Herobrine'ın gözünden
Duyduğum o kükreme sesinden ve parlak yansımadan sonra, Casper'a kızmayı aklımın bir köşesine yazdım.
Karanlığın ardından çıkan bir siluet şekillendi. Bir soberman köpeğini andıran, Faka ından kat ve kat büyük, sivri dişli, tüylü be bir o kadar da gürültücüydü. Öyle ki bir hırlamasında, tavandan düşen taşlardan kaçacak yer aramıştım.
Koşarken durdum. Elimi, arkaya doğru savurdum ayağımı yere vururken. Hilal biçimindeki, alevden oluşan bir şekil, su dalgası gibi yayılırken karanlık mağarayı aydınlattı. Köpeğin yüzü, sesi kadar da çirkindi. Ağazından salyalar akarken, sivri dişlerinin ucu dudağına değiyordu. Gözleri kan kırmızısıydı. Öfkeyle kısmış, önündeki yükselmiş alevleri nasıl atlatacağını kestirmeye çalışıyor gibiydi.
"Vay be!"
Casper ise tam yanımdaydı. Elindeki altın sarısı eşyayı inceleme fırsatını, o zaman buldum.
Daire biçimindeydi. Ortasında, göz kamaştıran yeşil renkli bir zümrüt vardı. Zümrütün kenarlarını ise dalgalı çizgiler süslüyordu. Dairenin kenarlarında yazı olduğunu düşümdüğüm, ama anlayamadığım bir dilde olan bazı şekiller mevcuttu.
Elimi Casper'a uzattığımda ne demek istediğimi anladı. Nesneyi bana verdiğinde, parmaklarımı yazıların üstünde gezdirdiğim ve ne kadar tozlu olduğunu gördüm. Tozu parmağımın ucuna bulaşırken, altın sarısı rengi daha güçlü bir ışıkla parladı.
Parlayan yerde bir isim, kelime takıldı gözüme...
Aeolus.
Bu kelimenin ne olduğundan emin değildim. Ama Casper'a çok tanıdık gekmiş olmalıydı ki, şaşkınlıkla büyüyen gözlerini kelimeden ayıramıyordu.
Göz ucuyla dudaklarını da oynattığını gördüm. Fakat o sırada, alevlerin üstünden atlamaya cesaret etmeye çalışan canavar ile meşgul olduğumdan, bu konu üstünde fazla duramadım. Hâlâ bize zarar verebilecek mesafedeydi.
Kaçsak ne kadar devam edecekti bu? Yirmi dakika? Bir saat? Hayır. Hazır kendimi iyi hissediyorken, sorunu kökten çözmeliyim.
Canavar bana doğru atlarken, ön patilerini ileri uzattığı anda, kapkara ve bir mızraktan da sivri pençelerininden son anda kaçtım. Kaçarken gözlerim istemsizce Casper'ı aradı. Ama ortalıkta yoktu.
İstediğine kavuşamayıp, beni pençelerinin arasında bulamayınca şaşırarak gözleri büyüdü. Fakat bu kısa sürdü. Saniyeler içinde toparlanmış, bana doğru yeniden atağa geçmişti. Parmaklarım hemen kılıcımım kapzasına sarıldı. Saldırısına çevik, bir o kadar da dikkatli hareketlerimle karşılık verdim. Öne attığın pençelerine, uzun ve derin aralar açtım. Ne zaman siyah kürkünden kan akmaya başlasa, acı dolu hırlamaları daha da yükseldi. yer altını daha da sarstı. Bir yandan kalan diğer elimle dengemi korurken, parlak nesneyi sıkı sıkı kavradım.
Sivri, siyah dişlerini göstererek ve ağazından salyalar akıtarak saldırılarına devam etmeyi ihmal etmedi. Hırlama seslerini daha da yükselttiği zaman, bulunduğum yeri, depremi aratmayacak bir şekilde sallandı. Toz zerrecikleri üstüme döküldü. Tavanda çatlaklar meydana geldi. İçimden bir ses, mağaranın bir hırlamaya ya da havlamaya daha dayanamayacağını söylüyordu.
"Al! Bunu kullan!"
Casper, bana kalın bir ağaç odunu uzanırken, ilk defa işe yaradığına hak verdim. O küçük bedeniyle, böylesine ağır, kalın bir odunu nasıl taşıdığını aklım almadı. Uzattığı gibi, çöktüğünde altında kalmak üzere olduğum duvarı sabitledim. İşe yaramıştı. Tavan artık çökecek gibi görünmüyordu. Ama ufak çatlaklar için artık çok geçti. Hâlâ çökme tehlikesinin içindeydim.
Canavar, gözlerine kaçan tozdan rahatsız olunca tavanı sabitlediğim odunun yanına geldi ve hayatının hatasını yapmış oldu.
"Koş!"
Dediğim son söz bu oldu. Casper'ın koşusunu gördüğümde takip ettim. Kılıcımı yana açtım. Odunu kestim. Ve odunun kesilmesiyle duvar kendini yere bıraktı. Canavar ile aramıza girdi.
Eklerimi dizlerime koymuş soluklanmaya başladım. Kalbim hız sınırını aşarak yerinden çıkacak kadar hızlı atıyordu. Alnımda minik minik ter damlacıkları oluştu. Elimin tersiyle ç ter damlacıkları ni sişerken etrafın ne kadar karanlık olduğunu farkettim. Çöken ducar aynı zamanda canavarın yakınında oluşturduğum ateşide kesmişti.
Elim alev aldı. Etrafı daha da net görmemi sağladı. Casper tam yanımda durmuş, ifadesiz bir şekilde hâlâ elimde olan yuvarlak nesneye bakıyordu.
"Aeolus."
Dedi.
"Öldükten sonra geçmişim hakkımdaki anıların hepsi bulanıklaştı. Neler olduğunu hatırlayamıyorum ama..
Balışlarını bana çevirdi.
"Bu ismi hatırlıyorum... Aeolus... O benim babam... Ve bu nesne senin kızını, Herabrienna'yı bulmana yardım edebilir Herobrine. Daha da iyisi, kesin buldurur..."
YOU ARE READING
Herobrine'ın Kızı Herabrienna-Minecraft'ın Küçük Efsanesi
FanfictionHerobrine'ın kızı olduğumu öğrendiğimde, hayatımın tüm sıradanlığını yitireceğinden haberim yoktu... Ama bilmediğim bir şey daha vardı ki, o da asıl maceranın o zaman başladığı... Her şey, ben daha dokuz yaşındayken oldu. Babamla karşılaşmam ve ba...