"Sadece...27...Gün..."
"Hata yapmadım, hata yapmama sebep oldular."
Elimi enseme attığım sıra Mimi tekrar konuştu.
"Tanı: Şizofreni başlangıcı."
Sinirden gülmeye başladım resmen. Elim ayağım titredi. Şeytan ise kirli ellerini çoktan araba camına dayamış kızıl gözleriyle gözlerime bakıyordu.
"Nereye bakıyorsun?" diyen Yiğit ile gözlerimi ondan çekip Yiğit'e baktım.
"Hiç..." dedim başımı iki yana sallayıp. "Hiçbir yere."
Yiğit gergince gözlerime bakıyordu. Biraz sinirli, biraz endişeli...çokça karmaşıktı sanki. Tıpkı benim gibi.
"Ölecek misin?" dedi bir anda.
Kaşlarımı çattığım sıra cama tıklatan şeytan ile gözlerimi kapattım.
" Tamam sana üstü kapalı açıklayacağım." dediğim an arabanın yan tarafına düşen yıldırım ile oturduğum yerden iki metre havaya fırladım.
"Bu seni son uyarışım küçük kız..."
Elimi korkudan çırpınıp duran kalbime götürdüm.
"Neyi açıklayacaksın Mina?" dedi Yiğit sinirle. Her şey o kadar üst üste gelmişti ki saçlarımı yolacakmış gibi hissediyordum.
Herkes bir açıklama bekliyor gibiydi. Herkesin bir derdi var gibiydi ama benim de bir derdim vardı. Ve belki de kıyaslanınca çok daha iç karartıcıydı.
"Yeter!" diye çığlık attım en son. Şizofreni mi? Belki de. Belki de şizofreniyimdir ve bu yaşananların hepsi aptal bir beyin oyunudur?
Ellerini omuzlarıma koymaya çalıştığında öfkeyle ittirdim.
"Neden olgun olmak zorunda olan ben oluyorum?" dedim öfkeyle. "Neden bunların hepsine susup boyun eğmek zorundayım!?" Diye çığlık attığımda şeytan bile birkaç adım geri çekilmiş, arabadan iyice uzaklaşmış. "Korkuyor muyum sanıyorsun?" kapıya yöneldiğimde kapı kendiliğinden açılmıştı.
Sanırım Mimi yediği boku telafi etme çabasındaydı.
"Sence artık ölmekten korkuyor muyum?" diye avazım çıktığı kadar, boğazım yırtılırcasına bağırdım. "Kendi kafama sıkıp kurtulasım var haberin yok!"
Arkamdan gelen adım sesleri, gözlerimin önünde şeytanın gözleri. Sonunda olması gereken olmuştu. Sonunda vermem gereken tepkiyi vermiştim.
"Mina..." diyen Yiğit'i elimi kaldırıp durdurdum. Titriyordum. Ellerim titriyordu, fikirlerim titriyordu. Zelzele gibi...sarsılıyordu bedenim.
"Dur Yiğit." dedim nefesimi vererek. "Sadece dur. Gör, dinle. Anlamaya çalış." diyerek şeytana döndüm.
"Adil oynamıyorsun..." dedi kızıl gözlerini gözlerimde gezdirirken.
"Sen başından beri adil değildin." dedim üzerine bir adım atarken. "Küçük bir kız çocuğuyla uğraştın. Ona ölmekten bahsettin, aklını karıştırdın, hayatıyla oynadın..." dediğimde kızıl gözleri daha da harlandı.
"Mina?" diyen Yiğit ile sabırsızlıktan deli dönen ben ellerimi iki yana açıp bağırdı.
"Bekle! Dur!" dedim gözlerine bakarken. "Biraz da sen bekle, sen delir. Ben yeterince delirdim." dediğimde kahverengi gözleri uzunca gözlerimde gezindi. Onu bulmak için, kendi hayatımdan vazgeçmiştim. Mutluluğum bu kadar kısa olmamalıydı.
"Ona anlatırsan öleceksin." dediğinde ruhsuz bakışlarımı tekrardan şeytana çevirdim. Dalga geçer gibi, rüzgar arada bir esiyor, yokluyordu beni. Hâlâ aklım başımda mı, diye.
"Ben her gün ölüyorum. İnsan iki kez ölebilir mi? Zaten şunun şurasında ne kadar zamanın kaldı ki? 3 hafta?" dediğimde Yiğit birkaç adım atıp yanıma geldi.
"Ne saçmalıyorsun Mina?" dedi en son dayanamayıp. "Kiminle konuşuyorsun?"
Terleyen avuçlarımı baldırlarıma sürttüm. Hızla atan kalbime hızlı nefeslerim eşlik ediyordu.
Şeytan ile göz göze geldik. Tek kaşını kaldırdı alay eder gibi. 'söyle hadi' diyordu sanki. 'söyleyebileceksen söyle'.
Güldüm. Kaşlarını çattı. Daha da güldüm.
"Cin ile." dediğimde yüzündeki o garip ifade, işte bu görülmeye değerdi.
"Cin?"
"Cin?"
İkisinin aynı tepkiyi vermesi hoşuma gitti. Nasıl olsa yememiş miydim 'deli' damgasını? O zaman hakkını vermek gerekmez miydi? Ellerimi ovuşturdum, tek kaşımı kaldırarak baktım yüzlerine evet.
"Evet." dedim üstüne basa basa. "Bir Cin. Göz perdem yok beni. Şerefsizleri de görebiliyorum." dediğim Şeytan sinirle önüme geldi. Etrafa yayılan siyah dumana bakarken başımı daha da dik tuttum.
"Yanlış işler peşindesin..." dedi uyarırcasına. Kaşlarımı alayla havaya kaldırdım.
"Neyin yanlışı? Kuralları başa saralım mı? Ben sözleşmemizdeki hiçbir maddeyi atlamadım Cin bey..." dediğimde yumruk yaptığı siyah ellerine baktım. Neyden korkabilirim ki? Zaten öleceğim. Önünde sonunda boylayacağım o çukuru.
"Hiçbir şey anlamıyorum Mina." diyen Yiğit elinin tersiyle alnını ovuşturdu. Yorgun gözüküyordu. Ona bakarken unutuyordum her şeyi. Gelmişi, geçmişi, geleceği...
"Sadece sürekli etrafımda dolanan biri var Yiğit. Ve bana 27 gün sonra öleceğimi söylüyor." dedikten sonra siyah güllerle dolu tırnaklarımı gösterdim. Kaşlarını çatarak gözlerime baktı. Delirdiğimi düşünüyordu. "Bu güller tamamıyla siyah olduğunda öleceğim Yiğit." dediğimde bir şimşek daha çaktı. Sinirle elimi saçıma attım. "Şunu yapmaktan vazgeç!" diye dönüp şeytana bağırdığımda bir şimşek daha çaktı.
"Sınırları aşıyorsun..." diyerek üzerime yürüdüğünde ayaklarım sanki daha sağlam bastı yere. Ellerimi yumruk yapıp gözlerinin içine içine baktım. Giderek kararıyordu etraf ama umurumda değildi, çünkü zaten her yer kapkaranlıktı.
"Neyin sınırı? Nerede bu sınır?" dedim ayaklarıma bakarak. Ellerimle etrafı gösterdim. "Madem bir sınır var, senin sınırların nerede?" sinirden dolan gözlerimden akmasın diye göz yaşlarım boğazımı düğümledim. "Sen nasıl bu kadar sınırsızsın? Senin neyin fazla benden? İnsan olduğum için mi? Duygularım olduğu için mi bu kadar inciniyorum? " sol gözümden usulca süzülüp intihar eden bir damla gözyaşım ile titredi çenem. "Hayatımda annemden babamdan sonra ilk kez birini sevdim ve sen beni onun önünde deli konumuna düşürdün! Öleceğimi söyledin, kandırdın, acı çektirdin, delirttin! Senin lanet sınırların nerede? Nerede?"
Avazım çıktığı kadar bağırırken kolumu tutan bir el sinile kolumu sallayıp kendimi geri çekmeme sebep oldu.
"Bunun karşılığı ne? Bu işin sonunda benim menfaatim ne? Anlatsana bana? Ne kazanacağım? Zaten bir gün ölecektim, zaten yaşayacağım kadar yaşayacaktım. " artık bulutlardan yağan şey yağmur değildi. Siyah siyah, zifir gibi, iğrenç bir şeydi sanki. Giderek kararttı dünyamı.
"Mina, kendine gel." diyen Yiğit'e dönüp baktım. Endişeliydi. Tıpkı benim gibi. Gözlerinin kahvesinde dolandım biraz. Elimin tersiyle gözyaşımı silip gülümsedim.
"Bir şey yok canım." diyerek yanına birkaç adım attığımda geriye giden adımlarına takıldı gözlerim. Kendi adımlarım duraksadı. Kaşlarım çatıldı.
Gözlerine baktım. Huzursuzca baktı o da gözlerime.
"Bir şey var Mina. Beni iyi olduğuna inandırma." dediğinde tekrardan düğümlendi boğazım. Alt dudağımı içten ısırırken dolan gözleriyle baktı. "Kendini kandırma." dedi fısıltı gibi. "Şimdi şimdi fark ediyorum. Neden böylesin, neden bu kadar pervasızsın, neden bu kadar delisin..." birkaç adım geri gittiğim sıra gözlerinden akan bir damla yaş topraklarıma düştü.
Bir damla göz yaşıyla sel oldu vatanımda. Çokça kayıp vermiş bulundum.
"Kendini kandırdın. Beni kandırdın Mina. Çocukça davrandın, ne kadar ağladıysan o kadar güldün. Ne kadar acıttıysa o kadar şarkı söyledin. Şimdi söylediğin şarkılar neşeli gelmiyor gözüme, gülüşlerinde görüyorum gözyaşlarını. Bir şey yok dediğin her şeyde artık sen varsın..." gözlerimden ardı ardına düşen gözyaşlarımı sinirle sildim.
"Ağlamak istemiyorum." diyerek titreyen sesimle inat ettim. "Anneme kavuşacağım, babama sarılacağım...ağlamamalıyım." dediğimde hızla koşmuş, kollarımı tuttuğu gibi kendisine çekmişti. Titreyen, inkar eden zihnim onun sarılışı ile darmaduman olmuştu sanki.
Saçlarımın arasına daldırdığı eli başımı göğsüne yasladığında dağıldı karanlık. Güneş de doğmadı ama sanki yıldızlardan meşaleler oturdu gökyüzüme. Tatlı bir aydınlık baş gösterdiğinde yağmur yağmaya başladı.
"İsterse yıllarımız olsun, ister saatlerimiz..." diyerek fısıldadı kulağıma. "...Seni hep bu kadar çok sevecektim, seveceğim de güzel kadın."