BÖLÜM ELLİ SEKİZ ~ Nether'dan Çıkamamak

204 25 29
                                    

Herabrienna'nın gözünden

"Hadi gidelim artık. Notch'un sürekli nöbet tutacak hali yok ya sonuçta? "

Son dediklerinin bana komik gelmesine şaşmamak gerek sanırım.

Ayağa kalktım. Üstümdeki tozları, ellerimle temizledim ve aynı şeyi iki elimi birbirine vurarakta yaptım. Bir yandan da rüyamda gördüğüm cadıyı düşünüyordum. 'Burada konuşmak tehlikeli' derken... Ne demek istemişti? Neden bana yardım ediyordu? Ama herşeyden önemli bir soru vardı aklımda...

Babamı öldürmeye çalışan bu cadı, neden şimdi benimle iletişim kuararak, onun yanına gitmemi, buluşmamı istemişti?

"Herabrienna"

Düşüncelerime o kadar com dalmışım ki, Jennifer'ın bana seslendiğini duymamışım. Üstelik ilk defa da seslenmemişti. Sarı saçlarını serbest bırakmış, üzündeki kiri, tozu, uzun kollu kıyafetine silerek temizlemişti.

"Uyandığından beridir garip görünüyorsun. Yüzünde bembeyaz oldu. Bir sorun mu var?"

Dedi endişeli bir ses tonuyla.

"H-hayır hayır. Ben iyiyim. Sadece... Gördüğüm garip bir rüyayı düşünüyordumda."

Jennifer, anlatmaya devam etmemi istermiş gibi tek kaşını kaldırdı.

Bende derin bir nefes alıp verdim ve ona rüyamdan bahsettim.

"Hikayemi biliyorsun. Şu... Savaş olayını. Ve o savaşta bir cadı tarafından babamın öldürülmek üzere olduğunu."

"Evet?"

Bunu söylerken Jennifer'ın yüzü ciddilelmişti. Seside kısık çıkmıştı.

"Şimdi gördüğüm rüyada onunla buluşmamı istiyor. Bunu göremezmişsin ama altın renkli gül yapraklarından bahsetti. Onları takip edersem, doğruca olduğu yere gidecekmişim."

Bir süre ses çıkarmadı Jennifer. Sanki bir konu düşünüyor gibiydi. Derin düşüncelerle doku Yeşil gözlerini, yere kenetlemiş, ciddiliğinin devam ettiğini çakık kaşlarından anlamıştım. Bir süre sonra tekrar konuştu.

"Ya sence bu bir tuzaksa? Üzgünüm Herabrienna. Ama oraya yalnız gitmene izin veremem. Bende seninle geliyorum. Seni takip ederim."

"Jennifer, yalnız gitmem gerek"

"Bu konu hakkında sana birşey dediğini söylemedin? "

"Şey... "

Haklıydı. Cadı bana bu konuda birşey dememişti. Ama içimden bir his, bir ses bana böyle olması gerektiğini söylüyordu. Sanki benim için değilde, Jennifer için tehlikeli bir yer olacakmış gibiydi.

Gözlerim tekrar Jennifer ile buluştuğunda, birşey demesine gerek kalmadı. Bakışlarından bu konuda oldukça ısrarlı olduğunu anladım.

Sonra şakacı bir şekilde gülümsedi.

"Sonra babana ne derim ben? Beni kızartma yapmasını istemiyorum doğrusu."

Sadece ufak bir gülümseme ile karşılık verdim ona.

Adımlarını sap tarafa yöneltti ve bir duvardan aşağı sarkan uzun, ıslak, uzakta olmama rağmen benim bile burnuma gelen pis kokulu yosunları, elinin tersi ile kenara itti. Ortaya bir düğme çıktı. Yuvarlak ve çatlaklarla dolu taş bir düğme.

Tereddüt etmeden, sanki ne yaptığını biliyor gibi bastı düğmeğe. Ve taş kapı tekrar ağır bir şekilde yukarı kalktı.

Gözlerim, adeta onlara hücum eden güneş ışıklarından dolayı kamaştı. Bir süre kırpıştırdıktan sonra açabildim ancak. Derin bir nefes alarak, mis gibi havayı doya doya içime çektim. Ardından yere baktım. Gerçektende cadı nın dediği gibi altın sarısı gül yaprakları, ayaklarımın dibinde bitiyordu.

Başımla yaprakları takip ederek, nereye kadar gittiklerine baktım. Geldiğim yola geri gidiyorlardı. Altın yapraklar, ağaçların gölgesinin arasında kaybolsada, parlak renkleriyle kendini belli etmeye devam ediyorlardı.

"Oraya geri dönmeyi düşünmüyorsun... Değil mi ?"

Dedi Jennifer bana.. Ona baktığımda yüzümdeki kaygı ve korku ifadesini görmemek mümkün değildi. Bir bakıma hakkı da vardı. O yoldan koşarak, arkamda beni kovalayan Nocth'tan kaçalı uzun zaman olmamıştı.

"Sen göremeiyorsun. Ama yapraklar oraya doğru gidiyor Jennifer."

"Cadı ile konuşmak istediğini anladım ama unutma ki, bu bir tuzak olabilir."

Haklıydı. Böyle yaparak büyük bir tehlikeye atıldığımın bende farkındaydım. O anda başıma gelebilecek türlü senaryolar grçti aklımdan. Ve hepsi birbirinden kötüydü.

"Benim asıl istediğim şey o değil."

Jennifer tek kaşını kaldırıp sorarak bana baktığında, sözlerime devam ederek demek istediğimi açıkladım.

"Yani o cadıyla yüz yüze gelmek istiyorum. Eğer yüzüme bakabilirse tabii..."

Son sözlerimi söylerken duyduğum özgüveni, nasıl tarif edeceğimi hiç bilmiyorum...

O anda yanımda bir sıcaklık hissettim. Sarı bir parıltı, gözlerimi kamaştırdı. Aynı zamanda tuhaf sesler çıkarıyordu.

Bu bir Blaze idi. Beni görünce birşey yapmadı. Ama aynı şeyi Jennifer için söylemek pek oğru olmazdı. Eğer son anda Blaze ile Jennifer'ın arasına geçerek Blaze'i durdurmasaydım, Jennifer çoktan kızartma olmuştu.

"Jennifer'a zarar verme!''

Dedim sesimi yükselterek. Canavar, çatmış olduğu kaşlarını düzelttiğinde, onunda sakinleltiğini, beni dinlediğini gösterdi bana.

Arkama bakıp Jennifer'ın durumuna göz attım. İçgücüsel olarak, yayını tekrar kaldırmıştı. Ona baktığımda indiriyordu.

Tekrar canavara döndüm.

"Ne oldu?"

"Buraya beni babanız, lord Herobrine yolladı prenses. Sizin durumunuza bakmamı istedi. Ve korumam içinde kesin emir verdi."

Mutlulukla gülümsedim.

"O... O iyi mi?"

"Çok iyi. Fakat..."

Devam ederken sesini alçattı ve bakışlarını yere sabitledi.

"Prenses... Babanız Nether'dan çıkamıyor. Bu yüzden de sizi korumam için beni yolladı..."

Herobrine'ın Kızı Herabrienna-Minecraft'ın Küçük Efsanesi Dove le storie prendono vita. Scoprilo ora