SORMA KALBİM

By mira_yelkenci

736K 59.9K 12.7K

Yetişkin okurlar için uygundur! İntikam için ne kadar ileri gidebilirsiniz? Nefretin ateşinde kendi ruhunuzu... More

PROLOG
(Bölüm 1)
(Bölüm 2)
(Bölüm 3)
(Bölüm 4)
(Bölüm 5)
(Bölüm 6)
(Bölüm 7)
(Bölüm 8)
(Bölüm 9)
(Bölüm 10)
(Bölüm 11)
(Bölüm 12)
(Bölüm 13)
(Bölüm 14)
(Bölüm 15)
(Bölüm 16)
(Bölüm 17)
(Bölüm 18)
(Bölüm 20)
(Bölüm 21)
(Bölüm 22)
(Bölüm 23)
(Bölüm 24)
(Bölüm 25)
(Bölüm 26)
(Bölüm 27)
(Bölüm 28)
(Bölüm 29)
(Bölüm 30)
(Bölüm 31)
(Bölüm 32)
(Bölüm 33)
(Bölüm 34)
(Bölüm 35)
(Bölüm 36)
(Bölüm 37)
(Bölüm 38)
(Bölüm 39)
(Bölüm 40)
(Bölüm 41)
(Bölüm 42)
(Bölüm 43)
(Bölüm 44)
(Bölüm 45)
(Bölüm 46)
(Bölüm 47)
(Bölüm 48)

(Bölüm 19)

9.4K 1.1K 245
By mira_yelkenci


23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun canlar, nice 100. Yıllara diyelim... Ve Atatürk'ü bir kez daha minnetle analım, gün geçtikçe değeri daha çok anlaşılıyor değil mi? Allah o savaş ve yoksulluk günlerini milletimize bir daha yaşatmasın temennisi içindeyim.

Ayrıca mübarek ramazan ayımız da hayırlı olsun, Rabbim bu ayın hürmetine tüm hastalarımıza şifa, dert içindekilere derman versin inşallah.

Ve bölüm... :)

*****

Gün bitmemişti ve asıl zorlu kısım yeni başlıyordu. Akşam karanlığı hafiften ortalığa çökerken holding binasından yan yana çıktılar. Üzerlerine çevrili meraklı bakışları görmezden gelirken önlerinde siyah lüks bir SUV durdu; bu Yiğit'in arabasıydı, daha önce bindikleri için tanımıştı Alya. İçinden çıkan şoförün arkaya dolanarak kapıyı açmasıyla Yiğit geri çekilip ona yol verdi, ancak genç kadın binmedi. "Ben kendi aracımla sizi takip ederim," derken hemen arkaya yanaşan arabasına doğru yürüdü. Daha birkaç adım atmıştı ki bileğini tutan sert elle kalakaldı, hafifçe geri dönüp kendisini durduran adama baktı. "Birlikte gidiyoruz!" Emreden bir tarzda söylemişti Yiğit ve bu, Alya'nın alışık olmadığı bir şeydi. "Ama..." diyerek itiraz etmeye çalışan kızı kendisine doğru çekerken, arabadan çıkan şoföre, "Bizi takip et!" dedi. Ziya'nın itaatkar bir tavırla başını eğip arabaya geri binişini öfkeli gözlerle izledi genç kadın, ister istemez öndeki araca binerken sinirle kolunu çekip kurtardı. Yanına rahat bir tavırla yerleşip arkasına yaslanan Yiğit, "Eve gidiyoruz Burhan," dedi sakince. Yol boyunca kafasını camdan çevirmeden oturan Alya'yı izledi ara ara, onun sinirlendiğini anlamıştı. Fakat şu an bunu önemseyecek bir halde değildi, öylesine yorgundu ki... Ve içinden bir ses, asıl zor kısmın henüz gelmediğini fısıldayıp duruyordu.

"Akşam yemeğini evde yeriz diye düşündüm," dedi adam, sessizliği bozmak için. Ani bir hareketle başını çeviren kızın, topuzundan kurtulan bir tutam saç salınarak omuzlarından aşağı indi. Onun yeşil gözlerinin ve dudaklarının kısılmasından fazlasıyla gergin olduğunu anlamıştı Yiğit. "Oh olsun!" dedi içinden. Şeytan azapta gerek!

"En azından bana sorabilirdin, belki dışarıda yemek isterdim, değil mi?" diyen Alya'ya hafif bir alayla baktı adam. "Yeni ailenle tanışmak için sabırsızlanıyorsun gibi bir izlenim edinmiştim, yanılıyor muydum yoksa?"

Karşısındaki tebessüm eden yakışıklı yüzü bir kedi gibi tırmalamak istese de kendisini zapt etti genç kadın. "Bana karşı tavırlarında daha dikkatli olmanı öneririm küçük bey," dedi alttan alta tehdit eder bir tarzda.

"Neden karıcığım?" diyen Yiğit uzanıp kızın omzuna düşen o bir tutam saçı ağır ağır parmağına dolarken yana eğilip gözlerinin içine baktı. "Yatakta cezalandırır mısın yoksa?" dedi, sesi sahte bir yumuşaklıkla doluydu. Öndeki şoförün kendilerini dinlediğinin bilincinde onunla oynuyordu. Onun sıcak nefesini yüzünde hisseden Alya istemsizce yutkunurken, "Bırak beni!" diye fısıldadı. "Böyle laubali hareketlerden hoşlanmıyorum."

"Diyene bak!" Bunu söyleyerek onu serbest bırakan genç adam tekrar arkasına yaslanarak gözlerini kapattı ve Beylerbeyi'ne gelene kadar da açmadı.

Kendisi için sekiz yıl boyunca Sanver Ailesini takip eden Bektaş Koçak'ın gönderdiği dosyalardan Beylerbeyi'ndeki yalının fotoğraflarını gören Alya, gerçeği ile karşılaşınca araştırırcasına gözlerini etrafta dolaştırdı. Akşam karanlığına rağmen girişten itibaren fenerlerle ışıklandırılmış bahçeyi ve solgun huzmelerin aydınlattığı muhteşem tarihi binayı süzdü. Taşçı Ahmet Yalısı, yaşlı bir bilge asaletiyle sessizce Boğaz'ı seyrediyordu. Dedelerinden babasına ve ondan da Pervin Hanıma kalan bu eşsiz miras, Mehmet Cevat sayesinde artık kendisinindi. Acaba bu gerçeği annesine söylemiş miydi Yiğit? Kafasında beliren soruyla arkasındaki adama dönüp baktı. Hiç sanmıyordu! Yiğit'in dalgın halinden biraz sonra gerçekleşecek tanışmayı düşündüğünü anladı. Neşeli bir yüz takınıp onun koluna girerken, "Sen de benim gibi çok mutlusun değil mi kocacığım?" dedi melodik bir sesle. Kendisine sokulan kadına şöyle bir bakan genç adam, "Sorma!" dedi, iğneleyen bir sesle. "Mutluluktan çıldırıyorum."

Onu duymazdan gelen Alya, başını arkaya çevirip omzunun üzerinden, "Valizleri, hizmetlilerle gönder Ziya," dedi. Geride park etmiş arabanın önünde bekleyen şoför bu talimatla, "Tamam Alya Hanım," diyerek başını salladı.

Alya'nın geleceğini ve onlarla birlikte yaşayacağını öğrenen Sanverler salonda maaile oturmuş, bekliyordu. Nikaha gitmemişler ve bu hareket tarzından, genç kadının istenmediğini anlayacağını düşünmüşlerdi. Fakat gelinen noktada, zoraki gelinin bunu pek de umursamadığı ortaya çıkmıştı. Karısının onlarla birlikte yaşayacağını ve ertesi gün de gelerek yalıya yerleşeceğini havadan sudan bahseder gibi haber vermişti Yiğit. Mehmet Cevat, gün yüzü görmemiş uzunca bir küfür savururken Pervin Hanım sessiz kalmıştı. O, bir Kırşen'di ve kol kırılır yen içinde kalır deyişine inanırdı. Madem oğlu böyle bir hata yapmış ve evlenmek zorunda kalmıştı, onlara düşen de olanı kabullenmekti. Üstelik torun sahibi olacaklardı. Önceleri onu şok eden bu durum, şimdi düşündükçe içini ısıtıyor; küçük bir bebeğin varlığı, ne yalan söylemeli, göznuru Yiğit'inden bir çocuğun geliyor oluşu anne kalbinin yumuşamasını sağlıyordu. Bu hissiyatla gün boyunca evdeki hizmetlilerle birlikte koşturup durmuş, kendisinin oluşturduğu menüdeki yemekleri Zübeyde Kalfanın hazırlamasına bizzat refakat etmişti. Salondaki eski tip koltukta yanında Gülşen'le otururken karşısındaki tekerlekli sandalyede homurdanıp duran kocasına baktı. Bakıcısının yardımıyla giyinen adam takım elbisede ısrar etmiş, herkesten önce salona gelerek klasik huysuzluklarına başlamıştı. Onun ne söylediğini anlamaktan çoktan vazgeçmiş olan Pervin hanım, antreden gelen seslerle ayaklandı, birkaç adım atmıştı ki iki kanadı açık salon kapısında duran oğluyla göz göze geldi. İki çift ela göz birbirini şefkatle sarmalarken Alya sessizce onları izledi; bu anne oğul arasındaki sevgi çok ama çok fazlaydı, anladı. Nedense idrak ettiği bu durum, içinde acıyla karışık tuhaf bir özlem duygusunun doğmasına neden olmuştu.

Pervin Hanım, yüzünde nazik bir tebessümle onlara doğru yürüyüp önce oğluna sarıldı; sonra hafifçe geri çekilip, "Hoş geldin kızım," dedi ılık bir sesle, elini uzatmıştı.

Böyle bir karşılama beklemeyen Alya, şaşkınlığını gizlemeye çalışırken boğazını temizleyip mesafeli bir sesle, "Hoş bulduk Pervin Hanım," dedi, uzatılan eli tutup hafifçe sıktı. Ne olursa olsun, düşmanını sempatik bulmamalı ve kendisine yaklaştırmamalıydı.

Onun soğuk mukabelesine aldırmayan kadın, "Buyurun," diyerek kibar bir el hareketiyle koltukları gösterdi. "Yemeğe geçmeden biraz dinlenin."

Bu arada arkadan bir patırtıyla tekerlekli sandalyesinde Mehmet Cevat geldi, alttan yukarı onlara eleştirir gibi bakarken, "İstenmediği yere gelene ne diyorlar biliyor musun?" dedi, hırıltılı ve zor anlaşılır bir sesle.

Alya ilk defa yüz yüze geldiği, sekiz yılının neredeyse her anını kendisine beddua etmekle geçirdiği adama baktı; bitmiş bedenine, çarpılmış ağzına ve kaymış yüzüne... Allah, ruhunun habisliğini görünüşüne de yansıtmıştı. O koyu kahverengi gözlere, yıllarca biriktirdiği kini ve tiksintiyi akıttı genç kadın. Mehmet Cevat, karşısında bir heykel gibi dikilen kadının gözlerinden kendisine akan nefreti, iğrenmeyi görünce şaşırdı; sıralamak üzere hazırladığı kelimeler boğazında düğüm halinde kaldı.

"Bilmem!" dedi Alya soğuk bir sesle, dudaklarındaki gülümsemeye tezat bir halde. "Türlü kötülüğün, suçun ve ahlaksızlığın olduğu dünyada, bunun cevabı çok da önemli değil açıkçası!" dedi ve ekledi. "Ben burada çok mutlu olacağımı düşünüyorum." Sonra dönüp yanındaki kocasına imalı imalı baktı.

"Babam, rahatsızlığından dolayı arada böyle saçmalayabiliyor, sen onun kusuruna bakma," dedi sıkkın bir sesle Yiğit. İki ateş arasında kalmış gibi hissediyordu. Babası, Alya'yı tanımıyordu, buna iyice emin olmuştu. Kadının meselesi her ne ise, muhtemelen onun da haberi yoktu. Bu, ister istemez canını sıktı Yiğit'in.

Yeni gelinin inanılmaz cesareti ve soğukkanlılığı, üstüne oğlunun onun adına özür dilercesine sözleri Mehmet Cevat'ı çıldırtmaya yetmişti. "Utanmaz fahişe!" diye homurdandı, fakat devam edemedi. Zira, Alya daha fazla dayanamamış, bir adımda adamın dibine gelerek herkesi şaşırtan bir şey yapmıştı. Eğilerek tekerlekli sandalyedeki adamın kulağına bir şeyler fısıldamış ve doğrulmuştu. Sonra da adamın çarpık suratının dehşetle sararmasını ve simetrisi tamamen bozulmuş sağ gözünün seğirmesini memnun bir tavırla izlemişti.

"Sen..." diyerek göğsü hiddetle inip kalkarken söyleyeceği kelimeleri bulamaz gibiydi.

"Size layık bir gelin olacağım saygıdeğer kayınpederim, kaygılanmayın," dedi Alya, dudaklarında şeytansı bir gülümseme vardı.

"Orospu!" diyen yaşlı adama, Pervin Hanım ve Yiğit aynı anda müdahale etmişti.

"Baba, haddini aşıyorsun, yeter!" diyen genç adamı annesi önledi. "Yiğit, dur!" Bunu diyerek onu kesmiş ve kocasının önüne geçmişti. "Yapma!" Sonra döndü, kocasının tekerlekli sandalyesini salon kapısına doğru çevirdi. "Siz yemeğe geçin, ben babanı odasına götüreyim, biraz sakinleşsin." Bunu söylerken ittiği arabayla girişe yönelmişti.

Bu sırada, Gülşen de ayaklanmış, yanlarına gelmiş, hayran hayran Alya'yı seyretmekle meşguldü. Ne babasının bağırış çağırışlarını ne de ortalığın karışmasını umursamıştı. Genç kadının bakışları onun şehla gözlerine takıldı bir an, içine derin bir nefes çekerken istemsizce gülümseyerek, "Merhaba," dedi.

"Merhaba," diyen Gülşen bir çocuk gibi ona yanaşıp elini tutmuş ve, "Sen, benim yengem misin şimdi?" diye sormuştu hafif peltekçe.

"Evet, adım Alya!" diyen genç kadın onun çekiştirmesiyle salondaki koltuklara doğru yürüdü.

Gülşen, yaradılışına özgü bir saflıkla, "Cansu güzeldi, benim arkadaşım o!" dedi, sesinden üzgün olduğu belli oluyordu. "Ama sen daha güzelsin..." Bunu söylerken koltuğa yanına oturan Alya'nın yanağına dokunmuş ve sormuştu. "Senin de kedin var mı?"

Alya, otuzlu yaşlarındaki bir yetişkinden çok bir çocuk görünümünde olan kıza anlayışla bakıp, "Kedileri çok mu seviyorsun sen?" diye sordu yumuşak bir sesle.

Yiğit, onların karşısındaki tekli koltuklardan birisine oturmuş, konuşmalarını dinliyordu. Fakat, arka planda aklı çok daha önemli bir şeyle meşguldü; Alya, babasına ne söylemişti? Onu böylesine çileden çıkaracak, belki de... Tam bu esnada göz göze geldiler, düşüncelerini okuyormuşçasına genç kadının yüzünde eğlenen bir ifade vardı.

"Evet," diyen kızın mahzun hali, Alya'da onu mutlu etme isteği uyandırmıştı. Kendini tutamadan, "Ehh, bir tane alırız belki?" dedi ılık bir sesle.

"Alamayız!" diyen Yiğit'in sert sesiyle dönen genç kadın, onun sert bakışlarıyla karşılaştı. "Nedenmiş o?" diye sordu hafif meydan okuyan bir tavırla.

"Alerjisi var!"

"Ahh!" Böyle bir cevabı ummayan Alya, üzgün bakışlarını Gülşen'e çevirmişti.

Onun bu haline inanamayan Yiğit, "Odamıza çıkalım," diyerek ayağa kalktı. Karşısındaki kadını çözmeye uğraşmaktan yorulmuştu. Tam yaptıkları için mantıklı bir teori geliştirmeye başlıyordu ki hop bir şey söylüyor veya yapıyor, tüm varsayımları domino taşı misali yıkılıyordu.

"Odamız?" Genç kadın bunu tuhaf bir sesle sormuştu. Yalıya gelip yaşamayı düşünürken Yiğit'in ona ayrı bir oda hazırlatacağını düşünmüştü, nedense! Şimdi duyduklarıyla yanıldığını anlıyordu.

Kendisine şaşkın halde bakan genç kadına terslenerek, "Kusura bakma kraliçe hazretleri!" dedi adam ve elleri ceplerinde ekledi. "Annem bu kadar istekli bir gelinin kocasıyla aynı odada kalacağını düşünmüş doğal olarak, ben de bozmadım."

"Benim için fark etmez!" Bunu soğuk bir sesle söyleyen Alya kendisini toparlamış, ayağa kalkarken umursamadığını göstermek istermişçesine omuzlarını silkelemişti. Kalbindeki telaşı dışarı vermeyen tavrı için kendi kendisini tebrik ederken sakince, "Sana fazla gelmesin de çömez!" dedi ukala bir sesle.

"Allah'ım sen bana sabır ver!" diyen Yiğit, bir elini sıkıntıyla ensesine götürmüştü. Daha fazla tartışmak istemiyordu, bu saikle kardeşine dönüp, "Biz birazdan yemeğe ineriz Gülşen, sorarsa anneme söylersin. Sen de Zübeyde kalfanın yanına git istersen."

"Tamam Yiğit!" diyen kız, çipil gözlerini ikisi arasında ağzı açık bir halde gezdirmişti.

"Hanımlar önden..." diyen genç adam, eliyle salon kapısını işaret etmişti.

Yan yana salondan çıkıp eve girdiği anda dikkatini çeken, oymaları ve ahşap işçiliğiyle göz alan merdivenlere yöneldiler. Biraz geride kalıp Yiğit'i takip ederken aklında bin bir düşünce cirit atıyordu. Onları karşılayan genç hizmetliden başka kimseyi o ana kadar ortalıkta görmemesi, yalıda çalışan sayısının az olduğu kanaatini uyandırmıştı kızda. İkinci kattaki geniş sofada bir saniyeliğine durup kapalı oda kapılarına bakarken genç adamın sabırsız sesiyle irkildi.

"Burası annem ve Gülşen'e ait!" Ailenin iki kadın üyesine ait olan katın eski zaman geleneklerine has izleri içinde tuhaf bir hüzün doğurdu. Köşelerde duran bakır ve gümüş süs eşyaları, oturmak için yapılmış sediri andıran koltuk takımları...

"Haremlik selamlık usulü desene..." diye mırıldandı kız, düşüncelerinin dudaklarından taşmasına engel olamayarak.

"Efendim?" Genç adam anlamamış gibi kaşlarını çatmış, ondan birkaç metre ileride tırabzan başına dayanmış bir halde bekliyordu.

"Yani, bu kat kadınların ve üst kat erkeklerin..."

"Aslında dediğin gibi haremlik ve selamlık dedeler zamanında varmış. Fakat dedem, yani annemin babası zamanında yalıda bazı değişiklikler ve tadilatlar yapılarak modernize edilmiş." Bunu söylerken o aksi tavrını bırakmış, normale dönmüştü genç adam.

"Anlıyorum," dedi Alya. "Evin her köşesi tarih kokuyor."

Bu sözler üzerine Yiğit başını yukarı kaldırıp gözlerini kapadı, etrafı kokluyormuş gibi birkaç defa derin derin nefes alıp verdikten sonra gözlerini açtı, ona baktı. "Ve hatıralar..." dedi, ela gözlerinde gölgeler oynaşıyordu. "Aileme ait bu ev, sevdiklerimin hatıralarıyla dolu." Bunu söylerken karşısındaki kadının ince bedenini süzdü, güzel yüzündeki ifadeden ne düşündüğünü çıkarmak istese de bir sonuca varamadı. "Her neyse..." diyerek yaslandığı tırabzanı bırakarak arkasını döndü, çıkmak üzere merdivenlere yöneldi. "Senin sevdiklerin olduğunu sanmıyorum, ne dediğimi anlayamazsın!"

Son cümle bir yumruk gibi midesine oturdu kızın, sindirmeye çalışırken onun merdivenleri çıkan ayak seslerini dinledi başı öne eğik. Böyle düşünmesi normaldi aslında, tüm yaptıklarından sonra... Onun gözünde kalpsiz orospunun tekiydi, tıpkı babasının söylediği gibi! "Bırak öyle bilsin, önemli değil! O da ailesi de sürünerek gidecekler bu evden," diye mırıldandı kendi kendisine ve yürüdü.

*****

Birbirlerine arzu duydukları ölçüde acımasızlar mı bana mı öyle geliyor? Ve bundan sonra ortamın nasıl olacağını düşünemiyorum bile...

Gelecek bölümde görüşmek üzere,

Sevgiyle ve sağlıkla kalın dostlar,

Mira

Continue Reading

You'll Also Like

SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

561K 42.1K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
1.4M 108K 28
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
724K 42.6K 64
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
149K 10.6K 45
Gerçek Osmanlıyla bir alakası yoktur. iyi okumalar.