"Sadece...10...Gün..."
"Dünya sandığın kadar büyük değil küçük kız..."
Gergince ellerimi ovuşturdum ve odanın içinde sağa sola zıplamaya başladım. Tamam, sakinim sakinim.
"İlk defa sevgilin oluyor. Bunu anlayabiliyorum ama sen 24 yaşındasın Mina. Velet gibi davranma." deyince Serhat elimin tersiyle, sinek kovar gibi, kışkışladım.
"Sen sus, bekar!" dediğimde tek kaşını kaldırarak baktım yüzüne. "Çok heyecanlıyım!" diyerek çığlık attım ve tekrardan aynanın karşısına geçtim.
Dün utançtan odamdan çıkamamıştım... Ah, aklıma geldikçe elim ayağım titriyor. Resmen, üstüne atladım adamın. Aç köpek gibi!
Olduğum yerde tekrardan zıplarken çalan kapıyla hızla Serhat'a döndüm.
"Heh, zıplaya zıplaya saçın darmadağın oldu. Git şimdi o tiple aç kapıyı." dediğinde telaşla ayna karşısına geçip saçlarımı düzelttim.
Üstümde gök mavisi, yazlık bir elbise vardı. Ayağıma ise topuklu bir sandalet giymiştim. Menajerim sağolsun, sıkı çalışıyordu.
"Hazır mısın?" diye bağıran Yiğit ile beyaz çantamı aldığım gibi uzun ipini omzuma takıp kapıya koştum. Kapıyı açtığımda onu ilk kez siyah , spor bir şort ve üzerinde ise beyaz bol bir gömlekle gördüm. Geniş omuzlarına, hafif yanık tenine bakıp gözlerimi kaçırdım. Allah'tan üstten sadece iki düğmesi açıktı, ciğerine kadar açık değildi düğmeleri...
Uzunca beni inceledikten sonra "hadi gidelim" demişti ki Serhat seke seke yanımıza geldi ve elindeki beyaz şapkayı ve spor siyah gözlüğü salladı.
"Sizi bilmem gençler ama dışarı ünlü birini görmeyi bekleyen çok insan var. Ölmüş bir ünlüyü görmeyi bekleyen de kalp hastaları... Bu yüzden gözlüğünü ve şapkanı çıkarmamaya çalış." dediğinde dönüp Yiğit'e baktım. O ise gergince dudaklarını yalayıp yüzünü başka bir tarafa çevirdi.
"Teşekkür ederim. " diyerek uzanıp kapı kolunu tuttum ve Yiğit'i kalçamla dışarı ittire ittire kapıyı kapattım.
Kapı önüne çıktığımızda iki asker dönüp bize baktı tabii ki.
"Merak etme, izin aldım." diyerek koridor boyunca yürümeye başladı. Peşi sıra onu takip ettim ben de. Çok heyecanlıydım,ilk kez randevuya çıkıyorduk.
Elim ayağım titriyordu ciddi ciddi. Yani Yiğit ile sürekli baş başa kalsak bile bunun o zamanlar bir ekstrası yoktu. Ama şimdi...
Asansöre bindiğimizde hiç konuşmadan durdu. O böyle soğuk olduğu için ben de öyle duruyordum. Hayır, yanlış bir şey de yapmamıştım ki.
Sessizce dışarı çıktık. Ön kapıdan geçtik ve büyük bir demir kapının yanındaki küçük bir geçitten yürüdük. En son dışarı çıktığımız zaman siyah, güzel bir araca doğru ilerlemeye başlamıştık. Şu anlık etrafta kimse olmadığından gözlüğümü şapkanın üzerine taktım.
Arabanın anahtarlarını şortunun cebinden çıkarıp kilitlerini açtığında derince nefes verdim. Eliyle kapıyı gösterdi. Uzanıp kapıyı açtım ve içeri bindim. Koltuğa oturduktan birkaç saniye sonra kapıyı kapatmak için uzandığımda beni durdurmuş ve eğilip başını kapıdan içeri sokmuştu.
"Şuradaki şişeyi görüyor musun?" dedi gözleriyle vites kolunun olduğu kısmı işaret ederken. Kaşlarımı havaya kaldırdım.
"Nerede?" diyerek eğildim ve iki koltuğun arasına baktım. "Burada şişe göremedim ki ben?" dedim kendi kendime. O istedi diye bulmak için can atan bir yanım vardı ve inatla arıyordu. Ancak göremeyince sesli bir nefes verip geri döndüm. "Yo..."
Dudaklarımın üzerine kapanan dudakları ile neye uğradığımı şaşırdım resmen. Gözlerimi kırpıştırırken dudaklarını iyice bastırdı dudaklarıma ve sonrasında geri çekilip gözlerime baktı.
"Bir dahakine iyice bak. Ben orada mıyım, diye. " dedi uyarırcasına. "Eğer sana elimi uzatıyorsam, tut. İster kırk yıllık arkadaşımın önünde, ister kırk kişinin önünde. Sen yanımdaysan arkamda ya da önümde kimin durduğunun hiçbir önemi yok."
Gözlerinde gördüğüm şey şefkatti, aşktı... Sahip olunabilecek güzel olan her şeydi. Oydu.
"Tamam mı?" dedi bir elinde anahtarı tutup kapının tavanına elini dayarken. Boştaki elini çıkarıp baş parmağını dudağımın çevresine sürttü. Sanırım az önce , ona güzel görünmek için, sürdüğüm rujumu dağıtmıştı.
Ellerim titrerken dudaklarına baktım.
"Tamam. " demiş dudaklarına bulaşmış olan ruju baş parmağımla silmiştim.
Gülerek geri çekildi ve sonrasında özenle emniyet kemerimi bağlayıp yanağımdan makas aldı. Bu hareketi yüzümü buruşturmama sebep olsa da hemen sonrasında gülmemi de sağlamıştı. Arabanın önünden dolanıp şoför koltuğuna oturdu.
Anahtarı takıp bana kısa bir bakış attı.
"Nereye gitmek istersiniz Mina Hanım?" dediğinde heyecanla ellerimi çırpıp burnumu kırıştırdım.
"Senden birkaç tane olan her yere!" dediğimde kaşlarını çatmış, arabayı otoparktan çıkarmıştı.
"Bir tanesi yetmiyor mu?" dedi yarım ağız gülerek.
"Her şeyin fazlası zarar, derler." diyerek sarhoş gibi nefes alıp verdim. "Sanırım senin fazlan da kalbe zarar. " dediğimde ilk defa şen bir kahkaha attı. Onun kahkahası kulaklarımda çınlarken gülerek yüzüne baktım.
"Sinemaya gitmek ister misin?" dedi düşünceli bir şekilde. Sanırım onun da pek bir deneyimi yoktu.
"Olur, neden olmasın? " dedikten sonra terlemiş avuç içlerimi baldırıma sürttüm..
Virajı döndüğümüz sıra arabanın önüne çıkan siyah köpek ile telaşla ellerimi kaldırdım.
"Dikkat et! Köpek v-!" demeye kalmadan Yiğit köpeğe çarpmış ama köpek siyah bir duman olup etrafa yayılmıştı.
"Ne anlamadım?" dedi Yiğit de kaşlarını çatarak.
Alt dudağımı yalayıp sinirle güldüm. Nefeslerim korktuğumdan dolayı düzensizleşmişti.
"Yok, yok bir şey. Yanlış görmüşüm. " dedim gergince. Vites topuzundaki elini kaldırdı ve uzanıp yumruk yaptığım elimi tuttu. Elimi vites topuzuna koyduktan sonra kendi elini elimin üstüne koydu.
"Yine o arkadaş mı?" dedi büyük bir ciddiyet ile.
Gözlerimi kahverengi gözlerine çevirdiğimde gülümseyerek gözlerime baktı.
"Beni, kendini, bizi kandırma..." dediğinde hafifçe gülümsedim.
"Evet, benimle dalga geçiyor arada. " dedim gergince.
"Ben yanındayım. Bir şeyler görürsen bana söyle. "
"Hadi söyle..."
Dilimi ısırdım.
"Tamam." dedim Yiğit'e ve tedirgin gözlerimi başka bir tarafa çevirdim.
"Beni görüyorsun, hadi söyle..."
Dikiz aynasına kısa bir bakış attığımda arka koltuğa uzanmış, pişkin bir ifadeyle bizi izleyen şeytana baktım.
"Şarkı söyleyebilir miyim?" dedim üstümdeki gerginliği atmak için.
"İstersen radyoyu da açabilirsin." dediğinde gülümseyerek elimi kaldırmak istedim ama elimi sımsıkı tuttu. "Diğer elinle aç."
Kalbim ağzıma doğru tırmanırken dikiz aynasından şeytana baktım. Kızıl gözlerini devirdi ve parmağını şıklattı. Şıklattığı elinde bir törpü belirdi ve törpüyü tehditkâr bir şekilde çevirip tırnaklarını sivriltmeye başladı.
İç çekip boştaki elimle radyoyu açtım. Arabanın içini dolduran şarkı vesilesiyle sesli bir nefes verip yolu izlemeye çalıştım.
Nasıl bu kadar gamsız olabiliyordu?
Hayır yani, şu an randevudaydım. Özel anımdı bu benim. Sinirle dişlerimin üzerinde gezdirdim dilimi. Yiğit sanki gerginliğimi anlamış gibi, elimin üstündeki elinin baş parmağıyla, elimi okşamaya başladı.
Gülümseyerek gözlerine baktım. Aşık olmayıp da ne yapacağım...
.
.
.
Gözlerimi kısarak ekrana baktığımda kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Kız süper güçleri olan ama dünya tarafından kötü gösterilip dışlanmış bir çocuğa aşık olmuştu.
Elimi mısır kovasına attığımda kız koşarak çocuğun üstüne atlamış ve sıkıca sarılmıştı. Birden yağmur yağmaya başladı. Çocuk uzanıp kızın dudaklarına dudaklarını kapattığında yanımdan bir homurtu geldi.
"Can sıkıcı..."
Gözlerimi devirerek ağzıma birkaç tane patlamış mısır attım ve sonrasında dayanamayıp yanımda baygın baygın oturan şeytana baktım.
"Git o zaman." dediğimde kızıl gözlerini gözlerime çevirip tekrar ekrana baktı.
Bir la havle çektiğim sıra önde oturan çiftin öpüştüğünü görerek gözlerimi kaçırdım. Oturduğum yerden biraz aşağı kayıp görüşümü kapatmaya çalıştığımda Yiğit elini koluma koydu.
"Ne oldu?" diye fısıldadı merakla.
Omuzlarımı silktim.
"Hiç hiç..." dedim geçiştirircesine. Uzanıp elimi tuttu ve gülümsedi. Uzunca gözlerine bakıp iç çektim.
"Daha da sıkıcı..."
Sinema salonundan çıktıktan sonra karşı taraftaki oyun salonunu görünce heyecanla Yiğit'in elini tutup çekiştirdim.
"Yarışalım mı?" dediğimde tek kaşını kaldırarak bana baktı.
"Kaybedeceğini bildiğin hâlde mi?"
Siyah güneş gözlüğümü düzeltirken şaşkınca yüzüne baktım.
"İnsan kibarlık eder ve bilerek yenilir..." dedim somurtarak. Zaten kapalı alanda hem şapka hem gözlük taktığım için millet bana garip garip bakıyordu.
Elini bırakıp oyuncaklara doğru birkaç adım attım, o ise hızlıca yanıma geldi, sıkıca tuttu elimi.
"Elimi bir daha bırakma."
Kalbimi bırakabilir miyim?
Seninle çok iyi anlaşır.
Boks makinesinin önüne geldiğimizde sesli bir nefes verdim. Bir iki erkek yumruk atıp garip sesler çıkarmışlardı. Kendi aralarında eğlendikleri sıra biz bir yandakine geçtik.
"Allah aşkına işaret parmağınla vursan bile beni geçersin." dediğimde gülerek gözlerime baktı.
"Doğru, sonuçta bizim vuruşlar öldürüyor." dediğinde alt dudağım üst dudağımdan bir hayli uzaklaştı.
"999 yapabilir misin?" dedim ve eğilip yandaki grubun skoruna baktım. 874 yapmıştı çocuk. "Vay rekor kırmış..."diye mırıldandınırken Yiğit gömleğinin kollarını kıvırdı ve hafif yan döndü.
"Sana çikolatalı süt alacağım yandaki çocuğun skorunu geçersen." dediğim sıra yumruğu makineye öyle bir koydu ki çıkan gürültü yüzüne herkes dönüp bize baktı.
Gözlerimi kırpıştırarak ellerimi yukarı kaldırdım. Hızla yükselen sayılardan sonra ekranda 999 yazısını görmemek garip olurdu.
"Oha Yiğit. Bir yumrukla on kişiyi devirebilirsin!" diyerek makinenin önüne geldim ve dikkatle baktım. İşaret parmağımı ekrana dayayıp rakamların saydım. Vallahi üç tane dokuz vardı.
"Adama bak. Çok iyi vurdu."
Arkamdan gelen düşman fısıltısı ile kulaklarım dikkat kesildi.
"Bu fizikle tabii vurur. Kollarındaki kasa bak."
Elimi eteğime sürtüp ensemi kaşıdım. Mavi saçlarımı gelişi güzel düzeltirken dönüp Yiğit'e yaklaştım. Kol kası mı ? Ellerimi koluna koyduğumda başını eğip bana baktı.
"Bana da öğretir misin?" iki üç kez yalandan öksürdüm. "Canım..." dedim hafif yüksek, zoraki bir ses ile.
Yiğit şaşkınca kaşlarını havaya kaldırdığında göz ucuyla yandaki kızlara baktım. Elimi kolundaki kaslara sürterken gizlice alt dudağımı ısırmadan edemiyordum.
"Canım?" dedi sorar gibi. Sinirle güldüm.
"Canım değil misin?" dediğimde ellerini belime koyup gülerek yüzüme eğildi.
"Canımsın tabii..."
Kızlar aklımdan uçup giderken kızaran yanaklarım nedeniyle zar zor yutkundum. Belimdeki elleri beni ters yöne çevirdi ve sonrasında kollarını belime sardı.
"Yumruklarını sıkıca tut." diye fısıldadı kulağıma. İçten içe yanaklarımı ısırırken nefesimi tuttum. Sakinim, sakinim... Altı üstü arkamdan sarıldı. Peh...
Ellerimi sıkıca yumruk yapıp kaldırdım.
"Bir ayağını hafifçe geri at. Omuzlarını dik tut..." Kulağımın etrafında gezinen ılık nefesi ile dizlerimin bağı çözülecek gibi oldu. Belimi bırakıp geri çekildiğinde gözlerimi kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştım. "Vur bakalım."
Lafı ile gelişi güzel sünger şeye vurdum ancak elim boşa gitti ve ekranda 001 çıktı...
Etraftakiler skorumu görünce kahkaha atmışlardı.
"Kızı gördün mü? Ya benim böyle sevgilim olacak var ya..." dedi biri. Alt dudağımı ısırdım ama yandaki erkekler makinenin önüne üşüştü.
"Vay canına, yeni bir rekor kırdın!" dedi biri eğilip skora bakarken. " Hiç 1 görmemiştim." diyerek güldüğünde yanındaki arkadaşı da omzuna vurdu.
"Çok tatlısınız bu arada." dedi kaçamak bir bakışla.
Gözlüğümü geriye ittirip yüzüne baktım. Yüzümün yarısı kapalı, nasıl tatlıyım?
Birinin kolu sıkıca belime sarıldığında derince nefes aldım. Yiğit beni birkaç adım geri çekip önümüzdekilere baktı.
"Evet, canım çok tatlıdır." dediğinde gülerek başımı kenara çektim ve Yiğit'in yakışıklı yüzüne baktım.
Kolumu Yiğit'in beline sardım ve döndürüp oradan uzaklaşmaya çalıştım.
"Beni kıskandın değil mi?" dedim pişkin pişkin. Kafamdaki şapkayı düzeltirken yan bir gülüş attı.
"Sanki sen kıskanmamışsın gibi konuştun." dedi.
Hemen inkâr ettim.
"Kıskanmadım tabii ki!" dediğimde boştaki kolunu çıkarttı ve kaslarını sıktı.
"Doğru, sen de her fırsatta kaslarımı okşarsın." diyerek az önce kızlara nispet olsun diye okşadığım kaslarını gösterdi.
"Sen de beni hep tatlı bulursun zaten."
İkimiz de bir müddet sessiz kaldıktan sonra en son dayanamayıp gülüşmüştük.
Yiğit sıkıca elimi tuttuğunda gözlerinin içine içine baktım. Allah'ım keşke bugün hiç bitmese mesela, hep başa sarsak ve defalarca bugünü yaşasak.
"Yarın Fatih saati çıkaracak. Ekipmanları bugün getirdi askerler." dediğinde gözlerim kolumdaki saate kaydı. Aslında, ne olursa olsun, Mimi ile aramızda bir bağ oluşmuştu ve onu kaybetmeyi hiç ama hiç istemiyordum. "Saat çıktıktan sonra ise..." dedi gergince.
Neden gerildiğini anlamadığım için gözlerine baktım merakla. Hiçbir şeyi gözlerinde saklayamıyordu çünkü.
"Sonra?" dedim konuşmaya teşvik ederek.
"Bir-iki ay tatilim var. İstersen benimle kalabilirsin."
İçten içe dudağımı ısırdım.
"Seninle?" dedim teyit edercesine. "Senin evinde?" başını sallayıp gözlerini etrafta gezdirdi.
"Evet, büyük bir evim var. Sen de küçük bir kızsın, bence sığabiliriz." Derince nefes alıp verdim.
"Olur." dedim bir anda.
Çılgın kararıma şaşırmıştı sanırım. İnanamaz gibi gözlerime baktı.
"Kabul mu yani?" dediğinde gülerek başımı salladım.
"Kabul."
Sonrasında Yiğit yemek için bize hamburger menü alırken sırtımı ona döndüm ve elimi kaldırıp baktım.
Serçe parmağımdaki son on kırmızı gül ve diğer parmaklarımı kaplayan onlarca siyah güle...