SORMA KALBİM

By mira_yelkenci

736K 59.9K 12.7K

Yetişkin okurlar için uygundur! İntikam için ne kadar ileri gidebilirsiniz? Nefretin ateşinde kendi ruhunuzu... More

PROLOG
(Bölüm 1)
(Bölüm 2)
(Bölüm 3)
(Bölüm 4)
(Bölüm 5)
(Bölüm 6)
(Bölüm 7)
(Bölüm 8)
(Bölüm 9)
(Bölüm 10)
(Bölüm 11)
(Bölüm 12)
(Bölüm 13)
(Bölüm 14)
(Bölüm 15)
(Bölüm 16)
(Bölüm 17)
(Bölüm 18)
(Bölüm 19)
(Bölüm 20)
(Bölüm 21)
(Bölüm 22)
(Bölüm 23)
(Bölüm 24)
(Bölüm 25)
(Bölüm 26)
(Bölüm 27)
(Bölüm 28)
(Bölüm 29)
(Bölüm 30)
(Bölüm 31)
(Bölüm 32)
(Bölüm 33)
(Bölüm 34)
(Bölüm 35)
(Bölüm 36)
(Bölüm 37)
(Bölüm 38)
(Bölüm 39)
(Bölüm 40)
(Bölüm 41)
(Bölüm 42)
(Bölüm 43)
(Bölüm 44)
(Bölüm 45)
(Bölüm 46)
(Bölüm 48)

(Bölüm 47)

3.5K 606 153
By mira_yelkenci


Selam canlarım, nasılsınız? Uzun bir ara oldu değil mi? Pandemi, sağlık, iş güç derken bir türlü normal rotamıza dönemedik. Merak edenleriniz için kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Son bir senedir sağlık sorunları yakamı bırakmadı, önce ağır bir ameliyat sonra Covid... Yoğun ve ağır bir işim var, üstüne aile ve çocuklar. Haftanın birkaç günü evdeyken diğerlerinde iş nedeniyle şehir/ülke dışındayım. Yazmak için yazma mottosuna sahip olmadığım için yeni bölümler aralıklı geliyor maslesef. Daha önce söylemiştim ama yinelemekte fayda var, önce Sorma Kalbim ve sonrasında Çirkin Sindirella bitecek. Sanırım yeni kurguları belirli bir aşamaya getirmeden yayınlamayacağım, zira okurda sabırsızlık ve öfke yaratıyor.
Sizi seviyorum güzel çiçeklerim, çok çok öpüyorum.

Mira

&&&

Akşamı zor etti, eve gittiğinde Yiğit yoktu. Her zamankinin aksine, o gün genç adamla hiç görüşmemişlerdi. Birkaç defa aramış, ancak ulaşamamıştı kocasına, telefonu kapalıydı. Cansu'nun yaptıkları sözlü düellodan sonra bu, fazlasıyla canını sıkmıştı.

Olan bitenden haberi olmayan Yiğit, evvelsi gece kararlaştırdığı gibi doktorun yolunu tutmuştu. Ve sonrasında da Emir ile buluşarak ne iş yapabileceği ile ilgili tanıdık birkaç kişiyle görüşmüştü. İşler istediği gibi gitmiyordu, keyifsizdi. Akşama yakın telefonunun şarjının bittiğini fark etmiş, pek üzerinde de durmamıştı. Ne Cansu'nun yaptığı ziyaretten ne de Alya'nın nasıl bir berbat bir ruh hali içinde olduğundan haberi vardı. Kafası geleceğin endişeleriyle dolu, başı öne eğik bir halde girdi eve. Alya'nın söylediği şeylere kendini tam olarak veremiyordu bile, zira aklı gün boyu yaşadığı tatsız şeylerle doluydu.

Genç kadın, akşam boyunca huzursuzdu. Cansu'nun pimini çekip attığı bombayı eline almış, ne yapacağını bilemez bir halde düşünüyordu. Yiğit'in keyifsiz hali, kendi iç dünyasına fazlasıyla daldığı için dikkatini bile çekmedi. Nihayetinde yatağa gittiklerinde güvenli bir limana sığınır gibi kocasının göğsüne sokuldu, o çok sevdiği kokusunu içine çekerken dayanamayarak sordu. "Beni seviyor musun aşkım?"

Beklemediği soru genç adamı şaşırtmakla birlikte tereddütsüz yanıt verdi. "Tabii ki!"

"Hayır, öyle değil!" diye itiraz etti kız anında, meramını anlatmak isteyen insanların telaşıyla.

"Nasıl?"

"Bana aşık mısın?"

Cevap sessizlikti. Alya, dayanamayarak hafifçe başını kaldırdı, karanlıkta onun gözlerini bulmaya çalışırken buruk bir sesle konuşmaya devam etti. "Seni zorlamak istemiyorum. Sadece... İnsan delice aşık olunca karşılık bekliyor sanırım."

Onun kırgın ses tonu Yiğit'i harekete geçirdi, ensesinden kavradığı kızı kendisine çekti; nefesleri birbirine karışırken, "O kadar çok şey yaşadık ki..." dedi boğuk bir sesle. "Belki tüm ömre yetecek kadar! Anlıyorum ki ben, sana kadar yaşamamışım, kadın denen varlığı tanımamışım. Sen, öyle farklısın ki... Cehennem ve cennet! Bunları aynı anda yaşatabilecek bir kadınsın ve seninle o kadar doluyum ki... Bu duygunun adını koy deseler sözlükte bulamam; sen aşk de, ben çılgınlık! Senin için delirdiğimden başka bir şey bilmiyorum."

Kocasının dudaklarından dökülenler hem korkutucu hem güzeldi. Tam bir aşk itirafı sayılmasa da muhteşemdi ama içindeki o şüpheyi gidermekten de uzaktı. Şeytan, kalbine fitne tohumlarını ekmişti bir kere ve elinde olmadan, biraz kıskançlıkla ve biraz da o gün yaşadıklarının etkisiyle konuştu. "Cansu..." Ancak, devam edemedi, zira Yiğit sinirli bir sesle onu durdurmuştu. "Geçmiş defterleri mi açacağız yine, yetmedi mi? Doğrusu hiç havamda değilim!"

"Ama..." diyen kızı kollarından uzaklaştırıp sırt üstü yatarken yorgun bir tavırla söylendi. "Eskileri açarsam sen zararlı çıkarsın karıcığım, ne dersin? Bence güzelce uyuyalım."

Onun gergin hali, Alya'nın susmasına yetmişti. Belli ki konuşmak için çok uygun bir an değildi, belki daha sonra tekrar konuyu açmak en iyisiydi. Son günlerde onun fazlasıyla stresli olduğunun farkındaydı. Her şey üst üste gelmişti ve bu olayı bir süre dinlenmeye bırakmak gerekiyordu.

"Peki sevgilim," dedi uysalca ve omzundan öpüp üzerlerine örtüyü çekti. Sevişmeden uyudukları, daha doğrusu yattıkları ender gecelerden birisiydi. Birbirlerinin nefeslerini dinlerken, ikisinin kafasında da farklı düşünceler ve endişeler koşturuyordu.

*****

"Taksi!"

Yoldan çevirdiği taksiye atlayıp kendisine dönen şoföre kararsızca baktıktan sonra, "Beylerbeyi'ne gideceğiz," dedi. Az evvel kendisine ait son varlığı, arabasını galeriye bırakarak çıkmıştı. Hayatı boyunca parayı dert etmemiş, zenginlik içinde yüzmüş bir insan için artık kuruşun bile hesabını yapmak fazlasıyla kötü bir durumdu. Tek başına olsa, bu pek de dert edeceği bir şey değilken, annesi ve kardeşinin alıştıkları düzenin bozulmaması, üstüne de çok zengin karısına istediği hayatı yaşatamayacak olması, ruhunu dişlileri arasında ezen bir cendere gibiydi. Arabanın satışından gelecek olan para bir süre daha onları idare ederdi, ya sonra? Sonrasını düşünmeye fırsat kalmadan telefonu çaldı, arayan numarayı görünce hafifçe kaşları çatıldı. Açtığı telefona, "Alo?" derken gözleri camdan dışarıda, geçtikleri yerlerdeydi.

"Yiğit Bey, merhaba! Siparişinizin hazır olduğunu bildirmek için aradık."

"Öyle mi?"

"Evet efendim, istediğiniz zaman teslim alabilirsiniz."

"Teşekkürler."

"İyi günler."

Kapanan telefonun ardından birkaç saniye kararsız kaldıktan sonra konuştu. "Beylerbeyi'ne değil, Nişantaşı'na gidiyoruz."

Ön taraftaki şişmanca şoför dikiz aynasından arkaya bir göz atıp, "Tamam beyefendi," derken en yakın sapaktan dönmek için sinyal verdi.

Genç adam, dalgın bir tavırla alnına dökülen saçları geriye atarken elindeki telefonda alışkın bir tavırla haber sitelerini açtı. Arayan, Alya için sipariş verdiği yüzüğü hazırlayan kuyumcuydu. Tahmin ettiği sürede teslim etmeleri güzeldi ve o an, yüzüğün parasını öncesinde ödemiş olmasına seviniyordu. Durumun farkına varınca yüzüne buruk bir tebessüm yayıldı. "Züğürt tesellisi..." diye mırıldandı alaycı bir sesle kendi kendisine. Yakında düşeceği hal, tam olarak buydu işte, züğürt! Aynı esnada telefon ekranında beliren bir kareye gözü takıldı, istemsizce duraksadı. Sıfıra vurulmuş saçları ve kavruk yüzündeki o çaresiz ifade... Nerede görmüştü bu adamı? Merakla fotoğrafın altındaki haberi okudu.

Topal Tahir adıyla da bilinen Tahir Baş, sabahın erken saatlerinde iş yerinde vurularak öldürüldü. Katil zanlısı Azim Yolcu, suçunu itiraf ederken cinayet sebebine ilişkin konuşmadı. Fail, dokuz yıl önce de Nadide Celepoğlu'nu Karaköy'deki iş yerinde...

Haberin devamını okurken dudakları hissettiklerini yansıtırcasına sıkılmıştı. Nadide Celepoğlu! Alya'nın annesi ve katili... Adamı nerede gördüğünü hatırlamıştı, Alya'nın Nişantaşı'ndaki ofisinde! Karısına sürpriz bir öğle ziyareti yapıp kaçamağa ikna ettiği o gün! Asansörden çıktığı an karşılaştığı o iki tuhaf tipten, zavallı haliyle dikkat çekeniydi bu. Hatta, Alya'ya sormuş ve genç kadın, iş yaptığı atölyeciler olduğunu söylemişti. Farkına vardığı gerçekle kaşları tekrar çatıldı, yüzü asıldı. Demek, yalan söylemişti kendisine! Birbirlerinden hiçbir şey saklamayacakları ve gerçekleri söyleyeceklerine dair yaptıkları tüm o konuşmalar... Evet, tüm o konuşmalar hikayeydi anlaşılan!

"Alya Celepoğlu!" diye tısladı dişlerinin arasından. "Uslanmayacaksın sen! Huylu huyundan vazgeçmez değil mi?"

Kafası delice bir hızla çalışırken haberde okuduğu Azim Yolcu'nun, Tahir Baş'ı öldürmesinin sebebinin Alya ile bağlantısını kurmaya çalışıyordu. Onun, bu cinayette azmettiren rolünde olup olmadığı... Bir anda neler düşündüğünü fark edip kendisinden nefret etti. Alya, asla böyle bir insan olamazdı. Bir başkasının hayatına kast edecek, şiddete başvuracak ve Tanrı rolünü oynayacak... "Hayır!" diye söylendi. "Her şey olabilir ama bir katil, asla!" Sevdiği, aşık olduğu kadın, böyle bir insan değildi, biliyordu.

Kuyumcuya uğrayıp yüzüğü teslim alırken keyifsizdi, zira aklı bir yapbozun parçaları gibi duran olayları birleştirmekle meşguldü. Nihayetinde, çabasının bir sonuca varmayacağını anlayarak pes etti. Ne olduğunu tek bir kişiden öğrenebilirdi, Alya'dan! Genç kadına gerçeği nasıl söyletebileceğine kafa yorarken telefonu çalınca keyifsizce elini cebine attı. Kuyumcudan henüz çıkmıştı ve nereye gideceğini bilemez bir haldeydi. Kimin aradığını görünce kaşları çatıldı, yüzü daha bir asıldı. Bugün her şey üst üste gelecekti anlaşılan! Gergin bir tavırla açtı telefonu. "Beni arama demiştim!" Sesi haddinden fazla sertti.

"Yiğit, lütfen! Konuşmamız lazım..." Arayan Cansu'ydu ve zamanlaması berbattı.

"Hayır!" Genç adamın sesi öyle yüksek çıkmıştı ki yanında yürüyüp geçenler hayretle suratına baktı. İnsanların şaşkınlığı Yiğit'in umurunda olmadı. "Seninle konuşacak hiçbir şeyimiz kalmadı, anlıyor musun? Dünyada kalan son kadın olsan bile aramızda herhangi bir şey olamaz!"

"Hep o kadın..." diye başlayan kıza daha fazla tahammül edemeyen adam, sinirle telefonu kapattı. Nereye gittiğine bakmadan yürüdü, yürüdü; nihayet durduğunda Beşiktaş yokuşuna geldiğini fark etti. Romantik hayallerle ertesi gün yapmayı düşündüğü organizasyonu o akşama almaya karar verdi. Öyle güzel bir ortam ve baş başa olacakları muhteşem bir yemekte karısının kendisine açılacağını umuyordu. Ve sonrasında özel olarak yaptırttığı yüzükle evlilik teklif edecekti, onun ne kadar şaşıracağını tahmin ediyordu. Biraz da olsa gerginliği azalmış bir halde Beylerbeyi yerine Kuzguncuk'a, eve gitmeye karar verdi.

Aynı sıralarda, Alya da kötü haberi duymuştu; Azim'in Topal Tahir denen yasadışı işlerle uğraşan bir adamı öldürdüğünü... Bektaş, medyaya düşmeden Alya'yı arayıp vermişti haberi. Böylece, annesinin cinayetinin arkasında kimin olduğunu da öğrenmişlerdi; Tahir Baş! Ancak, gerçeğin ortaya çıkması, genç kadını mutlu etmemişti. Zira o, suçlunun yargı önüne çıkmasını ve parmaklıklar ardında ömrünü çürütürken her gün işlediği günahları düşünmesini istiyordu. Bazen her şey düşündüğünüz gibi gelişmiyordu işte! O, Azim Yolcu'ya ailesinin başına gelenleri söyleyerek onun gerçeği itiraf edeceğini ummuştu. Ama öyle olmamıştı!

Nişantaşı'ndaki modaevinden çıkışta serbest kalan Azim, fitili ateşe verilmiş bir torpil gibi Dolapdere'ye koşturmuştu. Orası, dokuz yıldır haber alamadığı ailesini bıraktığı yerdi ve gelince, kirada oturdukları derme çatma gecekonduda başkalarının yaşadığını görerek ilk darbeyi almıştı. O kadının söylediklerinin tamamının gerçek olduğunu önsezileri haykırsa da inanmak istemiyordu. Ev sahibinden annesinin ve kız kardeşinin akıbetini öğrenmek istemiş, fakat duyduklarıyla bütün dünya başına yıkılmıştı.

"Zeynep senden sonra tamamen değişti," demişti ev sahibi Nazmiye teyze. "Ne kadar hırsızı uğursuzu varsa onlarla arkadaş oldu, annen de lafını geçiremedi. Yaşına başına bakmadan diklendi bize, sonra bir duyduk ki para karşılığı erkeklerle birlikte oluyormuş. Ben evimde öyle şeyler istemem oğlum, çıkın dedim!"

Azim, yaşlı kadının anlattıklarını donmuş gibi dinlemişti, gözleri akıtamadığı gözyaşlarının da etkisiyle kıpkırmızıydı. "Nereye gittiklerini biliyor musun, nerede olduklarını?"

"Yok evladım!" Yaşlı kadın bunu söyledikten sonra çekingen bir halde ona bakmış, dayanamayarak devam etmişti. "Anacığının öldüğünü duyduk epey sonra..."

"Kimden?"

"Valla, senin bir arkadaşın vardı, Salih midir nedir, o uğursuzdan duymuş bizim oğlanlar..."

"Salih!" Duyduğu isimle bir anda ayıkır gibi olmuştu Azim. "Burada mı hala, mahallede?"

"Ara sıra uğruyormuş..."

Kadını daha fazla dinlemeye tahammülü kalmamış bir halde gerisin geri dönüp basamakları çifter çifter atlayarak inmişti. O, hapisten çıkmak için gün, saat sayarken annesi perişan bir halde ölmüş, kız kardeşi de bir fahişe olmuştu, öyle mi? Ne için girmişti içeri ve şimdi ne yapacaktı? Elinde bir kuru canı kalmıştı, onu da kim alırsa alsındı! Salih'i bulması zor olmadı, öğrendiklerinin ve yaşadığı zincirleme şokların etkisiyle arkadaşına kafa göz daldı. Çelimsiz vücudundan beklenmeyecek yumrukları ardı ardına patlatırken ağlıyordu. Nihayetinde çevreden yetişenlerin araya girmesiyle ayrıldılar. Topal Tahir sözünü yerine getirmediği gibi kız kardeşini de sermaye yapmıştı. Öğrendiği son gerçekle gözü döndü, Salih'in evindeydiler. Kavga sonrası yaralarını yıkayıp sarmak için oraya gitmişlerdi. Arkadaşından zorla aldığı silahla evden fırlayıp çıkarken kararını vermişti. Salih'in, arkasından, "Seni yaşatmazlar Azim, manyaklaşma oğlum!" diye bağırmasına aldırmadı bile. Zira, yaşama gibi bir isteği yoktu artık. Sonrası, sonrası... Gazetelerde yazdığı gibiydi her şey, kendisini işlemediği bir suç için içeriye yollayan, Nadide Celepoğlu'nu öldüren Tahir Baş'ı, kendi mekanında vurmuştu. Öyle zor falan da olmamıştı, aksine tahmin ettiğinden daha kolaydı. Alya'nın öngördüğünü yapmamıştı; ne ona ne de emniyete gidip gerçeği itiraf etmişti. Kendi adaletini kendi sağlamıştı, temiz iş! Ömrünün sonuna kadar hapis yatsa da gam yemezdi artık, ailesini yerle bir eden adamı yok etmişti, içi rahattı.

Alya, aldığı haberle tedirgin bir şekilde ofisinde bir aşağı bir yukarı yürüyüp duruyordu. Attığı voltalar içinin huzursuzluğunu gidermekten çok ama çok uzaktı. Melis'in kapıyı tıklatıp içeri girmesiyle masanın üzerindeki telefonun çalışı eş zamanlı oldu. Asistanına, "Gel!" işareti yaparken telefona uzanıp açmıştı bile, arayan Yiğit'ti.

"Canım?" derken karşısındaki kızın gülümsemesine takıldı bakışları. Genç kadının kocasına aşık olduğunu çevresinde bilmeyen kalmamıştı.

"Aşkım," diyen adam hemen konuya girmişti. "Biraz erken gelsen bugün?" Onun derinden gelen sesi her zamanki etkiyi yaratmış, bütün bedeni sanki kocası yanındaymış gibi beklentiyle gerilirken yutkunmuştu. Sonra tekrar karşısındaki kıza takıldı gözü, toparlandı ister istemez. "Gelirim tabii de..." deyip kısa bir duraksamadan sonra sordu. "Kötü bir şey yok değil mi?"

Kızın içgüdülerinin kuvvetine bir kez daha şaşıran Yiğit, "Yok," dedi sadece ve sanki sıradan bir haber veriyormuş gibi ekledi. "Akşam karımla baş başa bir yemeğe gidelim demiştim."

"Ahh!" diyerek kalan Alya, sonra çabucak konuştu. "Toparlanıp çıkıyorum hemen!"

"Aferin güzel kız!" Bunu diyen adam telefonu kapatmıştı.

Elinde telefona düşünceli gözlerle bakan Alya, asistanının, "İstediğiniz son üç aylık raporlar efendim," demesiyle kendisine gelip konuşan kıza baktı. "Teşekkürler," derken yürüyüp masasına geçmiş ve eşyalarını toplamaya başlamıştı. "Ben çıkıyorum Melis," demişti başını kaldırmadan. "Bugünkü programı yarına ertele, önemli bir şey de yoktu sanırım?"

"Yok Alya hanım," diyen kız, yüzünde tebessümle onu izlerken bir yandan da aşkın nasıl güzel bir şey olduğunu düşünüyordu. Şu huysuz ve soğuk patronunu bile değiştirmişti ya, kendisine denk gelse neler olurdu...

***********************

Yeni bölüm bir an önce gelsin diyenler lütfen o minik yıldıza dokunsun ☺️

Continue Reading

You'll Also Like

Zeynep By Jutenya_

General Fiction

545K 38.6K 34
Güzeller güzeli Zeynep... İki adam ve bir kadın. Afran'ın mutlu olmak istediği tek masal prensesi Zeynep'ti. Zeynep'in masalında aşık olduğu prens...
2.9M 158K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
94K 714 39
Bengi ile Cem Can ile Nalan İki evli çift. Bengi ile Can iş arkadaşıdır, zamanla aralarında yakınlaşma başlar ama ikisi de evlidir. Hem aşklarını y...
149K 10.6K 45
Gerçek Osmanlıyla bir alakası yoktur. iyi okumalar.