Knocked Up ★ [ÇEVİRİ]

Av minnikiniz

253K 13.6K 5.9K

TANITIM Do Kyungsoo birçok şey planlamıştı, hamile kalmaksa kesinlikle bunlardan biri değildi. Ana Çift: KaiS... Mer

KNOCKED UP
1- Cehennemden Gelen Gülen Surat
2- Muzlu Sütün Gücü
3- Unicorn ve Baozi
4- Nutella
5- Do U-Know ?
6- Kıskanç Jongin
7- Öpüşken Soo
8- İtiraf
9- Panda Zamanı
10- Unicorn'un Doğum Günü Pt. 1
11- Unicorn'un Doğum Günü Pt. 2
12- Yaban Mersini Soo
13- İki Jong Bir Doğru Etmez
14- Yok Kurdum Ben
15- Auu
16- Şamara Baba Diyeceksin, Biliyorsun Değil mi?
17- Üç İbneşörler
18- Alttakiler Bayramınız Mübarek Olsun
19- Hindistan Cevizindeki Misket Limonu
20- Kayınpederle Tanışma
21- Kyungsoo Birleşik Devletleri Saldırdığında
22- Ben Bilmem Babaannem Bilir
23- Ağlama Bebeğim
24- Evi Olmayan Aptal
25- Do Kyungsoo'yu İstiyoru[M]
26- En İyisini Babişko Bilir
27- Al Kırdın Kırdın
28- Aşk Hassas Bir [M]evzu Olabilir Bu Da Bize Koyabilir
29- 2 Jong 1 Soo ve Piremses Lulu
30- Tam Bir Götsün U-Know
31- Eski Sevgili Vakası
32- İki Porsiyon Çiğ Köfte
33- Pipiligiller
34- Kale-aydın
35- Jonggöt
36- Canım Annem
37- Yavru Kim
38- Çiğ Köfte Ruhun Gıdasıdır
39- A Be Kaynanam Pt. 1
40- A Be Kaynanam Pt. 2
41- A Be Kaynanam Pt. 3
42- Noel'den Önceki Geceydi
43- Geçen Noel
44- Ökse Otunun Altında
45- 'Çıtır' Tavuk
46- Evet, Ediyorum... Galiba
47- Asansör Muhabbeti
48- Bay Lu'ya Geçiş
49- Mutlu Mu Yıllar?
50- Hastayım Dedim Dedim İnanmadınız Bak Ne Oldu Şimdi?
51- Sakla Lazımlığı Gelir Zamanı
52- Sadece Sen
54- Bütün Aşkımı
55- Jongkirve
56- Bahar Tatili Pt. 1
57- Bahar Tatili Pt. 2
58- Acısıyla Tatlısıyla
59- Yanımda Kal
60- Bir Sen, Bir Ben, Bir De Bebek

53- Bir Veya... İki Hafta

2K 117 40
Av minnikiniz

Knocked Up

Yazar: jjokkomi

Çeviri: Minnie Hyung

BÖLÜM 50

24 Şubat Cumartesi, 26. Hafta

Kyungsoo duvarlarının ne kadar da beyaz olduğunu hiç fark etmemişti. Odayı dolduracak şeyler olmaksızın anormal biçimde beyaz, solgunlardı. Ivır zıvırları hâlâ oradaydı. Ancak masası neredeyse boştu, yanında bir şey olmayan televizyonu yalnız görünüyordu. Kolileri bağlanmıştı ve valizleri ona uyabilecek kıyafetlerden daha fazlasıyla ağzına kadar doluydu ama Kyungsoo evde mühim bir şeyi unutursa gidip kolayca alamayacağı için fenalıklar geçireceğine dair paranoya yapmıştı.

Babasının evi annesininkine bir buçuk saat mesafedeydi ve sırf evde bir gömlek bıraktı diye kesinlikle o yolu kat edemezdi. Mantıklı olmazdı ki.

Yarı boş odasına bakarken iç çekti, Jongin'in eşyaları çoktan kendi evindeki odasına götürülmüştü.

Hepsi sadece çok yapay ve gerçek dışı hissettiriyordu. Babasının evinden taşınıyordu. On yıldan fazladır odasını ilk kez terk ediyordu.

Bu odada büyümüştü. İlk öpücüğünü yatağının ucunda almıştı. Saflığının her bir parçasını yatağında kaybetmişti.

Şimdiyse her şeyini toplamıştı ve annesinin evine gitmeye, tamamen yeni bir yatakta uyumaya hazırdı. Gerçek gibi gelmiyordu işte.

"Hazır mısın?"

Babası eşiğin kenarında duruyor, üzgünce odayı süzüyordu ama anlaşmaları böyleydi.

Bir avuç zengin velediyle gittiğiniz lise yeteri kadar kötüydü. Daha da kötüsü hamileyken gitmenizdi. O Allah'ın belası yere bir daha ayak basmaktansa Minseok kadar şişman olmayı yeğlerdi.

En azından hamileyken.

Önümüzdeki yıl geri dönecekti ama şimdilik Yunwoo'nun iyiliği için tüm bu olumsuzluklardan kurtulması gerekiyordu. Her ne kadar Jongin bunun kötü bir fikir olduğunu söylese de.

"Evet." Sessizce iç çekti, yolda biraz kestirebilmek için yastığını aldı. O da anca sırtı ağrımayı ve Yunwoo kaburgalarını tekmelemeyi keserse olurdu.

Merdivenlerden aşağı babasını takip etti, dışarının soğuğuna çıkmadan önce salonuna son bir kez baktı. Burada olan tek arkadaşları Jongdae ile Chanyeol idi, kalan herkes dün ona vedasını etmişti.

Hafta sonları hiç gelmeyecek veya babasının evine tekrar dönmeyecek değildi. Geçici bir durumdu bu. Okul bittiğinde geri dönecek, tekrar Jongin ile olacak ve her şey mükemmel olacaktı.

"Sana solucan jelibonlardan aldım." Jongdae konuştu, parlak renkli ve ekşili şekerlerin olduğu paketi uzatırken hafifçe titriyordu. Cevaben gülümsedi ve azıcık uzunca oğlana sarıldı, çekilmeden önce Chanyeol de kendini araya sıkıştırıvermişti.

"İki hafta sonra görüşür müyüz?" Diye sorunca iki kez baş sallaması aldı. İki hafta sonra bahar tatili gelecekti. Arkadaşları olmadan iki hafta yaşayabilirdi.

Ama Jongin'siz iki hafta yaşayamazdı. Yanında genç oğlan olmadan nasıl uyuyacağını hâlâ bilmiyordu. Ya da Jongin ona günaydın öpücüğü vermeden nasıl yataktan kalkacağını.

Bunun canını ne kadar yakacağına dair hiçbir ipucu yoktu.

Ama Jongin biliyordu ve bundan nefret ediyordu. Aptalcaydı. Yapılacak doğru şey olduğu için aptalcaydı. Ama bu hoşuna gittiği anlamına gelmiyordu.

"Jongin-ah artık gitmem gerek." Kyungsoo olduğu yerden yola doğru kıpırdarken fısıldadı.

Şu an sadece ikisiydi, Jongdae ile Chanyeol sokaktan aşağı doğru yürüyordu ve babası ile Jaejoong arabada onu bekliyorlardı.

Acele etmezlerse trafiğe kalacaklardı ve Allah korusun trafiğin ortasında çişi mişi gelirdi.

"Bu aptalca." Jongin inatla vurguladı, okuldaki durumlar durulana kadar annesine taşınmaya karar verdiği ilk andan itibaren yüzünde olan aynı öfkeli ifadesi vardı.

Sırf sadece sınıfta olmakla bile işkence çekiyormuş gibi hissediyordu. Herkes onun hakkında konuşurken bırakın notlarını yüksek tutmayı, zar zor dikkatini verebiliyordu derslere. Neyse ki annesinin evinin yakınındaki devlet okulu bu tür durumlara aşinaydı ve bu döneme yeni bir başlangıç yapmasına izin veriyorlardı.

"İnanılmaz bencillik ediyorsun ve bunun için senden nefret ediyorum."

Bu külliyen yalandı ve Jongin'i daha da üzen buydu. Kyungsoo'dan hiçbir şey için nefret edemezdi ki. Yaptığı şeyler bazen hoşuna gitmiyor olabilirdi ama bunlar için doğru kelime nefret değildi. Ve aslında ne olursa olsun Kyungsoo'yu sadece kendine saklamak istediği için bencillik eden de kendisiydi.

Okul onu sürekli depresyona soksa bile. Kyungsoo'yu yanında istiyordu ve bu o kadar bencilceydi ki midesi bulanıyordu. Veledin teki olduğu için ona destek bile olamıyordu.

"Sadece beni sevdiğini söyleyip bir veda busesi veremez misin?" Kyungsoo perişan bir biçimde fısıldadı, şimdiden gözyaşlarının eşiğindeydi ve daha garaj yolundan ayrılmamıştı bile.

Jongin de daha iyi durumda değildi, çoktan burnunun akmaya başladığını ve salıvermek istediği hıçkırıkları bastırmaktan başının ağrıdığını hissediyordu. Bundan nefret ediyordu. Bundan ziyadesiyle nefret ediyordu.

Kyungsoo ağlamaya başlamadan önce ona nihayet sarılmadan evvel süt çocuğu gibi davranıp ağlamamak için kendiyle epey cebelleşmişti. Kyungsoo ağlamaya bir başlarsa yatıştırılamıyordu ve onu neyin durduracağına dair bir fikri yoktu.

Ve önümüzdeki iki hafta tam bir cehennem olacağı için sert ayazda bir süre öylece dikildiler. İki hafta, sonrasında bunu yine yeni baştan yapmak zorundaydılar.

"Gitmem gerek." Kyungsoo burnunu çekip eldivenli eliyle biraz önce akıveren gözyaşlarının izlerini sildi.

Jongin ciddiyetle başını sallayıp Kyungsoo'yu alnından öperek "Seni seviyorum." diye mırıldandı. Gerçekten sinir krizi geçirip ayaklarına kapanarak yalvarmak istiyordu ama bu rezilce ve biraz da dramatik olurdu. Bu yüzden Kyungsoo çekilmeye çalıştığında onu bırakmayı reddetmekle yetindi.

"Jongin." Kyungsoo iç çekip oğlanı üzerinden sıyırmaya çalıştı ama Jongin'in yapışma yetenekleri oldukça iyiydi. "Gitmek zorundayım." Sızlandı, Jongin boynuna doğru sokulduğunda hafifçe gülmüştü.

"Olmaz." Jongin çocuk gibi mızmızlanıp ona daha sıkı sarıldı, hamile göbeğine abanmış ve Yunwoo bunu hiç sevmemişti, karnını deli gibi tekmeliyordu. "O bana mı tekme atıyor?" Jongin güçsüz bir sesle sordu, hafifçe çekildi ve bakakaldı. Vay eşşoğlueşşek.

"Onu sıkıştırıyordun!" Kyungsoo savundu, montuyla örtülü karnını okşayarak güldü.

"Beni tekmelediğine inanamıyorum." Jongin sızlandı, az önce kendisine hakaret edilmiş gibi karnına doğru somurtuyordu.

"Gerçekten gitmeliyim Jongin." Kyungsoo konuya geri döndü yoksa babasının trafiğe takılmak istemediğini unutacaktı. Jongin'in somurtması derinleştiğinden, ona hızlı bir öpücük vermeden önce karnını çok fazla sıkıştırmamaya dikkat ederek ona tekrar sarıldı. Kendini fazla kaptırırsa tüm gün burada kalacaktı ve üşümeye başlıyordu.

"Seni seviyorum, tamam mı?"

"Biliyorum." Jongin yanıtladı, beş yaşında çocuk gibi surat asıyor ve Kyungsoo da aynen öyle hissediyordu. "Arayacak mısın?"

"Her gün." Diyerek onayladı, babası acele etmesi için kornaya asıldığından nişanlısına son kez sarıldı.

Jaejoong'un bir şeylere bağırdığını duyabiliyorlardı, babasının bunu yaptığı için azar işittiğini farz ettiler. Kyungsoo babasını bir süreliğine azar işitirken de görmeyeceğini fark ederken kıkırdadı.

"Ayrılık, kalbi aşkla doldururmuş değil mi?" Diye sorarak somurtan Jongin'e baktı.

"Göreceğiz bakalım."

Birkaç sarılma, birkaç öpücük ve bir mini sinir krizi sonrasında Kyungsoo nihayet babasının Mercedes'inde, camdan dışarı bakıyor ve kucağındaki Janggu ile birlikte perişan bir vaziyette el sallıyordu. Jongin çok mutsuz görünüyordu, kendisi de çok mutsuz hissediyordu ve telefonu çaldığında avaz avaz ağlamaya başlamak üzereydi.

Cihazı kulağına götürmeden önce burnunu çekti.

"Bu berbat."

Kyungsoo tüm kalbiyle katılıyordu. Hem de ne biçim.

---------------------------------

Tüm eşyasını boşaltması yaklaşık üç saat sürmüştü. Çoğunlukla annesiyle babası birbirlerinden vebalıymış gibi kaçtıkları ve kendisi ile Jaejoong çapraz ateş arasında kaldıkları içindi. Acayipti, hem de çok.

Ama saat altıyı vurduğunda her şeyini daha küçük olan yeni odasına yerleştirmişti. Rahattı ama kesinlikle farklıydı. Güneş sağdaki köşeden geliyordu ve bitişiğinde ufak bir masa vardı. Tuvalet koridordaydı, hemen yanında değildi ve yatağı bir duvara dayalıydı. Görünürde bir televizyon yoktu ve dolabı da olmasını istediğinden biraz daha küçüktü.

Dyo ayak bağı olacağından Hongbin'de kalacağı için, tanıdık olan tek şeyin yanında getirebildiği Janggu olmasıyla yeni bir evde olmak farklı, biraz da korkutucuydu. Janggu bile yeni odalarında dolanırken rahatsız görünüyordu, oynayacak başka bir köpek bulamayınca pes etmiş ve köpek yatağına kendini bırakmıştı.

Babası yaklaşık bir saat önce gitmişti ve o dinlenirken annesi yemek yapıyordu, bu son ayda olan biten her şey onu tüketmişti.

Gerçekten yemek bile yemek istemeyecek kadar yorgundu ama yemezse Yunwoo büyük ihtimalle onu gecenin bir körü uyandırırdı ve Jongin'i kendi ailesiyle yemeğini yedikten sonra saat yedi gibi araması gerekiyordu.

Yatağında yuvarlandı ve alınmak isteyerek yukarı uzanmadan önce yavaşça yürüyen Janggu'yu çağırdı. Beklerken köpeğe sokuldu, evin sessizliğine biraz üzülmüştü. Çok farklıydı ve kesinlikle alışması zaman alacaktı.

"Hyungunu özlüyor musun?" Sanki anlayacakmış gibi kanişe sordu. Janggu ona öylece bakıyordu, garip biçimde sakindi.

İç çekti, elini yatağa bırakmadan önce köpeğin kulağının arkasını kaşıdı. Sıkılarak telefonunu aldı, rehberinde gezindi ve Jongin'in adının üzerinde durdu. Pek de düşünmeyerek ara butonuna dokunup telefonu kulağına götürdü ve bekledi.

Ve bekledi, bekledi, bekledi ve dördüncü çalıştan sonra pes etti. Aramayı bitir kısmına dokundu, tekrar iç çekti ve yüzünü duvara döndü.

Kapıdaki tıklama onu korkutmuş, pörtlek gözlerle arkasını dönüp annesini görmeden önce onu irkiltmişti.

"Yemek hazır." Annesi gülümsedi, koridora geri döndü ve Kyungsoo onun mutfağın yanındaki ufak salona gittiğini farz etti.

Kalkmaya davrandı, karnı onu inanılmaz şişmanlattığı ve dengesini bozduğu için derin bir nefes almak zorunda kalmıştı.

Mutfağa yürürken kokuyla hafifçe gülümsedi, hatırladığı kadarıyla annesi iyi bir aşçıydı ve şimdi de karnı guruldamaya başlamıştı, Yunwoo onu heyecan olduğunu farz ettiği bir şeyle tekmeliyordu.

Bu onun sekiz yaşından beri annesiyle ilk yemeğiydi. Aniden sersemlediğini hissetti.

"İslim kebabı mı o?" Diye heyecanla sordu, masaya koştu ve yerine oturdu. Ne kadar da leziz göründüğüyle neredeyse ciyaklayacaktı. Şu an ağlayabilirdi.

Annesi başını sallayıp tabağını koydu ve ağzı hafifçe akacak kadar sulandı. Janggu ayağının dibinde inildediğinden başını kaldırdı, annesinin meşgul göründüğünü görünce köpeciğe de biraz verdi, normale dönmeden önce hafifçe somurttu.

"Gördüm."

Pilavı boğazına kaçtı, gözleri şaşkınlıkla pörtlemişti. "Nasıl ya?" Diye ciyakladı. Monggu ile Janggu'ya biraz tavuk aşırsa babası asla farkı görmezdi. Aslında yemek masasında bir sürü halt yemişti. Jongin'i ellemiş, Jongin onu ellemişti.

"Anneler her şeyi görür."

Pekâlâ, kesinlikle sert kayaya çarpmıştı.

Telefonu çalmaya başladığında, yanlış bir şey yaparken yakalandığınız zaman yapılacak doğru şeyin bu olduğunu düşündüğü için özür dilemek üzereydi. Yemeğin ortasında durdu ve telefonunu cebinden çıkardı, Jongin'in adıyla resmini görünce gözleri parlamıştı.

Açmaya yeltenirken kesinlikle ergen bir kız gibi ciyaklamayacaktı. Ancak annesi yemek masasında telefon yok dediği zaman coşkusu kısa sürmüştü. Neredeyse gülecekti ancak annesi ona sert bir bakış attığında (ve ıyy, o da aynı annesine benzerdi) aksini yapmaya karar verdi.

"Ama Jongin arıyor." Telefonu kaldırıp Jongin'in sevgililer gününde çekildikleri resimde ne kadar tatlı göründüğünü gösterirken vurguladı.

"Masada telefon yok, yemekten sonra arayacağını söyle."

Gerçekten taşındığından beri çok fazla bakakalmış gibi hissetmişti çünkü bunu yine yapıyordu. Hakikaten ciddi olamazdı. Arayan nişanlısıydı, aptal bir arkadaş değil. Ciddi miydi yav? Nasıl ciddi olabiliyordu?

Gönülsüzce söyleneni yaptı, telefonu açtı ve annesine doğrudan dik dik bakmamaya çalıştı.

"Annem seni yemekten sonra aramam gerektiğini söyledi." Telefona doğru somurttu, Jongin'in sesi de telefonu kapatmadan önce somurtuyormuş gibi çıkınca daha çok somurtmuştu.

Yemeğine dönmeden önce telefonu cebine sokuşturur gibi bir hareket yaptı. Yemeği o kadar lezzetliydi ki annesine kızgın kalması zordu ama (tam olarak sekiz saat kırk beş dakikadır görmediği) nişanlısı yemeğe baskın gelmişti.

"Seni üzmek istemedim." Jieun kaşlarını çattı, Kyungsoo'nun sanki pilav onu fena hâlde üzmüş gibi pilava dik dik bakmasını izliyordu.

Ve şimdi de Kyungsoo pislik gibi hissetmişti. Daha bir gün bile olmamış ve şimdiden annesini saçma sapan bir şey yüzünden üzmüştü.

"Üzgünüm, sadece onu özledim." Somurttu ve yemeğini didikledi. Bu dönemin kalanını Jongin'siz nasıl geçireceğine dair hiçbir fikri yoktu.

Onu ve sevimli minik gülümsemesini, aptal kahkahasını, öpücüklerini şimdiden özlemişti, ne kadar da salak olabildiğini bile. İnatla burnunu çekti ve gözlerini sildi. Niye bu kadar zordu ki?

"Sanırım tatlıyı pas geçebilirsin." Jieun hafifçe söyledi, hamile insanların ne kadar kolayca tetiklenebileceğini biliyordu. Ona kilosuyla ilgili söyleyeceğiniz en ufak şeyde ağlardı o da.

"Gerçekten mi?" Kyungsoo sessizce hıçkırdı, dudağı annesine onun emeklediği, bisikletinden düşüp de Yunho ona dondurma verene kadar ağladığı zamanları hatırlatarak sevimlice titriyordu.

"Yemeğini bitirdikten sonra onunla konuşmaya gidebilirsin."

Ve bu düğmeyi çevirmiş, Kyungsoo rekor bir hızla tıka basa yemeden önce ona ışıl ışıl gülümsemişti. Açıkçası biraz mide bulandırıcıydı. Yemeği çiğniyor muydu ki? Daha sonra midesi yanacaktı.

"Bitirdim. Gidebilir miyim?" Kyungsoo hızla söyledi, annesi başını salladığında neredeyse odasına uçarak gidecekti. Annesi de yemeğini bitirdi, zavallı köpek inildeyip kuyruğunu sallarken çömelerek ona da masadaki yemeklerden biraz verdi.

Bulaşıkları yıkadı, bir kişilikten fazlasını yıkamaya alışık değildi ama bu onu mutlu ediyordu. Janggu kedi gibi etrafta onu takip ediyor, önüne gelen köşeyi kokluyordu ve kadıncağız gerçekten onun bir yerlere işememesini umuyordu (köpekler bunu yapardı, değil mi?).

İşi bittiğinde saat sekiz buçuğa gelmiş, Kyungsoo'ya bir bakmaya karar vermişti. Ancak gözlemlerine göre bir ergenin odasına öylece dalmak iyi sonuçlar vermediğinden (hormonlar ve kişisel alanla ilgili bir şeydi) kapı aralığından başını uzatıp bir göz attı, onun hâlâ telefonda olduğunu ve ergen çiftlerin şu mıç mıç 'Hayır ben daha çok özledim.' oyununu oynadığını gördüğünde kapıyı tıklatmak üzereydi ancak vazgeçti, bu onu gülümsetmişti.

Demek ergen bir evlada sahip olmak böyle bir duyguydu.

-----------------------

26 Şubat Pazartesi, 26. Hafta 2. Gün.

Kyungsoo gerçekten ama gerçekten Hongbin'in kafasına vurmak istiyordu. Enine boyuna kafa yormuş, kuzeninin kafasına, belki de bağırsaklarına bir tane geçirirse sonuçlarının neler olacağını düşünüp taşınmış ve annesiyle başını derde sokabileceğine karar vermişti ve bunu kesinlikle istemiyordu.

Ama çok cezbedici gelmeye başlamıştı. Belki de kaza süsü verebilirdi. Eli belki yalnızca kayabilir ve çenesini kapatmayan gence elinin tersiyle bir tane çakabilirdi. Belki.

Elini geri doğru çekti, Hongbin anlatmakta olduğu şeye çok daldığından farkında değildi ve tam da elini salıvereceği sırada annesi onu yakaladı, dikiz aynasından dik dik ona bakıyordu.

"Sakın ha."

Taşındığından bu yana zilyonuncu kez ağzı açık bakakaldı, pörtlek gözleriyle arabanın ön tarafına bakıyordu.

"Bunu nasıl yaptı?" Hayretle fısıldadı, ofladı ve elini kucağına geri götürdü.

"O bir anne." Hongbin vurgulayıp onu kolundan dürttü. "Kafalarının arkasında gözleri var."

"Hayır yok." Kyungsoo dayılandı. Bu kulağa komik biçimde aptalca geliyordu.

"Evet var, izle." Hongbin fısıldadı, camı açmak üzereyken annesi ona rahat durması için çıkıştı. Kyungsoo'nun çenesi yeri tekrar öpmüştü. Hongbin ona anlamlı bir bakış attı.

"Kafalarının arkasında."

"Öf sus be." Homurdandı, yeni ders programıyla uğraşırken midesi kaygıyla sıkışıyordu. Yeni okul. Yeni bir okula gidecekti. Yeni insanlar, yeni bir dolap, yeni bir ders programı, yeni bir okul.

Eski arkadaşlar, eski dolabı veya öğretmenleri olmadan. Jongin olmadan.

Niye bunun iyi bir fikir olduğunu düşünmüştü ki?

"Ve okulun arkasında bir sürü çocuğun takıldığı bir çeşme var. Lütfen çikolatalı keklerden alma, şu an aç bir su aygırı olduğunu biliyorum ama yapma." Hongbin vurguladı ve bu kez kuzeninin kafasına sahiden de vurdu. O aç bir su aygırı değildi.

"Hamileyim ben." Kyungsoo tersleyip genç olanın kolunu çimdikleyerek çevirdi. Ancak Hongbin zavallı bir inleme sesi çıkardığında durmuştu.

"Doğru, üzgünüm Kyungsoo hyung." Hongbin nefes nefese söyledi, kolunu ovalayıp somurttu zira moraracağı kesindi. "Ama devlet okulları özel okullardan epey farklı oluyor. Hamile olan sadece sen değilsin. Şu çıtır da vardı, ııı, Sojin miydi neydi? Hatırlamıyorum ama geçen dönem ikizleri oldu ve pilates topu kadar büyüktü!"

Kyungsoo homurdanıp başını koltuğa yasladı, Hongbin'in mahzen, namıdiğer devlet okuluyla ilgili öykülerini dinliyordu. Farklılıklar hakkında konuşup duruyordu ve açıkçası Kyungsoo'nun zerre kadar çükünde değildi. Sadece bu dönemi bitirmek, Jongin'i ve arkadaşlarıyla beraber Seul'deki okuluna dönmek istiyordu. Jongin'i gerçekten çok özlemişti.

Hani böyle çok. Manyak gibi, hunharca.

Okul aynı saatte başlıyordu ama daha erken bitiyordu ve yaz tatili de daha erken başlıyordu. Yani bu o kadar da kötü değildi ama saat sekizden okul başlayana kadar futbol antrenmanı olduğu için Jongin'i arayamıyordu bile. Yani bu işte tek başınaydı, annesi ve kuzeninden başka ona moral verecek kimse yoktu. Ama Hongbin de bir yerde iğrençleşiyordu.

"Ve bir de uzak durduğundan emin olmam gereken bir götlek var." Hongbin düşüncelerini böldü ve Kyungsoo çoktan okula geldiklerini fark edince derin bir iç çekiş koyuverdi.

"Sana eşlik etmeme ihtiyacın var mı?" Jieun sordu, arkasına döndü ve iki genç de ona neredeyse tıpatıp benzeyen onaylamaz bakışlarını attılar.

"Ergene eşlik edilmez! Hasbinallah derdin ne yahu?" Hongbin terslendi, başını salladı ve Kyungsoo nihayet bu konuda ona katıldı. Ne kadar da utanç verici olurdu değil mi? "Evde Kyungsoo'nun kusursuz biçimde iyi bir arabası varken bizi okula bırakman yeterince kötü zaten!"

"Doğru." Kyungsoo başını sallayarak araya girdi. Gerçekten de neden arabayla gelemediğini anlamıyordu. Hongbin yolu ona tarif edebilirdi. Aslında, otobüse de binebilirdi. Pekâlâ, otobüs olmazdı. Ayıplayan bakışlar hani. Ama olsun. Yine de utanç vericiydi.

"Sadece ilk gününün iyi geçeceğinden emin olmak istedim, bu çok mu kötü?" Annesi kaşlarını çattı, dudaklarından ufak bir uflama çıkmış ve bu nedense Kyungsoo'yu mutlu etmişti.

Hani böyle, gerçekten mutlu. Babası onu okula hiç bırakmamıştı (araba aldığı zamanı saymazsanız). Her zaman ya yürüyerek, ya otobüsle, ya küçükken Junsu ile ya da Chanyeol'ün ailesinin arabasıyla gitmişti. İyi hissediyordu.

"Teşekkür ederim anne." Ön koltuğa abandı ve annesini yanağından öptü. "Seni seviyorum."

"Aman Yarabbi ya insanlar gördüyse?!" Hongbin sızlandı, arabadan indi ve yüzünü ellerine sakladı.

"Ben de seni seviyorum, hadi artık in ve onun iyice utandığından emin ol."

"Emredersiniz efendim." Gülerek arabadan indi, kuzeninin yanına yürümeden önce ders programının yanında olduğundan emin oldu ve annesi üniversiteye doğru yola çıkarken ona gizlice el salladı. İşte zor kısım şimdi başlıyordu.

"Sınıflarımın nerede olduğunu bilmiyorum." Homurdandı, sınıfların numaralarına baktı ve harfler gördüğünde kafası karıştı. Niye harfler vardı ki?

"Bir sürü son sınıf dersin var, bu ne lan?" Hongbin ders programına bakarken sordu. Anlaşılan kredileri burada farklı olarak sayılmıştı ve ilk döneminde teknik olarak son sınıf öğrencisiydi. Herhalde kredi sistemleri farklı falan olmalıydı. Yani isterse güz döneminde de kalabilir ve sonrasında mezun olabilirdi. Ancak bu babasından, arkadaşlarından ve Jongin'den ayrı geçireceği bir dönem daha demek olurdu.

"Günün son dersi olarak resim koymuşlar, eğlenceliymiş." Hongbin bir göz attı ve bir tur atmak için epey zamanları olduğuna karar verdi. "Öğle yemeği saatimiz de aynı, benimle oturabilirsin. Hadi gel. Uyuşturucusuz çikolatalı keklerin nerede olduğunu sana söylemem lazım."

"Bak sen." Kyungsoo iç çekti ve ikinci sınıf öğrencisini takip etti. Boktan olacaktı.

-----------------------------

Bir kızartma. İki kızartma. Üç kızartma.

Jongin geçen on dakikadır ikinci kez tabağındaki kızartmaları sayıyordu. Öğle yemeği inanılmaz sıkıcıydı, tüm günü cehennem olmuştu ve sadece bu iki haftanın bitmesini, böylece nişanlısına sarılabilmeyi ve ciğerleri yanana kadar onu öpebilmeyi istiyordu. Bu berbat bir durumdu.

Masaları anormal biçimde sessizdi, tek sebebi boş olan sandalyeydi. Bu normal değildi. Kyungsoo neredeyse üç yıldır tam olarak o sandalyede oturmaktaydı. Dürüst olmak gerekirse Jongdae de iyi değildi. Cebir dersine tek başına olmak felaketti. Bay Shin'in dediklerine bile zar zor dikkatini verebilmişti.

Tabii ki Jongin herkesten daha kötüydü, bunalımdaydı ve yemeğini yemektense ondan bir kale inşa ediyordu. Kyungsoo'yu deli gibi özlemişti, sadece ağlamak istiyordu.

"Galiba telefonun çalıyor." Sehun araya girdi, yemeğini yiyor ve canlı cenaze Jongin'in bacağını tekmeliyordu.

"Ha?" Adı söylenen oğlan başını kaldırdı ve o an telefonunun titrediğini fark etti. Kafası karışarak cebinden çıkarmadan önce birkaç kez öylece gözlerini kırptı, Sehun Jongin'in yüzünü daha önce bu kadar parlak gördüğünü hiç zannetmiyordu.

"Hyung!" Bağırtısı masadaki herkesi uyardı ve grupları bir sohbet patlamasına girişti.

"Kyungsoo mu?!"

"Onu özlediğimi söyle!"

"Ben de konuşayım!"

"Ona pi sayısıyla ilgili bir şey sormalıyım!"

Jongin hepsini kışkışladı, masadan kalktı ve koştura koştura dışarı çıkıp sessiz olan ve onu duyabileceği piknik masalarına gitti. Dışarısı soğuk olduğundan aptalca bir fikirdi ama arayan Kyungsoo idi.

"Jongdae miydi o?" Nişanlısı hattın öte ucundan nispeten neşeli gelen sesiyle sordu.

"Bana söyleyeceğin ilk şey bu mu yani? Gününün nasıl geçiyor olduğu, Yunwoo ya da beni özlediğin değil mi?" Jongin somurttu, hafifçe titredi ve üniformasını çekti.

Kyungsoo öteki uçtan güldü ve suphanallah, o kahkahayı çok özlemişti. Kyungsoo'yu özlüyordu.

"Seni özledim, Yunwoo iyi ve ııı, günüm..." Kyungsoo sessizleşti, geri gelmeden önce vurulan ve inleyen bir şeyin boğuk sesi duyulmuştu. "İlginç geçiyor. İngilizce sınıfımda hamile bir oğlan var ve o çok ufak, bu adil değil!" Kyungsoo sızlandı, Jongin bunu bile özlemişti.

"Sensiz çok sıkılıyorum. Annemin yemekleri saman gibi ve beni asla yalnız bırakmıyor." Şikâyetlendi, sanki dün gecenin on ikisinde Kyungsoo ile konuşurken yeterince şikâyet etmemiş gibi. Nişanlısı sevimlice kıkırdadı ve Jongin kendinden geçti. Bunu bizzat duyabileceği güne daha ne kadar vardı?

Çok fazla anam.

"Annem beni okula bıraktı, Allah'ım çok utandım ama babam beni hiç okula bırakmadığından hoşuma da gitti, iyiydi yani. Ama buradaki yemekler berbat ve arabam olmadığından gidip dışarıda yiyemediğim için Hongbin bana çikolatalı kek aldı, ah pardon, iyi keklerden aldı. Görünüşe bakılırsa bir fark var." Kyungsoo biraz daha konuştu ve Jongin onu bölmeye cüret etmedi zira Kyungsoo'nun sesini o kadar özlemişti ki sakatlanmış domuzlardan bile bahsetse umurunda olmazdı. Durum o kadar vahimdi.

"Jongin sen titriyor musun?"

"Y-Yoo." Yalan söyledi, dişleri soğuktan takırdıyordu. Dışarı çıkmak çok kötü bir fikirdi, koridor daha iyi olabilirdi.

"İçeri girsene salak, hasta olabilirsin." Kyungsoo nazikçe payladığından ona söyleneni yaptı, kalktı ve sıcak, hoş olan içeri girdi.

Tanrım, Kyungsoo'nun ona dırdır etmesini bile özlemişti ve daha sadece iki gün oluyordu. Vaziyeti çok fenaydı.

"Zil miydi o?" Fonda gürültülü zil sesini duyunca sızlandı ve Kyungsoo onayladığında yüreği parçalandı.

"Gidip yeni sınıfımı bulmam lazım. Koridorlar harflerle ayrılmış, ne kadar da garip değil mi?" Kyungsoo yine konuyu değiştirmişti. "Ama gerçekten kapatmam lazım, tamam mı?"

"Tamam." Somurtarak dolabının önünde yere kayarak oturdu, onu tekrar arayabilene dek okulun bitmesine kaç saat kaldığını hesaplamaya çalıştı.

-----------------------------

Şaşırtıcı biçimde, Kyungsoo resimde her zaman iyi olmuştu. İlkokuldayken hamurdan evleri ve makarna baskıları için her zaman yıldızlı pekiyi almıştı. Gerçekten bunda iyiydi. Jongdae ve Chanyeol dışındaki çoğu arkadaşı bunu bilmezdi. Üçüncü sınıftayken ilk kez hoşlandığı çocuğa bir Pororo çizimi vermiş olabilirdi de olmayabilirdi de. Simli kalemle boyamıştı. Acayip iyiydi. Bu sayede bir sarılma ve yanaktan bir öpücük almıştı.

Bu yüzden kek bir dersi olduğuna ve bunun da resim dersi olmasına epey mutluydu. Öğretmen sınıfa girdiğinde onun kim olduğunu otomatikman biliyordu ki bu biraz tuhaftı ama hoca eski kafalı ve babasını da okutan biri olmadığından iyiydi de. Yani artı puandı.

Onu sadece iki kişinin olduğu arka sıralardan birine yönlendirdi. Pekâlâ, bir kişi, diğeri sadece kâğıt için falan lazımdı. O bir kişi de uzun, epey uzun bir oğlandı.

"Iıı, selam." Selamlayarak sırayı çekti ve garipçe oturdu. Ya çeşmenin orada kek satan eziklerden biriyse?

"Orası benim ayaklarımı uzattığım sıra, öbürüne otur." Çocuk konuştu ve Kyungsoo'nun gözleri pörtledi. Eh kusura bakmayın da siktirsin deli.

"Yoo, burası benim oturacağım sıra, hassiktir oradan." Tersledi. Ve bu hem çoğunlukla hormonlardan hem de kaba insanları sevmediğindendi. Normalde insanların ona kabalık etmesini umursamazdı bile ama daha yeni tanışmışlardı ve eh, o da yelloz bir hamileydi.

"İyi de sen, cüce gibi bir şeysin, bacaklarımı uzatmam gerek benim." Oğlan dayılandı ve eh, o da yelloz bir hamileydi.

"Ben cüce değilim seni mağara kaçkını gavat!" Ve onu tekmeledi, kaval kemiği miydi diz kapağı mıydı bilemiyordu zira herif gerçekten uzundu. Ama oğlan sahiden kıvranıp uzanarak acıyan yeri ovaladı ve Kyungsoo, ilk günden bir başka çocuğa saldırdığı için annesine okuldan telefon ederlerse bunun ne kadar kötü olacağını düşünerek panikledi. Berbat olurdu.

"Hassiktir, üzgünüm!" Özür diledi; kalkmak üzereydi ancak çocuk sadece gülmüştü ve, vay anasını arkadaşlar, az önce oğlanı yeniden tekmelemiş olabilirdi. Belki de çükünden.

"Kısa boylu biri için sert tekmeliyorsun." Oğlan somurttu, hâlâ acı içindeydi ama gülerek bastırmak için hunharca uğraşıyordu.

Aynen, kesinlikle çükünden.

"Benim... Uzun boylu olmamamın ne kadar sert tekme attığımla ne ilgisi var acaba?" Bu noktada neredeyse burnundan soluyordu. O cüce değildi. Sadece uzun değildi. O... Pekâlâ, kısaydı. Ama bu sadece Jongin'in konuşabileceği ve sağ çıkabileceği bir konuydu.

"Kısa boylular yeterince güçlü tekmeler atamazlar mı?"

Eh, biraz da olsa mantıklıydı herhalde.

"Aynen ııı... Sus." Bundan sonra ne diyeceğini bilmiyordu. Jongdae ile tanıştığından beri (ortak arkadaşlar hariç) yeni arkadaşlar edinmemişti. O yüzden normalde gerçekten utangaç ve yabancıların yanında kendini geri çeken biri olduğu için bu tuhaftı.

Açıkçası selam vermiş olması bile bir mucizeydi.

"Sen yeni kaza kurşunusun, değil mi?"

Pekâlâ bu 'yeni çocuk' demek için kesinlikle kaba bir yoldu ama başını salladı, karnına baktı ve sandalyeyi biraz oynattı. O kadar mı barizdi? Hay Allah, ya herkes onu şişko hamile oğlan olarak biliyorsa?

"Pek de hamileye benzemiyorsun, en azından üst tarafından."

"Öyle mi olmam gerekiyordu?" Sesli düşündü.

"Çoğu hamilenin yüzü gerçekten tombul olur."

"Haa." Birkaç kez göz kırptı. Bunu Jongin'e sormalıydı. Yüzü daha tombul değil miydi? Bu iyi bir şey miydi?

"Ben Youngho bu arada."

Ah, nihayet sik kafalıyı çağıracak bir isim.

"Kyungsoo." Yapılacak kibar davranış bu olduğundan devam ettirdi. Ama Youngho sadece başını sallayıp karalamaya devam etmişti.

"Evet, biliyorum."

Bu midesine pek iyi şeyler yapmamıştı. İnsanlar onun hamile kalan kevaşe olduğunu bilmesinler diye taşınmıştı, yine de herkes biliyordu ve sadece ağlamak istiyordu çünkü ya bunların hepsi bir hiç uğrunaysa?

"Öyle demek istemedim." Youngho yorumladı, hamile oğlanı avaz avaz ağlatan o adam olmak istemediğinden biraz garip hissediyordu. Yapmışlığı vardı. "Kimse umursamaz gerçekten, sadece sen yenisin ve hamilesin. Görmezden gelmesi biraz zor da?"

"Bir kevaşe olduğumu düşünmüyor musun?" Tereddütle sordu. Ki bu üzerinde düşününce gerçekten aptalca bir soruydu, bir insan neden bunu onun yüzüne söylesindi ki? Onun duyamadığını sandıkları zamanlarda arkasından söylerlerdi.

"Parmağında bir yüzük var ve herkes seks yapıyor. Okulda sadece bir elin parmakları kadar bakir/bakire var, kimsenin umurunda değil." Youngho omuz silkti ve bu ona birazcık daha iyi hissettirdi. Ama yine de herkesin tek umurunda olan buymuş gibi hissediyordu; devasa hamile göbeği.

"Erkek izcilerin bir grubu var, onların seninle dalga geçmesi kuvvetle muhtemel." Youngho devam etti ve bu Kyungsoo'ya daha da iyi hissettirdi. Ama çok da değil.

"İnsanlar gerçekten umursamıyor mu?" Daha da sordu, masanın altından elleriyle oynuyordu.

"Yoo, insanların tek umursayacağı şey senin gerçekten bir kevaşe olman ve babanın kim olduğunu bile bilmemen. Eee, babanın kim olduğunu biliyorsun değil mi? Evli misiniz?" Youngho eline anlamlı bir bakış attı.

"Nişanlıyım!" Kızardı, insanların muhtemelen onun evli olduğunu düşüneceklerini fark ettiğinde kalbi pır pır boğazına dayanmıştı. Jongin bunu sevecekti. Okuldan çıktığında ona mesaj yazacaktı.

"O zaman kimse umursamaz açıkçası. Sadece yeni çocuklarla kolayca keyifleniyoruz. Pek sık olmuyor da."

Başını salladı ve sonrasında ona ne yapması gerektiğini sordu. Pazartesiler serbest çizim günleriydi. Youngho ona basitçe ne isterse yapabileceğini, sadece gürültü yapmamasını ve bir arıza çıkarmamasını, böylece hocanın o gün için ona not vereceğini söylemişti. Bu yüzden Kyungsoo kâğıttan birkaç turna yaptı, Jongdae'ye cebirle ilgili mesaj yazdı ve nihayet ilk günü resmî olarak bitti.

Şimdi, yaz tatiline ne kadar kalmıştı bakalım?

BÖLÜM SONU

Ç.N: AH KPSS AH YAKTIN BENİ. OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER, HYUNGUNUZ KAÇAR.

7...

Fortsett å les

You'll Also Like

425K 33.6K 51
KyungSoo sipariş dağıtımı yaptığı bir seferde yaşlı bir kadına yardım etmesi ile bir anda kendini ünlü iş kadını Kim Kyungin'in torunu Jongin ile ev...
74K 5.8K 27
Mine Yazar: HavocLight Çeviri: minnikiniz Orijinal link: http://www.asianfanfics.com/story/view/639224/mine-fluff-romance-exo-kai-jongin-kyungsoo-k...
66.9K 3.8K 23
"Boşanmak istiyorum." [Divorce]
92.5K 6.8K 33
Ben, Kim Jongin, beceriksizin tekiydim. Doktorluk yapamıyordum , eşim ile başa çıkamıyordum, dans edemiyordum fakat hamile kalabiliyordum.