Knocked Up ★ [ÇEVİRİ]

Door minnikiniz

253K 13.6K 5.9K

TANITIM Do Kyungsoo birçok şey planlamıştı, hamile kalmaksa kesinlikle bunlardan biri değildi. Ana Çift: KaiS... Meer

KNOCKED UP
1- Cehennemden Gelen Gülen Surat
2- Muzlu Sütün Gücü
3- Unicorn ve Baozi
4- Nutella
5- Do U-Know ?
6- Kıskanç Jongin
7- Öpüşken Soo
8- İtiraf
9- Panda Zamanı
10- Unicorn'un Doğum Günü Pt. 1
11- Unicorn'un Doğum Günü Pt. 2
12- Yaban Mersini Soo
13- İki Jong Bir Doğru Etmez
14- Yok Kurdum Ben
15- Auu
16- Şamara Baba Diyeceksin, Biliyorsun Değil mi?
17- Üç İbneşörler
18- Alttakiler Bayramınız Mübarek Olsun
19- Hindistan Cevizindeki Misket Limonu
20- Kayınpederle Tanışma
21- Kyungsoo Birleşik Devletleri Saldırdığında
22- Ben Bilmem Babaannem Bilir
23- Ağlama Bebeğim
24- Evi Olmayan Aptal
25- Do Kyungsoo'yu İstiyoru[M]
26- En İyisini Babişko Bilir
27- Al Kırdın Kırdın
28- Aşk Hassas Bir [M]evzu Olabilir Bu Da Bize Koyabilir
29- 2 Jong 1 Soo ve Piremses Lulu
30- Tam Bir Götsün U-Know
31- Eski Sevgili Vakası
32- İki Porsiyon Çiğ Köfte
33- Pipiligiller
34- Kale-aydın
35- Jonggöt
37- Yavru Kim
38- Çiğ Köfte Ruhun Gıdasıdır
39- A Be Kaynanam Pt. 1
40- A Be Kaynanam Pt. 2
41- A Be Kaynanam Pt. 3
42- Noel'den Önceki Geceydi
43- Geçen Noel
44- Ökse Otunun Altında
45- 'Çıtır' Tavuk
46- Evet, Ediyorum... Galiba
47- Asansör Muhabbeti
48- Bay Lu'ya Geçiş
49- Mutlu Mu Yıllar?
50- Hastayım Dedim Dedim İnanmadınız Bak Ne Oldu Şimdi?
51- Sakla Lazımlığı Gelir Zamanı
52- Sadece Sen
53- Bir Veya... İki Hafta
54- Bütün Aşkımı
55- Jongkirve
56- Bahar Tatili Pt. 1
57- Bahar Tatili Pt. 2
58- Acısıyla Tatlısıyla
59- Yanımda Kal
60- Bir Sen, Bir Ben, Bir De Bebek

36- Canım Annem

2.4K 144 49
Door minnikiniz

Knocked Up

Yazar: jjokkomi

Çeviri: Minnie Hyung

BÖLÜM 35

16 Aralık Cumartesi, 16. Hafta

Kyungsoo ayakta dikildi ve Jongin annesiyle çene çalmaya başlarken gözlerini devirmemeye çalıştı. Güzelmiş diye düşünüyor ve Jongin daha ziyade babasına benzemesine rağmen kadının yüzünde Jongin'in hatlarını kolaylıkla görebiliyordu. Kadın, Yoojin, oğlunun saçlarını karıştırıp yanağını çimdiklediğinde gerçekten gözlerini devirmişti.

Dikkatini dağıtmak için telefonunu çıkararak tüm manzarayı görmezden geldi. O Jongin gibi değildi, biraz bile. Annesi veya babası onu evden kovmuş olsaydı eğer, bir daha onu kesseler onlarla konuşmazdı. Haşin bir karakteri vardı ve bunu biliyordu, dahası o kindar biriydi. Ve Baekhyun'un onu kazanması dört yıl sürmüşse, Jongin'in annesinin, sevgilisine vurduğu için ona kendini affettirmesi iki katı zaman alacaktı.

Kadın ona okuldaki salak çocuklar gibi bakıyor, onu sessizce ayıplıyordu ve Kyungsoo bundan nefret ediyordu. Okuldaki geri zekâlı ergenler yeterince bakıyordu zaten, daha fazlasına ihtiyacı yoktu. Muhtemelen benden nefret ediyordur, diye düşündü. Hamile kalan sürtük kendisi olduğundan, bunu beklemeliydi. Herhalde öyle düşünüyordu kadın. Kyungsoo'ya bunu diyen ilk kişi o olmayacaktı.

Okuldakiler onun dinlemediğini sandıkları zamanlarda onun arkasından konuşuyorlar, ona basit ve kendini bilmez diyorlardı. Bunu ne Jongin'e ne de bir başkasına anlatmıştı çünkü bu sadece olması gerekenden daha fazla tantana yaratırdı. Bu yüzden karnına baktığı için kadına çıkışmamış, söylemek istediği gibi ona siktirip gitmesini söylememiş, bunun yerine çenesini kapalı tutmuştu.

"Ah! Neredeyse unutuyordum!" Jongin cümlesinin ortasında durdu ve gülümseyerek arkasını döndü. Kyungsoo ona dik dik baktı ve sevgilisinin açık bir biçimde kendisinin de orada olduğunu unuttuğunu kabullendiğinde kalbi acıdı. Bunun hamile olmasıyla falan alakası yoktu. "Anne bu Kyungsoo hyung!"

Annesi ona gülümsedi ama salak sevgilisinin lafından sonra ona karşılık vermeye ne isteği ne de hevesi vardı. Bu yüzden kadına ifadesizce bakmış, sade bir merhaba demeden önce yarım bir biçimde eğilmişti.

"Yemeğe gideceğiz, gelmek ister misiniz?" Ona teklif etmiş ve kadın Jongin'i yanına çektiğinde Kyungsoo ona neredeyse dik dik bakmıştı. Dişlerini sıktı ve ellerini ceplerine soktu.

"Aç değilim." Sahte bir tebessümle söyledi.

"Emin misiniz?" Kadın alakadar bir ifadeyle üsteledi, Jongin onun ifadesini taklit etti. Kyungsoo kaba bir yanıt vermemek için dilini ısırıyordu.

"Eminim."

"Hyung cidden aç değil misin? Çoktan yedin mi?" Jongin ona sorular yağdırıyor ama annesinin yanından ayrılma girişiminde bulunmuyordu.

Bir anlığına onlara baktı ve bir anneye sahip olmanın bu mu demek olduğunu merak etti. Her şeye rağmen onun yanından ayrılmamak. Gerçi bunun üzerinde fazla düşünmemişti.

"İyiyim ben. Sadece eve gideceğim."

"Seninle gelmemi ister misin?" Jongin ona sormuş ancak başını sallamıştı. Gerçekten gitmek istiyormuş gibi görünüyordu ve burada söz konusu olan annesiydi. Kadını sevmese bile sevgilisini zorlayacak değildi.

"Yok, hayır. Sen ailenle git. Ben eve gidiyorum. Yorgunum Jongin-ah."

Kaygılı sevgilisine yalandan gülümsemek için elinden geleni yaptı, rol yetenekleri ortaokuldan bu yana gelişmişe benziyordu zira Jongin ona cıvıldamış, onu yanağından öperek hayal kırıklığına uğramış bir biçimde yalnız bırakmıştı. Arabaları otoparktan çıkarken el salladı.

"Çok kötü bir yalancısın."

Kyungsoo olduğu yerde zıpladı ve dönüp Kim Moonkyu ile yüz yüze geldi. Daha doğrusu yüzü göğsüne gelmişti çünkü hayatındaki herkes gibi, Moonkyu da bir deveydi. Kaşlarını çattı ve arabasına yöneldi.

"Değilim."

"Atma Recep, acı verici biçimde bariz ki annesiyle gitmesini istemiyordun. Annesi olmasına rağmen." Moonkyu onun yanında yürürken belirtti. Kyungsoo ters bir ifadeyle yüzüne bakmak için durdu.

"Ya ne yapacaktım avradına Karagöz oynattığım?" Diye çıkıştı. "Gitme mi diyecektim? Şükran Günü'nden beri görmüyor annesini. Onu özlemiştir herhalde."

"Herhalde mi?" Moonkyu gizli bir gülümsemeyle sordu. O kadar basit değildi, daha sonra göz göze geldiklerinde Moonkyu büyük olanı rahatsız eden başka bir şey olduğunu söyleyebilirdi.

"Ne istiyorsun Moonkyu?" İç çekti ve kendini kıyafetine gömdü.

"Aç değilim dedin ama aç olduğunu adım gibi biliyorum. Sakın inkâr etme. O yüzden seni yemeğe götürüyorum, edebiyat sınavımdan geçer not almama yardım ettiğin için."

Moonkyu ona baktı ve Kyungsoo gözlerini kaçırdı. Çocuk o kadar da fena görünmüyordu, tam bir gavat olması çok kötüydü. Ayrıca bir erkek arkadaşı vardı. Götün teki olan bir erkek arkadaş, diye düşündü.

"Peki seninle geleceğimi sana düşündüren ne?" Tek kaşını kaldırarak sordu.

"Çünkü acayip güzel çiğköfte yapan bir yer biliyorum."

Kyungsoo dudağını ısırdı ve önce sevgilisinin ailesiyle gittiği yere doğru, sonra Moonkyu'ya baktı. Oğlandan nefret ediyordu ama işin içinde yemek vardı. Neden olur dediğine dair ise hiçbir fikri yoktu.

---------

Jongin restoranda annesinin yanına oturdu, babası karşılarındaydı. Gülümsedi ve annesi başını öperken onun omzuna yaslandı. Geçen haftalarda onu çok özlemişti, insan içinde olmasalardı onu pışpışlamasına izin verebilirdi.

"Babam sana erkek olacağını söyledi mi?" Annesiyle bebek hakkında konuşabildiği için sevinerek araya girdi.

"Evet."

"Kyungsoo hyung o konuda haklıydı. Ben kız olur diye düşünüyordum." Jongin annesinin gülmesine neden olarak sevimlice somurttu. Meseleyle ilgili hâlâ tamamen memnun olmayabilirdi ama oğlu olmadan geçen haftalar onu düşündürmüştü. Artık bu konuda yapabileceği bir şey yoktu. Babaanne olacaktı o yüzden bir deneyebilir ve bu kelimeye alışabilirdi.

"Kyungsoo aç değil miydi sahiden de?" Suyundan bir yudum almadan önce sordu. Hamile oğlanın yemek yemeyi reddedebileceğinden şüpheliydi. Kendisi tüm çocuklarına hamileyken asla reddetmemişti. Hem oğlan pek de mutlu görünmüyordu.

"Değildi sanırım. Büyük ihtimalle yorulmuştur." Jongin yalan söyledi. Büyük olanın, annesinin davetini gerçek bir nedeni olmaksızın reddetmesine hâlâ üzülüyordu.

"Hoş görünüyor." Yemeklerini beklerlerken yorumladı. Oğlunun ona gülümseyişi parlak ve neşeliydi.

"Öyledir! Gerçekten çok akıllı ve çok güzel yemek yapabiliyor. Benden duymuş olma ama bence babası daha iyi yemek yapıyor." Jongin son kısımda fısıldamıştı.

"Sana yemek mi yapıyor?" Diye sordu, on altı yaşında birinin kendine bile yemek yapmak isteyebilmesine şok olmuştu doğrusu.

"Sadece efendi gibi istediğim zaman. Ama çoğunlukla babası yapıyor. Kyungsoo hyungun strese girmesini istemiyor." Jongin masadaki tabaktan bir lahana turşusu aşırırken söyledi. "Ha bu arada! Merkezdeki şu şaşaalı oteli biliyor musun? Babası oranın sahibi! Zenginler anne!" Pörtlek gözlerle ciyakladı. 

Annesinin gözleri de yeni bilgiyle pörtlemişti. O otel komik bir biçimde büyük ve onlara göre fazla pahalıydı. Oğlu erkek arkadaşı hakkında konuşurken onu sabırla dinledi. Kyungsoo hyung şöyle, Kyungsoo hyung böyle, Kyungsoo hyung bunu yapabiliyor, Kyungsoo hyung şöyle dedi, şeklinde konuşup durmuştu.

"O mükemmel biri anne." Oğlu hülyalı hülyalı iç çekti, yüzünde sersem bir gülümsemeyle lahmacununa bakıyordu. "Onu gerçekten seviyorum."

"Öyle mi?" Çatalı yarı yolda durdu. Yan gözle oğluna bakınca onun yoğun bir biçimde kızardığını gördü. Oğlunun yaşadığı tüm bu şeyleri kaçırmış olması onu üzmüştü.

"Evet, o da beni seviyor." Jongin annesinin bakışlarından tamamen bihaber biçimde turşusuna bakarak söyledi. Annesi gülümsemek için de elinden geleni yapıyordu ama oğluşunun bir başkasına âşık olduğunu düşünmek canını acıtıyordu. Öpüşen insanlara dilini çıkarıp bitli olduklarını söylediğini daha dün gibi hatırlıyordu. Hiç olmazsa oğlunu ondan çalan başka bir kadın değildi ama yine de suratını asmasına neden oluyordu. (Ç.N: SEMRA KAYNANALAR HER YERDE)

"Onu gerçekten seveceksin anne. Babam da onun sevimli olduğunu düşünüyor ama o kendisine öyle denmesinden nefret ediyor."

"Öyle mi yav?" Jongwoo araya girdi, lahmacun dolu ağzı kadının hafif bir dik bakışla onu azarlamasına neden olmuştu. Yemeğine dönmeden önce sersemce gülümsedi.

"Evet, sevimli olduğunu düşünmüyor ama öyle! Gerçi ben ona bunu söyleyince sinirleniyor."

"Ailesiyle mi yaşıyor yani? İyi insanlar mı bakalım?" Oğlunun beraber yaşadığı insanlarla ilgili daha çok şey öğrenmek isteyerek sordu. Artık bu fikir hiç hoşuna gitmiyordu.

"Sadece babası var. Annesi... Yok. Yunho cidden iyi biri, gerçi başlarda benden nefret etti ama artık beni seviyor. Bana yemek yapmayı öğretiyor!" Jongin yeni aşçılık yetenekleriyle gururlanarak cıvıldadı.

"Çok hoş." Ona gülümsedi ve saçını karıştırdı. "Ama orada yaşamaya devam etmek istiyor musun?"

Jongin başını yemeğinden kaldırıp sağına baktı. Şaşkınlıkla gözlerini kırptı, beklentiyle kendisini izleyen babasına doğru baktı. Eve dönmesini mi istiyorlardı?

"Orayı seviyorum ama evi de özledim." Kısılan sesiyle söyledi, bakışlarını kafa karışıklığıyla üzgünce eğmişti.

"Bence eve dönmelisin Jongin-ah, ikimiz de seni özledik."

Annesi ona gülümsedi ve Jongin annesine tereddütle karşılık verdi. Düşüncelere dalarak dudağını ısırdı. Gerçekten evini çok özlemişti. Yatağını ve kanepesini özlemişti. Tuvaletin yanındaki gıcırdayan zemini özlemişti. Annesinin berbat yemeklerini bile özlemişti. Ama Kyungsoo'yu öylece yalnız bırakabilir miydi?

"Hemen cevap vermek zorunda değilsin, biraz düşünmeye ne dersin?" Annesi gülümsedi ve yemeğine dönmeden önce başını okşadı.

Uyuşarak başını salladı, kafasında kırk tilki dolanıyordu. Eve geri dönmek istiyor muydu?

-------------

Çiğköfteciye ulaştılar ve Kyungsoo sıra olduğunu görünce somurttu. Gerzek Moonkyu pizzacıda yemek yedikten sonra arabasını bıraktığı parktan oraya yürümeleri konusunda ısrar etmişti. Ayakları ağrıyor ve üşüyordu ancak leziz çiğköfte onu çağırıyordu. Bir rüzgâr esintisi vururken titredi.

"Üşüdün mü?"

"İyiyim ben." Dişleri takırdamaya başlarken yalan söyledi. Ancak sıcak bir şey onu kuşatmış ve başını kaldırdığında Moonkyu'nun ona montunu verdiğini görmüştü.

"Alamam." Diye itiraz etmeye başladı ancak Moonkyu sallamıyordu bile.

"Hastalanırsan Jongin beni gebertir. O yüzden cidden, giy şunu hyung."

Kyungsoo başını salladı ve Jongin'den başka birinin ona hyung demesinin kulağa ne kadar tuhaf geldiğini düşündü. Dudakları hafifçe titreşti. Bunu sevdiğini hiç sanmıyordu.

Moonkyu bol nar ekşili çiğköftelerini aldı ve Kyungsoo yiyeceği eline alır almaz ağzının sularını akıttı. İlk lokma cennet gibiydi ve tadıyla inlemişti. Moonkyu haklıydı, bu şey lezizdi. Moonkyu daha yarısına bile gelmeden kendisininkini bitirmişti, hafif yalvarmalar ve katil dudak büzmesiyle Moonkyu ona iki tane daha almıştı. 

Şaşırtıcı biçimde Moonkyu'nun yanında olması o kadar da kötü değildi. Kendisi ve Minseok'un toplamından daha sapık olmasına rağmen sadece Jongin'in şu anda annesiyle beraber olduğu gerçeğinden dikkati alındığı için minnettardı. Büyük ihtimalle ona yılıştığı ve gününü gün ettiği gerçeğinden. Oturduğu salıncakta somurttu.

"Hey Moonkyu."

Genç olan oyun parkının taşlarından bakışlarını kaldırdı ve başını Kyungsoo'ya çevirdi, içindeki bariz fırtına gözlerine vuruyordu.

"Efendim?"

"Bir annen olması nasıl bir şey?"

Çok sessizce söylemişti, sanki sormaktan veya duyacaklarından korkarmış gibi. Moonkyu her şey anlam kazanırken üzgünce gülümsedi.

"Güzel. Hastalanınca sana tarhana çorbası yapıyor. Çamaşırlarını yıkıyor ve senin yapacağından ümidi kestikten sonra yatağını topluyor. Yemek pişiriyor, temizlik yapıyor ve üzgün olduğunda seni neşelendiriyor. Üzerine titriyor çünkü seni seviyor. Ama dırdır edip aşırı tepki de veriyor. Sinir bozucu davranıp patronluk taslayabiliyor ama günün sonunda hâlâ onu seviyor oluyorsun."

Kyungsoo başını salladı ve ayağını yere vurdu, yerden taş kaldırmıştı. Sırf merak ettiğinden sormuştu ve bu konuyu arkadaşlarına açacak olsa ona hemen kırılmış bir oyuncak bebek gibi davranırlardı.

"Onu özlüyor musun?" Moonkyu sessizce sordu. Kyungsoo çenesini sıktı, ağzını açmaya korkuyordu çünkü bir açarsa ağlayacaktı. İfadesiz kalmak için kendini zorlarken kafasındaki basıncı ve gözlerindeki yanmayı hissedebiliyordu. Sakinleşmek amacıyla dudaklarını dişlerinin arasına almadan önce hızlıca başını salladı.

Herkese ondan nefret ettiğini söylese de, gerçekte etmiyordu. Annesini seviyordu. Babasının işten eve dönmesini beklerken nasıl da saklambaç oynardı onunla. Nefes alamayana kadar onu gıdıklar ve oyuncağa verecek paraları olmasa bile ona oyuncaklar alırdı.

Her Anneler Günü'nde ağladığını ve üç yıl önce bulması için Yoochun'a para ödediği telefon numarasına öylece baktığını insanların bilmesini istemediği için bir maskenin arkasına saklanıyordu.

Bazen evinin önünden geçiyordu ama hiçbir zaman yürüyüp zili çalacak cesareti olmamıştı. Seul'ün tam sınırında yaşıyordu. Kendi evinden arabayla yaklaşık otuz dakika sürüyordu. Bunca zamandır çok yakındı ama yeterince değildi.

Onu her gün özlüyordu ama bunu ne kendine ne de başka birine itiraf edecekti, Moonkyu dışında. Çünkü Kyungsoo'ya bunu soran sadece oydu.

"Lavanta gibi kokardı." Hafifçe güldü. Koku başını ağrıtır ve somurtarak annesine, "Anneciğim çok kötü kokuyorsun!" derdi. Niye bu anıyı hatırladığını bilmiyordu ama bu salıncaktan düşmesine neden olmuştu. "Başımı ağrıtırdı ama deterjanını değiştirmeyi reddederdi." Zavallı bir biçimde hıçkırdı.

"Anneler böyledir." Moonkyu onu salıncaktan indirip soğuk yere oturttu.

"Ve Jongin tam bir geri zekâlı." Öfkeyle gözlerini sildi. "Çünkü kızabileceği bir annesi var ama benimki gittiği için benim annem yok. Beni sevdiğini söylüyordu ama gitti lanet olsun. Kim böyle bir şey yapar?" Öfkeyle sordu. Moonkyu omuzlarına kolunu dolamadan önce iç çekti.

"Ebeveynlik bazı insanlara göre olmuyor işte Kyungsoo."

"Ne olmuş yani? Bunu beni dünyaya getirmeden önce düşünecekti!"

"Çabaladığına ve seni bırakmanın zor olduğuna eminim. Ama kalmasını ve tüm hayatın boyunca onun mutsuz, perişan olmasını mı tercih ederdin?" Moonkyu sordu. Tereddütle başını salladı. Yok ya bu muhtemelen daha kötü olurdu. Burnunu çekti ve elinin tersiyle burnunu silip Moonkyu'nun omzuna yaslandı.

"Olsun. Onu çok özlüyorum." Diye fısıldadı.

"Onun da seni her gün özlediğine eminim Kyungsoo hyung. Seni seviyor."

Sonrası sessizlikti. Kyungsoo annesinin onu sevdiğini sanmıyordu, hiç hem de. Ama onu nasıl suçlayabilirdiniz ki? Kadın onu terk etmişti, kendi iyiliği için olsa bile bu Kyungsoo'nun yaşadığı gelmiş geçmiş en kötü şeydi. Sesinin ve yüzünün hâlâ aynı olup olmadığını merak ediyordu. Ya da şimdi kalkıp ona gitse kendisini tanıyıp tanıyamayacağını.

İç çekti ve yüzünü genç olanın omzuna gömdü. Keşke onu unutabilseydi de her şey normale dönebilseydi. Ama yapamıyordu, bu yüzden dikkatini dağıtarak Moonkyu'nun süveterindeki gevşek ipliklerle oynadı.

"Neden bahsettiğini bilir gibi konuşuyorsun. Bir yerlerde gayrimeşru çocukların falan mı var?" Moonkyu baldırını çimdiklediğinde kahkaha attı, depresif ruh hâli yavaşça kayboluyordu.

"Hayır! Ben her zaman korunurum seni salak!"

"Becerdiğin tek şey elin iken neden korunasın ki?" Moonkyu'nun tüm yüzü serin havaya rağmen ısınırken Kyungsoo kişniyordu. (Ç.N:)

"Ah sikeyim seni Do Kyungsoo."

"Birisi çoktan yaptı."

Sessizlik çökmeden önce ikisi de güldü. Kyungsoo yıldızlara baktı ve derin bir nefes aldı. Birazdan eve gitmesi gerekecekti büyük ihtimalle. Moonkyu'nunkinin üzerinden biraz kurcaladıktan sonra kendi ceketinin cebinden telefonunu bulup çıkardı ve çoktan dokuz olduğunu fark edince küfretti.

"Gitmeliyim, seni bırakmamı ister misin?" Biraz zorlanarak kalkarken sordu. Ayakkabı bağcıklarını bile bağlayamayacağı günlerden gerçekten korkuyordu. Ağlayacaktı.

"Beni bu gece eve atmak mı istiyorsun?" Moonkyu göz kırparak ona sırıttı, Kyungsoo onu yere geri itti ve yürümeye başladı.

"Bekle! Hyung bekle!"

Moonkyu yarıla yarıla gülen hamile erkeğin peşinden koştu.

Kendi evinden yaklaşık on beş dakika uzaklıktaki bir mahallede iki katlı ufak bir evin önünde durdular. Arabayı park edip durdurdu ve garipçe boğazını temizledi. Moonkyu dudaklarını büzdü ve parmaklarını koltuğun kolçağına vurdu.

"Arkadaş olduğumuzu falan sanma." Kyungsoo aniden söyledi. "Senden hâlâ hoşlanmıyorum."

"Ve ben de hâlâ çok sinir bozucu olduğunu düşünüyorum. Çük gibi sevimli ama sinir bozucusun."

Kyungsoo gözlerini devirmeden önce sırıtan Moonkyu'ya dik dik baktı.

"Ben sevimli değilim."

"Tabii ki değilsin bebeğim." Kyungsoo koluna vurmaya davrandığında Moonkyu güldü. Başını salladı ve elleriyle yüzünü ovaladı.

"Ayrıca bu gece yaşanmadı."

"Ah ama hyung, randevudayız sanıyordum!"

"Kim Moonkyu ben kıçına tekmeyi basmadan önce arabamdan siktir git." Sinirlenerek çıkıştı ama hâlâ son derece eğleniyordu. O bu dallama ile randevuya çıkmayı düşünemeden evvel cehennem donardı be.

"Kıçımı senin becermene ne dersin? Üstte olmana izin veririm! Bu bir şereftir!"

"Kaybol!" Diye bağırıp onu itti, kapıların kilidini açtı ve kafasına çubuk ketçap fırlattı. Genç olan evine girmeden önce ona el salladı ve Kyungsoo iç çekerek kendi evine yollandı.

---------------

Jongin uzun zamandır ilk defa kendi yatağında uzanıyordu. Tanıdık tavana bakarken gülümsedi. Şükran Günü'ndeki aile yemeğinden beri ilk defa evine gelmişti. Duş aldıktan sonra annesi ona dondurma yapmıştı ve şimdi de uzanmış hayatı sorguluyordu.

Annesi eve dönmesini istemişti ve artık bebeği kabullendiği için mutluydu. Kyungsoo'nun evindeki rahat yaşantısına rağmen, gerçek evini özlüyordu. Annesini ve babasını özlüyordu. Yapması gereken bir seçim vardı ve ne istediği ile herkes için neyin en iyisi olacağından emin değildi.

Geç olduğundan geceyi geçiriyordu. Kyungsoo muhtemelen çoktan yatağında olmalıydı, telefonunu aldı ve yarın sabaha kadar gelmeyeceğini söylemek için büyük olanı aradı.

"Alo?"

Hattın öbür ucundan duyduğu ses duymayı beklediği bir ses olmadığından cevap vermemiş, telefonu çekip aradığı numarayı kontrol etmişti. Kafasına dank ettiğinde kanı donmuştu.

"Alllooo?" Diğer uçtaki ses şarkı gibi söyledi. Jongin kaşlarını çattı ve telefonu sıkıca tuttu.

"Kim Moonkyu benim sevgilimin telefonuyla ne bok yiyorsun ulan sen?!?" Diye hırladı.

Moonkyu durakladı ve korku içinde yutkundu.

"Siki tuttuk."

--------------------

17 Aralık Pazar, 16. Hafta 1. Gün

Kyungsoo saate bakıp iç çekti. Gecenin üçü olmuştu ve uyuyamıyordu. Yanında Jongin yokken yatağı çok boş geliyordu ve saat ondan beri yatağında dönüp duruyordu. Uyumak için onu arayıp kendisiyle konuşturabilirdi ama anlaşılan telefonunu Moonkyu'nun montunun cebinde unutmuştu.

Gidip geri almak için çok geç olduğuna kanaat getirdiğinden bunu sabah yapmaya karar vermişti. Nasıl olsa kendisi de fark eder ve belki de kendiliğinden gelip getirirdi.

Tekrar uzunca iç çekerek yorganını üzerinden attı ve ayakkabılarını aradı. Canı fena halde vanilyalı puding çekiyordu ve gidip aldıracak kimsesi yoktu. Babası hâlâ Jaejoong ile "barışıyordu". Bu düşünceyle omuzlarını silkti. Ama en azından mutluydu.

En büyük montunu tuttu, şükürler olsun ki göbeğini saklıyordu, ve anahtarlarını alıp aşağı inmeden önce ayakkabılarını giydi.

Onlara sessiz olmalarını söyleyip kapıyı kilitlemeden önce Janggu ile Monggu beraber sızlanmıştı. Kapüşonunu kafasına geçirip arabasına giderken kaşlarını çattı, kayıp düşmemek için dikkatliydi. Yola arabanın burnunu sokmadan önce bir süre arabanın içindeki havanın ısınmasını bekledi.

Marketlerin gece yarısı kapandıklarını fark ettiğinde yolu yarılamıştı. Kırmızı ışık onu durdururken sızlandı ve ne yapacağını düşündü. O pudingi hakikaten çok istiyordu. McDonald's'a gitmeye karar vermeden önce düşünceli bir biçimde dudaklarını büzdü, o da yirmi dört saat açıktı nasılsa.

Önünde sadece bir araba olduğunu görünce gülümsedi. Menüyü okudu, bir tanesini seçip sipariş ederek parasını ödedi ve yemek için arabasını otoparka çekti. Kızartmalarını yemeye başlarken hımladı. Radyoyu açtı ve gecenin dibi/sabahın körü müzik kuşağının keyfini çıkardı.

Birisi ciyaklayıp zıplamasına neden olarak camına tıkladığında başını sallayarak eşlik ediyordu. Yolcu tarafından baktı ve gördüğü Kim Moonkyu'dan başkası değildi. Ne mana.

Camı indirip tip tip baktı, kalbi hâlâ hızla atıyordu. Bebek hafifçe tekmeledi ve kendini sakinleştirmeye azmetti.

"Sen beni mi takip ediyorsun Kim Moonkyu?!"

Moonkyu kapıyı açıp içeri girdi, Kyungsoo camı kapattı ve dik dik bakmayı sürdürdü.

"Tanrım dışarıda taşaklarım dondu." Moonkyu ona telefonunu uzatmadan önce konuştu. Ne kadar çok cevapsız araması ve okunmamış mesajı olduğunu fark etmeden önce gülümsedi. Jongin'den çok fazla olduğunu görünce terlemeye başlamıştı, hayra alamet değildi.

"Ayrıca minik babayla başın dertte. Benimki sandığım için yanlışlıkla telefonuna cevap verdim."

"Ne?!"

"Ona açıklamaya çalıştım ama Jongin'in ne kadar kaz kafalı olabildiğini biliyorsun. Suratıma kapatana kadar bana bağırmasına izin verdim sadece."

"Nee?!"

"Sanırım düzüştüğümüzü sanıyor. Ki bu tiksinç. Sen hamilesin. Ben de o kadar sapık değilim." Moonkyu hoşnutsuzca suratını ekşitti. Kyungsoo koluna bir tane geçirmişti.

"Bunun nesi yanlışmış?! Şişman değilim ben." Somurttu ve ağzını tekrar kızartmalarla doldurdu, yine abur cubur yediği için Jongin'in onu geberteceğini fark ettiğinde çiğnerken kalakalmıştı. Hassiktir.

"Galiba Jongin'in senin onu aldattığını sandığı kısmı kaçırıyorsun Kyungsoo." Moonkyu iç çekti ve birkaç tane kızartma arakladı.

"O her zaman onu aldattığımı düşünüyor! Saçmalık bu! Oğlum bir kere ben zar zor manita bulabilen bir insanım! İki erkeğin benimle yatmalarını sağlamayı nasıl becerebilirim ulan?!" Kyungsoo, Moonkyu'nun onun içeceğinden bir yudum almadan önce irkilmesine neden olarak bağırdı.

"Hamile ol veya olma, sen seksisin Kyungsoo. İstesen iki çükle oynayabilirdin ve bu inanılamaz bir şey olmazdı." Omuz silkti ve tavuklu sandviçinden bir lokma aldı. "Veya dört taşakla. Çüklerle oynayabiliyor musun?"

"Seksi miyim?" Kyungsoo sordu, şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. "Ve yemeğimden otlanmayı bırak! Onlar bebeğim için!"

"E herhalde yani, öyle olmasan niye bunu söyleyeyim ki? Hem paylaşmak güzeldir anam." Dedi ve yine kızartma aşırdı.

Kyungsoo başını salladı ve sandviçinden yeni bir lokma aldı. "Sabahın üçünde McDonald's'ın oralarda ne halt ediyorsun sen bakayım?" Çiğnerken sordu, adabımuaşereti siktir edin, açlıktan ölüyordu.

"Bir fahişeyle buluşacaktım."

Oğlana bir bakış attı.

"Yok, pek sayılmaz. Üzgün olduğumda yürüyüş yaparım."

"Haa."

"Hıhım."

"Peki Jongin konusunda ne bok yiyeceğim?" İfadesiz bir suratla karnına bakarken sordu. Sevgilisinin niye bu kadar paranoyak olduğunu anlamıyordu. Neredeyse uçan kuşu bile kıskanıyordu.

"Kendine bir tasma alsan? Ne bileyim oğlum ben. Benimle beraberken bile böyleydi."

"Bu kadar endişeleniyorsa beni eve kilitlemesi gerekir!" Başını direksiyona vurdu ve homurdandı. "Of, seni eve götüreyim mi?" Motoru tekrar çalıştırdı ve sağına baktı. Moonkyu başını salladı ve kızartmalarından biraz daha yedi. "Lütfen."

Onun evine sürmeden önce gözlerini devirdi. Onu bıraktı, ikisinin de kendi telefonlarını aldıklarından emin oldu ve kendi evine yollandı.

Odasına girer girmez yattı ve yatağına zıplayıveren Monggu ile kendi yavru köpeğini çağırdı. Onlara sokulup uyuyakalmadan önce kaşlarını çatmıştı.

------------------

Jongin iç çekerek Do ailesinin evine yürüdü. Öğlen olmak üzereydi ve annesi onu bırakmıştı. Günün sonunda bir cevap bekliyor olacaktı ve onun bir cevabı yoktu. Gerzek Moonkyu sevgilisinin telefonuna cevap verdiğinde düşünme süreci daha kötü bir hâl almıştı.

Bu ikisinin baş başa olmalarına hayatında daha önce hiç bu kadar sinirlenmemişti. Birbirlerinden nefret ettiklerine emindi ama şu dizilerin bayık can alıcı noktaları da bu değil miydi? Can düşmanları en nihayetinde birbirlerine âşık olmuyorlar mıydı?

Aşırı tepki verdiğini biliyordu ama elinde değildi. Kyungsoo'ya o kadar âşıktı ki bencilleşiyordu. Kimsenin ona kendisinin baktığı gibi bakmasını istemiyordu. Kyungsoo'nun da kimseye bakmasını istemiyordu.

Sevgilisini olması gerektiği gibi yemek yerken görmeyince yukarı yöneldi. Çoktan gün ortası olmuştu ve bu saatlerde yemek yerdi.

Kapıyı çalmaya zahmet etmeyerek sevgilisinin kapısını açtı, Monggu yorganın altından kafasını çıkarıp yataktan fırlayarak ona koşmuştu. Gülümseyip kahverengi kanişi yerden alarak oturmak için yatağa yürüdü, Kyungsoo'nun hâlâ bilinçsiz olduğunu görünce kaşlarını çattı. Janggu sessizce göbeğinin yanında oturuyordu.

"Hyung uyan." Hafifçe omzunu dürttü. Uyuyan oğlan sızlandı ve uykusunda bir şeyler homurdanarak döndü. Jongin iç çekerek tekrar dürttü. Kyungsoo homurdanmış ve kaşlarını çatarak doğrulmuştu.

"Ne var?" Diye sızlandı, gözleri hâlâ yarı kapalıydı.

"Niye hâlâ uyuyorsun? Hyung çoktan öğlen oldu." Jongin belirtti, fazlasıyla şaşkındı. Kyungsoo hafta sonlarında bile münasebetsiz münasebetsiz saatlerde uyanırdı.

"Çok yorgun olduğumdan mı acaba? İnsanlar yorulduklarında bunu yaparlar Jongin. Uyurlar." Kyungsoo ofladı ve yatağa geri devrildi.

"İyi de kaçta uyudun ki?" Monggu'nun göbeğini okşarken sordu, hayvan neşeli neşeli hızla nefes alıyordu. Janggu ona doğru yürüyüp kendisinin de okşanmasını isteyerek oturdu.

"Annem misin nesin lan sen?!" Kyungsoo dik dik bakarak bağırdı. "Sabahın dördünde yatağımdan çıktım, nedenini bilmek istiyor musun? Çünkü veledin karnımı acıktırdığı için gidip sikik McDonald's'tan yedim. Hepsi senin o salak çükünün beni hamile bırakması yüzünden!"

Kyungsoo onu yataktan itip, ayaklarını yere vura vura tuvalete gidip kapıyı çarparak kapadığında Jongin'in gözleri şokla pörtlemişti. Büyük olan kaç kez hamile psikolojisiyle üstüne gelirse gelsin farkı yoktu, hâlâ korkunçtu.

Kapı tekrar açıldı ve Kyungsoo ona zar zor yakalayabildiği bir rulo tuvalet kâğıdı fırlattı.

"Ve ayrıca Kim sikik Moonkyu ile beraberdim çünkü kereste suratlı armut herif orta yerden çıkageldi ve kızartmalarımı çaldı ve sandviçimden yedi ve benim seni aldattığımı düşünmene inanamıyorum! Götün tekisin!" Monggu'nun inildeyip yatağın altına saklanmasına neden olarak kapıyı tekrar çarptı.

Şok içinde banyonun kapısına bakarken Jongin'in ağzı açık kalmıştı. "Ne haltlar oldu?" Diye yüksek sesle sordu. Monggu yatağın altında bir yerden havladı.

Kapıya yönelip tıklamadan önce başını salladı. Kyungsoo ona siktir git diye bağırdı, Jongin o sabah zilyonuncu kere iç çekip yatağa uzanmaya gitti.

Bunların hiçbirinin ne kadar mantıksız olduğunu düşünmeye bile başlayamamıştı. Sorduğu tek bir soru onu nasıl bu kadar sinirlendirebiliyordu? Kyungsoo ile Moonkyu'nun bir gün içinde iki kere, hem de sabahın dördünde baş başa kaldıklarını düşününce kaşları çatılmıştı.

Kyungsoo somurtarak tuvaletten çıktı. Jongin ona bakıp kendisine bağırmasını bekledi ama bir şey olmamıştı.

"Bana yumurtayla tost yapar mısın?" Diye sormuştu. Jongin iç çekip başını sallamış, hamile oğlana kollarını sarmak için yataktan kalkmıştı.

"Uyandırdığım için üzgünüm hyung." Tedbir amaçlı özür diledi. Hamile Kyungsoo Kuralları No. 1, her şey senin hatandır.

"Sorun değil, sana bağırdığım için özür dilerim." Gözleri tamamen dolu dolu ona bakıp burnunu çekti. "Sırtım ağrıyor." Diye hıçkırdı ama burada bitmeyecekti. "Ve saçlarımı kestirmem gerekiyor ve gözlerim yanıyor ve istediğim yemekleri yememe izin vermiyorsun." Gömleğine doğru hıçkırarak ağladı.

Jongin sırtını ovaladı ve ona masaj yapabilmek için onu yatağa yürüttü. Kyungsoo burnunu çekti ve Janggu'yu göğsüne bastırdı, köpecik inildeyip burnunu çenesine sürtmüştü.

"Neren ağrıyor?" Diye sabırla sordu. Kyungsoo somurttu ve elini ovalaması için belli bir bölgeye götürdü. "Ne yemek istiyorsun?" Sırtına masaj yaparken sordu. Monggu ortaya çıkmak için güvende olduğuna kanaat getirip yatağın altından çıkarken Janggu büyüklerinin yanında bekçilik ediyordu.

"Pizza ve hamburger istiyorum ama sen yağlı yemek yok dediydin." Kyungsoo mutsuzca söyledi. Jongin göğüs geçirdi ve yanına uzandı. Konuşacak çok şeyleri vardı ve şu an tam zamanıymış gibi görünüyordu.

"Neden o kadar geç saatte dışarı çıktın? Cidden dörde kadar uyuyamayacak kadar aç mıydın? Uyumaya ihtiyacın var hyung." Endişeyle söyledi.

Kyungsoo başını eğip dolu gözlerini ovaladı. "Sen bana sarılmayınca uyuyamıyorum." Diye mırıldandı. Dudakları tebessümle gerilmişti ancak bu aynı zamanda eve geri dönme sorununu da beraberinde getirmişti.

"Burada yaşamamı seviyor musun?"

Kyungsoo ona gülümsedi ve başını salladı. "Seviyorum." Kıkırdadı ve onun da hafifçe gülümsemesine sebep olarak liseli kızlar gibi kızardı. Kyungsoo onu burada istiyorsa burada kalacaktı. Açıkçası sevgilisinden veya minik oğlundan o kadar uzun süre uzak kalmayı kaldırabilir miydi bilmiyordu bile.

"Öyleyse neden bizimle yemeğe gelmedin? Benimle yeseydin aç kalmak zorunda kalmazdın." Sorularına devam etti. Kyungsoo'nun dün gece aç olması gerektiğini biliyordu ama doğrudan reddetmişti. Annesi buna biraz üzülmüş gibi görünmüştü ve annesini üzgün görmekten nefret ediyordu.

Kyungsoo'nun gülüşü anında solmuş ve başını eğip bir şey söylemeden Janggu'nun tasmasıyla oynamıştı.

"Annem seninle konuşmak istiyordu gerçekten." Jongin devam etti ve Kyungsoo ona neredeyse gülecekti.

Annesinin onu umursadığı falan yoktu. Büyük ihtimalle tek umursadığı torunuydu. Kesinlikle Jongin'in annesini tanımak veya kendini ona sevdirmek gibi niyetleri yoktu. Dürüst olmak gerekirse kendisiyle konuşmak istemesi umurunda değildi. Onu etkilemeye veya memnun etmeye falan çalışmıyordu. Kadın onun annesi değildi, umurunda da değildi.

"Anladım." Jongin'in bir cevap beklediğini fark ettiğinde omuzlarını silkerek söyledi. Jongin cevap alamadığından kaşları çatılmıştı. Gerçekten annesinin Kyungsoo'yu sevmesini istiyordu, onun ne kadar akıllı ve tertipli olduğunu öğrenince seveceği de kesindi.

"Anladım mı? Bu mudur yani? Annem bizimle gelir misin diye sorduğunda ne bok yüzünden kaçar gibi oradan uzaklaştığını falan söylemeyecek misin?"

"Hiçbir yere gitmedim Jongin." Kyungsoo sertçe belirtti.

"İşte gitmedin aynen. Annem kibar olmaya çalışıyordu ama sen onu geçiştirdin."

"Meseleyi niye bu kadar büyüttüğünü anlamıyorum." Diyerek ofladı.

"Onca insanın arasında Moonkyu ile takılabiliyorsun ama hiç olmazsa deneyip annemle uzlaşamıyorsun yani öyle mi?" Jongin çıkıştı.

"Planladığımdan değildi!" Sevgilisine dik dik baktı, gidip yemek yiyebilmek için minik kanişi yere koydu. "Moonkyu sadece kibarlık edip ona yardım ettiğim için bana teşekkür etmek istemiş."

"Ve ikiniz gidip ne yaptınız? Gidip beraber yemek yediniz." Jongin vurguladı. "Bir de aç olmadığını özellikle söylemişken. Sırf gelmemek için yalan söyledin!"

"Ne olmuş söylediysem?!" Bu şey yeni bir kavgaya dönüşmeden önce uzaklaşmak için gitmek amacıyla yataktan kalktı, neredeyse bağıracaktı.

"Nedenini bilmek istiyorum!" Jongin peşinden geldiği için yürümeyi kesti. Derin bir nefes alıp pişman olacağı bir şey söylemeden veya yapmadan önce kendini sakinleştirmeye çalıştı.

Erkek arkadaşına, o kendi annesiyle birlikte olamadığı için onun annesiyle hiçbir şey yapmak istemediğini nasıl söyleyebilirdi? Jongin onu anlamayacaktı. Kimse anlamazdı ki. Kimse anneler gününü babasıyla bir başına geçirmenin neye benzediğini anlayamazdı. Annesi gittiği ve tüm hayatı boyunca etrafı erkeklerle çevrili olduğu için kadınlara karşı birtakım çarpık kompleksleri olduğunu kimse anlayamazdı. Nasıl bir şey olduğunu Jongin anlamaz, anlayamazdı. Onun annesi yanındaydı ve mükemmeldi. Bu onu öylesine kıskandırıyordu ki kadını görmek bile istemiyordu.

"Bırak Allah aşkına Jongin ya." Diye fısıldadı ama sevgilisinin kabul etmeye niyeti yoktu.

"Sen bana söyleyene kadar olmaz! O benim annem, onu seviyorum ve ikinizin iyi anlaşmanızı istiyorum. Bunca zamandır kahrını çekiyorum o yüzden en azından bu iyiliğe karşılık verebilirdin."

"Jongin ne olursun, dur artık." Neredeyse gözyaşlarına boğularak yalvardı.

"Hayır! Onunla ilk tanıştığımda baban bana bok gibi davranmıştı ve ben buna katlandım! Annemse sana hiçbir şey yapmadı ve senin davranışların-" Jongin oflayıp dik dik bakarak cümlenin ortasında durdu.

"Neymiş?" Kyungsoo kendi kaşları da çatılarak üsteledi.

"Hiçbir şey."

"Yoo devam etsene! Tam bir götsün desene. Hadi söylesene *mına koyduğum." Kyungsoo, dirseği kapı koluna çarptığında acıyla inlemesine neden olarak Jongin'i sertçe itti.

"Ah!" diye inledi, gözleri doluyordu ama ağlamayacaktı. Kendisinin yarı boyutlarında biri tarafından itilen on beş yaşında bir adamdı o. Ağlamayacaktı.

Siktir edin, ağlıyordu.

"Neden yaptın bunu?" İncinen dirseğini tutup inildeyerek hıçkırdı. Kyungsoo'nun gözleri yuvalarından fırlamıştı, vay anasını gerçekten de tam bir göt idi.

"Siktir, özür dilerim!" Paniklemiş ve ağlayan oğlanı kollarına almaya yeltenmiş ancak Jongin ondan kaçınmıştı.

"Delisin sen!" Aşağı inip biraz buz koymak için arkasını dönerken bağırdı. Kolu sanki birisi onu az önce vurmuş gibi hissettiriyordu.

"Jongin bekle!" Kyungsoo suçluluktan başka bir şey hissetmeyerek peşinden gitti. Jongin'in tek koluyla buz torbasını buzluktan çıkarma çabasını gördüğünde neredeyse ağlayacaktı. Arkasından yaklaşıp torbayı onun için aldı, yaralı oğlan torbayı ellerinden koparırcasına alıp ayaklarını vura vura kanepeye yöneldi.

"Jonginnie." Somurtarak fısıldadı, neredeyse gözyaşlarına boğulacaktı çünkü hassiktiriniz, sevgilisinin patlamasını sağlamayı nihayet başarmıştı.

"Kes sesini ve bana biraz daha buz getir." Jongin ona hırladı ve irkilse de eğdiği başıyla ona söyleneni yaptı.

Biraz daha buz alıp bir plastik poşetin içine koyduktan sonra salona gitti. Çekinerek Jongin'e uzattı, öfkeli oğlan beklendiği gibi koparırcasına poşeti elinden almıştı.

"Jongin--"

"Kes sesini dedim!"

Alt dudağı titredi ve oturup çocuk gibi bağıra bağıra ağlamamak için gerçekten elinden geleni yaptı. Kesik nefesler alırken hıkladı, neredeyse hiperventilasyon** geçirecekti çünkü az önce azar yemişti. Ama bir şey diyecek cesareti yoktu. Kendisi Jongin'e sürekli bağırıyordu, roller değiştiğinde bununla başa çıkabilmeliydi.

"Ne, ağlamaya mı başlayacaksın?" Jongin dik dik bakarak sordu. "Ağla ulan! Gör bak bakalım sikimde misin!"

"H-Hayır." Kyungsoo kekeledi, yapmak istediği gibi gerçekten de hıçkırmamak için dudağını ısırıyordu.

"Ağlamanın ne kadar sinir bozucu olduğunu biliyor musun?" Jongin devam etti, bariz biçimde hâlâ öfkeli olduğundan çenesini kapalı tutup azarlanırken halının desenlerine baktı. "Ve asla durmuyorsun! Çok komik bu! Üç yaşında çocuk gibi davranıyorsun ve bir psikopat gibi davranan sen iken her zaman beni suçluyorsun!"

"Ü-Üzgünüm." Burnunu çekti.

"Tabii ya! Üzgünmüş! Tabii canım! Sen her zaman üzgünsün zaten!" Jongin gözlerini devirerek onunla alay etti. "Bunca zamandır sürekli bir psikopat gibi davrandıktan sonra bunu düşünecek ve sadece vazgeçmeyi öğrenecektin! Ama yooooo! Belki de ailemin evine geri dönmem gerekiyordur." Kanepeye çökerek ofladı.

"Ne?" Kyungsoo tekrar bakışlarını kaldırdı, gözleri şok içinde pörtlemişti. Jongin'in ailesi onu geri mi istiyordu?

"Eve dönmemi istiyorlar." Jongin dirseğine daha çok bastırırken inleyerek iç çekti.

"O-Oh..." Hâlâ sinirli olan sevgilisine bakarak kekeledi. Bunca zamandır böyle davrandığı için gerçekten ondan nefret ediyor olmalıydı. Eve geri dönmeyi sırf düşündüğü gerçeği bile canını acıtmıştı ama Jongin gitmek istiyordu ise, belki de ikisi için en iyisi bu olurdu. Belki de biraz molaya ihtiyaçları vardı.

"Pekâlâ öyleyse gitmelisin!" Neşeyle söyledi.

Jongin Kyungsoo'ya baktı, oğlan her an hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayabilirmiş gibi görünüyordu ki bu yüzündeki dik bakışı yok etmişti. Belki de ilişkilerindeki götleğin tam olarak kim olduğuna dair yanılıyordu. Ona az önce o şekilde bağırmış olduğuna inanamıyordu bile. O yalnızca hamile iken ona sinir bozucu ve psikopat dediğine inanamıyordu.

"Hyung." Özür, af veya sevgilisinin yüzündeki kırılmış ifadeyi yok edecek herhangi bir şey dilemek için ayaklandı.

"Onları özlüyorsundur değil mi? Ve ben de sadece delinin tekiyim, değil mi? O yüzden gitmelisin! Gerçekten! İyi olacağım." Kyungsoo ona gülümsemiş ve gülüşünün bu kadar sahte oluşu Jongin'in midesini bulandırmıştı. "Belki de biraz molaya ihtiyacımız vardır. O yüzden Jongin gerçekten gitmelisin. Ben sadece." Gözünden bir damla yaş silmeden önce ellerini üzgünce ovuşturdu. "Sadece gidip bulaşıkları yıkayacağım."

Kyungsoo hızla salondan çıkıp onu tek başına ve gezegene ayak basmış en büyük gavat oymuş gibi hisseder vaziyette bıraktı. Dirseği zonk zonk zonkluyordu, acı bileğine yayılmıştı. Ancak endişelendiği son şeydi bunlar. Siktir, muhtemelen hak ediyordu.

Mutfağa gitti, su Kyungsoo'nun ağladığı gerçeğini saklamak amacıyla akıp gidiyordu. Tüm bunlara rağmen oğlan hâlâ bulaşıkları yıkıyordu, suçluluğu daha beter olmuştu. Buzunu tezgâha koydu ve ona doğru yürüdü, musluğu kapadı ve sessizce orada dikildi. Ne diyeceğini veya nasıl özür dileyeceğini bilmiyordu bile.

"Bir tanem." Diye fısıldayarak hıçkıran oğlanı kollarına aldı. Ama Kyungsoo ona bakmıyordu bile, gözleri bulaşık suyuyla dolu eviyeye sabitlenmişti.

"Ağlamam sinir bozucu olduğu için çoook üzgünüm." Diye iğneledi, deterjanı gözlerine kaçırmadan Jongin'in kollarında gözlerini sildi. "Ağlamayı sevdiğimi mi sanıyorsun? Ya da delirmiş gibi davranmayı, sürekli sana bağırmayı ve azarlamayı?" Kyungsoo başını kaldırdı ve ters ters ona baktı.

"Çünkü sevmiyorum ama sen hamile olmanın nasıl hissettirdiğini anlamaya çalışmıyorsun bile. Her şey olması gerekenden on kat daha kötü hissettiriyor. Sanki hissettiğim her bir duygu tek seferde üzerime geliyormuş gibi." Yanağının içini ısırarak ofladı. "Hamile olmaktan nefret ediyorum ama bebeğimizi çok seviyorum ve bu sadece çok bunaltıcı. O yüzden yazıldığın şey bu değilse çok üzgünüm, baş edemiyorsan bırakabilirsin!" Acı acı söyledi.

"Seni bırakmıyorum Kyungsoo." Jongin onu bir çeşit temin eder gibi alnından öpmeden önce sevgilisinin yüzünden birkaç gözyaşı izini silerek iç çekti.

"Bırakmıyor musun?" Kyungsoo umut dolu gözlerle ona bakarak burnunu çekti.

"Hayır. Sadece benden gitmemi istersen gideceğimi söylerken ciddiydim hyung." Jongin Kyungsoo yüzünü göğsüne gömerken yanıtladı. "Seni seviyorum, seni yalnız başına bırakmak istemiyorum."

"Ben de bırakmanı istemiyorum." Belini sıkıca sararak mırladı. "Gitmene zinhar izin vermiyorum."

"Zinhar mı?" Kyungsoo başını salladığında kahkaha attı.

"Sevsen de sevmesen de bana mahkûmsun." Kyungsoo sertçe göğsünü dürterek ona hafif dik bir bakışla söyledi.

"Bana uyar." Gülümsedi ve onu çekip öptü, neşeyle nefesini verdi. "Bu kadar boktan bir sevgili olduğum için üzgünüm Kyungsoo." Burnunu büyüğün böğürtlen kokan saçlarına gömmeden önce söyledi.

"Boktan bir sevgili değilsin. Sadece ne yaptığına dair hiçbir fikri olmayan on beş yaşında bir oğlansın ve ben de kendi duygularını kontrol edemeyen on altı yaşında bir aptalım. Ve seni ittiğim için üzgünüm ama çeneni kapatmıyordun."

"İyi de soruma cevap vermedin ki." İnatla homurdandı.

"Şu an bunu konuşmak istemiyorum sadece, tamam mı?" Kyungsoo iç çekti ve uzun oğlanın yanındaki yerinden ayrıldı. Jongin başını salladı, hâlâ çok merak ediyordu ama Kyungsoo konuşmak istemiyorsa onu zorlamayacaktı. Beraber oldukları şu kısacık zaman diliminde onu zaten defalarca ağlatmıştı.

"Yani iyi miyiz?" Gergince sordu. Gerçekten Kyungsoo'nun ona gitmesi gerektiğini söylerken ciddi olmamasını umuyordu.

"İyiyiz." Kyungsoo ona ufak bir öpücük vererek parmak uçlarında kalktı. "Sana öğle yemeği pişireyim mi?"

"Çok sevinirim." Sersemce gülümsedi, yemeğe başlamak için arkasını dönmeden önce Jongin büyüğün alnından öpmüştü. "Önce mutfakta barışma seksi yapabilir miyiz?"

Kyungsoo sırıtmadan önce gözlerini devirdi. "Bilmem ki, yapabilir miyiz?" Jongin ona arkasından sarılıp öpücüklerle boynuna saldırırken kahkaha attı, yemek çoktan unutulmuştu.

BÖLÜM SONU

**HİPERVENTİLASYON: ANORMAL BİÇİMDE HIZLI VE DERİN NEFES ALMA DURUMU.

Ç.N: NELER HİSSETTİĞİNİ ANLIYORUM SEVGİLİ OKURUM... 3 AY GEÇMEDEN BİR BÖLÜM DAHA PAYLAŞTIĞIM İÇİN ŞAŞKINSIN VE BU ŞEKİLDE DEVAM ETMESİNİ İSTİYORSUN DEĞİL Mİ?.. BEN DE İSTİYORUM AMA ALLAHIN BELASI KPSS İZİN VERMİYOR DŞLFKGLŞFSŞA NEYSE OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER ARTIK UYUMADAN ÖNCE BİR İKİ SAAT KAÇAK GÖÇEK NE KADAR SÜREDE ÇEVİREBİLİRSEM O KADAR PAYLAŞIRIM. HYUNGUNUZ KAÇAR, BENİ ÖZLEYİN ANACIM, BAAAY.

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

110K 8.5K 33
Xiao Luhan, normal bir üniversite öğrencisidir. Sıradan bir günün akşamında tanımadığı insanlar tarafından kaçırıldıktan sonra aslında hiçte bilmediğ...
44.9K 2.8K 22
Alfa - Omega Klasiğini Bozan Bir Beta.. "Ayrılık sarmışsa dört bir yanı, ne önüne geçebilirsin ne de arkasında durabilirsin."
74K 5.8K 27
Mine Yazar: HavocLight Çeviri: minnikiniz Orijinal link: http://www.asianfanfics.com/story/view/639224/mine-fluff-romance-exo-kai-jongin-kyungsoo-k...
855K 51K 68
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...