#savaş başlıyor#

266 30 13
                                    

Herobrine'ın gözünden

hissettiğim soğuk ile yavaşça açtım gözlerimi. Bir yandan da Rüzgarla dans eden otlar, tenime değdikçe gıdıklama hissi oluşuyordu.

Gök yüzüne baktım. Çoktan akşam olmaya, hava hafiften karamaya, gökyüzündeki, maviden turuncuya bürünen ufuk çizgisi görülmeye başlamıştı.

"Efendim, siz... Siz iyi misiniz?"

Dedi, bir ses. Zorla başımı sağ tarafa çevirdiğimde, sesin sahibinin karşımda dikilen bir iskelete ait olduğunu gördüm. Artık beyaz olmayan, siyah gözlerimi görünce, şaşkınlığını gizleyemediği çok açıktı.

"Gözeri-"

Elimi 'sus' anlamında kaldırdığım zaman, devam edemedi. Bunları duymak istemiyordum...

"Kızımı geri alınca daha iyi olacağım..."

Dedim sesizce ve dirseklerimden destek alarak, ayağa kalktım.

"Efendim"

'Söyle' anlamında ona baktığımı görünce konuşmasına devam etti.

"Prensesin nerede olduğunu biliyorum"

Dedi iskelet. O an yüzüm ciddileştiği anda, İskelet birkaç adım geri giderken, korkudan tir tir titremeye başladı ve titrerken birbirlerine çarpan kemiklerin sesi duyuldu.

"Konuşsana!"

Dedim bağırarak. Bir süre daha bekledi ve yutkunarak devam etti.

"Alex ve size çok benzeyen biri ile uzaklaşırken gördüm."

Derin nefes alıp vererek nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Sinirimi Notch, Alex ve artık düşmanım olarak gördüğüm Steve den çıkarmayı planlıyordum.

"Ve sende buna izin verdin?!..."

Dedim alçak sesle, sinirle gözlerimi kısmış ona bakarken. Sustu. birşey diyemedi.

Aslında böyle olacağını tahmin etmiştim.

Ben, ne zaman sinirlenirsem, karşımda hangi türden bir canavar olursa olsun, hiçbiri ses çıkaramıyordu. E tabii, eğer çıkarır veya bana karşı gelirlerse sonuçların ne olacağını bir Enderman öldürdüğümde görmüşlerdi.

O enderman bana karşı gelmiş ve bu da yetmezmiş gibi beni dinlemediği için Steve'i öldürme planım altüst olmuştu...

"Diğerlerini topla. Ve saraya gelmelerini söyle. Notch savaş istiyorsa, bunu fazlasıyla alıcak!"

Son cümlemi söylerken dişlerimi sıkmıştım.

Artık bir insan olduğumun farkındaydım. Bu yüzden ışınlanamayacağımı da biliyordum. Hızlı adımlarla saraya yol almaya başladım.

Yolda yürürken bir yandan kaşlarımı çatmış, ellerimi yumruk yapmış bir şekilde, onlara çektireceğim işkenceleri, kötülükleri düşünüyordum. Evet artık geçici süreliğine bir insandım. Ama bu sadece görünüşteydi. Bu kötü karanlık tüm kalbimi sarmış, Herobrine olma duygum, çoktan içime işlemişti bile...

Hunter'ın gözünden

Babam, hâlâ elindeki nota bakarken, havadaki nefret kokusunu hissedebiliyordum. Bu yüzden yavaşça geri çekilerek, bu konuyu sonraya saklamaya karar verdim. Şimdi ne yeriydi, nede zamanı.

Ama bu, ayağımın altında gıcırdayan çürük tahta beni ele verene kadardı...

Babam, elini alnından çekti ve benim olduğum yöne baktı. Bense... Öylece duruyor, diyeceği şeyi, belkide orada gizlice onu gözetlediğimden,dolayı, yiyeceğim azara hazırladım kendimi.

Beni görünce yüzündeki ifade kayboldu. Zorla gülümsemeye çalıştı

"Birşey mi oldu Hunter?"

Sesi gayret yumuşak ve sakindi.

Yutkundum ve sorusunu cevapladım. Ama tüm çabama rağmen resimdeki titremeye engel olamamıştım.

"B-ben... Ben gördüğüm bir rüyanın anlamını sana sormaya gelmiştim baba. Ama başka meşgulsen başka zamanda sorabilirim."

"Sorun değil. Gel bakalım"

Dedi bir elini bana uzatarak gelmemi beklerken. Bir yandan diğer muhafızlara bakarak 'çıkın' anlamında kafasıyla kapıyı işaret etti. Ben onun yanına giderken, muhaflarda teker teker başları eğik, ellerini önlerinde birleştirmiş bir şekilde, yanımdan geçiyordu. Yüzlerindeki korku ifadesi hâlâ aynıydı...

Herobrine'ın Kızı Herabrienna-Minecraft'ın Küçük Efsanesi Where stories live. Discover now