Bunu söylerken dudaklarında alaycı bir gülümseme vardı erkeğin, bakışları ise soğuktu.

"Çok mu istiyorsun?" dedi Alya onun oyununa uyarak, alacağı cevabı az çok biliyordu.

"Bir engerek yılanına yaklaşmak isteyecek kadar!"

Üzülmemeliydi, onun iğnelemelerinden etkilenmemeliydi! Ama olmuyordu işte! "Şapşal bir oğlan çocuğundan da bu beklenir zaten!" Bunu tükürürcesine söylemişti Alya, ancak karşısındakinde yaratacağı etkiyi hesap etmemişti maalesef.

Duyduğu sözlerle bastırıp durduğu öfke içinde bir yanardağ gibi patlayan Yiğit, iki adımda yanına gelip sertçe ensesinden tutmuştu. "Sen!" derken sesi hırlarcasına bir kızgınlıkla çıkıyordu. "Nasıl bir kadınsın ha! Ne istiyorsun benden!" Onun cevap vermesine fırsat bırakmadan yan tarafa doğru iterek ince bedenini kendi iri yarı, sert vücuduyla duvar arasında sıkıştırdı. "Kadınsın diye nazik davrandım şimdiye kadar ama senin anladığın dil bu değil!"

Erkeğin dev cüssesinden korkmamıştı, oysa öyle olmalıydı! Aksine, her yanını sarmalayan o tenin sıcaklığı, genzinden içeri dolan, her duyduğunda kendisini delirten o erkeksi kokusu... Göğüs uçlarının deli gibi sızlaması, kasıklarının yanması... Bunlar normal miydi? Ya ölecekmişçesine çarpan kalbi! Daha fazla dayanamamaktan korkarak, "Bırak beni!" diye inledi genç kadın.

"Yoksa bir oğlan çocuğundan mı korktun? Ne oldu o yetişkin kadına ha?" Bunu derken hızlıca genç kadının elbisesini yukarı sıyırmış, bir eli bacaklarının arasına kayarak sertçe kadınlığını kavramıştı. İç çamaşırının üzerindeki dokunuşların ne kadar hoyrat olduğu umurunda bile değildi Alya'nın, o elin temasının kendisine hissettirdikleri deliceydi, kelimelerle tarif edilemezdi. "Yapma!" dedi fısıldarcasına, devam ederse dizginlenemez bir arzuyla onunla sevişeceğinden, daha da kötüsü bunun için yalvaracağından korkmuştu.

"Niye? Hoşuna gitmedi mi? Bu oğlan çocuğunun da bir iki numarası vardır belki ha!"

"Fazla iddialı laflar yavru kuş!" dedi genç kadın, normal halini bulmaya çalışırken başını yana çevirmiş, derin bir nefes almıştı.

"Öyle mi?" Bunu diyen genç adam elini küçük dantel külotun içine sokmuş, güçlü parmakları araştırırcasına kızın nemli sıcaklığını okşamaya başlamıştı. Onun nefes nefese inip kalkan göğüslerine, hafif ıslak dolgun dudaklarına bakan Yiğit, engellemeye çalışırcasına kasılan bacaklarının arasına sertçe dizini soktu. "İstediğinin bu olduğunu niye söylemedin güzelim?" dedi yumuşacık genizden gelen bir sesle, sonra bir parmağını usulca içine itti. Bu çok fazlaydı, hayır fazla değil, harikaydı! İnlememek, içinde ileri geri hareket eden ve kasıklarında acı verecek derecede bir ağrıya sebep veren o parmaklara bedenini bastırmamak için kendisini zor tuttu genç kadın.

"Saçmalıyorsun!" diyebildi sadece gözlerini açık tutmaya çalışırken. Bir anda genç adam uzaklaşıp kendisini serbest bırakınca şaşırıp ona bakakaldı.

"Doğru, saçmalıyorum!" demişti Yiğit hafifçe çekilirken. "Sekse senin gibi oyun olarak bakmam ve önüme gelenle yatmam!"

Duyduklarıyla yıldızlardan yere çakılmış gibi olan Alya, yavaşça elbisesini düzeltip yerinden doğrulurken, "Bak sen!" dedi, başını esefle sallamıştı. "Çok eğlenebilirdik halbuki!" Bunu söyledikten sonra yürüyüp onun yanından geçmeye kalkmış, ancak bileğini tutan elle durdurulmuştu.

"Alya!" demişti Yiğit. "Beni babamla karıştırma, ben Mehmet Cevat Sanver değilim!" Sesi bıkkındı, gözleri de.

"Mehmet Cevat Sanver'in oğlusun!" diyen genç kadın silkelenerek bileğindeki elden kurtulmuş ve giyinme odasına doğru yürümüştü.

Yiğit bir süre elleri ensesinde odanın ortasında durduktan sonra hareketlendi. Buradan çıkmalı, uzaklaşmalıydı! Sakinleşmesi için bu şarttı.

Gece için giyeceklerini ve iç çamaşırlarını alıp yatak odasına dönen genç kadın, kimsenin olmadığını görünce tuhaf bir yalnızlık hissiyle banyoya yöneldi. Ilık bir duş alıp saçlarını kurutarak giyinip çıktı. Işıkları söndürüp pencereye gitti, bahçeye baktı. Yüzme havuzunun ışıkları açıktı sadece ve yan taraftaki kamelya kısmı karanlıktaydı. Yiğit neredeydi acaba? Bir süre öylece dışarıyı seyretti, sonra dönüp ışıkları kapattı, yatağın sağ tarafına geçip yattı. Geçmiş, yapmayı planladıkları, yaşadıkları ve şimdi hiç hesapta olmayan ve  çığırından çıkan duyguları... Neden her şey zor olmak zorundaydı ki? Sanver erkeklerinin akıl almaz bir çekicilikleri mi vardı yoksa anne kız silme aptal oldukları için mi böyleydi? Tarih tekerrürden ibarettir sözü doğru muydu? "Hayır!" diye mırıldandı uykuya dalmadan önce. "Ben senin gibi o tuzağa düşmeyeceğim Nadide Sultan, kendimi bir Sanver'e kaptırmayacağım!"

Aynı sıralarda Yiğit de bahçedeki kameriyede oturmuş, düşüncelerini dinlemekle meşguldü. Işıkları kapatmıştı, gözlerinin aydınlığa tahammülü yoktu o dakikada. Karanlık ve sessizlik... Yalıdakiler çoktan uykuya yatmış, çok uzaklardan gelen şehrin gürültüsünden başka bir şey işitilmez olmuştu. Çok değil; üç, dört yıl öncesini düşündü. Gelecekle ilgili ne güzel hayalleri, idealleri vardı. Ya şimdi? Babası, ailesi ve kendisini evli bulduğu kadın... Derin bir iç çekerek gözlerini yıldızlarla donanmış gökyüzüne çevirdi.

Alya... Sürekli yaşının küçüklüğünü vurgulayıp onu aşağılayan, erkeklik gururunu kıran bu kadın ateşle oynadığının farkında bile değildi. O ana kadar karşı cinse en ufak sert bir davranışı olmamıştı. Ama bu kadın, artık karısı olan bu varlık onu çileden çıkarıyor, hiç aklında olmayan şeyleri yaptıracak bir öfkeye gark ediyordu. Sakin olmalıydı, hem de çok! Kendisini her şekilde zorlayan, melek kılığındaki bu şeytanla başa çıkmasının tek yolu soğukkanlı olmasından geçiyordu. Daha sonra kendisinden nefret etmesine neden olacak hiçbir şey yapmamalıydı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde yalıya dönüp odasına çıktı. Işıkları açmadan kapının eşiğinde durup yatakta kıvrılmış uyuyan kızı izledi. Keşke yazın tanıdığı o kadın olarak kalsaydı, keşke bir daha karşısına hiç çıkmasaydı ve hayallerindeki o güzel ve erişilmez haliyle dursaydı! Yorgun adımlarla giyinme odasına geçti, arkadaki raflarda sıralı duran pikelerden birini ve çarşafı çekip aldı, sonra kapalı dolaplardan birisini açıp içinden yastık çıkardı. 

Dinlenme odasına geçerken son kez uyuyan kıza baktı. İkisinin aynı yatakta yatması söz konusu olamazdı, bu fazlasıyla tehlikeliydi! Daha az önce bunu bizzat görmüştü. Alya ile en ufak bir yakınlık, onunla sevişmek, elinde hepten oyuncak olmak demekti ve Yiğit Sanver buna izin veremezdi!

*****

Nefret etmeye çalıştıkça sevmek, uzaklaşmaya çalıştıkça tutkunun en derinine gömülmek... Ve tamamen düşman addettiği insanlar arasında öç almaya yeminli bir kadın... Sizce başarabilir mi? Sanverleri darmadağın eder mi Alya?

Gelecek bölümlerde görelim derim.

Sevgiler,         

Mira

Continue Reading

You'll Also Like

93K 712 39
Bengi ile Cem Can ile Nalan İki evli çift. Bengi ile Can iş arkadaşıdır, zamanla aralarında yakınlaşma başlar ama ikisi de evlidir. Hem aşklarını y...
2.9M 158K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
206K 9K 48
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
18.9M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...